30 Mayıs 1947 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 10

30 Mayıs 1947 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ğ R AN 11 e Tİ gi Mİ MM) ZZ 0) MZ E7” NİZ Hasan Meymendi'ye sor- dular, dediler ki: «Sultan dilber bendeleri varken nasıl olu- yor da Eyaz'ı onların üze- rine tercih ediyor. Hiçbi- rini Eyaz'ı sevdiği kadar sevmiyor ? Halbuki Eyaz o kadar güzel değildir ?> Hasan ceva verdi : «Gönlün sevdiği her şeyi göz güzel görür.» #4 Derler ki, bir tacirin gü- zellikte eşi az bulunur bir kölesi vardı Tacir onu diyanete mugayir olmıya- rak seviyordu, Dostlardan biri tacire şöyle dedi : «Yazık, bu kadar güzel ve yakışıklı köle ne olurdu küstah ve terbiyesiz ol masaydı !» Tacir şöyle cevap verdi: «Birader, bir kere birisine onu sevdiğini söyledin mi, artık ondan hizmet bekle. me! Âşıklık, maşukluk or- taya gelince efendilik, kö- lelik ortadan kalkar |» Efendi, peri yanaklı kö- lesiyle oynamaya, gülmeye başlayınca, köle efendi gibi naz eder; efendi de köle gibi onun nazını çekerse taaccüp edilemez. #4 Birisinin gönlü elinden canından vazgeç- Fakat göz diktiği yer korkunç bir yer, ölüm gifdabı... Ağıza nasip ola- cak bir lokma, tuzağa dü. şecek bir kuş değildi. Dostları ona nasihatle dediler ki: «Bu muhal ha- yalden vazgeç, niceleri se. min gibi bu hevese esir ol- muş, ayakları zincirdedir.» O infiyerek şöyle verdi: «Dostlar, bana nasat et- meyin ki, benim gözüm onun sevgisimndedir. çiler pençe ve omuz vetiyle düşmanlarını; gü: 10 zeller ise kendilerini seven- leri öldürür.» Can düşüncesiyle gönü- güze menetmek mettliğe sığmaz. Sen eğer kendini düşü. nüyorsan yalancı âşık olur- a Eğer sevgiliyi elde mümkün olmazsa işin şartı o yolda öl- A tedbirim kalmadı ; düşmanlarım beni kılıçlar, oklarla vururlarsa dak olmazsa eşi- ğinde öleyim. *#* Bir sevgili ike gelirse cefa etmek i gelmiştir; çünkn onu se- venler onu ya kıskanırlar, yahut ona düsman olurlar, Beni arkadaşlarınla bir. likte ziyaret için geldiğin aman, sulh için gelmiş olsan bile bence sen cenk için gelmiş sayılırsın. çm den kıskançlık beni öldürür. Ben ona köyle deyince, sevgilim güldü ve dedi ki: «Sadi! Ben meclisin mu- muyum, yalnız bir kişiye mahşus değilim. Pervane kendisini öldürüyorsa bana ne? Seni öldüren ben de. ğilim, sen kendini öldürü- yorsun |» La Hatırımdadır ki, eski za- manlarda sevdiğim ile bir kabuktaki iki badem içi ibi o beraberce «Niçin biriyle bana bir haber gönderme- din?» diye sitem etti «Gön- derdiğim adamın gözü se- nin güzelliğinle âydınlansın ve ben bundan mabrum kalayım, Bunü gönlüm ala- madı» dedim. GÜLİSTAN Kilisli Rifat EFLÂTUN: «Ruh ne ile beslenir 2 «Çeşitli bilgilerle, dedim, Bedenin beslenmesi için lâzım gıdayı satan büyük küçük tüccarların mallarını övmelerine (o kapılmamalı. Bunların kendileri bile, bi- ze, getirdikleri zahirenin sağlığa faydalı veya zararlı olduğunu bilmezler; alıcıda hekim veya idman mualli- mi değilse onlardan fazla bir şey bilmez. Bunun gi- bi, bilgilerini toptan, yahut parça parça satmak için şehir şehir dolaşanlar, bun- ların ruh için faydalı veya zararlı olduğunu kendileri de bilmezler ama yine de ileri sürdükleri her. şeyi müşterilerine överler. Müş teri de ruh hekimliğmi öğ- renmemişse, onlardan fazla bir şey bilmez. Sen iyi ile kötüyü ayıracak bu çeşit şeyleri biliyorsan, (Prota- goras) tan veya her hangi bir kimseden bilgiyi kork. madan satın alabilirsin. Yok, bilmiyorsan, en de. ğerli bir nimetini bir zar oyununa bağlamıya kalkış- ma azizim! Sonra bilgi sa- tın almak, gıda satın al. mak çok daha tehlikelidir. Yenecek içilecek şeyler, satıcı veya dükkâncıdan alınınca bir kaba konur, yenmeden içilmeden önce eve bırakılır, bilenler ça- ğırılır, ne kadar ve ne va- kit yenileceği, içileceği so- rulur, böylece satın alınan şeyin zararları biraz olsun önlenmiş olur. Ama bilgi böyle bir kap içinde taşı. namaz, bir kere satın alın. dı mı doğrudan doğruya ruha yerleşir, benimsenir; kötülük olur. her hangi kendi kendimize değil, bü- yüklerimize danışarak tet- , 66 Yün Ur. kik edelim; çünkü bu kadar ağır : meselelerin içinden çıkabilmek için, biz henüz çok genç sayılırız.» ##* <Düşün bir kere ir devletin yaşayabilmesi için bütün yurddaşlaca paylaşıl. ması gereken bir şeye lüzum var mıdır, yok mudur?» «Böyle bir şeye gerçek. ten lüzum varsa ve bu biricik şey, dülgerin, demir- cinin, çömlekçinin sanatı değil de, doğruluk, ölçü, dindarlık, kısacası fazilet denen şeyse... Ve bu, her- kesin pay alması, uyması gereken bir şeyse... Yine erkese Hretilnbal. m de, hareket. lerini düzeltinceye kadar cezalandırılmalarını, ceza ve öğüt fayda vermeyince de bu gibilerin adam ol- maz sayılarak devletten kovulmalarını ve ölüm ce- zasına çarptırılmalarını ge- rektiren bir şeyse... Bütün unlar doğru ise faziletli insanlar evlâtlarına her şeyi öğretiyorlar da bunu esir- giyorlar, hiç olur mu ?» #i* «Gerçekten faziletin öğ- retilmesine çocuk! söyleneni anlamaya başlar başlamaz, sütnine, anne, mürebbi, hattâ baba, iyi yetişmesi için ellerinden geldiği kadar çalışırlar. Çocuğun her hareketi, her sözü üzerinde öğütler verilir, öğütleri dinlerse ne âlâ; yoksa, bükülmüs ve eğril- miş bir ağacı doğrulturca- sına sopa ve cezayla yola getirilir, » PROTAGORAS Salih Zeki AKTAY

Bu sayıdan diğer sayfalar: