12 Ağustos 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

12 Ağustos 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURÎYET 12 Âgustos 1933 Bir çöl çocuğunun aşkı Deniz kıyısmda kazinolardan birinde radı, ufacık ayakları kumlara gömül Dturuyordum. Radyo güzel bir romans dü. Yorgunluktan, susuzluktan solmuştu çahyordu. Sert bir poyraz esiyordu. Sa pembe yanaklan; fakat kıpkızıldı kü bahm bu vaktinde etrafta in cin top oy çük dudaklan. Kıvır, kıvır san saçlan, nuyordu. Köpükler içinde çalkanan ma güneşin altında altm ışıklar saçıyordu. Vİ deniz, Karşıyakada görünen gümüş Çölümüzün üstünü örten lekesiz gökkucaklı koylar, yahların ardmda yük ten daha derin bakışlı mavi gözleri gözBelen yeşil tepeler; bu zengin çerçeve lerime doldu. Hayatımda ben daha hiç ve müzik bir sinema dekoru hissini ve görmemiştim bu çeşid bir güzel. riyordu. Yoksa geceleri altında yattığım yıl Ayaklarında patlak iskarpinler, sır , dızlardan inmiş bir peri mi idi? Sam yetmda eski bir gömlek; kafasına bir ku line tutulmuş gibi titriyordu. înce vü zu derisi geçirmiş gibi kara, kıvırcık cudü iç gıcıklıyan bir eda ile iki yana saçlı bir zenci delikanlı rıhtımda duru kıvrılarak yanımıza geldi. Babamın eliyordu. Dalgındı, çok derdli bir hali var ni sıktı, baktım; babamın bile benzi, sadı. Kara gözlerinde korkunc düşünce kalı gibi aklanmıştı. Sonra bana döndü: ler; siyah iair kor gibi yanıyordu. İnce O bakış içimi tatlı mavi bir ağu gibi gömleğinin altında zayıf, uzun gövdesı gönlüme aktı, bir çöl gibi boş yüreğimin bir hurma dalı gibi titriyordu. Irak il en derin köşesini yaktı. lerin siyah derili bu kimsesiz, hayata Konuklarımızı ağırladık, kuzular kıküskün çocuğuna dalmış bakıyordum. zardı, pilâvlar pişti, billur sular sunulBirden, onun bir yıldırım gibi; dayandu. Topladığım hurmaları sevimli bir dığı parmaklığı aştığını ve denizin hırkuş besler gibi elimle yedirdim ona. çm dalgacıklarma gömüldüğünü gör Ne cana yakın bir beyaz kadındı o. düm. Yerimden bir ok gibi fırladım. Guneş doğarken obamıza gelen bu kaRıhtıma koştum, baktım, zavallı genc yaratığm her canlı varlığa verdiği ya dınla; güneş batarken candan tanışmış. şamak hırsı ile boğulmamak için çaba tık. Ben ona kızgın çöllerin esrarını, hyordu. Boğulacaktı, etrafta kimseler sam yelinin mahvettiği kervanlan anyoktu; ceketimi çıkardım, denize dal lattım. Tan yıldızı gökte ısıldarken; çadım, pantalonunun kemerinden kavra dırlardan koyunlan sağmağa çıJcan udım. Çırpınmaktan kuvveti kesilmişti, lusumuz kızlarının şarkılarını çağır ağırlaşmıştı; suyun üzerinde tutmak dım. Akşamları güneş bu ıss*z çölün egüç oluyordu. Kazinocunun feıyadları teğinde; kumlara kızıl gölgeler dökerek nı duyan bir iki balıkçı yetiştiler, iki batarken duyulan hüznü gözlerinin içimizi de sandala aldılar. Arab genci; ne bakarak anlattım. Uçsuz, bucaksız sandalın içinde baygm yatıyordu. Ba kum diyarında susuz kalan kervan yollıkçıya ileride görünen bizim yalıya çek cularının çektikleri azabı canlandırdım. mesini söyledim. Yarım saat sonra derdli gencin sır tında benim pijamalardan biri; ikimiz de, kurulanmış, karşılıklı rokinçerlere kurulmuştuk. Bu çöl çocuğunun asil bir tavrı vardı. Ana dilinden başka iyi de fransızca konuşuyordu. Hayatını kur tardığım için candan bir teşekkürle ellerime sarıldı ve sonra başını önüne iğdi. Gene; denize atılmadan evvelki dalgın ve kederli halini almıştı: Ah! Keşki kurtarmasaydmız, dedi. Anladım ki: Bu siyah vücudde simsiyah silinmez bir derd gömülü. Adı Abdu imiş, Berberiler diyarınm en ünlü Şöl kabilesindenmiş. Kuru, yumuşak derili ellerini avuclarımda okşıyarak: Yüreğindeki acıyı bana anlat Abdu, dedim. Gözleri; memleketteki hayatmı hatırIatan, yanıbaşımızda kaynıyan semaverde, anlatmağa başladı: Kızgın çöllerin ortasmda, parlak yıldızların altında, ıssız bir îilkenin serin bir odasında doğmuş, büyümüş bir çöl çocuğuydum ben. Güneşin altında bir ayna gibi ışıldıyan göle kadar, susuzluktan dudaklan çatlamış yolcuların, sürüne, sürüne gelip te, onun bir serab olduğunu görünce; duydukları yürek acısını ve o serabın başucunda sönen hayatlarmı anlattım. Onun gözlerinin mavi derinliklerinde bir serab sezen gönlüm coştu da dizlerine kapandım, hıçkıra, hıçkıra ağladım. Marta: O; beyaz ince parmaklarını sert, siyah saçlarımm kıvrımlarında gezdirerek bana uzak diyarlarm havatını, binbir çeşid zevklerini söylcdi. Ben bunlarm yabancısı idim amma!.. Onun kızıl dudaklarından, bir su şınl. tısı gibi akan tatlı sesi benliğimi sar hoş ediyordu. Hurma ağaclarınm birer dil gibi şarkan, yaprakl^a^aitında o ilâhî kadımn yaramaz dudakları benim çılgın bir istekle tutuşmuş alev dadak4arımda eridi. O beyaz vücudü, siyah bir lâv gibi kızgın kollarım bir volkan gibi yanan göğsüme çekti. Sanki gökteki yıldızlar üzerimize yağdı. Çölle gök birleşti. Baygın gözlerimizden bir anda her şey si lindi. Tanyeri ağarıncıyadek benliği miz damla, damla eridi. Ayrılık çağı geldi çattı, tanyeri ağardı, benim kalbim karardı. O bevaz kadın bilinmez deniz lerin ardındr'ri beyazlar diyarına gi decekti. Onsuz gözümde her şey sönüyordu. Duymadıklarımız ve bilmediklerimiz Nabzını durduran adam İnsaniyet namına! air Nazım Hikmet Akşam gazetesinde, birkaç defa, Anadolu yakasındaki sivrisinek alaylarının talanından derd yandı. Hakkı da vardı. Oralarda oturanlar değil ya, şöyle yaratana sığınıp bir gececik bir yere mihman olanlar bile; ertesi gün şehre yamyam öpücüklerine uğramış gibi dö nerler. Galiba Erenköy bölgesinde yapılan sivrisino<ıe savaşın kuvveti tepmiş olacak ki bu canlı zehirli gaz damlaları İstanbul tarafına bile akın etti. Neyse; asıl mesele durumun bu yakasında de ğil, dünkU Akşamda çıkan mücadele reisliğinin tekzibinde... Ona göre Eren köyde sivrisinekli yer yokmuş, tatarcık savaş harici imiş. (Acaba onlar gayri müsellâh ta ondan mı?) Her yer temizlenmiş ve savaş iyi sonuc vermiş filân falan... Bu dari dünyada herşey inan ve iti kada bağlıdır. Mücadele heyeti vaziyeti böyle farzediyorsa böyle telâkki etmek lâzımdır. Ayni inanışı bir de izafiyecilerin mihekine vurursak dava kendiliğinden hallolunur. lzafiyeciler eşyanın hakikatte mevcud olmayıp his ve şuurumuzun bize öyle gösterdiğini iddia ederler. Bu hesabca sivrisinek, savaş heyetince yoktur, Eren köylülere göre vardır. Bu iki telâkkinin fikir olarak birbirine zaran dokunnryacağına göre iki taraf ta haklıdır. Ma dem kendilerine öyle görünüyor! Tekzib bana önemli bir öz türkçe örneği dersi de verdi. Cevab şöyle bitiyor: «Evinizde sivrisinek vaziyeti yazınızla hiç birlik olmayıp tersinedir. Birleş mek yerinde her zaman iyi görmekle bu hal açığa konur.» Işim yoktu da üzerinde bir saat kadar uğraştım. bütün şuurumu seferber ettim, iz'anımm projektörlerini, ferasetimin supaplarını açtım ve kafa patlattım. Nafile, son cümle ile ne denilmek istendiğini bir türlü kavrıyamadım. Anlıyan vatan daş çıkarsa insaniyet namına bildirmesini rica ederim! Swami Yogonan da isminde bir Hindli, Londrada, hekim lerden mürekkeb bir komisyon huzurun da, irade kuvvetile nabzını durdurmak kudretinde olduğu nu isbat etmiştir. Bv Hindli, nabızlarmı işletmeden üç günden fazla yaşıyabildiğini ve bu suretle kalbini de dinlendirerek hayatmı uzatmağa muvaffak olduğunu iddia etmektedir. Tarihî romam: 13 Yazan : M. Turhan Tan Biz de savaş eriyiz. Atımîz eğerli, belimiz kıhclı durur. Sarayımız Çelebi çerğesi değil babayiğit! çemem. Çünkü değerin vardır, sadıksm. Mahmud Paşa mırıldandı: Kul, yediği ekmeğin kıymetini bilir. Bilmezse o nimet gözüne, dizine durur. Ben senin kolenim. Kanım, canım senindir. Bilirim Mahmud, inanırım Mahmud. Şimdi sen bana anlat. Bu haberleri kimden aldın? Bir küçük akıncıdan! O da kim? Mustafa adlı bir genc irisi. Sizin de tanıdığınız Kara Muradın kardeşi. Şu bizim Turhanın Kara Muradı mı? Evet, şevketlu hünkâr, o Kara Murad. îstanbul savaşında bizimle bile idi, çok yararlıklarını görmüştük. Zavallı, Çakırcı Hamzaya yoldaşlık etaniş, tuzağa düşüp ölmüş. Mahmud Paşa, bildiğimiz faciayı, küçük Mustafadan dinlediği gibi, anlattı: Işte o Yaksiç hınzın Kara Muradı kardeşine çevirme ettirdikten sonra *çocuğu buraya yolluyor. Küçük akıncı dün gece ben uyurken geldi. Ulak olduğunu söyleyip dizdarlara kale kapısını açtırmış. Beni uykudan uyandırdı, kaziyeyi bildirdi. Yaksiç, bizim küçüğü yola vururken bir köşeye çekmiş, bütün bu işleri Voyvada ile şevketlu hünkânn arasını açmak için yaptırdığını fısıldamış. Guya Vilâd, dört yüz Macar delikanlısmı a teşe vurasıymış. Yaksiç te bundan hmclanıp düzen kurmuş ve Vilâdı bir çıkmaza sokmuş imiş. Düzen kuranların düzene kapılacaklannı söyliyebilirdin. Sustun ve herifi öldürttün. Mahmud Paşa, gözlerini yere iğdi, sessiz kaldı. Fakat Fatih susmuyordu, boyuna söylüyordu. Sadrazamm suçlu olduğunu dile dolayarak ağır kelimeler kullanıyordu. Bir aralık kızgınlığını yenemedi, ve yerinden firladı: Beni en iyi bir adamdan ayırdın ResmT evraka bakın Çakırcıya kıydın, kıydırdın herif! Büyük Harbde, Romanya orduları AlDiye bağırarak Mahmud Paşanın Sman istilâsı karşısmda ric'at ettikleri zerine atıldı, sakalından tuttu, silleledi, sırada, Romanya hükumeti Rusyaya silleledi, silleledi. sandıklar dolusu evrak göndermiş ve oBizansh tarihçi Kalkondil Fatihin atrada muhafaza altma aldırmıştır. tığı bu dayağı anlatırken, «çöplükten Senelerdenberi yapılan araştırmalar esnasında nihayet hepsi meydana çıkan ipekli sedirlere yükselen köleler için pabu sandıklar, Odesada toplanmış ve Ro dişahlardan tokat yemek utandırıcı birşey değildir, belki şereftir» diyor. Halbuki manyaya sevkedilmiştir. Mahmud Paşanın bu ağır hakarete daFakat, sevkedılmeden evvel muaye duygu ne edilmek üzere birkaçı açılan bu san yanması hiç te «şereflenmek» dıklarda resmî evrak yerine, mantolar, sundan ileri gelmiyordu. Belki kendini roblar, eteklikler, ipek çorablar, işleme suçlu saydığından dolayı döğülmeğe taler, danteller ve daha buna benzer bir hammül ediyordu. Gerçekten de suçlu idi. Çünkü Fatihin Çakırcıya vaktile verçok kadın eşyası çıkmıştır. Kaybolduğu zannedilen bir takım res diği emre karşı gelmemişti, göz yummuşmî evrak yerine, şimdi, bundan yirmi tu. Kendi suçunu hatırlamıyan Fatih o sene evveline aid moda eşyası ele ge nun tahammülünü alabildığine kullanmaçirilmiş demektir ki, bu da öteki kadar dı, kızgınhğı tavsıyacak kadar sille attıktan sonra yerine çekilip oturdu: kıymetli bir koleksiyon teşkil eder. Yahudinin balayı Kanda luks bir kazinoda iki kişi karşılaşıyorlar. Birisi Fransız, öbürü Yahudi. Fransız, Yahudiye soruyor: Çoktanberi burada mısınız? Hayır, henüz geldim. Balayı ge zisi yapıyorum. Öyle mi? Tebrik ederim. Karınız nerede? O mağazayı beklemek için Pariste kaldı. Ne olacakmış? u veya şu dairede yapılan imtihanlar, hepsi benim içimi sız* latır. Maliyeye iki kâtib alınacaktır, yüz elliden fazla telib çıkaı ve çoğu yüksek mekteb mezunudur. O yüksek mekteb mezunu gencler ki hayata koca bir hayal ışığı ar dında girmişlerdir, ihtısas sahibi olmak ve bu bilgiyi yurd işlerinde harcamak için... Sonra bin bir idare kombinezonu onlara devlet kapılannı kapamış, kriz denılen nerede olup, nered olmadığı belirsiz afet onlan yolda bırakmıştır. Adamlığın yolu ilk mektebden başlar, muhakkak. 3u memleketin daha binlerce ihtısas sahibine ihtiyacı vardır, muhakkak. Fakat, haydı binlerce demiyeyim, yüzlerce ihtısas sahibi genc de, ya tayin emirleri, yahud bir ekmek parası arkasında kösele verine kafa ve ömür eskitmektedir, bu da muhakkak... Vakit vakit şu fıkraya hak vereceğim geliyor: Bir züğürd Parisli arşivekten iş dilenir. «Bir kapıcı yamaklığı var ama okuyup yazma bilmek lâzım» derler. Bu marifeti olmadığı için gider, bir tanıdı ğından on frank kopanr, sokakta öteberi satarak beş frank kazanır. Ertesi gün ayni şeyi yapar. Altı ay sonra muazzam bir işportası, bir sene sonunda bir dük kânı olur. Ikinci yıl mağazasında beş on adam çalışmağa başlar. Ve beşinci sene bittiği vakit artık büyük zenginler arasına girer ve bankaya beş yüz bin frank yatınr. Muhasebeci, lâzım geîen evrakı hazırlayıp ta imzalamak üzere ona uzatmca: Okuyup yazma bilmem, cevabını verir. Muhasebeci bu büyük tecimeni takdir gayretile gülümser: Size hayranım Mösyö Düpon, der, bir de okuyup yazma bilseydiniz, kimbilir ne olacaktınız? Düpon yüzünü ekşiterek söylenir: Ne olacağım, kilise kapıcısının yamağı! FERtDUN OSMAN bile gözlerimden onun hayali silinmedı, dedi ve inledi: Şimdi; kalbsiz ve yurdsuz kalmış, ölümden yardım bekliyen bir sefilım ben... O gündenberi bu derdli çöl çocuğunu yanımda alakoydum. Bazı akşamlar Rokinçerlere karşılıklı kuruluruz. Yanıbaşımızda semaver kaynarken, ucsuz, bucaksız çöllerden, göçebe hayatından, Abdunun kara sevdasmda kapanmaz bir yar a gibi zaman, zaman sızhyan; mavi beyaz aşktan konuşuruz. Babam ulusumuzun başkanı idi. Bilginliği yedi diyarda tanınmış, kamu ulus başbuğlarının saygısını kazanmış, değerli bir adamdı. Sürümüzdeki tay lar gibi kaygusuz yaşıyordum. Onlar, Gitme burada kal, benim eşim ol, geniş çöllerde koştukça keyiflerinden kişnerken; ben de hurmalıklarm gölge ulusumuzun ecesi yapayım seni, dedim. Olamaz, dedi. sinde yuvarlanır, ulusumuz kızlarile bir ağızdan şarkılar çağırırdım. Geceleri Ben burada sensiz neylerim, de yumuşak kumlara sırtüstü yatardım! dim. Engin gökte kırpışan yıldızları seyre Mavi bakışları gözlerimin içine güledalardım. rek: îki uzun yıl geçti tam; hiç unutmam, Seni de bırakmam burada, dedi. bir sabah tanyeri ağarırken, çadırlarıSözlerinden yüreğime bir sevinc kaymızm ilerisinde ırak yolları gözliyerek nağı boşandı. Anamı, babamı görmeden gözcülerimiz doğu çevresinde ilerliye obamı ardımda bıraktıı? Bu beyaz ka rek bir kervan görmüşler, haber ver dınla yola çıktım. Esmer bir gölge gibi diler babama: ardısıra nice yurdlar dolaştım. Benim Ya EmirL Uzaklardan bir kervan kara sevdamla, onun mavi beyaz aşkı gelir. birleşen yüreklerimizde tam bir yıl ya'Babamm ardısıra çadırdan çıktım. şadı. Baktık, önöne sıralanmış sekiz on deAbdu coşkun sevdasmm bütün ihtirave obamıza doğru geliyor. Doğu çev smı derin bir vecid içinde anlatırken, resinde güneş bir mızrak boyu yüksel kendisini nerede olduğunu unutmuştu. mişti. Kervan yaklaşınca gördük ki; geSustu; silkindi, derin bir ah! çekti len yolcular yabancı diyarlarm beyaz ve inledi: insanlan. Çadırlarımıza yakın develer Marta ile günlerim bir rüya gibi den indiler. Hepsi beyaz giymişlerdi. îçgeçti. Ufak kervanımız engin çölleri aşlerinden bir ihtiyar ilerledi, babamla betı, Mısıra vardık. İskenderiyeden vapuni selâmladL Hoş geldiniz, uzak diyarlarm be ra bindik, doğu çevresinden beyazlar ülkesine giriş kapısı Istanbula geldik, deyaz yolculan dedik. di ve derin, derin içini çekti. Abdunun îhtiyar yolcu ana dilimizi çok iyi bigözlerinde uzak bir andacın sıcak yaşliyordu: ları vardı. Biraz durdu ve sonra anlat Ya Emir, uzak yerlerden geliriz, mağa devam etti: batıya doğru memleketimize gidece Burada geçen birkaç gün içinde; Marğiz. Geçerken çadırlannızı gördük, ditanın mavi gözlerinde ihanet ışıklan leriz ki, obanızda bir iki gün kervaru sezdim. Geçen sene bir sonbahar gü mız dinlensin, dedi ve sustu. nüydü. Deniz gene böyle çırpıntılı idi. Konuksever iyi yürekli babam ihti . yar yolcuyu güleryüzle buyuretti çadı Marta gibi oynak ve hırçmdı. Beni; adı yedi ulusta anılan ünlü bara: bamdan, iyi yürekli anamdan, lekesiz, Tanrı konuğusunuz, başımızda yekaygusuz yaşadığım güzel çöllerden ariniz var, kervanınız vahaya yayılır, yıran vefasız kadın: ona tapan benliher türlü rahatmıza bakılır dedi. ğimi, atılmıs bir kömür parçası gibi soAdam, sevinc içinde üstünde şutuf olan deveye doğru gitti, şutufun perde kak ortasmda yapyalnız bıraktı. Bu lerini açtı. O ;caman: Kızgın bir avuç dertli yüreğim de onu götüren vapu kum aktı sandım yüreğime. Şutuftan; run ardmdaki köpüklü izde; sürüklend; rüydlarımdfi bile görmediğim bfmbe gitti. O günden sonra; bu koca şehirde süyaz bir peri kızı çıktı. İhtiyar elinden tutlu. Kız, bir beyaz güvercın gibi «ıç ründüm, durdum. Aç yattığım geceler NURt SAMl Fau'h, Yaksiç denilen Macar deîikan Vay o mel'un bana silâh çekmeğe Iısının karışık bir rol oynadığını çarçabuk bile yelteniyor ha. Sen de bunu hiç sı sezdi: kılmadan söylüvorsun. Anhyorum, dedi, bu herif hem nalı Duyduklarımı söylemek borcumna, hem mıhına vuruyor. Vilâddan öc adur hünkârım. Voyvada Macar iline elŞarlonun maiyetl lır gibi görünüp bizi onunla çarpıştırmaKomik Şarlo, bir gun Atlantik Sitinin çi yollayıp efendimin hâşâ sümme hâ ğa çahşıyor. Öbür taraftan da öz yurduen lüks otellerinden birine inmiş. O sâ amcası olduğunu söyliyen Davudu nu rahata erdiriyor. Boş bir düşünct değil nun, elinde çantasile, yalnız başma gel kışkırtmak istiyormuş!.. ( l ) ama bize yarar yeri yok. Biz, herşeyden Bu amca oğlu sözü, Fatihin henüz dü önce bu Vilâd işini temizlemeliyiz. Çadiğini gören otel kapıçısı, büyük bina ların kapıcılarının hepsinde olduğu gi zelmemiş olan sinirlerini büsbütün tft kırcının ve onunla bile ölenlerin ruhunu bi, gurur ve azametle karşısına dikile retti, altüst etti. Gözlerini kızıllaştırdı ve sevindirmeliyiz. Bu işi yaparken şu birek yolcu defterini uzatmış ve ismini Mahmud Paşa yeni baştan dil ve el zim amca oğlunu da boşlamamalıyız, yazmasını sdylemiş. Meşhur komik, def bombardımanına uğrftdı, JaxtaJdandv, lur kim olduğunu öğrenip aiderilmesinp rar» y ' tere şöyle bir göz atınca, sahifenin palandı. bulmalıyız. Sen, Eflâk seferi için hemen «Prenses filân ve maiyyeti, Grandüşes Fatih için Macaristandaki bir amca hazırlığa giriş, küçük akmcıyı da bana falan ve maiyyeti» gibi isimlerle dolu oğlu meselesi Eflak işlerinden de, Mora gönder. Onu gözümle görmek, kulağımolduğunu görmüş. Derhal kalemi elıne işlerinden de önemli idi. O, babasının ö la dinlemek isterim. alıp şu cümleyi yazmış: lümile beraber henüz memede bulunan Bir saat sonra küçük Mustafa Fatihin tŞarli Şaplm, aktör. Maiyyeti ancak kardeşi Ahmedi öldürterek, İstanbulu a yanındaydı, Vidinden çıktıkları günden yarın gelebilecek.> lınca da Yıldırımın torunu ve kendinin başhyarak kendisinin Bükreşten yola çıbüyük amcası oğlu Prens Turhanm ö kanldığı güne kadar olup biten işleri biNevyorktan bildirildiğine göre, Ha lüsünü buldurarak tahtm tek varisi olmak rer birer anlatıyordu. Onun ruhu, yüreği rold Pfleger adında 14 yaşmda bir ço neşesine ermişti. Şimdi ta Macaristanda ağzına çıkmış, içindeki acı, yas kelime cuk, kan zehirlenmesi ve kemık vere bir amca oğlu peyda olması içine yaman ve cümle olmuştu. Bundan ötürü sözünminden hasta olarak yattığı hastanede bir üzüntü getiriyordu, beynini kara dü de yaman bir yanıklık vardı, Fatihin de tedavi edildikten sonra, iyileşerek çık şüncelere boğuyordu. içini yakıyordu. mıştır. Bütün fen erbabı bu çocuğun Ruhile, yüreğile konuşan Mustafanm Bununla beraber o günün ve gelecek vaziyeti karşısında hayret duymakta sözü bitince hünkâr alevli bir hava içingünün inceliklerini kavramaktan da geri dırlar. Çünkü, çocuk, hastanede teda kalmıyordu. Sınırdan dışarıda bir am den sıyrılıyormuş gibi geniş bir nefes alvide geçirdiği sekiz ay içinde tam 85 ca oğlu varsa ve Eflak Voyvadası gibi dı: defa kan nakli ve uzuv kesilmesi gibi Ne kötü şeyler, dedi, iliğime kadar düşmanlar ondan kazanc elde etmek istiameliyata tâbi tutulmuştur. yorlarsa Fatihin ilk yapacağı iş sınır için titredim. Fakat o yüreği karaları da yapde kuvvetli bulunmaktı. Bunun için de tıklarına pişman etmezsem yazık bana. Mustafanın dudaklarında ağlayışa başta sadrazam olmak üzere bütün ve zirlerle, beylerle hoş geçinmek gerekti. benziyen bir gülümseyiş belirdi, gözle Çünkü eski devirlerde tahtm elden ele rinde kardeşini yakan ateşin alevi parlaBursa Orman direktörü vekilinden şu geçmesinde onların büyük tesirleri ol dı, ağır ağır cevab verdi: mektubu aldık: (Arkaaı var) mustu. «Gazetenizin 3 ağustos 935 günlü ve Fatih böyle düşündü ve birden yumu(1) Prens Davuddan yalnız Alman 4029 sayılı nüshasının 6 ncı sahifesinin şadı: tarihçisi Yorga bahseder. Onun yazdıüçüncü sütununda (Uludağ çamlan ha Bre Mahmud, dedi, bugün bes ğma göre Murad adh bir Osmanlı şehrab oluyor) başlıklı yazı gözümüze ilişmelesiz kalkmışsın. Hem beni üzdün, zadesi uzun yıllardanberi Macar Kralı ti. Bu meselenin hakjkati şundan ibaret hem kendin incindin. Şu tatsız haberleri Sigizmondun yanında bulunuyordu. îhtir: biraz sonra versen ve hepsini birden söy tiyarladı, gözleri kör oldu ve Davud adBursanm Fidyekızık köyünden Halid Iemeyip te yavaş yavaş bildirsen olmaz lı bir varis bırakarak öldü. Osmanlı ve isminde bir şahıs, Uludağm Dombayçu mıydı?.. Fakat olan oldu, ikimizin de Frenk tarihlerinde böyle bir rivayet kuru mevkiinde küçük çapta 198 aded kalbi kırıldı. Şimdi geçeni unutalım, açık yoktur. Fakat Yorga, Davudun birçok kayın ve göknar ağacı kesmiş ve der * yürekle konuşahm. Et tırnaktan ayrıl maceralannı yazmakta olup, o, bizim hal mıntaka orman muhafaza me maz. Söğsem de, ,döğsem de senden ge romanımızda da rol oynamıştır. murlan tarafından yakalanarak hakkında 29/7/935 tarihinde zabıt vaarakası rutulmuş ve kat'iyattan mütevellid olup orman nizamnamesinin 33 ve 36 ncı maddelerine tevfıkan tahakkuk ettirilen 22 lira 83 kuruş cezayi nakdî ve tazminatm hükmen tahsili için dava açılmak üzere evrakı hazine avukatlığma verilmiş tir. İdaremiz, orman suçlularını birer birer bularak ve onlan hakyerlerine götürüp kanunî vazifesini son kertesine kadar yaomaktadır. Ormanlanmızdan yapılan kaçakçılığın mahkemeye intıkal etmediğini ve herhangi bir kaçakçı hakkında kanunî tahkikat yapılmadığım kimse iddia edemez. Gazetenizde yazıldığı gibi çam kat'i yatı yoktur.» C U M H U R İ Y E T Uludag çam larının kesildiği, Dombayçukuru ve ha valısinin adeta bir ağac mezarlığı halini aldığmı, İstanbul dağcılan Bursa özel TCemalpaşa (özel) Yukankuılca köyünde kurulan Çocuk Bakım Yu aytanmıza söylemiş, o da bize bildir vasına komşu köylerden de otuz yavru toplanmışhr. Bunlar bir ay içinde bir mişti. Temenni ederiz ki Bursa Orman direktörü vekilinin dediği doğru ve or kaç kilo kazanmışlardır, Resmımiz bu yavrulan yemek sofrası başında göster mektedir. man mezarlık olmamış olsun. Çakırcı öldü ya, dedi, şimdi elir.e kına yak, lâkin onun öcünü almazsan ben de elime senin kanmla kına yakarım. Voyvada Bulgar iline de leşker döküyormuş. Oralarda bol askenmiz yok. Korkarım ki bize ziyan verir. Uludağda kesilen ağaclar hakkmda Yoksul yavrular için açılan yuva

Bu sayıdan diğer sayfalar: