20 Mayıs 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

20 Mayıs 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

20 Mayıs 1936 CUMHURİYET Yukarı Avrupada bir gezinti Biz bize Vücud güzelliği Dün idman bayramıydı. Binlerce mektebli, Taksim stadyomunda jimnastik hareketleri yaparak, kendilerini seyre gelenlere gene vücudlerini gösterdiler. Kol, bacak, boy ahenginin kafa ve ruh ahengi kadar mühim olduğunu anlıyabilmek, dahiyane bir keşif sayılamazsa da şüphesciz gene takdir edilecek birşeydir. Ancak dünkü şenlikler, bu basit hakikatin cumhuriyet maarifini idare edenler tarafından hakkile benimsendiğini ispat edemedi. Çocuklar, vücudlerini kullanmasını öğrenmişe benzemiyorlardı. Bana öyle geldi ki, yaptıklan işi bir angarya olarak üzerlerine almışlardır. Hareketlerinde, insana heyecan veren bir canlıhk, bir çeviklik sezemedim. 86 yıldır uyuyan çocuk Avusturyada Hunlar ve Avarlar Yazan : Reşit Saffet Atablnen Avnıpanın neresine gitseniz, Türkle rin bir izini, bir hatırasmı bulursunuz. Ispanyadan tutunuz da Norveçe, Finlan diya, Laponyaya kadar, otuz beş sene süren gezintilerimde, akla gelmedik yerlerde Türk tarihine aid ne derece meb zul malzeme bulduğumu da Türkocak larının neşrettiği bir kitabda hikâye et miştim. Bizde tarihî roman yazmağa lüzum yoktur. Türkler öyle akla gelmez ve sığmaz şeyler yapmışlardı ki tarihleri serapa romana benzer, en sergüzeştli ro mandan meraklıdır. 1931ve 32 senelerinde Macaristanı cihet cihet tekrar dolaştıktan sonra. Peşte hükumeti resmî turizm teşkilâtı; memleketlerinin türkçe bir kılavuzunu Türkleri alâkadar edecek surette yapmağı düşünüp bunun tertibine naçiz muavenetimi istediği zaman, bu küçük eserin, hâlâ Macaristanda yaşıyan hadsiz hesabsız Türk izlerinin, hatıralarınm bitaraflıkla toplanmasile pek kolay vücude gelebi leceğini söylemiştim. Geçen sene, merkezî Avusturyada olan «Birinci Tuna Seyrisefain şirketi nin» pek nazikâne daveti üzerine, Viyanadan Passaua kadar çıkarken, bütün geçeceğimiz yerlerde eski Türk izlerini bulacağımı tahmin ettiğim zaman, bir fikri sabitin tesiri altında bulunduğumu zanneden arkadaşlar gülümsemişlerdi. Seyahatimden avdette, zikredeceğim hatıralan nakletmekliğim üzerine ciddiyetime kanaat getirdiler. Milâdm (2) nci asrından (12) nci asrına kadar, Türk Hunlarla Noriqueli Tötonlar, Türk Avarlarla Bavarların ve Franklar.n kâh dost, kâh düşman o larak on asır daima münasebette bulundukları müşterek saha, tamamen, Viyana ile Passau arasındaki yukarı Tuna vadisidir. Avar ve Bavar kelinr'lerinin yakınlığı bile göze çarpar. Attilânın Gollulan kurtarmağa, yahud «Gaule» memleketinde Roma ve Vizigot kuvvellerini ezmeğe giderken, takib ettiği yol, kendiîinden iki asır evveldenberi Romalılara tnuavenet için gönüllü alay halinde Gaulee giden hemcinslerinin takib edegel dikleri an'anevî Türk Tuna yolu idi. Attilânın garbe karşı, bütün Asya ve Avrupadan topladığı hertürlü cınsten ordulann içtimagâhı (elyevm Macaris tan Avusturya hududunda) Sopron olduğunu tahmin ediyorlar. Büyük Türk kumandanı, diğer milletlerin gönderdikleri piyadeleri Türk athlannın emrine ve murakabesine vererek, iki kola bölmüş ve Viyanadan itibaren Tunanın alt kı yısında eski Roma askerî yolunu ve üst kıyısında cedlerinin açtığı yolu takib ettirerek, iki kolu Passauda birlestirmi? ve ÎngölStadt, Ulum ve Augsburg üzerlerinden, yoldaki mahallî asiretleri ve Sueveleri de ordularına ilhak ederek, Rhin nehrine doğru ilerlemiştir. Gerek Hunlar gerek Avarlar, Frank ve Burgondlarla harbederken ayni sahilleri boylamışlar ve yukan Tuna kıyılarında bekcilik vazi fesile birçok beylikler kurmuşlardır. Viyanadan membaa doğru çıkarken ilk büyük vapur istasyonu Tulln vcya Tulundur. Tulun ilk Avar Hakanının da adıdır. Bu isme Türk tarihinde çok rasgelinir. Attilâ, kendisine gelin, grtirilen son karısı (îldico, Hildegonde) îldiza bu mahalde mülâki olmuştur. Tulunun Niebelungenlerde yeri vardır. Auilânın ölümünden sonra kurduğu İmparatorluk parçalanmış, müttefikleri olan diğer millletler dağılmışsa da be raberinde getirdiği yüz binlerce Asyalı Türk ve Moğol, başkalan tarafından iş Baba sevgîsinin ve mum* ya san'atinin bir harikası Dr. Aranyi 86 sene evvel ölen çocuğundan ayrılmamak için onu uyur vaziyette tahnit etmiş ve 26 yıl masasmda oturtmuştur Budapeştenin teşrihi marazî enstitü ünde, her ziyaretçi ayağının basmadığı bir salonda, baba muhabbetinin en beliğ ve en garib, fakat tüyler ürperten bir sembolü vardır. Bu sembol, bundan eksen altı sene evvel dünyaya gelen ve altı yaşındanberi, eli şakağına dayalı, ebedî uykusunu uyuyan Pubi Aranyi isminde bir çocuktur. Pubi Aranyi, bundan bir asır evvel yaşamış olan ve tababet âleminin, ismini iftiharla andığı doktor Louis Aranyinin oğluydu. Bu doktor son derece şayani dikkat bir adamdı. On bir yaşında iken, almancayı, fransızcayı, ingılizceyi ve lâtinceyi mükemmel surette konuşuyordu. Once papaz mesleğine girmek istemiş, sonra hukuk tahsil etmiş ve 1832 de, Orta Avrupayı kasıp kavuran büyük kolera salgınınd^a anasının tavsiyesi üzerine hekimliğe intisab etmiştir. Louis Aranyi, büyük bir öğrenme ihtiyacı içinde yaşı yordu. Ressamdı. Yaptığı tablolar, alelâdenin çok fevkinde eserlerdir. en şayani dikkat cerrahî hastalıklar üzerine yaptığı alçı kahbları, heykeltraşlıktaki me haret ve istidadmı gösteren kıymetli mesai neticeleridir. Louis Aranyi, Paduvada tıb tahsil etmiş, Viyanada beş sene çalışmış, sonra 1861 de Budapeşte Üniversitesinde teşrihi marazî profesörlüğüne tayin edilmişti. İşte tam o sıralarda, doktorun altı yaşındaki oğlu Pubi Aranyi. kuşpalazından öldü. Babası, dünyada herşeyden üstün sevdiği oğlundan aynlmağa bir türlü razı olamadığı için, onun cesedini defnetmemek üzere belediyeden izin istedi ve aldı. Belediye meclisinin müsaadesini istihsal eder etmez, doktor Aranyi lâboratuarına kapandı ve çocuğunun cesedini çürümekten, dağılmaktan muhafaza edecek çareyi aramak üzere haftalarca ça hştı. Louis Aranyinin çalışması muvaffakiyetle neticelenmişti. Vücude getirdiği saheser, bugün, yüksek doktorluk ilminin bir nümunesi halinde, Budapeştede teşrihi marazî enstitüsünde muhafaza edil mektedir. Çoktanberi dünya yüzünden çekilip gitmiş olması icab eden küçük Pubi A ranyi, hâlâ altı yaşında bir çocuk olarak, enstitünün «mantarlar salonu» denilen dairesinde bir camekân içinde bulunmaktadır. Balıkiarın hizmeti arayburnu İstanbulun en güzel yerlerinden biridir. Avrupa oradan Asyaya elini uzatır ve istanbul gene oradan güzel Anadolunun kokusunu alır. Poyraz bu noktada sesini keser, lodos ta bu sının tanır ve dalgalannı Sarayburnu önünde küçültür. Bir yanını Marmaraya veren burun öbür yanını Boğazm nefesile yelpazelendirir. Adalarm şiirini bütün îstanbulda bu burundan daha kuvvetli olarak emen, içen ve hazmeden başka yer yoktur. Bu şiir, Çamlıcaya nrmanarak çıkar, fakat Sarayburnuna yüzerek gelir. Bütün bu güzellikler ve hususiyetler Sarayburnunu îstanbulun en çok aranıan ve beğenüen bir mesiresi yapmak gerekti. Halbuki orası tek bir kazinoyu bile yaşatamıyacak kadar boştur. Ahırkapı mezbeleleri etrafındaki kalabalığın belki yarısı Sarayburnunda görülmez. Vapurla burnun önünden her geçi şimde bu rağbetsizliğe bir sebeb arardım. Hava, manzara, yeşillik, saz, içki ve her şey orada vardı. Fakat kazino, fi tari hinde açıkken, ıpıssız dururdu. Garsonar ekseriya sinek avlarlardı, deniz kenarına kümelenip akıntıya karşı dalga geçirirlerdi. Şimdi bakıyorum, burnun rıhtımlannda hayli kalabalık var. Acaba oradaki güzellik yavaş yavaş anlaşılmıya mı başandı?... Fayır, aziz okuyucu, hayır. Güzel burnun rıhtımına yığılanlar balık avcılandır. Dişili erkekli, irili ufaklı bir çok insanlar orada kamış saplı oltalarla balık tutmağa savaşıyorlar, sabahtan gün batıncıya kadar didinip duruyorlar. Demek ki geçim sıkıntısı, para darlıgı, tabiî güzelliklerin, deniz ve kara güzelliklerinin cazibesinden daha kuvvetli. Sarayburnuna bile ancak balık avlamak çin gidilivor!... Rivayet ederler ki 2596 yıl evvel Bizans adlı bir başbuğun kılavuzluğile yeni bir yurd aramıya çıkan Meşraryalılar, Sarayburnunu kâhınler tarafından kendilerine müjdelenen kutlu yer olarak kabul etmişler ve eski Bizansın temelini burada kurmuşlardı. Halicle Boğaziçinin durmadan akıp gelen balık sürüleri, minimini Bizansın büyük bir ticaret merkezi olmasmı temin etti. Zoksibin idare ettiği Argos muhacirlerini de gene o balıklar Bizansa getirdi. işte bugün de Sarayburnu balıkiarın sayesinde adam yüzü görüyor ve adam sesi duyuyor. Buna balıkiarın hizmeti demek yerinde bir izah olmaz mı?. gal edilmiş olan eski vatanlanna dönemiyerek bilmecburiye yerleştikleri sahalarda kalmışlardır. Kalmış olduklan şu nunla da anlaşılıyor ki, bir buçuk asır sonra ve ta (12) nci asra kadar, ayni veya başka isimlerle gene Türkleri o havalide ekseriya Bavarlarla müttefikan, Franklara karşı harb halinde görüyo ruz. Attilânın başvekili Turkilingorum hanı Eddekunun oğlu, Italya fatihi Odvaerein reisi bulunduğu ve şimalde Baltık denizine ulaşan Rug, Erul ve Hele neydi o kızların hali? Turcilingarum aşiretlerinin cenub hu Binlercesinin içinde, vücudünde güdudunun gene Tuna boyunda Tulum ve zellik ve tenasüb olanı hemen yok gibiyPassov arasında olduğunu o devirlere aid di. Fevkalâde geniş baldırlar, kendi hahartalarda görüyoruz. line bırakılmış beller, üzerinde hiç çalıAttilâdan 350 yıl sonra, Charlemagne şılmamış kalçalar. ordulannı yedi sene uğraştıracak kuvvette bulunan UygurAvar Türkleri, Tu nanın yukarı kıyısında Tulunun çok ilerisinde, AltenWörthdeki kat'î hezimetlerine uğramıslar ve azim servetleri Avrupalılar tarafından yağma edilmekte bir daha bellerini doğrultamamışlardır. Vücudlerdeki nisbetsizlik, yapılan hareketlere ahenk veremiyorv kızlarımızı, hayalimizde yaşattığımız kadar güzel gösteremiyordu. Anlaşılıyor ki mekteblerimizde bu işe kâfi derecede ehemmiyet vermiyorlar. Yoksa neden Türk kızlan da Alman, Çek veya Rus kızları gibi tenasüblü, güzel, iç açıcı vücudlere malik olmasınlar? Bayramdan bayrama, gösteriş olsun diye jimnastik yapılırsa böyle olur işte. Ah, bir şu gösteriş hastalığından kurtulsakl 1 4 Eski manastırile meşhur Melk ile Krems kasabalan arasındaki Tuna bo yuna, Almanlar Wachau (Vahav) derler ki, bu dağlık güzel mıntaka, Hun larla Germanlann an'anevî münasebet leri üzerine işlenmiş meşhur Niebelungen menkıbelerinin sahnesini teşkil eder. AyN. ni sahanın diğer eski ismi ise Kuenrıng Bir cevab veya Hunnenringdir ki almanca Hun En beğenmediğim yazılarımı bile sık halkası, daha doğrusu Hun dairesi ma sık sütunlanna geçirdiği için, bana karnasına gelir. Hun merkezlerine bu adm şı mistik bir aşk beslediğine yavaş yavaş inanmağa başladığım Hatice Sü verilmesi şehir kurduklan yerlerin etra reyya, dünkü yazıstnda bu zannımı bofına daima halka, daire şeklinde bir si şa çıkardı: On beş, yirmi gündenberi per yapmalarından ileri geldiğini eski müphemleşmiş, mistikleşmişim; artik vak'anüvisler yazmaktadırlar. Avustur benı sevmıyecekmiş. Halbuki ben, başkalaşmadığıma emiyada Ring kelimesi beldeleri çeviren istihkâm manasına kalmıştır. Memlekette nim. Ne isem gene oyum. Eğer ortada an'aneleri, masallan hâlâ hikâye edilen değişen bir şey varsa, bu olsa olsa mukabele görmiyen bir aşkın, Hatice Sü • Kuenring şövalyeleri, tarihte sertliklerile reyyanın ruhunda uyandırdığı bir re ve Tunanın müteaddid boğazlarında, actiondur. boğmaçlarında, akıntının en tehlikeli Ah, şu kadınlar. n. noktalarında ticareti, seyrüseferi haraca kesmiş olan an'asıl Hun ve Avar dereTrakyada zeriyat vaziyeti beyleridir. Bunlann, en kuvvetli jatolaTekirdağ (Hususî) Bundan on rından başlıcalan, nehrin tab'an en güzel beş yirmi gün evveline kadar azamî olave dar olduğu nisbette tehlikeli olan geçidlerine hâkim tepeler üzerine kartal yu rak tahmin edilen 150 bin çuvalhk kuş valan gibi konmuş Aggstein, Weitenegg, yemi son yağmurlar dolayısile tarlalarda Durunstein, Mutarin burçlandır ki etraf çıkan ot ve bir takım haşereler yüzünden yerlerden, köylerden, dağlardan birço neşvünema kabiliyetini kaybetmiş ve ğunun isimlerini, dil ilmi sahiblen ne köylüleri düşündürmeğe başlamıştır. Bu German ne de Lâtin köklerile izah ede sebeble mahsulün şimdiden ne olacağı biliyorlar. Bir de türkçe soponymie tec kestirilemiyorsa da azamî randımanm geçen sene mahsulünden biraz fazla olarak rübeleri yapılsa faydalı olur. 80 bin çuval kadar olacağı [ahmin edilAvusturya ve Almanya asılzadegâ mektedir. Bu fasılasız yağışlann ayni zanından birçoğunun menşeleri bu hava manda diğer mahsuller üzerine de menfi lidedir. tesirler yaptığı anlaşılmaktadır. Bulgar Kralı Ferdinandın mensub olduğu Cobourg Gotha hanedanının sa Kayseri postanesinde intizam tosu Tuna üzerinde eski Grein beldesinHayseri (Hususî) Kayseri Posta ve dedir. Son Avusturya împaratoru Kral, Telgraf idaresindeki intizam hakikaten eskidenberi Habsburglann malı olan şavani takdir derecede vüksektir. Mektub ve gazetelerin trenlerden almıp halPersenburg şatosunda doğmuştur. Tarihin coğrafya üzerinde tatbikı irin ka ve dairelere dağıtılışı o kadar seri bunun kadar canlandırıcı, yaşatıcı saha ve o kadar muayyen saatlerde yapıl maktadır ki tren taahhuru gibi müs olmaz. Her noktasında. Türklerin tari tesna sebebler haric olmak üzere oir hini doğrudan doğruya veya bilmünasebe tek gün olsu,n bu intizamm değişmesi hatırlatan vak'a olmuştur. ne imkân yoktur. Asya Avrupa hududu, Türklügün Yeni gelen müdürün yüksek himmet garb cephesi Viyana ricatine kadar bu ve işe olan bağlılığı, bu intizamı iki mıshavalidedir. îngiltere, Belçika, Alman li arttırmıştır. Postanenin bu intizamı yalı Haçlılar büyük hülyalarla Filistine sayesindedir ki Kayseride bulunanlar giderken ve Türkten ders alarak döner bir gün önceki İstanbul gazetelerini ve ken buralardan dinlenerek geçmişler ve I ayni günkü Ankara gazetesini okuya Aslan Kalbli Rişar Tuna boyunda bir biliyorlar. Telgraf muhaberatındaki inşatoda esir kalmıştır. tizam daha mükemmel ve daha seridir Viyananın Osmanlı Türkleri tarafın Posta ve telgraf memurlarımızm bu hudan muhasarasında Almanya Impara susta gösterdikleri hassasiyet hakikaten toru Passaua kaçarak emniyetini ancak mühimdir ve kendileri şayani takdir ve orada bulmuştur. tebriktirler. 86 senedir eli şakağında ebedi uykusuru uyuyan küçük Pubi Bu camekânın gözler önüne serdiği manzara, hem hayret verici, hem hüzünlüdür. Ayaklan ve dayanılacak yeri si yah tahtadan, küçük bir hasır iskemle, üstünde, sakin bir uykuya dalmış hissini veren, san saçlı, 6 yaşında bir erkek ço cuk.. Babası, Pubinin cesedini tahnit ettikten sonra, ona, o vaktin çocuk kıyafeti olan beyaz benekli siyah kadifeden bir ceket, paçalan dantelâlı bir pantolon giydirmiştir. Ayaklannda boyalı iskar pinler, başında gene kadife bir kalpak vardır. Küçük Pubi, sol elini şakağına ve dirseğini iskemlenin kenanna dayamış, uyur vaziyettedir. Bu çocuğun seksen senedenberi bu camekânda oturan cesedi, ölüdüğü günkü vaziyetini aynen muhafaza etmektedir. Doktor Aranyi, çocuğunun cesedini tahnit işinde, yüksek ilmini o kadar bilgi ve meharetle kullanmıştır ki, Pubinin yüzünde, mumyalara has olan donuk renkten kat'iyyen eser yoktur, heyeti umumiyesi, uykuya dalmış, neredeyse uyana cakmış hissini vermektedir. lşin asıl hayret edilecek tarafı, doktorun, çocuğunun cesedini, tahnit ettikten sonra senelerce evinde, yazi masasının yanıbaşında muhafaza etmiş ve çalışhğı zamanlar, oğlunun ölüsile karşıkarşıya oturmuş olmasıdır. Doktor, 1887 senesinde ö'lmüş, vefatından sonra da, ailesi, bu mumyayı enstitüye hediye etmiştir. M. TURHAN TAN Beynelmilel Bebek sergisi Sıvasta inşaat faaliyeti Sıvas (Hususî) Bu sene şehrimizde umumî bir inşaat faaliyeti vardır. îstasyon civanna kurulmakta olan cer atblyesinde hummalı bir faaliyet devam etmektedir. Bu münasebetle ihtiyaç içerısinde bulunan birçok işsizlerimize iş sahası açtr.ıştır. Inhisar Idaresi için gene istasyon caddesinde başlanan modern bina da hemen bitmek üzeredir. Uray önünde ve Cum huriyet caddesindeki büyük arsa park haline getirilmiş, muhtelif ağaçlar ve çiçekler dikilerek halkımızm istirahatinı temin edici bir şekle konulmuştur. Şehiıde daha bunlara benzer birçok hususî bina inşaatı vardır. Geçen sene belediye tarafından vücude getirilen baraja iki kayık getirilmiş olduğundan birçok meraklılar cumartesi ve pazar günleri baraja toplanarak kayık gezintileri yapmaktadırlar. Halkevi spot kulübü tarafından bu barajda yakında < bir yüzme müsabakası da yapılacaktır. R. S. ATAB1NEN Kızılaylar ve Kızılhaçların iştirakile millî elbiseler giydirilmiş Bebek (Kukla) sergisi idare heyeti teknik mütehassıs ve yardımcı komitelerin de iştirakile Akşam Kız San'at mektebinde toplanarak serginin 8 ağustosta Kermes vesi lesile Taksim bahçesinde açılması, halktan arzu edenlerin sergiye iştirak et meleri ve müsabakada kazananlara mü Dün toplanan tertib kâfatlar verilmesi kararlaştırılrruş, heyet arasında iş bölümü yapılarak, jüri tezyinat ve sair kol ve komiteler seçimi yapılmıştır. Sergi hakkında tafsilât için ve sergiye iştirak edecekler bebeklerini 28 tem muza kadar İstanbul, Eminönünde Kızılay cemiyetinde sergi komitesine göndereceklerdir. heyeti Cumhuriyetin tefrikası: 9 SERSERI Yazan: Server Bedl ya kadar birbirlerinin yüzüne bakmadı lar. Suzan dedi ki: Çok iyi adamlar var bu dünya da... Sadi o zaman başmı kaldırdı ve Su zanın yüzüne baktı: Hayrola? Kim o yahu? Ne diyorsun? Haberler iyi mi? Ne idi o suratın, içeri girerken? Suzan eldivenlerini çıkarırken etrafı na bakıyor, daha ciddî bir yüzle cevab veriyordu: Doktor Aziz ... E? Polisler gitmiş ona.., Ne çabuk bel.. Bu dalavere senelerce kaç kişiyi geçindirdi. Fakat artık sökmüyor. Ne mü samere bileti, ne sahte abonecilik, ne takvimcilik, hiçbirini yutmuyorlar. Bir sürü fiyakasız, numarasız, toy serseri işin tadını kaçırdı. Şadi bu familyadan işlere bel bağhyacak kadar sersem değildi. Bir sinemaya girdi ve akşamı etti. Suzanla yedide buluşacaklardı. Çeyrek kala pastacıya damladı. Yedi buçuğa kadar, kırk beş dakika, bütün endişelerini uyandıran kötü bir sabırsızlık içinde kadmı beklemişti. Suzan çok ciddî bir suratla dükkân dan içeri girdiği zaman, 5 a ^i kendi kendine: «Havadis fena!» demişti ve kadın onun karşısına oturup ta söze başlayınca Gitmişler... Reçeteyi kime verdigini söylememiş. Ne diyorsun yahu! Aşkolsun, gi dip şu herifin elini öpeyim. Ben gittiğimde doktor orada idi. Sahi mi söylüyorsun? Bravo! Atnan anlat! Şadi Suzanın birdenbire elini tuttu: Şunu başından anlat, dedi, eve gittin, oradan başla. Suzan bir aksisada gibi tekrarladı: Eve gittim. Kapıyı bana bir erkek açtı. Erkek mi? Oda kim? Doktor. H a . . . Tuhaf şey... Sonra? Odaya girdimse, baktım, ağlıyor zavallı kadın... Nekadar da zayıfla mış... Eskiden vardı bu illet onda? Bırak onu sen... Ağlıyordu ha... Beni görünces tanımamış ilkön ce... Ben hemen koşmuş, kucaklamışım. Tanıdı o zaman... Ben bilmezdim o erkek kimdir? Amma Nazmiye ona: «Yabancı değil, doktor bey, anlatınız!» dedi. Ben de hemen demişim ki: «$adi Bey tarafından geliyorum.» H a . . . Ey... Doktor ne anlatıyordu? Doktor diyordu ki... Nasıl adam bu doktor? • Kıranta bir adamdır. Ellilik var dır. Yakışıklı, cana yakm bir zatdır. Bizim doktordan daha gene, daha... Bırak şimdi herifin gendiğini, güzelliğini... Meseleyi anlat. Sormuşsun da söylerim. Çok iyi bir adam. Diyor ki, evine bir polis gel miş, onu karakola çağırmış, reçetayı göstermişler, eczacı da, kadın da orada imiş, doktor reçetayı görünces anlamış; dü şünmüş ki seni ele verecek olur ise ablan ferıa olacak. Düşünmüş ki elli lira için bir insanın canile ovnamak doğru mu dur? Aşkolsun. H e . . . Demiş ki bu hasta onun e vine gelmiştir amma kim olduğunu bil moor. Yeni gelmiş bu mahalleye... Kim! Doktor yeni taşınmış bu mahalleye... H a . . . Doğru. Ben de herifi tanı dım etmiş bana. Sonra ne diller dökmüşum. mıyorum. Aldı mı parayı?.. Komiser hastayı tarif etsin demiş. Dolabın üstüne bıraktım. Doktor 1 Doktor yarımyamalak tarif etmiş. Bun ları anlattı ise Nazmiye ağlıyordu. Ben giderken ablan ağlıya ağlıya ona .teşekteselli etmişim. Doktorun yanmda de kür etti. Ne mubarek adam! Oidip elini ömişim ki: «Şadi bana geldi. Olan bitenleri anlattı. Sana göndermiş bu parayı... peceğim. H e . . . Çok kıyak adamdır. Kar Kendisi korktu, gelemedi.» Zavallı kadın! Parayı uzattım ise daha fazla ağlı sını da gönderecek, ablana baktıracak. Şadinin nemli gözleri dalıyordu. Sür yor idi. He, zordur amma... Doktorun atli nefesler almağa başladı. Suzan an önünde çalınmış parayı almak kolaydır? Sen de niçin doktorun önünde ve lahyordu: Yarım saat oturmuşum ablanm yarirsin? nında... «Hani iş bulmuştu, gene mi Ne yapayım? Doktoru kovamam ya! Adamcağız pencereden yana başmı haydudluk...» diyordu. Ben de demişim çevirmiştir. Ablan almadı parayı... Yal ki: «Ne yapsm! Çok sever seni...» Amvarmışım, yakarmışım, yemin etmişim: ma gene: «Hep benim yüzümden...» «Bu parayı ben veriyorum sana, demi diyor, Ağlıyordu. Sonra içini dökrü başim, çalınan para değildir, sana borc ve na... Uzun konuştuk... Bir komşu ka dın gelmiş idi. Ben kalktım. Sık sık uğriyorum.» Şadi başmı avcunun içine alarak yut nyacağım dedim. Şadi de gelir artık, dekundu: «Kötü be... îçime fenalık ge dim. liyor...» dedi. Bu gece gideceğim. Suzan devam ediyordu: [Arkast varl Çok ugraşmışım. Doktor da yar

Bu sayıdan diğer sayfalar: