4 Ekim 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13

4 Ekim 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tefrika, No: 13 Sırasında biri yüz eder celâdet, aza - met ve kudret veren bir sevda dakika: sında müptelâsını o kariatlan alınmış bır kuş gibi yerlere seren o muhteşem duy - gu, muhakkak ki çok sahane bir his ol- malıydı. Ama Hâlis ef&ndi bu tadı bilmi- yordu, bilmiyecekti de... Bir müddettir iyi giden havalar yeni- den bozmuş, bir hırsız kovalar gibi ba- harı eteğinden tutup tepelemek i terce- sine çılgın esen rüzgâr, yeniden ortalığı kasıp kavumağa başlamıştı. Evlerin bir sıraya düşen bahçelerindeki tomurcuk - lanmış ağaçlar, her hareketi fena götü - lüp azarlanan çecuklar gibi şaşkın, kâh o tarafa, kâh bu bahasına olursa olsun düşmemesi için kendilerini alabildiğine i - ğiyor, oradan oraya çırpınıyordu. Yeni - den faaliyete geçen soba borularının ve bacaların dumanlarını bir solukta kapan sert hava, sanki bu açgözlülüğü ile gök- rengini büsbütün . ka - tarafa yatıyor ve we tomurcuklarının yüzünün kurşuni rartmış, koyulaştırmıştı. Köşemiz. Kuşlarla beraber Bir küş uçar göklerin maviliğinde, Süzülür üstünden ufukların. Nurdan birer basamak şimdi yernyalş Bu ân, saf rüyasına benzer çocukların Çözülen bir sır gibi sona ike gece, Sabahlar, bekliyor ufkun ardında bizi. Artık gökler korkulu değil, Açınız, güneş öpmeden perdenizi. ' Ref ref bir kuş uçar şafakta, Açınız, ümitler gelecek size, Şafaklardan etek dolusu; Yalnız, kuşlarla beraber uyafırsanız! SABRI DİL Benim yurdum Kuşlar uçuşurdu bahçelerinde, Dallarında bülbül şakırdı her ân. Ruha ilham serpen gölgelerinde, Bir tüy gibi sessiz geçerdi zaman. dei orda, ovalar, bağ Gurupla tutuşur yanardı dağlar, ia rüzgârı kalbe yol arar, Cennetin bir eşi diyardı yurdum!, İbrahim GÜZELCE Gülsüm hanım soğan kokan ellerini birer birer burnuna götürüp sabunja bu iin tamamlanmıyacağını anlayarak par- maklarını bir limon kabuğunun içine te- er teker sokup iyice uğuştutmağa baş- ladı. Bu işi lüzumundan fazla ehemmiyet vererek yaparken o kadar ciddi idi ki, gücünün ve aklının hep bu noktada ol- duğu sanılırdı. Fakat Gülsüm hanım bir yandan, soğan kokan eliyle sofraya koy- bırakıp kalkan kocasını bahasına her ne yapsa yine de hoş görünemiyeceğini düşünmek- mekle beraber, bir y duğu yemeği memnun etme n da, işi gitzi- de azıtan çocuklariyle babaları arasında büyük ve yatışmaz bir niza çıkması en - dişesiyle aalgındı. İşte Abdullah nihayet korktuğu gütültüyü çıkarmış, karşı gelmişti. babasına Zahid ise ziyade kurnaz ve mehnfaatıni ötekinden fazla bilmesi yü- zünden işi idare ediyor, henüz baş iği - yorsa da, bu, sonu çıkar bir dâvaya ben- zemiyordu, Kendisine akılsız deniyordu ama vaziyeti onun kadar etraflıca bilen var naydı? Zaten insanlara iyilikle, doğ- ıulukla yaranılmazdı ki... Mutlaka işin i- çine br hokkabazlık sökmak lâzımdı. Ücnç ve güzel değildi. Bari delidolu, ya: hut oynak, işveli bir kadın olsaydı. 9 zaman kusurları bile bir meziyet sayılı: dı. Gülsüm hanım bu iddiasını isbat et. mek için isüyene istediği kadar misal bu. labilirdi. İşte yanıbaşlarındaki terlikçi,' &- linden hiç bir iş gelmiyen savruk, dört etekli karısını başında taşıyordü. Kom - şuları Adilenin kocası ise, sanki boynun- dan bir iple sürükliyeni varmış gibi, da- haha akşam ezanı okunmadan koşa ko- şa evine geliyordu. On sekiz senedir bu hep buydu. Ya adiyle saniyle deli Huri- ye denen o şirret mahalle karısına ne de- meliydi? Koskoca bir veznedarı dil büyü- süyle koyuna çevirmişti. Hele o müezzin Salimin mahalleye parmak ısırtan hovâr- da kârısına ne buyurulurdu? Kocasından fazla rakı içip göbek attığını, komşuları yeminlerle söyler dururlardı. Herif bu müsrif kadına para yetiştirmek için han- diyse kaldırımlarda geceliyecekti. Eğer Hâlis efendi bu derece burnunun doğrusuna. gider bir adam olmasaydı, iyi b | kötü yuvarlanıp gidiyorlardı. onun karşısındakine ağız açtırmamak hu- yu çok fena idi. Sanki kendisini adam yerine koyup lâfını dinleseydi günah mı olurdu? Oğulları için ne zaman bir çift söz söyliyecek olsa heme ağzına tıka - must, — Efendi, çocuklar büyüdüler, Ar- Nt da dizinin dibine oturtup bir halleş en fe- in... Demiş de, alay ve hakaretten başka ne cevap alabilmişti? Ama Gülsüm ha- nımı oğullarından fazla kızının cesareti cnun inadı korkutuyordu. Ya babası gü- nün birinde çalgı çaldığını duyacak ol sa bu evde ne kıyametler kopmaz, ne ler neler olmazdı, Zavalh ana, kocasi - nın eve gelme saatleri pek belli olma- dığı için, kızı yukarda çalgi çaldığı za- manlar pencereden “ayrılmaz ve Hâlis efendiyi uzaktan görür görmez yükaı seslenir, bu suretle de Mesihpaşa camii imamı eve girdiği vakit kızını ekseri e- linde «üpürge faraşla bulur, yahut başı bir dikiş üstüne eğilmiş olarak görürdü: Lâkin Gülsüm hanımın, bu ardi arası gelmez (gözcülükleri yüzünden kaç defa tenceresinin dibi tutmuş, kaç defa bula - şık suyu buz kesilmiş, kaç defa yaktığı kömür kül olmuş ve bilhassa bu çaresiz ihmal adına kendisi kaç kere azar i- $itmiş, hakaret görmüştü. Gülsüm hanım, hem düşünüyor, hemi de limon kabuğunun içinden parmakla- nnın birini çıkarıp ötekini o sokarkön, şimdi de Abdullahın aşağıda, büyük ar- nesinin odasına doldurduğu arkadaşları yüzünden üzüntü çekiyordu. Vakit yak - laşmıştı. Gidip yine pencerede öturmâlı ve siyah cübbenin eteği: köşeyi! döner dönmez de, oğluna, arkadaşlarını" yu - karı alması için haber vermeliydi. Bu “ gençler de acaip mahlüklardı; Hizlis & - fendinin evde olmadığı zamanlar soluğu bu ihtiyarın odasında alıyorlardı. Ne vardı sanki orada? Çoğu zamani hasta - lıkla geçen bir kadınla ne bulup konü- şuyorlardı? Gülsüm hanım endişeler kuyusuna o kadar derinlemesine dalmıştı ki parmakla rını eğeler gibi limon kabuğuna sürterken başını kaldırıp da kocasını karşısında gö- ri şiddetle yerinden sıçradı ve hay- . Hâlis efendi de bu beklemediği ken korkmuştu. Ama belki de Gül süm hanım böyle ani bir heyecan, bir ür- küntü göstermemiş oldaydı, çok hiddet- li görünen Hâlis efendi kim bilir kendisi- ne neler söyler neler yapardı 2 Yalnız: — Bu kesgülleğin annenin odannda ne işleri var? diye bağırdı. Ne işleri mi vardı? Sanki ik dile gi- riyorlardı da ne işleri olacaktı, öyle mi? (Arkası a mm mayalar

Bu sayıdan diğer sayfalar: