25 Temmuz 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

25 Temmuz 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHERtYET Yolculuk notları Brüksel Sergisinde 30 milletin yurdunu ve mallarmi yasatan 450 paviyon... "Habeşistan masumdur,, • Ahretten selâm! Cumhuriyettc yazdığım fıkralarm tezi realite içindeki münferid va'alan toplayıp içtimaî köklerini bulmaktır. Günün birinde kendimin de bir vak'a mevzuu olacağım aklım? gelmemişti. **• 7 temmuz. Cehennemin altmcı katındaki sıcak arza vurmuş... Saat beş. f Fıkramı yazdım, vücudümün ve ka a mın yorgunluğunu giderr için Moda deniz banyolarma git Denizde on beş dakika kaldım. Deı hamamlannın tahtalan üstünde tam iki saat. Aslan kafesleri gibi höcere höcere aynlan odalardan, odama girdiğim za man, kafama bir yüdırım saplanmış gibi beynim karıştı. Gözlerim karardı, düşeceğimi farkettim. Son bir azimle kendimi dışan attım, yanundaki höcerede giyinen tanımadığım, bilmediğim bir adamdan yardım istedim *** Buraya kadar şuurum benim. Bun dan sonra gece gündüzün üstüne bas tı. Kâinat zenbereği kopmuş bir saat gibi boşandı. Dağlar denizlere devrildi. Arzın üzerindeki binalar, merkezde patlamış bir volkanm içine düştü. Simsiyah bir duman, zifiri karanlık bir dünya, benim küçük şuurumun etrafında döndü. Ben bu kıyametleri haber veren boşluğun içine düştüır ••• «Afrikanın Raspotini» denen Habeş Dış İşleri Bakanile bir mülâkat IBUGUN DEBLLİ Akıl erdirene aşkolsun! Brüksel sergisinde YSzuncüyıl caddeti ve çağlayanlan Paristen Sevgili okuyucularım; birçok fırsatlarla Avrupaya hayli gidip geldım. Her gittikçe dağarcığıma sığ dırabildiğim şeyleri beraber getirdim ve istek gösterenlere sundum. Bu se fer de öyle oldu. Brükselde toplanacak olan Enternasyonal Beden Terbiyesi kongresine çağırdılar.. Deniz yolile gittim. Biraz Yunanistanda, beş on gün İtalyada kaldım. Sonra Isviçreye geç tim. Sen Fotar yolile Lüksemburga, oradan Belçikaya vardım. On beş gün Brükselde eğlendim (oturdum mana sma). Anversi, Ostandı, Liyeji dolaş tım. Şimdi Parise geldim. On gün burada kalmak istiyorum. Programımda görmek istediğim şeyleri yetiştirebilirsem, Londraya da uğrıyacağım. Şimdi evvelâ sizi tayyare üe Brük sele götüreyim ve doğru sergiye indi reyim. Çünkü gördüğüm şeyler içinde en önemli (mühim) olan bu sergidir. Benim şimdiye kadar gördüğüm ser gilerin en büyüğü, en görgemlisi (muhteşem) dir. Herbiri bir villâ kadar şık, bir saray kadar süslü 450 pa viyon! Otuz milletin metalarını sak lıyan yurdlar. însan burada bir iki saat içinde cenubî Amerikadan îsveçe, Kongodan İskoçyaya seyahat edebili yor. Hem eğleniyor, hem istifade edi yor. Hergün otuz iki millete mensub yirmi otuz bin insan buraya üşüşüyor. Her rcnktcn her çeşid, her kıyafette insanlar var. Sergiden başka seyiroiler de görülmeğe değer bir sergi! Işte u zun boyları, başlarında sorguçlu sanklarile deve gibi ağır ağır dolaşan Hındliler, işte kuzgunî siyah Senegalliler, işte başlan koskoca bir altın kubbesi gibi panldıyan Zelandalılar, işte a rabca konuşarak geçen entarili Suri yeliler, işte Faslılar, işte Tunuslular, işte acayıb şekilde giyinmiş Holanda köylüleri, bütün bu Babil kulesinin a rasında cıvıldaşan cilveleşen mavi, elâ gözlü, temiz, sevimli Belçika kızları! Tramvaylar, otobüsler, otokarlar, otomobiller akın, akın seyirci taşıyor. Bunlann hepsi serginin büyük kapılarmın 5nüne dökülüyor. Kimse kimseye çarpmıyor. Ezilen yok, çiğnenen yok! Kalabalık var ama ne bileyim terbiyeli bir kalabalık. Büyük kapının yanlarındaki beyaz sütunların üstünde «Yü züncü yü methali» yazılı. Bu kapıdan Şanzelize bulvan gibi geniş bir cad deye giriliyor. Yolun ortacında her beş yüz adımda başka başka şekilde yapılmış havuzlara çağhyanlardan renk renk sular akıyor. Fıskiyelerden sütunlar havalanıyor. Sürekli bir şarıltı kulaklan okşuyor, etraftaki açıkla koyulu güllerden gözler nurlamyor. Yürüyelim! Pek dalmıya gelmez, birbirimizi kaybederiz. Yüzüncü yıl bulvarmdayız. Sağda zarif bir binanın cephesinde einde ışnak (meşale) bir heykel var. Kapısında başmda pirinç ten kaskılı yakışıklı bir delikanh duruyor. Serginin yangın söndürücü evi. Sağ köşede Lüksemburg hükumetinin kurduğu yurd, tepesinde koskoca bay rağı sallanıyor. Sağa sapalım. (Koca ıhlamur) caddesini takib edelim. Gene sağda Çekoslovak, yanında Macar sonra Polonya, onun yamnda Norveç pa viyonu, daha sonra Belçika Oto Kulüb dairesi karşıyanda sepiştirılnvş yedi paviyon! Ortasmda da Brükselın her köşesinden gSrülebilen yüz metro yüksekliğinde demır bir kule! Herkesin üstünden bakmak için yapılmış ola cak! Sahi bak burasının ne olduğunu söylemeği unuttum. Italya! Yanında Litvanya, üst tarafmda İsveç, ardmda Danimarka paviyonlan. Karşımızda yol ikiye bölündü. Sağ köşede Ingiltere, soldaki caddeye saptık. Gözleriniz parıldadı, yüzünüz güldü, adımlarmızı sıklaştırdmız. Hakkmız var yüıüyelim hatta isterseniz koşalım, bir an evvel, ileride beyaz kırmızı Türk bayrağını selâmlıyalım. vrupa mecmualannda basılan basılan resimleri, elime geçtikçe, hayran hayran, bayıla banla seyrederim. Baskı tekniğinin bu te*j."'ü, kendi hesabımıza ötedenberi hasretini çektığim birşeydir. Dün, matbaada, son gelen bir Ingiliz mecmuasında, Portsmouth limanında, geçid resmine hazırlanmış duran îngiliz donanmasının nefis bir fotoğrafisi, dakikalarca bakışlarımı çekti. Lâkin, mesele şimdilik bu fotoğrafinin nefasetinde değil. Orada gördüğüm aza' metli donanmanın bana ılham etmiş olI duğu düşüncelerdedır. Benim denizcihkle ılgim yoktur. Safin arkada^jn Abidin Daverin bu mükteseb hakkına tecavüz etmek haddim değildir. Ille velâkin, bu sıra sıra, çeşid çefid harb gemilerine baktıkça kendi kendim«, şu muammayı çözmek hevesine düştüm: Ingiltere de\leti fahimesi, dünya denizlerinde eşi bulunmıyan bu donanmayı geçenlerde Almanyanın gözü önüne koynp: «Al! Sen de buna benzer gemiler yap.. Benden sana izin!.» derktn, acaba ne duşündü? Acaba, Alman hükumeti bu ızınden ıstıfadeye koyulup ta, bu donanmanın eşını düzüncıye kadar pek uzun yıllar geçmek lâzım geleceğini mi hesabladı? Lâkin İngiltere devleti fahimesi, Almanyanın bu izni beklemeden, iki senedenberidir hazırlanmakta oldu ğunun neden farkında olmadı? Farkında idise, buna nasıl göz yumdu?. Neden bilmemezlikten geldi?. Ve eğer, İngiltere devleti fahimesi bu işe bile bile lâdes dediyse, o halde, Genel Harbi müteakıb Alman donanmasının tahrib edilmesi, imha edilmesi için, neden herkesten zi « yade ayak dıreyen o oldu?. Yazan: Ladislas Farago Türkiyede neşri hakkı "Cumhuriyet,, e aiddir. yalnız SEÜM SIRRl TARCAN Sultanahmedde bulunan kıymetli mozaik Şuurun varlığa hâkim olduğunu söyliyen idealist filezoflar hezeyan etmişler. Varlığın şuura nekadar kuvvetle hâkim olduğunu ben bu karanlık dünyada mutlak bir aciz içinde duydum. Bana can vermek için etrafcmda biriken adamlann arasında sadece' Burada doktor yok mu? Dediğımi hatırlıyorum. Karanlık bir bulut içinde yüzünü gördüğüm, yardım istediğim adamm; Ben doktorum, dediğini de sezdim. Bundan sonra kan hücum etmiş bir kalble, yaşamak, hareket etmek, ya ratmak istıyen bir şuurun kavgası başladı. Tek cümleler duyuyorum: Nabzı atmıyor. Dilini çek hocam. Kafain şırıngası lâzın\ Sen de gel, üç doktor olsun.. *** Fakat biran sesler kesildi. îçine düştüğüm haşmetli karanlığın, sonsuz boş! luğun içinde Makbetin yokluktan duyduğu ses gibi, Azrailin sesini duydum. Azrail benim felsefede materyalist olduğumu bilmiş olacak ki, gözüme gö rünmedi. Sadece sesini duydum: Muhittin Üstündağa selâm söyle, dedi. Eğer sence hayatta misli görül miyecek güzel bir tesadüfün yardımcısı olan bu üç doktor yanında olmasaydı, ben senin bu asi ruhunu şurub gibi içecek, sana ölüler âlemindeki materya lizmin hakikî vesikalannı verecektim. İnsanların hayatı tesadüflerin eline kalan bir toprağın üzerınde, plânlı bir cemiyetin her ferde hayat sigortası, emniyet, yaşamak hakkı vermesi benim işinıe gelmez. Böyle plâjları doktorsuz, evleri, şehirleri, ülkelerı, sıhhî bakım dan kontrolsuz buimak, ölümün hayata karşı açtığı kavgada benim zafer bera tımdır *** Gözlerimi açtığım zaman, yedi kat arzın dibinden, bir kıyamet fırtınası geçirmiş bir kâinat yıkılışmdan tekrar hayata dönmüştüm. Yanımdaki doktorlann kim olduğunu sordum. Nisaiyeci Bay Ali Ruhi, Hoca Saim Ali, Mustafa Hulusi... Ben ölümle hayat arasmdaki bu kavgadan bu üç doktora bir hayat borcıle çıkarken, büyük plâjlan olsun doktorsuz bırakanlara Azrailm selâmını ge tirmeği bir insanhk borcu bildim. Adisababadaki Dış İşleri Bakanlığı, çok faal bir an kovanı gibidır. Bakır renkli müşavirler gece gündüz çalışıyorlar. Güneş battıktan sonra, diplomatik evrak mum ışığında kaleme almıyor. Çünkü Habeş payıtahünda elektrik te sisatı yoktur. Ingilterenin, Haile Selasiye nezdindeki elçisi Sir Sidney Barton ile Habeş Dış İşleri Bakanı Belatin Getan Herauy, Ingilız Somalisi hududlarını düzelten an laşmayı imzaladıklan sırada, hazır bulunmasma müsaade edilen yegâne gazete muhabiri bendim. Bu imza merasimi, Bakanlığın diplomatik salonunda, bir petrol lâmbası ışığı altında yapıldı. Ertesi günü, Habeş Dış İşleri Bakanı, beni, ayni $alonda kabul etti. Salon, geçen asra aid ucuz, fakat Habeşistanda gayet lüks sayılan eşya ile süslflşmişti. Bu bakana, memleketinde «Afrikanın Raspotini» lâkabını takmışlardır. Onun ipnotik kuvvetinden bahsedıldiğini evvelce işitmiştim. Rakıblerini, şahsiyetmin kuvvetile mağlub etmiş olduğu söylen mektedir. Bu yüksek kudreti görebılmek için, gözlerinin içine bakhm, fakat kır kaşlann altında kırpışık bir çift gözden başka birşey göremedim. Buna rağmen, o, gene Habeşistanın esrarengiz adamı dır. Gencliğinde, Lic Yasunun saraymda kolelik etmiş, sonra Dış İşleri Ba kanlığına tayin edilmiştir. Pek çok şey bildiği hakkında kanaatim vardı. Bakan, beni, Avrupada tahsil etmiş genclerden mürekkeb olan kâtıblerine tanıttı. Kendi oğullan, Kembriç ve Oks forddan diploma almış genclerdir. Hu susî kâtibi de, tahsilini, lngilterede, Kral Kolejinde yapmıştır. Kendisine: Zahâlmiz de Avrupada bulundunuz mu? diye sordum. Sekiz defa, diye cevab verdi. Dört defa Ingiltereyi, Fransayı ve Italyayı ziyaret ettim. Son defa, împarator Haile Selasiye ile beraber gittim. Bizi çok mükemmel surette karşıladılar ve yakın bir atide bir ihtilâf çıkacağı aklımızdan bile geçmedi. Bu ihtilâf hakkında ne düşünüyorsunuz ? Habeşistan bu hususta tamamen masumdur. Uluslar Kurumunun, bu anIaşmamazlığı, dostluk esaslan içinde kurtaracağını kat'iyyen ümid cdiyoruz. Cene\Tede, günlerce devam eden dost luk söylevlerinden sonra, bunlann boş luğunu görmek bizim için büyük bir ınkisari hayal olacaktır. Sizin Japonyaya gitmiş olduğunuzu söylüyorlar.Anî seyahatiniz gazetelerde uzunuzadıya bahsedilmiş ve birçok noktalardan tenkid edilmişti. Bu rivayetler doğru mudur? Uydurulan bu rivayetlerin kaynağı bizce malumdur. Habeşistanın Japonlar tarafından istilâ edildiğini ve 200 bin Japon köylüsünün Habeşistanda yerleştiğini söylüyorlar. Halbuki, memleketimizde oturan ancak altı Japon vardır. Bu adamlar, ucuz Çekoslovak züca ciye eşyasına rekabet etmeğe çalışan kücük tüccarlardır. Ve zannecüyorum ki bu «müstevlı Japonlar» ışlerinde mu\affak olamadılar ve memleketımizden ayrılacaklardır. Seyahatim hem diplomatik ve hem tecimsel maksadlarla yapılmıştır. Büyük devletlerin hepsınin Imparatorumuz nezdinde birer mümessili olduğu halde Japonyanın fahrî konsolosu bile yoktur. Memleketlerimiz arasında diplo Habeş Dif îşleri Bakamnın c/o» seyahatlerinden birinde Londradaki Habeş elçiliğinde elçile beraber alınmif bir resmi matik münasebetler tesis etmek maksadile gittim. Tecimsel gayeniz neydi? Memleketimiz çok fakirdir. Bizim için hayatî bir ihtiyac olan mahsullerı kabil olduğu kadar ucuza tedarik etmek istiyoruz. Ithalâbmızın yüzde ellisinden fazlasını, şimdiye kadar Amerikadan almakta olduğumuz pamuk teşkil etmcktedir. Japon pamuğu takriben yüzde elli nisbetinde daha ucuzdur. Bu sebeble, ithalâtımızın yüzde ellisinden fazlasını Japonyadan alıyoruz. İşte «Japon isti lâsı» denilen şeyin hakikî mahiyeti budur. Akıl erdirene aşkolsun! Ben, bu suallerin hiçbirine kendiliğimden bir cevab bulamadım. Yalnız düşüne düşüne şu kanaate vardım ki, yeryüzünde, dıplomasi adını taşıyan şey, bugünkü günde, bir heyulâdan, bir vehimden ve bir kuru gürültüden ibaret kalmıştır. Gemisini kurtaran kaptandır.. diye eskiden bir sö zvardı.. Şimdi, gemisini değil, hatta donanmaBiz, Bakanla gb'rüşürken, hizmetçiler çay getirmişlerdi. Habeşistandaki Kaffa sını kurtaran, diplomatların kuru gürültü^lâyeti kahvenin vatani olduğu için, çay, lerine papuç bırakmıyanlar oluyor. Avrupalı ziyaretçiye karşı hürmet eseriErcümend Ekrem TALU dir. Bakanlıktan ayrılacağım sırada, Bakan, Japonya seyahati hakkında yazdığı kitabdan bana bir tane hediye etti. En teresan olduğundan hiç şüphe etmedığim bu kitabı asla okuyamıyacağımı zanne • diyorum. Çünkü kitab arabca yazılmış, ve Arab harflerıle basılmıştır. Bir okul direktörü yaralandı Dün akşam 231 numaralı tramvay Aksaravda pazar yerinden geçmekte olan, Mahmudiye okulu direktörü Fahriye çarparak başından ve ayağından ağır surette yaralanmasına sebebiyet vermiştir. Fahri Cerrahpaşa hastane sine yatırılmış, vatman hakkında takibata başlanmıştır. Loid Corc ((Bütün Avrupa Habeşlerle beraberdir!» diyor «Italyanlarla Habeşler Avrupayı bilmiyerek felâketten kurtardılar» Arkadaşmı vurmak isterken... Beyoğlunda, Abanoz soîTâgında 15 sayıh dükkânda Mehmed ve Hüseyin adında iki ortak ahçılık yaparlar ve her gün sattıklan yemeklerin paralannı işlcr bittikten sonra paylaşırlarmış. Dün de hesablasmağa başlamışlar. Fakat her nasılsa aralarında bu yüzden bir kavga çıkmış, bunlardan Mehmed masa üstünde duran büyük bir ekmek bıçağını çekerek Hüseynin üstüne atılmış, bıça ğı saplamak istemiştir. Tam bu sarada Mehmed arkadaşını vuramadan polisler tarafından yakalanmıştır. söyledıklerini gizli olarak yapıyorlardı. Alman devlet reısi perde arkasında oy natılan kötü oyunlan açığa vurdu. Hiç olmazsa istikbalde her devletin hakikî km'vetlerini bildırmesini ümid edelim. Meselâ Fransızlarla İtalyanlar pek büyük paralar sarfederek hava kuvvet lerile ordulannı malî kudretlerinden pek fazla bir surette takviye ettıler. Bız Almanya ile deniz anlaşmasını yapmca Fransa bıze kızdı, İtalya da ayni hissi duyduğundan Fransa ıle bir ittifak yapn. Derken Yakınşarktaki zengin topraklann kendi ülkesine ilâvesi hulyasından vazgeçmek mecburiyetinde kalan îtalya, büyümek için 3000 mıllık mesfede olan Habeşistana gıtmeğe mecbur oldu. Bu 3 ay sürecek bır sefer zannolunmasın. Biz Afrikada ayni hatayı yaptık. Bütün dünya aleyhimizde idi. îtalyanın bu seferi üç ayda birirebileceğini zannetmem. Bütün dünya îtalyanm aleyhindedir ve toplar patlayınca bu hislerini daha açıkça gbsterecektir. Avrupa bir volkan üzerindedir. Fakat bu volkan Avrupada şimdilik patlamıyacaktır. Zira Musolini cephesini Habeşistana götürdü. AvTupa şimdi ona bakıyor ve kendini unuttu. Habeşlilerle ltalyanlar Avrupayı bu sefer de bir uçurumdan bilmiyerek kurtar dılar. Bu savaşta bütün Avrupa Habeflilere azçok yardım edecektir.» CBaştarafı 2 incî tahtTede) (anmîş değildir, ancak mevcud mozaikm küçük bir parçasıdır. Asıl önemli kısımlar maalesef büyük temeller altında bulunmaktadır. Göreceğimiz eski bir Bi rans sarayımn zcmini üzerindeki muhtelif mevzulara aid işlemelerdir. Bunlann içinde hakikaten endüstriyel kıymeti haiz resimler vardır. Bunun daha güzel kı sımlanm, kemerleri söktükten sonra görmek mümkün olacakhr.» Muhittin Üstündağ ile diğer zevat kazılan çukura inerek mozaikı yakmdan görmüşlerdir. Bundan sonra kemerlerm deniz tarafına bakan ciheti, aygır de posunun bulunduğu yerdeki kısmı gezilmiştir. Arasta sokağında bulunan mozaik cidden görülmeğe ve hayretle seyre değer bir mahiyettedir. Birçok ufak ve renkli taşlann yanyana getirilmesile yapılmış olan bu büyük mozaikm ortasmda, yeşil taşlardan örülmüş ve bir hurma ağacının altında kucağına aldığı yavrusunu okşıyan bir annenin resmi vardır. Sonra sırasile bir askerin av peşinde koştuğu, bir balıkçının oltasile avladığı iki baligı gölden çıkarmağa uğraştığı, beri tarafta da iki köpeğin bir tavşanı kovalamakta olduğu görülüyor. Daha beride bir çocuk kucagında bir köpek yavrusu tutmakta, bir aslan yakaladığı ufak bir timsahı yutmağa uğraşmaktadır. Bütün bunlar kuy Mozcnkların bulunduğa çukura an SABİHA ZEKERİYYA görunüşü, tolda Müzeler Müdürii Aziz, İlbay Muhittin Üstündağa Kâğıdhane yangını sigaradan izahat veriyor çıkmış! ve tîi bir ressamın tablosu kadar ustaca yapılmış eserlerdir. Profesör davetlilere verdiği izahat sırasında, Müzeler Müdürü Azize; Uray yardım ettiği takdirde bu kıymetli eserin muhafazası için fennî tedbirler alacağını söylemiş, ve İlbay Muhittin Üstündag da: « Bunu yapmağa mecburuz. Zaten böyle bir ihtimale karşı bütçeye 23 bin lira koyduk.» demiştir. Profesör bir yazıcımıza mozaikın tamamile meydana çıkabilmesi için kemerlerin kaldınlması icab ettiği, Uray izin verdiği takdirde bunun dinamitle yıkıl masının pek kolay olacağım, bu olnıadığı takdirde amele ile 1015 günde işin başarılacağım söylemiş ve mozaiklann Milâddan sonra 4 ve 5 inci asırlara aid bir Bizans izcri olduğunu da ilâve etmiştir. Loid Corc Kâğıdhane yangıaı tahkikatı yeni bir şekil almıştır. Yangının Şaban ismindeki şahsm evinden çıkuğı yazılmıştır. Şabanın kainbiraderi Remzi dün kabahatini itiraf etmiş ve sigara ile yatağa gudiğini, yangmm çıkmasına bu suretle kendisinin sebebiyet verdiğini söylemiştir. Remzi hakkında tevkif karan verilmiştir. Loid Corc îngıiız gazetelerinde yaz dığı bir makalede deyor ki: «Almanya ile yaptığımız deniz anlaşması şimdiye kadar herkesin gizlı tut mak istedığı silâh artırma yanşını açığa vurmuş ve hiç olmazsa bir murakabe altında bulundurulabilmesine imkân vermiştir. Hitler mevkii iktidara geçmeden evvel hükumetlerin bakanları sık sık toplanıyor ve sılâhları bırakma işleri hak kında konuşuyorlardı. Hakikatte ıse bu konferanslar kâh Avrupada, kâh Amcrıkada toplanırken ayni hükumetler harb silâhlarını yüzde altmış nisbetinde ço ğaltıyorlardı. Hitler nutuklarında Ver say muahedesini yırtarak hava, deniz ve kara kuvvetlerini çoğaltacağını söyledi ve Avrupayı derin bir şaşkınhğa düşür dü. Bunlann hepsi de Hitlerin alenen Kızılay kurumuna teşekkür Kâğıdhane köyü thtiyar meclısinden aldığımız mektubda, köylerınde çıkan yangın sonunda açıkta kalanlara ek mek peynir dağıtan ve barınmaları i çin çadırlar veren Kızılay kuıumu Beyoğlu koluna sonsuz teşekkürlerini sunmakta ve minnettarlıklarım bildır mektedir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: