4 Ekim 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 12

4 Ekim 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

A Bahçemde bir hikâye Bir nl gövel toprağa tevdi edilen Mühmut Yosü o ğe (Büyük Doğu) iü örilmiş bir tüsvir ve tahlil hikâyesi, B alani ve tâbiâtın bin bir renk ve çizgi cünbüşü içindeyim. Bahçede, yine karıncaların talan akını var. Yuvaları- np yakınlarını, tek çöp kırıntısı bırakmadan temizledi kten sonra, dizi kolları halinde, dört yâna, toprâk çatlaklarında avcıya yayıldılâr, , nlârin bu sessiz akınları, köykunç istilâ dknilanndan arksızdı..., AZAN Salar in kendilerine göre istilâ usulleri, tâ- biyeleri; sevkülceyişleri, keşif kolları, öncüleri, ardcıları hat- tâ casus teşkilâtı da var mı? oprak çatlaklarına yayılan avcı hatları, birbirlerine karışmıyor ve hiç bozulmayan bir düzenle ileri yürüyüşe de vam ederken nakliye kolları met» taşıyorlar. İleri yürüyüş kollarından biri, oturduğum bahçe kana- pesinin sağ ilerisindeki bir toprak kabartısını kuşatmıştı. Ben, önce gözlerimi bir ân onlardan ayıramadığım halde; da.durmadan geriye «gani- “ bunun bir kuşatma hareketi olduğunu, olabileceğini tahmin edememiştim. Toprak kabartısında ne vardı? Belki bir bö- cek, yahut bir kırıntıcık! Belki de onlar için korkulu bir düşmünt!.. Bunu mu haber almışlardı? Yoksa, mürettep bir pi - lânla taramadık yer mi bırakmıyorlardı? Kabartının şeklin- den ürkerek de emniyet tertibatı almış olabilirlerdi. O kadar ölçülü biçili hareket &diyorlardı ki, sevki ta- biilerinde derin bir mantık var diye düşünüyordum. epeyi, ağır ağır işgal ettiler ve tekrar dağılıp ava çık- tılar. Bir kol bahçe kapısının altına yayıldı. Kanapenin ön a- yağının gölgesine sığınmış bir hasta solucan, dakikalardan- eri Yorgun. gırpıntılarla kıvranıyordu. i avcı sarı karınca, sağı solu koklar gibi araştırırlar- ken, hasta solucanı görmüşlerdi. Hiç çekinmeden 'yaklaştı- İar ve can e dünyayı gözü görmiyen hayvanın üstüne tırmandı! Bu lt tırmanış, solucanı şaşırtip ürpertmişti. Vücüdü kıvrılıp büküldü, sırtına binen. iki saygısız misafiri, silkine- rek atmak: istedi. Sarı karıncalar, #solucanın derisine. etine tırnaklarını geçirmişlerdi. Yere düşmek değil, tutundukları yerden sarsılıp kımıldanmadılar. İki minik sarı karınca, hasta da olsa, koca solucanı, Kahini emip kurutacaklar miydi? i karınca solucanın (akordeon) gibi açılıp kapa- nan, kıvrılıp bükülen vücudü üzerinde, sendeleyip düşms- mek için; ihtiyatla tutunarak geziniyorlardı. Bu gezinişler. den sızlanan hasta solucan, top top oluyor, yavaş yavaş gevsiyor, uzanıyor, birden yay gib! geriliyor, tekrar büzü- lüyor, Fakat, hasta, yorgun vücudünün terkettiği son kuvve- te rağmen, sırtındaki düşmanları atamıyor, onların bir te - viye işliyen iğnelerinden kurtulamıyordu. Avcı karıncalar, kendini yerden yere çarpan hasta sv- lucanın çırpınmalarına hiç aldırış etmiyorlardı. a solucan, iki ufacık karıncanın, vücudünü gı - dıklamasına neden bu kadar sızlanmıştı? Bu, bit sinir hır - çinliğına bezemiyordu, O, ıstıraptan kıvranıyordu. Eğilerek baktım. Solucan yaralıydı ve karıncalar, tır. —— —— ölcü bulacaksınız: Ir çesni VR kâyelerde da yeni b Bun'an > (BÜYÜK DOĞU) daki nâklarini ohun yârâsina geçirmişlerdi. So luca, ârdda bir dinlerir gibi duruyor, tekrar kıv - ranmağa başlıyordu. eri ii i avcı karıncanın arkadaşları, av kokusu almış oli- caklardı. Ayrıca yayılmış olanları dizi ile kolda toplanıyor- lardı, Çok geçmedi, yanaşık nizamda rine üişüşüverdiler, Bu, solucan için, hiş ummadığı, beklemediği bir felâ- ket olmuştu. Vüçudünü başban Başa sarân iğnelerden kur tulmak için gerilip kalkınmak, geriye ileriye bükülüp kıy - rılmak istiyor, fakat sarı gibi kımıldanmasına engel oluyordu. Yaralı soluncan, talihten tesadüften ümid. bekliyenle- rin tevekkülü ile, uğraşmaktan vazgeçmişti, Yalnız, vücu - dünün böğumları, gevsek gevsek buruşuyordu. Yaralı solucan, belki de sütüne sürüne yuvâsınâ iü - laşmak istiyordu. Amma, satı karıncalar, onu, istediği yere sürüklemeğe çabalıyorlardı. yaralı solucanın üze- karıncaların iğnesi, onu istediği ok geçmedi, hücum kuvvetine, sağdan ölen Mİ viye kolları gelmeğe başladı. Yaralı solucan, artık sarı ka- rıncaların esiri idi. Karıncalar, onu, kendi küçük adımlariyle sürükleyip götürüyorlardı, Yalnız, yürüyüş kolunun arada bir durak - lamasmından, yaralı solucanın son gayretini de vererek di- rediği “anlaşılıyordu. Karıncalar, bu direnişler karşısında da yılmıyor, kısa bir bekleyisten sonra, tekrar yola koyuluyorlardı. Oturduğum yerden kalkmış, adım adım. yürüyüş ko- İunu takip ediyordum. Yarâlı soludanın gittiği, daha doğrusu, siriklenin gö- türüldüğü istikametin, kendisi iğin bir falâket olduğunu sev- ki tdbiisiyle hissedivor Muydu, nedir, vakit vakit sağa eola kıvrılıp, yoluüu değiştirmeğe üğrasiyördü. Karıncalar, yaralı solucanı, yuvâlarınin ağzına kadar getirmişlerkli. Solucan, kâranlık, derin bir kuyu âğzinâ bön ziyen küçük deliğin önünde irkilmiş, gerilmişti. Kârıngalâr yeniden üşüşerek imdat, takviye kollarnın yardımiyle dolu: canı çark ettirir gibi çevirdiler ve kuyruk tarafını yuvanın *zına. yaklaştırdılar. O anda, kuyruk talafına sıkı bir hücum basladı. Solucan toprağa tutunmak, çekildiği çukura düşmek istemiyordu. Karıncalar, ağır ve hiç intizamı bozulmivan elbirliği bir a- sılışla, onu, yuvanın içersine çekiyorlardı. Solücan, vücudünün yarısına kadaı yuvanin önüne alınmistı. Son bir hamle ile dayanmak istedi. Can kâygusu ile zenberek gibi fırlayıp ileri âtılacak, kurtulacak sandım. Fakat, sarı karıncalar, intizamlarını bozmamışlar, 80- lucanı ağır ağır cekiyorlardı. olucan, başı yuvanın ağzına gelince, tekrar, canlı bir hamle gösterdi, dişlerini yuva ağzının kenarina takarak tu- tunldu. Uzun denilebilecek bir sükün devresi geçti. Solucan, dayanıyordu. Üzerlerine eğildim, bakıyordum. Ne olacaktı? Bütün vücudü çukura batmış solucanın Kuril ana mal ike yok gibiydi. Bir küçük sarı karınca, solucanın başı önünde dur - muştu, Manevra gibi sağa sola gitti. geldi. sonra solucaru iyice yaklaştı, ön çöp ayaklarını uzattı, solucanın burunu kasıdı. Burnu kasınan solücan, silindi. ve silkinmesile yüvya- vin karank çukuruna düsmesi bir oldu. Yaralı solucan he yapabilirdi? Biz insanlar da bur - numuzlan yakalanınca çukur adüşmüyor muyuz? Ke ; Mahmut YESARİ

Bu sayıdan diğer sayfalar: