16 Aralık 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 15

16 Aralık 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 15
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

A tin şuurunu Kültür Prof: Hilmi Ziya. ÜLGEN Birliği M' deyince herkes birinci pi- lânda kültür birliğini anlar. Nis- bet, şecere ve tomar arıyanların bi- le bundan aykırı düşünmelerine ib- timal yoktur. Öyleyse kültür birliği, milli hayatın çeşidli anlayışları ara- sında birçok cereyanları birleştiren en temelli noktadır denilebilir, Mad- deci veya yuhcu, ohürriyetçi veya müdahaleci, ileri veya geri, milletin bu esaslı neticesini inkâr eden yok- tur. Bundan dolayı milli meseleler konuşulduğu zaman bütün öteki dâ- vaları bir tarafa atarak, - daha doğ- rusu onların münakaşasını filozofla- ra ve hallini siyasilere bırakarak - kültür birliği (oüzerinde konuşmak faydalı olur. Fakat kültür birliği nedir? Bu kelime, eğer muhtevasından ayrı bir bahis olarak alınacak olursa hiç bir fayda (o vermiyecektir. Netekim çoktanberi münevverlerin ayni keli- meyi kullanmalarına rağmen birbi- rine oldukça aykirı şeyleri kâsdet- meleri de bu boş kalıbı muhtevasi- le beraber ele almamalarından veya aldıklarını açıkça göstermemelerin-. den ileri gelmiyor mu? Kültür, Al- manlarda; medeniyetle müteradif bir kelimedir. melerin ayrılışı Kültür deyince biz, bir milletin ken- di medeniyet şartlarına göre mey- dana getirdiği bütün dil, ilim, sanat, felsefe, örf ve âdetleri ve bunların mahsulleri mecmuunu anlıyoruz. Zi- raâtta kullanılan kültür kelimesi ekilmemiş bir tarlayı ekip biçmek için hazırlamak manâsına geldiği gibi, mecazi olarak buradan insan kafasını yetiştirmek ve bir cemiys- beslemek ve yetişti - mek olduğu için, milli kültür, mille» tin bütün doğurucu kuvvetlerini ge- liştirebilmek iğin yapılan hazırlıkla- rn mecmuu Olacaktır. Bu görüş, kendiliğinden, milletin, içinde bu- lunduğu insanlık cemiyetinin birle» şik fenni, ilmi ve kabiliyetleriyle kendi kendini yetiştirmesi; ve böyle- likle kültürün mevziiliğinden ayrıl- masını gerektirir. * Fakat bu görüşe tamamiyle aykı- vr düşüncelerle (karşılaşınca hayret etmemek elden gelmiyor. Bazıları pek alâ diyebiliyorlar ki, kültür ve fen ayrı ayrı şeylerdir. Bir millet kültürünü kendi tarihinden, tekniği- ni ise yabancılardan alır. Tekniksiz bir kültür Okurulabilir, veya, eğer kültür bir tekniğe muhtaç ise de on- dan ayrı bir seciyesi vardır. Böyle düşünenler, Oo medeniyetle kültürü keskin hatlarla ayırmak haftasına düşenlerdir. Fakat ozannatmemelidir ki, milli kültürler medeniyetlere karşı kapa- lı olan dâirelerdir ve milletle ve mil- letlerarası kelimeleri birbirine zrt teşkil ederler. Tersine olarak bütün bu mefhumlar birbirine bağlıdır ve ancak biri ötekiyle mümkün ve ka- imeir, Çünkü milli kültürlerin bir- birinden farklı olmaları, onların te. meli olan teknik ve ilmin, dünya gö- rüşünün düşmanlığından değil; bun- ların tatbik imkânının tabii şartlara göre azçok farklı olmasıffdandır. Es- kiden bu farklar daha çoktu. Çün- kü teknik zayıftı. İnsanlar birbirle- riyle pek güç temasa gelebiliyorlar- dı. Bir memleketten ötekine taş, tah- ta, âlet gibi şeyleri; veya ustalar, kalfalar gibi insanları taşıyabilme- leri oldukça güç oluyordu. Böyle ol- duğu halde daha ilk çağda bile Ak- deniz medeniyetinde teknik vasıta- larının nasıl süratle yayıldığını, Mı- sırlıların « Fenikelilere, onların Yu- nanlılara ve Yunanlıların Romalıla- ra nasıl hocalık biliyoruz. Zamanımızda ise mesele büsbütün değişmiştir. Ateşin icadı gibi, buha- rın keşfi de medeniyet tarihinde bü- yük bir çağ değişmesidir. Bu Z2â- mandanberi artık yalnız bir kıta içinde değil, muhtelif okıtalar ara- sında sıkı münasebetler doğmaya başladı. Eski kapalı medeniyet dâi- releri kırmlarak şamil bir dünya medeniyeti kurulmaya başladı. Ye- ettiklerini pekâlâ rol oynayabilirler ve oynamaktadır- lar. Vâkıâ Milli kültürler yine eser- lerini verirken kendi (Folklor) la- rından kend: örf ve âdetlerinden is- tifade ediyorlar. Yani onları malze- me olarak kullanıyorlar... Fakat işin böyle olması, bütün bu malzemele- rin dünyaca müşterek unsurlar ol- masındandır. Bir mimar binasını ku- varken nasıl bulunduğu yerin taşın- dan, bir ressam bulunduğu memle- ketin renginden ve boyasından isti- fade ederse, bir şair ve bir kanuncu da oturduğu toprağın (Folklor) un» dan ve örf ve âdetinden istifade ede- cektir, Fakat bu demek değildir ki, mimar bütün dünya ilmini ve tekni- gini hiçe sayarak, sırf kimseye ben- zememek gayesiyle bulunduğu mem- lekette hususi bir taş arar; yahut şâir hicbir millette olmıyan ve hiçbir millete benzemeyen, kimsenin anlamayacağı (Folklor) hazinelerini keşfeder, Tersine olarak onların ara“ dıkları, en çok anlaşılır ve en fazla beşeri olmak kabiliyetinde olan, ya- ni en şamil olan esere ulaşmaktır. Radyonun, sinemanın, tayyarenin, telsiz telgrafın, telefonun hüküm sürdüğü bir dünyada, kehdi içine kapanmış, yalnız kendi kendisine ait bir kültürün mânası olamaz. Hiçbir millet, çıkış noktası halin- de evvelâ kendisine dönmekle işe başlayarak dünyayı anlayamaz; an- cak dünyayı anlayarak kendisini bu- tabilir. Onun içindir ki, her büyük mefkürenin plânı bütün insanlıktır. olabilmek için, Arzımızın ölmekte olan güneşe daha yaklaşması o ica- beder. Maamafih, ilimden öğrendi- ğimize göre, içeri doğru (hareket şöyle dursun, ferman dinlemez di- namik kanunları onu güneşten u- zaklaştırıp soğuğa ve karanlığa $ü- * rüklemektedir. Yani, gördüklerimize göre, bu kanunlar Arz o üzerindeki hayatı durduracak bir Oo mıntakaya sürükliyecekler. Meğer ki, bir se- . mavi çarpma yahut (kataklizm — kıyamet) işe girip daha (evvelden, daha seri bir ölüm getirmiş olsun. Bu mev'üt talih Arzımıza has değil- dir; diğer güneşler de bizimki gibi ölecek ve üzerinde hayat bulunabi- len diğer seyyareler de aynı âkibete uğrıyacaktır. Astronominin bü kanaatine fizik de iştirak eder. Zira, bütün astrono- mik kanaatlerden ayrı olarak, ikinci termodinamik kanunu diye (anılan genel fizik prensipinin tahminlerine göre kâinata bir türlü son tasavvur edilebilir ki, o da ası ölümü dür. u ölümde kâinatın bütün enerjisi bir biçim (Uniform) olarak dağıl- miş olacak ve kâinattaki bütün cev herlerin sıcaklığı aynı olacaktır. Bu sıcaklık hayatın idamesine müsaade etmiyecek derecede pek düşüktür. Bu son hale varmak için tutulacak hususi yolun ehemmiyeti (o yoktur; bütün yollar Romaya gider denildi. ği sibi, bu seyahatin sonu da kâinat ölümünden başka bir sey olamaz. Prof, Salih Murat UZDİLEK a ve # x: ş Sü MM İLE

Bu sayıdan diğer sayfalar: