4 Ekim 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11

4 Ekim 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

MM enmnannnnnnnnnnninine NRIKULUNUN bugün bir o bâşkalığı Dalgın, buruk yüzlü, konuşmak istemiyormuş gibi bir hal... hafif ve tatlı bir masal anlatayım, dedi, ayniyle geçmiş bir vaka... Vak- tiyle Urfa | taraflarında yn meşhur bir köy varmış... A vardı. — Sana, bugün, muş Ağanın cevabı öndiz 1-0 ü i 2 eski müvazene ve huzurun nasıl ikaybolduğun ii FAZIL KISAKÜREK Sanar Maya aştanbaşa ve her saha- tında yüzü gölgelenirken; kısık MR a etti; ğan eva âdetâ, dünyadaki u ve nereye gittiği- akat yer- da kaplıyan bir korkunç hiçlik, nizamsızlık, muvazenesi a makamlara soylu at ew için (G5 d b kl z izlik, ra - ötedenberi bu köye zabitler uğ- 1 en, Cc en€E€n... ; hatsızlık, kifayetsizlik, üstelik bu . rar, 'oranın 'eşrafından Durmus ihtiyaçlarını giderirler - miş... Eski Büyük Harbin başlangıcında genç bir zabit; bir Ağaya başvurup gün, bir Satınalma heyeti adına, ilk defa mahut köye gitmis ve Durmuş Ağayla görüşmüs... Sarı top rak damlı, süslediği, yeşilik içinde bir köy... kalın taş duvarlı binaların vin bahçesinder gevrek ai kişnemelei kılıç boyunlu ki*- heylanlar © göze çarpıyor... Yedisinden yetmişine kadar herkes at sırtında... Ciitten, yarıştan, çeşmeden, çayırdan döhen atlar... Al, ya- gız, doru, kır atlar; çekik sürmeli'gözlü, küçük hançer kulaklı, açık pembe burun- lu, ince geyik bacaklı, geniş kaplan sağ- rılı atlar... Durmuş lik, mübarek, fakat var... Neler görmemiş, neler?.. Ağaya gelince, 70- sapsağlam bir ihti - 93 mu- harebesindenberi gönüllü olarak girme- diği savaş kalmamış, süvari başçavuşlu- ğuna kadar yükselmiş... hocasi o, baytarı o, alım satımcısı 6, ata Köyün binicilik dair bitmez tükenmez meükibeleriyle ma- . Eski Dünya Harbi, yakip yıkmış, Yeğip Kavurmus... Nihayet Mütareke yılları, pesinden İstiklâl Sava- şı başlamış. O vakite kadar da bizim zâ- bite; bir daha ne o köyü; ne'de Durmuş saleri o, herşeyi 0, Ağayı görmek kismet olmus... Bir gün, | Müdafaa yıllarında herbangi bir mahut dan göçirtmez mi? Köye gelen zâbit ne se zâbiti, köyün yakınların - görse iyi? Köy, artık o köy değil... Do- nuk, scluk, yanık; kimsesiz, neşesiz, ha- yatsız... Durmuş Ağayı soran zâbite, asık yüzlü insanlar, garip garip işaretler sak savuşuverinişler. Allah Allah; zâbit bak- miş ki, köyde maddi ve mânevi bütün zili habersiz... Zâbit, Durmuş Ağayı, bin zahmetle bulmuş... Durmuş Ağa hasta, Durmuş Ağa zayıf, Durmuş Ağa bitik... Zâbit, kimi: sorduysa şu cevabı almıs: «Öldüm... Hangi-çayırlığı öğrenmek di- «Kurudu!l»... Hangi meşhur at- nizam altüst... Gözgözü gör “ müyor, kimse kimseyi tanımı: herkes her şeyden mıyor, le“'iyser «Ne kendisi Nihayet da - yanamıyan zâbit, Durmuş Ağaya demiş ki: «Yahu, İDurmuş Ağa! Bu köyde v kadar iyi insan, o kadar iyi at vardı. Na- tan haber almak istediyse: kaldı, ne de soyu sopul»... sıl olur da bunlardan hiç biri kalmaz? .. Durmuş Ağa, sol'elinin şahadet parmağı: ar at sırtı gibi uzatra,ş, sağ elinin iki par- gibi ona bindirdikten şu cevabı vermiş: mağını da süvari sonra, «Senin anlıya - cağın. oğul, iyi insanlar ış! atlara bind'- leeeer, gittiler»... İşte bütün maral... Fa- kat sen, Durmuş Ağanın cevabındaki ka- dar, renge, çizgiye, sese, harekete, eda- ya, mânaya bürülü bir söz gördün mü? Tanrıkulu, yeni bir dalgınlık peçesi al- korkunç boğuşma, ihtiyar küre- nin tam bir yokluğa değil 'de, 'misilsiz bir varlığa doğru gittiğine, kendisine'yeni ha yatı getirecek kahramanı beklediğie işa- ret. Şimdilik tünelden geçiyoruz. Bütün dünya, Dur - muş Ağanın yi atlarına bin- miş, iyi insan - ları, peşiden sö kün ettirecek şanlı süvariyi bekliyor. Ne desem ona filozof mu mss sanatkâr mı desem, irkilâpçı mı desem? Ne de- sem olur? (Sokrates) II İlmin gerçek mevzuunu İnsana nakle- den (Sokrates), elbette ki bugünkü mâna siyle'bir: (Antropoloii) yi e. (Psikolo- ji) yi işaret etmis olmuyordu. Onun ileri sürdüğü şey, ahlâki fik İelki: merkezi o- lan ruhtur, Nitekim, (Avistoteles), (Sok- rates) in tesiscisi o bulunduğu ahlâktan başka ilim tanıma eraber,: onun illi prensivlere dayanan ger- at'i ilmin ahlâk olduğunu sik İlk ida o, (Protogoras) ın her seyin" ölçü'ü insan olduğu fikrini asmaz. Fakat “bu (Sofist) in ahlâkı (Sokrates) teki ;i- bi bir ilim haysiyetine ulasmamıstı. Cün - kü o herkes için muteber olan prensibi ke- bul etmiyordu. Zira ortada fert ve ferd- lere kadar da prensip var oluvordu. (Sok- rates), ahlâkı bir nevi enfüsilikten kurta - ryvordu. Bövlece bir'cemiyet temeli ği etmek mümkün bir hale e misti, (* fist) leri aldata an şey, ins v fikirlerinin. hükümlerinin, hislerinin farklı olması ker fiyetidir! Bu farklılık sadece zahiri ve 3at- hidir. (Sokrates) in meziyeti, ahlâkta cüz” den külliyi cıkarmağa ve ferdiden içt" maiye ve külliye yükselmeğe çalışmış ol- mak, fkirlerin Sidal kesretinden herke- sin doğru ve değişmez fikirini, omâşeri vicdanı yeniden: keşfetmeinde aranmalı ağar mefhumlârı hududlan- dırmanın e mayan üstadıdır. Bu târif. leri dinleyicilerine hazır yapılmış gi ver mezdi; ihsasiy eci (Protagoras) in ak © dolu olduğuna ve tahsilin bu ruha yaban cı bir şey vermediğine kaniydi. Bunun N ANKARA O(i için dinleyicilerini hakiki târifleri ilam bulmağa sevk ederek «mânevi doğurtu cu» olmakla iktifa ederdi. Onun gayesi ettafını ahlâkileştirmek - ten baska “bir şey değildi z tam mânasiyle ictimai ve insaniyetçidir. ma umumi iviliği ve devleti.göz önün- de tutar. Ve tâlim ettiği kimseler üzerir- deki hedefi, onların âlim olmaları “değil. re edilen (Mükem .mekle istemek arasında sıkı bir bağ oldü- ğu gibi, insanın iyi düşündüğü, bildiği v anladığı nisbette iyi hareket ettiği, ahlâki değerimiz in bilgilerimizle mütenasip bu - renilir; o birdir, yâni her şeyde faziletli olmadan bir şeyde faziletli eğ her yerde fena olmadan bir noktada fena cl- mağa imkân yoktur. Nihayet hiç kimse bildiği için değil, bilmediği için sie fenalık bilgisizlik neticesidir. ( riyazet taraflısı değildir İdeali arar, fakat onun mahsüs bir şekilde görünmesini ve ahlâki güzelin fizik güzellikte aksetmesini ister, Herşeyden: evvelbir Yunanlı olan (Sokrates) sexil güzelliğine o derâce ha; randır ki, maddenin kandırmalarına kar- şı durmadan mücatele etmek zorünu du- ”

Bu sayıdan diğer sayfalar: