30 Mayıs 1947 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 3

30 Mayıs 1947 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

aw HAYAT ÖLGÜMÜZ ABAHLEYİN evinden çıkıp sağına soluna tü işi bitince yine öyle. çevresine alâkasız evine dönen adama ne dersiniz? Hiçbir şey onu çekmez; hiçbir hâdise dikkatine çarpmaz. ( iken işine bağlıdır; namusludur; edeplidir. Dairede ise âmirleri onu örnek diye gösterirler. Arkadaşlariyle münasebeti yalnız iş İş ve hedef: İLİM ve AHLÂK Prof. Hüsnü Hâmit İnsan ruhu, tükenmez bir hazine ve zengin bir kudret kaynağı... Fen adamları tabiat kuvvetlerini insanla- rın işine yarayacak şekilde kullan- mağa nasıl muvaffak oluyorsa, hakiki terbiyeciler de, his ve heyecanları, insanların saadetini te'kit edecek şek- le koymak vazifesiyle mükelleftir. Yalnız akli bilgiye yataklık eden ilk, orta ve yüksek mekteplerde çocuklar ve gençler, sadece aklın başin mahsullerini, sadece akli men- faat vasıtası Ol görmektedir. Mektep, yalnız akıl çerçevesinde okutma ve öğretme yeri değil, her şeyden: evvel ruhu tesis ve ahlâkı tasfiye ocağıdır, Bu bakımdan Türk mekteplerinin âzami derecede fakre düştüğünü belirtmek milli bir ahlâk borcu olmuştur Bugünkü mektep! sistemlerinde duyguya müstenit ahlâk terbiye ve telâkkisi, imkânın son had- dinde zayıflamıştır. Buna mutlaka bir çare aramalıyız ! ##* Medeniyet, yalnız tabii kuvvetlere değil, beşeri ruh dünyasına da hâkim olma dâvasıdır. Fena duygularımız, muzır ve tufeyli otlara benzer. Ruh bunlardan temizlenmedikçe iyi duy- gular inkişaf edemez. Neticede, fazi- letin güzelliği ve reziletin çirkinliği karşısında mütehassis olmıyacak hiç- bir insan tasavvur edilemez. Duygudan fışkıran Otemayüller, ilmin usulleriyle münakaşa edilemez. Bir kimsenin ailesini veya vatanını niçin sevdiği, fenni illiyet usulleriyle tahkik olunamaz. Ahlâki hükümler, idrar tahlillerindeki (metot)lara, ilmin tahkik ve ispat usullerine tâbi tutu- lamaz. İlim, tek başına, ahlâkı ne dolayısiyledir. Kimseye dert yanmaz; kimsenin derdini dinlemez. Şaka et- mez; söz söylemez. Böyle adamlara ancak memurlar arasında rastlanır. Bu adam bakkal olamaz; fakat demirci olur. Fabrika- tör olamaz; fakat mühendis olur, Bakkallık olsun, fabrikatörlük olsun, başkalariyle durmadan konuşmayı, ğının başında körüğünü çeken çıra- ğına bile söz söylemeden çekicini örsünün üstünde çınlatır durur. Mü- hendis, kendine verilen işleri ölçer, biçer, pilânlarını yapar; işe koyulur Yanındakilerle iy icap ettiği sediri konuşur; işte adar Meslek e bu türlü adam- lar, birer iş örneğidir; fakat insanlık, vatandaşlık, aile babalığı gibi iç he. yecanı istiyen vasıflar bakımından ne acınacak bir haldedirler. Gidenleri, çok defa bunun farkında bile değil- dirler; belki de hâmillerinden mem- nundurlar, mesutturlar Bir de şöyle bir ir düşününüz ki, dicidal söyler; neş'e ve zevk içindedir, Sağına; soluna bakar; fakat kimsenin kendisiyle | ilgilenmeyişine aldırmaz. Kendinden başka düşündüğü yoktur. İşini baştan savma bile, tam yapmaz. «Adam sen del»cidir. Böyle, birbirine benzemiyen, bir- birine zıd tavırlı nice nice adamlar vardır, Onları iyiden iyiye dikkattan geçirirseniz, herbiri hakkında ayrı bir fikir edinirsiniz, Kararıniz, hiçbir insa- nın, öteki insanlara tıpkı tıpkısına benzemediğidir. Bu hükme varınca, cemiyet içinde yaşadıkları halde tek tek her insanın kendine göre bir ferdiyeti olduğuna inanacak olursunuz. nsanları insan yapan yalnız y..ra- dılışlarındaki ruh vasıfları değildir; ataya çekmenin ferdiyet üzerindeki tesiri ne kadar kuvvetli ölursâ olsun, insanlık vasfını alabilmek için tabiat geçer, içinde yaşanılan zümreden gelir. Burdan ötürüdür ki «insan içtimai bir mahlüktur» denmiştir, Gerçek olan da budur, Hani «konuştuğun adamları söyle, senin nasıl adam olduğunu söyliyeyim! » sözü yok mu? Bu ba- kımdan çok doğrudur. Yukarıda örnek diye aldığım tip mahlük, cemiyet tesirinden ruhça ayrılmıştır. Ruhu kendinin, kendi âleminindir. İçtimai çevresiyle hiçbir alâkası yoktur. Böyle adamlar, işlerinde ne kadar intizamlı, ne kadar namuslu olurlarsa olsunlar, çevresindeki halkın hiçbir şeyine alâka ile bakmadıkları için, ce- miyet hesabına kaybolmuşlardır. Bugünkü cemiyet hayatımızı, içti- mai görünen, fakat içlerinden (egoist) olan insanların hayatı diye kabul edemez miyiz? ( Gemisini kurtaran kaptan) ölçüsüne göre yaşıyoruz; ve hâlâ anlayamıyoruz ki, işte başimiza ne geldiyse hep bu yüzden geliyor ; ve başımızdan neyi defetmek gereki- yorsa hep bu yüzden defedemiyoruz. Zira hayat ölçümüzde içtimai alâka sıfıra inmiştir 4 bina, nede tahrip edebilir. Aklâki kuran ve yakın müessir, (objektif ) ilmin sınırları dışındadır. (Rasyonel) #min, ruh ve ahlâk bahsinde en (rasyonel) ve en ileri hükmü işte bu olmak gerektir; /yok- sa ruh ve ahlâk denilen ezeli ve ebedi vâkıayı, kendi dar hudutları içinde iflâsa mahküm etmek değil... Adesenin göziyle her hafta bir iş ve hedef: (Büyük Doğu) fotoğrafçısı di- <Bu resmi bana, Diyarbakır okuyu cularımızdan Lütfi Şener gönderdi : ve oranın camiin, bugün depo olarak kullanılışındaki rkunç duygusuzluğu kaydetti. Ya ben ne söyliyeyim ?»

Bu sayıdan diğer sayfalar: