4 Eylül 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

4 Eylül 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURÎYE1 4 Eylul 1935 Cemiyetçilik Dün gece bir rüya gördüm. Bu, beni uzun uzun düşündürdü. Size de anlatmaya karar verdim. Fakat bilirsiniz ki rüyalanmızın çoğu hakikî yaşayışımızın, uydurma devamıdır. Onun için rüyamı anlatmağa başlamadan önce, hayatımın şu son birkaç gününe dair bazı malumat vermek istiyorum. Ben daha bir hafta evveline kadar evli bir adamdım. Sanşm, ince, güzel bir kanm vardı. Sevişiyorduk. Zaten bunun için evlenmiştik. Geçen hafta yorgun argın işimden çıkıp eve döndüğüm zaman, kanmı biçimsiz bir vaziyette gördüm. O esnadaki halimi burada anlatmak istemiyorum. İçinizde, başından böyle bir hâdise geçmiş olanlar varsa, vaziyeti bütün teferrüatile öğrenmişlerdir, unutamazlar. Henüz o felâkete uğramıyanlara ise bunu tarif etmek gücdür, imkânsızdır. Böyle şeyler tecrübe ile öğrenilir, lâfla değil. Karımın yanında en sevdiğim bir arkadaşım vardı. Bu gibi sürprizler ancak en samimî dostlarımız tarafından yapılırmış. Bir hafta evvel buna ihtimal veremezdim. Meğer dehşetli bir budala imişim. Şimdi tecrübeli bir adam sıfatile size söylüyorum ki eğer günün birinde sevgili kannızı birisile yakalamak ihtimali varsa o birisi yüzde doksan sevgili bir arkadaşınız olacaktır. Ne ise, işin feci tarafını uzatmak istemiyorum, sevgili karımı ve sevgili arkadaşımı hemen koğdum. Birkaç saatlik bir şaşkınlıktan sonra bende bir kriz başladı. Karısız ve arkadaşsız kalmıştım. Biraz önce sevdiğim, samimiyetlerine inandığım insanlardan nefret ediyordum. Demek cemiyet hayatının temeli olan sevmek ve inanmak mefhumlan saçma şeylerdi. Evet.. Kalabalık bir sürii haKnde yaşıyoruz. Bunun adına cemiyet diyoruz. Vazifelerimiz oluyor, ideallerimiz oluyor. Çalışıyoruz, çabalıyoruz, icabmda Allahlaştırdığımız ve tapındığımız bu cemiyet uğrunda ölüyoruz. Fakat küçük bir tecrübe, biraz araştırma ile görüyoruz ki bu güzel idealler kof ve çürük temellere dayanıyor. Uçsuz bucaksız bir boşluk içinde yuvarlanıyoruz, yuvarlanıyoruz. yaldızlı şu ibareyi okudum: «Dem deutschen Volke». Meydanda Führerin tunçtan^bir heykeli vardı. Ben önünden geçerken heykel dile geldi: Aman yavrucuğum dedi, biraz dur da iki lâkırdı edelim. Fakat ben artık insanlardan hoşlanmıyorum. Kimse ile konuşmaya niyetim yok. Bugüne kadar yüz binlerce kişinin önünde nutuklar söyledim. Milyonlarca insana emir verdim. Şimdi dünyada kimsecikler kalmamış, canım sıkılıyor. Seni adam yerine koyup çağırdığıma memnun olacağına bana kafa tutuyorsun. Gel buraya bakayım. Heykele cevab vermedim. Tayyareme atlıyarak Parisin yolunu tuttum. Concorde meydanma cinler top oynuyorlardı. Beni görünce çilyavrusu gibi dağıldılar. Yavaş yavaş Champs Elyseeye doğru yürüdüm. Zafer takı. bütün heybetile yükseliyordu. Fakat tuhaf şey! Ortada kimseler olmamasına rağmen meçhul asker için yakılan ateş hâlâ parlıyordu. Yaklaştım. Alevlerin önünde, bir mermer üzerine şu cümle kazılmıştı: îci repose la France entie're! Bu yazı beni müteessir etti. Acıdım. Adeta ağlayasım geldi. Ruhumda bir eksiklik duymaya başlamıştım. Gene yola çıktım. (Cote d'Azur) ü takib ederek Romaya vardım. Bır adam arıyordum. Mutlaka bir adam bulmalı idim. Yoksa yaşıyamıyacaktım. Romanın inişli, çıkışlı, dar ve pis sokaklarını altüst ettim. Değil bir insan bir kedi bile bulamıyordum. Derken, Via dell İmperonun üzerinde hareketsiz duran heybetli bir adam gördüm. Aman yarabbim bu o idi.. Evet.. Bu Mussolinı idi. Duce, D u c e ü ! diye bağırarak yanına koştum, ayaklarına kapandım.. Heyhat aldanmışım. Bu Ducenin kendisi değil, heykeli imiş. Hareketsiz duruyor, sağ elini Habeşistan taraflarına uzatmış, korkunc gözlerile ufukları süzüyordu.. Çaresiz uzaklaştım. Artık hiçbir yerde duramıyordum. Tayyareme bindim. Afrikaya, Hattıüstüva ormanlarına doğru saldırdım. Orada tayyarem de bozuldu. Inmeğe mecbur oldum. Dehşetli sıcak vardı. Susuzluktan içim kuruyordu. Fakat ben bu maddî ıstırabları düşünmü Hangisi doğru? Halkın şikâyeti mı. yoksa tekzibler mi? (Baştarafı 1 inci sahifede) nazarı dikkatleri çekilir. Bu aşağı yukan diğer gazetelerde de böyledir. Fakat bugüne kadar Istanbula dair olan binlerce şikâyet ve tenkidden çıkan netice nedir bilir misiniz? Sıfır! Mektubların ancak yüzde onu mes'ul makamlardan cevab alabilmiştir ve bittabi tekzib olarak! Bütün bu tekzibler hep «yapılan tahkikat neticesinde...» diye başlayıp « asıl ve esastan aridir» cümlesile bitmek mukadderdir. Hep hastaneden şikâyet eden hasta, işi görülmiyen vatandaş, memurdan papara yiyen iş sahibi haksız çıkmıştır ve bahsedilen tahkikata inanmak, suçlara dahi göz yuman deryadil bir hüsnüniyet sahibi olmağa bağlıdır. Yakınlardan misal vereceğiz: 29 ağustos tarihli «Cumhuriyet» te bizce ve memleketçe çok maruf bir şahsiyetin, Büyükada iskelesine dair şikâyeti çıktı. Gazetenin intişanndan belkı 10 saat geçmeden, alâkadar idarenın ateş püsküren bir cevabını aldık. İdare iskele memurunun halka ağır muamelesını yalanladıktan sonra o maruf şahsıyeti de yalan söylemekle ve cür'etkârlıkla itham ediyordu. Bizim tahkikat diye bildiğimız şey, hâdise mahallinde bıtaraf, hâdıseyle alâkasız adamlar tarafından ve her iki tarafla beraber şahidler de dinlenerek yapılan bir araştırmadır. Bu idare dört beş saatte bitiriverdiği tahkikatını nasıl ve kiminle yapmıştır? Şikâyeti eden şahsı biliyor mu, bizden sormuş mudur, onun malumatını almış mıdır, hâdisenin nasıl gectiğinden haberdar mıdır, vak'a şahidlerinın bilgılerıne müracaat etmış mıdir? Hayır. Hiçbirisi yapılmamış, halkı muayyen tarife ve talimatlara, çımacılara kadar bütün iskele ve istasyon memurlarının emirlerine şikâyetsiz inkiyada mecbur sanan zihniyetle bu tekzibi yazıp göndermiştir. İki Bulgar heyeti Festivale iştirak için Istanbula gelecek İstanbulda yapılacak Balkan festivaline aid hazırlıklar ikmal edilmek üzeredir. Festivale aid biletlerin bugünden itibaren seyahat acentasının Beyoğlu ve Galata gişelerile büyük otellerde satışına başlanmıştır. Festival komitesine Selânikten yazılan bir mektubda festivale aid fazla miktarda broşür ve bılet istenılmiştır. Şehrimizdeki Bulgar konsolosluğunun da dün festival komitesine verdiği malumata göre Sofyadan 16 kişilik ulusal bir dans ve şarkı heyetile beraber, bir de ulusal çalgı heyeti İstanbula gelmek üzere 12 eylulde Sofyadan hareket edecektir. Bu heyet 1 7 temmuz 1935 tarihinde Londrada Haydparkta yapılan musiki festivaline de iştirak etmiş ve orada çok muvaffak olmuştu. Festival komitesi, festivale aid haberlerin günü gününe yabancı memleketlerde yayılması hususunu da Anadolu ajansile görüşmüş ve ajansın her gün telsizle festival haberlerini yaymasını temin ey lemiştir. Tarihî roman : 36 Yazan : M. Turhan Tan Akıncıların ateşli bir aytışmaya giriştikleri sırada, güzel Kinis, kendini ağaca asmıştıî Bu, belki gülünc ve yersiz bir kıskanclıktı. Fakat Marya, Laybahtaki ilk karşılaşmadanberi kendi kendine gelin ve güvey olmuştu, Mustafayı benimsemişti. Henüz bir günlük bile ömrü olmıyan bir aşk, kızın benliğini altüst edip gidiyordu. Hayatında belki ata binmemiş, hele bir saatte dört saatlik yol almak sınayışma rüyada dahi girmemiş olduğu halde eğere bağlı olarak yaptığı şu yarucu yürüyüşe en küçük bir inilti çıkarmadan dayanması da bundandı, yüreğini kaplıyan o derin ihtiras yüzündendi. Ayni sebeble şu kim olduğu belirsiz kadını da kıskanıvermişti. Orada birinin saklı olduğunu haber vermek şöyle dursun bunun sezilebileceğini düşünerek için için ter döküyordu. Fakat Matmazl Kinis onun neler düşündüğünü bilemediği ve verdiği işareti de benliğini saran derin korku yüzünden anhyamadığı için pek acıklı bir durumda idi. Şu eğere bağlı kadın gibi akıncıların da kendini göreceğini, ağacdan aşağı alınacağını düşünerek ölüm teri döküyordu. Gözünde babası ve ondan dinlemiş olduğu sahneler dolaşıyordu. Yaradan tenleri delikdeşik olmuş Türklerin kanmı içen, ölülerin üzerinde dans eden o babaya şimdi lânet okuyordu ve yanıbaşında konuşan heybetli akıncılann kendini yakalar yakalamaz palalarını sıyırıp güzel etıne sokacaklarını, kanmı avuc avuc içerek: İşte baban da böyle yapmıştı, diye gülüşeceklerini, sonunda cesedini atlara çiğneteceklerini düşünüp kendinden geçmek kertelerine geliyordu. Bu kuruntu ve yürekteki korku, yaman bir hızla saniye başına çoğaldığı, genişlediği için kızın aklı da büsbütün erimişti, artık saklandığı yerde duramıyacak bir duruma gelmişti. Maryanın guya ümid ve cesaret vermek için kendine bakıp gülümseyişi ise onu daha fazla ürkütüyordu, zivanadan çıkarıyordu. Bre Doğan, durma, tırman, şu eEsik eteği aşağı al! Adının Doğan olduğu anlaşılan akmcı koştu, yoldaşlannm ata binip inerken gösterdikleri ustalığa benzer bir çevik likle o yüksek ağaca tırmandı, Matmazel Kinisin boynundaki askıyı çözdü ve henüz soğumıyan cesedi kucaklayıp yere ndirdi, Mustafaya şu sözleri söyledi: Bu, yeni ölmüş. Biraz önce yukari baksaydık belki kendini kurtanrdık. Pek te toy. Ne diye canına kıydı dersin? Onu bu çelebilerden sormalı! Hakkın var, kendilerini sorguya çekince bu ölünün de hesabmı aranz! Biraz sonra bütün Silli halkının önünde Baron Huhenvarterle arkadaşlan sıraya konulmuşlardı, birer birer söyletiliyordu. Bu işi de Mustafa idare ediyordu. Gün battığı, hava karardığı için kasabadan odun getirtmişti, küme küme ateş yaktırmıştı, ayrıca maşalalar da buldurmuştu. Bu yapma ışık altında herkes Türkleri ve Türkler de orada bulunanlan görüyordu. Cenevredeki hazırlıklar (Baştarafı birinci sahifede) Bu hal Almanyanın Versay muahedesi ahkâmını tanımıyarak askerlik mecburi yetini resmen ilân etmesinden ve binaenaleyh alenen silâhlanmağa başlamasından sonraki içtimada da böyle olmuştu. Fakat M. Musolininin mubalâğalı iddialarile İngilterenin izhardan ziyade şimdilık ihsas ettiği hiddete bakıhrsa denebilir ki meclis geçen seferkinden daha ciddî bir imtihan arifesindedır. Hem çok daha cıddî bir imtihan. Geçen defa Streza konferansında üç devlet arasında (Ingıltere, Fransa, İtalya) guya bir anlaşma temin olunmuştu. Fakat bu sefer Pariste toplanan üçler konferansı tam manasile ve düpedüz iflâs etti. Geçen ay Beyoğlunda bir apartıman kapıcısının çocuğu ansızın hastalanıyor, Etfal hastanesine götürülüyor ve orada ölüyor. Babası gzetelere şikâyet ediyor : Çocuk hastaneye geç almdı, tedavisine saatlerce sonra başlandı, zamanmda imdadına yetişilmedi, diyor. Ertesi günü O kadar sinirli idim ki deli olacağım bermutad Sıhhat Müdürlüğünden bir teksanıyordum. Yalnız karımdan ve arkazib: Tahkikat yapıldı, haber yalandır, daşımdan değil, herkesten nefret ediyorçocuk hastaneye ıhtızar hahnde gelmış, dum. Günlercc uyuyamadım.. ve müdavata rağmen ölmüştür. Belki de öyledir, fakat bu tahhikat denilen muaNihayet dün gece kendimden geçmişim. Size anlatmak istediğim rüyayı gör berrak su birikintileri gördüğüm halde ih melede bir defa da çocuğu ölen adamdüm. îşte: tiyacımı tatmın etmeği düşünmüyordum. cağızın ifadesi alınmış, sözü dinlenmiş Dünyada benden başka kimsecikler Bir insan arıyordum. Nefes alan, yaşı midir? Hayır. kalmamış. Her yer bomboş. Düşünün bir yan bir insan arıyordum. Nihayet dört gün evvel Namık îsmail kere, bir metrosu için oluk oluk kan doDerken balta girmemiş ormanın yap öldü. Akay vapurunun imdadı sıhhî dokülen bu güzel yerlerin sahibiyim. rakları arasından saçı sakalına karışmış labında lüzumlu ilâcların bulunmadîğı, Bu sevincle sokağa fırladım. Gezmek, biri çıktı. Birbirimizi görünce kollarımı memurlann hâdiseye lâkayid kaldıkları, malikânemin her tarafını dolaşmak iste zı kaldırdık, yıllarca, ayrı ayrı gurbet Cankurtaran otomobilinin yarım saat geç dim. İyi ve toptan görmek için en iyi va illerinde yaşamış iki kardeş gibi sarmaş geldiği ve hastayı uzun münakaşalardan sıta hangisidir? Tayyare değil mı? Dery^dolaş olduk. Belki saatlerce öpüştük, sonra götürdüğü iddia edildi. Sıhhat Mühal bir tayyareye bindim ve uçtum. koklaştık, derdleştik. Artık kurtulmuştuk. dürlüğünün dünkü tekzibi bunlan topyeBu, geçen hafta beni karımla aldatan kun reddediyor. Denizler havuz oldu, dağlar tepe oldu ve ben kısa bir zamanda Almanyaya adamdı. Fakat Sıhhat Müdürlüğü mevzuubahis Uyandığım zaman utandım. Şimdi a tahkikatı hâdiseden lâakal 24 saat sonra geldim. Berlini görmek istiyordum. Bir dakika zarfmda Reichstag sarayının ö deta kendi kendimden iğreniyorum. yapmıştır. Bu zaman içinde «delâili cürN. miye» denilen şeyler ortadan kalkmıştır. nüne kondum. Sarayın cephesinde altın' şahidler kaybolmuştur. 24 saat zarfında 240 tane imdadı sıhhî dolabı yeniden tanzim edilebilir, bir tarafın ifade ve iddiası ise, bittabi tamamen kendi lehlerine olacaktır. O halde Müdürlük bu tahkikatını kimden ve nasıl yapmıştır? Hâdise günü Namık İsmaille beraber ayni vapurda ve yanında olanların ifadeleri alınmış mıdır? Hayır. Derhal dolaba vazıyed edilerek durum tesbit edilmiş midir? Hayır. O halde idare hang mukni ifade ve esbaba istinad ederek bütün bir vapur halkının şahid olduğu vakıayı tekzib etmiştir? Vapur memurlan «evet, biz mes'ulüz, hastaya bakmadık, dolabı açmadık» mı diyeceklerdi? Şu «tahkikat» denilen formülün dayandıeı malzemeyi bilmek ve öğrenmek isterdik! Afyonkarahisarm kurtuluşunun yıldönümü M. Musolininin son defa Bolzanoda söyledıği nutukta işaret ettiği gibi İtalya İngilterenin sık sık tekrar ettiği cezalandırma tehdidine şiddetle itiraz ediyor ve İngiltere İtalyanın hareketini Uluslar Kurumu andlaşmasına muhalif bularak Kurumdan ekonomik, hatta lüzumunda süel bir müdahale istiyor. Fransa bu iki ihtirası mülâyim bir derecede ayar etmeğe uğraşmışsa da muvaffak olamamıştır. İngiltere tezine istinaden vaziyeti, biz de Uluslar Kurumu andlaşması noktasmdan muhakeme edersek gayet tabiidir ki İngiltereyi yerden göke kadar haklı buluruz. Fılhakika pakt bu hususta oldukça sarihtir. Büyük Harbden sonra Uluslar Kurumunun temelini kuran galib devletler üç nevi manda usulü tesis etmişlerdir. Medeniyet âleminden «çok» veya «az» uzakta olmalarına göre bazı Asya ve Afrika milletleri A. B. C. şekillerinde mandaya tâbi tutulmuşlardır. Şüphe yok ki kendısı şimdıye kadar Uluslar Kurumu azasından olduğuna göre Habeşistan ancak A. serısınde bir «protectorat» ya girebilir ve binaenaleyh Uluslar Kurumu andlaşmasına göre «mandater» ini bizzat kendisi seçmek hakkına her zaman sa hibdir. Kaldı ki bu kararı verecek olan da Uluslar Kurumu heyeti umumiyesi dır. italya Başvekılınin ikide bir tekrar ettiği gibi gaye hakikaten beşeriyete ve medeniyete hizmet olsaydı İtalyanm Habeşistana asker yığması değil, ancak se İdi: Uluslar Kurumunun nazarı dikkatini celbetmesi lâzımdı. İtalyanm asıl maksadı olan sömürge ihtiyacına gelınce bu birçok başka ihti rasların ilânına yol açacaktır. Harbden sonra elinden bütün sömürgeleri alınan Almanyanın şimdi uyur gibi görünen arzuları yavaş yavaş canlanmağa başladı bıle. Dünkü nüshasında Volkische Beobachter «Almanyanın da genişle meğe, sömürgelerıni geri almağa hakkı olduğunu» kaydetmiyor muydu? Uluslar Kurumu ne yapacak? Ne yapabilir ki... Bütün merak olunacak nokta ingilterenin tayin edeceği hattı harekettedır. Ve bu meselede Uluslar Kurumun dan ziyade İtalya ile İngiltere mevzuubahistir. Üç dört güne kadar, tabir caizse, dananın kuyruğu kopacak gibi görünüyor. Avrupa cephelerinde dünkü sükunetten eser kalmamıştır. DOĞAN NADl Prens olduğunu söyliyen Davudun nerede bulunduğunu öğrenmek istiyor du ve o on tutsağa hep bunu soruyordu. Onlar, Sillide böyle bir adamın bulun madığını and içerek söylüyorlardı. Baron Huhenvarterden başkası böyle bir adamı duymadıklarına da yemin ediyorlardı. Yalnız o, kendini prens diye tanıtan parasız pulsuz bir adamla yıllarca önce Viyanada karşılaştığını ve bu serseri kılıklı prensin şimdi nerede bulunduğunu bilmediğini söylemişti. Mustafa, Sillide oturanlardan kimsenın Davudu tanımadıklarına uzun bır araştırmadan sonra kanaat getırince ağacdan ölüsü indirilen kızın kim olduğunu raştırdı ve onun ismini duyar duymaz küplere bindi, ne vakittenberi Sillide oKız, bu buhran içinde gerçekten çıl turduğunu, ağaca kimlerin yardımile ve dırdı, çürük bir meyva gibi ağacdan dü ne sebeble çıktığını birer birer sorup öğşüvereceğini «anarak ağır bir karar 3 ^ 1 , rendi, sonunda Baron Huhenvarterle> beüıjdeki ipck. kemeri v"^^"» v°>V*[t'nK rcont 1 avronbahı karşısına aldı: bir dala sardı ve önceden ha'zırladığı il Efendiler, dedi, bizim henüz yapamiği boynuna geçırdi, kendini aşağı doğ madığımızı Tanrı yapıyor. Bir kaç akınru bıraktı. cının kanmı şarap yapıp içen Tamışvar Akıncılar, ateşli bir aytışmaya giriştik Kontunun kızını öldürüp yoldaşlanmıleri, on tutsak ta korkudan bakar kör ha zın yarımyamalak olsun öcünü alıyor. linde bulundukları için ağac üzerinde be Bugün olmazsa yann veya başka bir gün liren hâdiseyi Maryadan başka gören Kont ta cezasını bulur. Biz, burada o ve sezen yoktu. O da, ilk hamlede duy hesabı araştıracak değiliz. Yalnız sizinle duğu heyecanı yenerek dişlerini sıkıyordu. anlasmalıyız. Bize kılıc çektiniz ve bu Gördüğü faciayı haykırmıyordu. Çünkü kızı bizden kaçırmak istediniz. Şu İki sallandığı yerden endammdaki güzellik suç için size ne yapalım? te göze çarpan bu kim olduğu bilinmez Baronla Kont kekelediler: kadını, akıncıların kurtarmasını istemi Bizi bağışlayınız, kanımızı döt * yordu. O, zalim bir kıskanclıktan doğan meyiniz. bu hain sessizliği, yükseklerde bir dala Kanınızın dökülüp dökülmemesı asılı kızın kıvranışları bitinciye kadar bısizin elinizde. Pusudan üzerimize atıldırakmadı ve kendine rakib olmasını istemediği mahlukun ölümüne kanaat getir ğınız gibi şurada da yiğitlik gösterirsedikten sonra düzme bir telâşla haykırdı niz, bahtınız da varsa kanınız damarla Mustafa Bey, Mustafa Bey, ağa rınızda kalır. Sizinle göğüs göğse döğüşelim. Ben Baron Huhenvarteri alıyo ca bir kadın asmışlar!. Beş akıncının gözleri birden gösterilen rum, Doğan da Kontu alsın. Nasıl yüreağaca dikıldi ve delikanhnın sesi yük ğiniz, bileğiniz pek mi? (Arkast var) Çarşamba Biçki okulunu bitirenler Afyom Karahisar (Ozel) Afyonun düşman istilâsından kurtuluşunun on üçüncü yıldönümü büyük törenle kutlulanmıştır. Gönderdiğim resim, Afyona giren orduyu temsil eden kıt'amızı göstermektedir. Kurtuluş gene yandı (Baş tarafı 1 inci sahifede) gın bulunmuştur. Ateş 3133 sayılı kalfa Kostinin evinden çıkmıştır. Kalfa Kostinin karısı evde çamaşır yıkarken çocukları ocağa fazla odun atmışlar ve bacayı tutuşturmuşlar idır. Baca büyük bir patırtı ile yanındaki eve yıkılmış ve o ev de tutuşmuştur. Rüzgâr kuvvetli estiğinden ateş karşıdaki evlere de sirayet etmiştir. İtfaiye yangın yerine geldiği zaman iki ev ateş almış va ziyetteydi. Yangın, itfaiyenin çok fedakârane çalışmasına rağmen diğer evlere de gecmişrir. Bu sırada susuzluk baş göstermiş ve itfaiye çok uzaklardan su tedarikine mecbur kalmıstır. Yangın büyümeğe tuttuğundan İstanbul itfaiyesi de *üratle yetişmiştir. İki itfaiye birleşince yangınm önü alınmış ve saat 2,5 ta İstanbul itfaiyesi geri dönmüştür. Beyoğlu itfaiyesi de 17 ev yandıktan sonra yangını söndürmüş ve saat 4 te avdet etmiştir. Yangında insanca hicbir eksiklik yoktur. Yalnız Bevoğlu itfaiye grupundan Eyüb, başına düşen camlarla yaralanmıştır. Yangından sonra felâketzedelerin yardımına koşulmuştur. Dünkü yangın esnasında Kurtuluş tramvay volu üzerinden itfaiyenin hortumu gectiğinden Kurtuluş tramvavları seferlerine, yarıyoldan manevra yaparak devam etmişlerdir. • Misalleri uzatmak kabildir amma kısa kesiyoruz. Bütün bunlardan çıkan netice şudur: Şikâyet eden. hükumetine hali anlatan halk bir kısım idarecilerce daima haksız çıkarılmış, daima iddiası tekzib edilmiştir. Iş, efkârı umumiyenin ve devletin hükmünden kurtulmak için hakikati ve halka hizmeti değil, idarei maslahatı tercih eden bir zihniyete dayanıyor. Nihayet elde matbuat kanununun gazetelere tahmil ettiği her yollanan tekzibin neşri mecburiyeti de varken bu zihniyetin tatbikı kolaylaşıyor. Sathî ve nazarî gö Eski veliahdin kızı evleniyor rünüş budur.. Lâkin âmme vicdadmm hiç Suriye gazetelerinin verdikleri habere şaşmıyan telâkkisini avutmak o kadar kogöre Küit Emiri Eşşeyh Ahmed Cabis lay olmasa gerektir. Tek hâdisede çift mantık olamaz: Bu vaziyette ya şikâyet sabah Mısırda bulunan eski veliahd Yusuf eden halk müfteri, ya yapılan tahkikatla İzzeddinin kızı Hatice ile evlenmeğe kaverilen tekzibler asılsız olmak lâzımdır. rar vermiştir. Acaba hangisi doğru? Her tenkidi, her fikri, her şikâyeti ne konulması ve nihayet tasfiyesi zamanı mutlaka asılsız, mutlaka suiniyete bulan gelmiştir. Bunu bilhassa, halk işlerine ve mıs zanneden ve bınnetıce halkın herşeye halk sikâyetlerine ehemmiyet verilmemeraemen susmasını istiyen bu zihniyetin sine tahammülü olmıyan büyük Başbakabelirtilmesi, büyüklerimizin gözleri önü | nımızın dikkat ve himmetine arzediyoruz. Yeni mezunlar bir Çarşamba Biçki îhtisas Okulunun dokuzuncu yıldönümü dün kalabalık bir davetli topluluğu önünde kutlulanmıştır. Törene saat 1 1 de okul talebelerinin söyledikleri İstiklâl ve 10 yıl marşlarile başlanmıştır. Sonra C. H. P . Çarşamba İlçe Başkanı doktor Hulusi güzel bir söylev vermiştir. Bunu bu yıl mezunlarmdan Belkisin Türk kızlarının hayata atıldıktan sonra yapacaklarına dair güzel bir türkçe ile söylediği sözler takib etmiştir. Davetliler ikinci katta okurlarin bir arada yıl içinde y>otığı sergiyi büyük bir hayranlıkla seyretmişlerdir. Sergi gezildikten sonra davetlilere bır öğle yemeği ziyafeti verilerek merasime son verilmiştir. Bu sene mektebden mezun olanlar bırinci oîarak Müeyyet, Feride, Nimet, Nahide, Belkis, Melâhat, Hamdiye, Sabahat, Naime, Fahriye, Feride, Saime, Bedia ve Sabihadır. Okul Direktörü Sabriyeyi ve öğret men Hayriyeyi tebrik eder, genclere muyaffakiyetler dilerii.

Bu sayıdan diğer sayfalar: