29 Mayıs 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

29 Mayıs 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

29 Mayıs 1936 CUMHURİYET Düşünceter t Tembellik ve çalışkanlık Mekteblerde çalışkanlığı temin için her şeyden evvel tabiati kandırmak lâzımdır Yazan : Mehmed Karahasan Bundan bir ay evvel (3 nisan), Hasan Âli Yücelin, Cumhuriyetin fikirler sütununda çıkan «Haylâz ve korkak» başlıklı yazısı, maalesef matbuatımızda lâzım gelen alâkayı uyandırmadı. Başbakan îsmet İnönünün Afyon Karahisar lisesini ziyaret buyurduğu esnada yaptığı irşadlar vesilesile yazılan bu makale, müstakbel Türk münevver ve mütefekkirini yetiştinnekle mükellef olan müesse seleri düşündürecek, en hayatî bir meseleye temas etmiş bulunuyordu: «îsmet Inönü imtihanlarda muvaffak olan talebe nisbeti hakkında direktörden aldığı cevabı pek beğenir görünmemiştir.», «Mekteblerde Haylâz, tembel olanlar harbde de korkak olurlar... Bunun için her talebeyi çalışkan olmağa teşvik etmelidir.» demiştir. Hasan Âli Yücel, İnönünün sözlerinden aldığı ilhamla diyor ki: «Bugünkü gencliğe telkin edilmesi lüzumlu en mühim fikirlerden biri de bilgi ile ahlâkın, çalışma ile namusun, vazife ile hakkın ancak birlikte bir kıymet olabilecekleridir.» «Vazifeseverlik, ahlâk, fa zilet gibi büyük kıymetler ilkönce mek teb sıralarında kendini gösterir, ve oralardan ahnıp kazanıhr.» ve makalesini şöyle bitiriyor: «İnönü her Türkün kulağmda küpe olacak bir ders vermiştir. Onun bu sözlerinden ders almayı bilmek bize düşen bir vazifedir.» Eski bir hoca ve maarifçinin kaleminden çıkan bu yazılarda, mekteblerimizde mevcud anormal bir vakıanın müşahedesinden doğan bir hakikat vardır. Şüphesiz hâdiseye birçok sebebler gösterilebilir. Onu doğuran şartlan tetkik ve tesbit etmek bu işle meşgul olanlan yakinen alâkadar etmesi icab eden bir iştir: Zira Şeniyetin 'afakî tetkikinden edinilecek müspet mu'talar üzerine istinad etmiyen her türlü amprik çareler beyhudedir. Marazın tedavisine rasyonel bir ilâc bulmak lâzımdır. Başbakan îsmet İnönü hastalığı gömüştür. Tedavisi cihetine gidilmesini söylemiştir, direktifini vermiştir. Fa, kat onun işaret ettiği hedefe ulaşmak için lâzun olan vasıtaları temin etmek Türk maarifçilerine düşen vazifedir. Nitekim o memleketi demir ağla örmek lüzumunu göstermiştir. Fakat bu idealin tahakkukunu Türk mühendisleri vazife edinmişlerdir. Maarifçilerimizin bu işle meşgul ol duklanndan şüphe edemeyiz. Onlann bu mesele hakkında da birçok pedagojik tedbirler düşündükleri muhtemeldir. Esasen mekteblerimiz pedagojik nazariyelerin tatbikı hususunda garb memleketleri mekteblerinden geri değildir. Ve belki, ilim ve felsefe sahasında beşeriyete bü yük hizmetler etmiş, bazı memleketlerin mekteblerinden daha ileridedir de. Bu nun için burada pedagojiden bahsetmiyeceğiz. Esasen bu hususta kendimizde bir salâhiyet te görmüyoruz, biz daha ziyade mekteb hayatımızdan edindiğimiz şahrî tecrübelerden, bu hususa dair gördüklerimiz, işittiklerimiz ve okuduklan mızdan bahsedeceğiz. Bu arada, ruhiyat ve içtimaiyat gibi insandan bahseden müspet ilimlerden bazı yardımcı mu'talar elde etmege de dikkat edeceğiz. Çünkü: Müspet ilmin tecrübede tahkikine imkân göstermediği bir nazariyeyi hayatta tatbik etmeğe kalkmak, ideal âlemden hakikî âleme inememektir. Gerçi her ideal yüksek bjı fikir mahsulüdür. Fakat ona ulaşmak için de gene şeniyetle anlaşmak, bir filozofun dediği gibi, tabiati kandırmak lâzımdır. sebebleri ortadan kaldırmak, yani; tenbelliğe mâni olmak, ikincisi normal vaziyetin devamını temin etmek, yani; çalışmayı teşvik etmek. Hâdiseyi tevlid. ediyor görünen birkaç zahirî sebebi yoketmek kâfi değildir. Bütün illet ve şartları tetkik ve tahlil etmek, marazın menşeine kadar inmek lâzımdır. Şüphesiz, bu, pek te kolay bir iş değildir. Bu bizatihi maarif işlerile meşgul olanların, ve bilhassa tedris eden hocalarin daha vâkıfane halledebileceği bir meseledir. Fakat onlann da, bitaraf bir gözle, kendilerini idarecilik ve hocalık hissiyatından tecridle, afakî bir tetkike nekadar elverişli olduklannı nazan itibara almak lâzımdır. Muhakkak ki onlardan alınacak mu'talar olmaksızın, hiç birşey yapmanm imkâm yoktur. Hakikî müşahid onlardır. Fakat müşahedeleri üzerine verecekleri hükümlerde aldanmalan ihtimali daima mevcuddur. Bunun için, tedris heyetleri nezdinde yapılacak bir anket, ve sonra idarelerin vereceği müspet istatistiklere dayanan adedî hakikatler üzerinde, bitaraf makamların tabıî mümkün olduğu kadar bitaraf; çünkü mutlak bitaraf olamaz yapacağı bir tetkik, hakikate mümkün olduğu kadar yakm neticeler verebilir. Böyle bir tetkike lüzum görülüp görülmediğini, ve bunun ne derecede mümkün olduğunu bilmiyoruz. Fakat üzerinde ısrarla durulması icab eden bir mesele olduğu, en yüksek makamlarca da işaret edilmiş bulunuyor... Maarif hayatındaki tecrübemizin azlığı, ve idarî işlerde bulunmamaklığı mız dolayısile, bizce en ehemmiyetli olan hastalığm önüne geçmek için gösterdiğimiz çareler hakkında birşey diyecek vaziyette değiliz. Biz daha ziyade, çalışmayı teşvik etmek çareleri üzerinde bazı mütalealar yürüteceğiz. Böylece, bilvasıta, tenbelliğe mâni olmak imkânlarını araştırmış olacağız. Bunun için, gelecek yazılanmızda, çalışmanm şartlanndan, ve onu genc nesillere itiyad olarak vermenin imkârtlarından bahsedeceğiz. Çünkü bugünkü insanın taptığı en büyük ahlâkî kıymet çahşmadır. Fazilet ve çalışma aşağıyukan ayni mana ifade etmektedir. 3 Biz bize Sağ, Sol Kan beynine sıçramıştı. Çığlığa benzer bir sesle: Gelsene buraya! Diye bağırdı. Öteki, emirle yürümesini öğrendiğini gösteren sert adımlarla ona, üç adım kalaya kadar yaklaştı ve güneşin yaktığı sarımtırak çimenlerden ayaklarile bir demet toz kopararak durdu. Gözlerini bir noktaya dikmişti. «Ne zaman adam olacaksın be? Köyünden geleli iki ay oldu. îki aydanberi iki yüz defa anlattım, hâlâ Öğrenemedin gitti şunu. Ulan ayı mısın sen? Şimdiye kadar dağda mı yaşadın? îki kelimedir bu be? Şimdiye kadar sana iki kelime öğreten çıkmadı mı? însan yüzü görmedin mi hiç?» Havada eldivenli bir el yükseldi. Bir tokat sesi: Buna sağ derler. Bir tokat sesi daha: Buna da sol. Hadi bakalım şimdi yerine! Emirle yürümeğe abşmış adımlarla yerine döndü. Güneşten yanmış yanakjan daha fazla kızarmamıştı. Gözlerini gene bir noktaya dikti. Harb Şarkta kopacak gibi... Amerika Çine meftun; Japonyaya düşmandır! Bu derin düşmanlığın tesiridirki şiddetli bir kanunla Japonlara Amerika kapıları kapanmıştır 2 [•] Her milletin, kendine göre tahayyül ettiği bir şey vardır. Birleşik Amerikanın ötedenberi kurduğu hayal, Avrupa bo yunduruğundan, Avrupa an'anelerinden kurtulmak, yeni bir millet, genc bir medeniyet haline gelmektir. 1600 senesindenberi, Amerikadaki Avnıpah müstamereciler garbe doğru yürüyorlar. Bu suretle, istilâ ettikleri yeni kıt'ayı kâmilen aşmışlar, ve gene bu suretle Çine vannışlar ve orayı beğenmişlerdir. Zemheri Kadısı değil! kuyuculanmdan biri bana şu mektubu yazıyor: «Elime eski bir mecmua geçti. Yapraklannı çevirirken Hükkâmı erbainden îshak Çelebi diye bir söz gözüme ilişti. Erbain, benim bildiğime göre ka rakışm adıdır. Buna zemheri de derler. Fakat hükkâmı erbain tabirile karakış arasında bir münasebet bulamadım. Şem seddin Saminin Kamusuna baktım, müşkülümü halledemedim. Acaba zemheri zürefası gibi erbain kadılan da mı var dı?» Sorunun tarihle alâkası gerçekten mühimdir. Bu haysiyetle okuyucuya kısa bir cevab vermekle ikrifa edemedim, şu fıkrayı yazdım. îlkin bildiğimi söyliyeyim, sonra düşüncemi ortaya koyayım: Erbain, 22 birincikânundan 30 ikincikânuna kadar süren kış devresine eskilerin verdik leri addır. İstanbul halkı bu devreye büyük değer verirler ve zemheri soğuğuna kendilerini çarptırmamak için yemekte içmekte perhize, giyinip soyunmada ko runmıya dikkat ederlerdi. Erbain bitince kurbanlar kesmek ziyafetler verilmek ve Tophane civanndaki Kadiri tekkesinde helvalar çekmek âdetti. Fakat zemheri günlerinde ayılann inlerine çekilmelerinden kinaye olarak «er baine girmek» tabiri de dilimize geçmiştir. Bununla dostlanndan ansızm uzak laşıp göze görünmez olanlann inzivaya çekilmeleri kasdolunur. Nefsi körletmek, kalbi temizlemek için dervişlerin kırk gün bir höcereye kapanıp çile çıkarmalanna da erbain çıkarmak denir ki tasavvufî bir kullanıştır. Her safer aymm yirminci günü îranlılann pişirdikleri çorbaya dahi erbain aşuresi denilir. Şimdi sıra erbain hâkimliğine geldi: îstanbulun Osmanlılar devrindeki kazaî teşkilâtında kırk şer'iye mahkemesi vardı. Bunlann kadılarına erbain hâkimleri adı verilmişti. Sonraları kırk mahkemenin yerine dört mevleviyet tesis olundu. Bana gönderilen mektubda adı geçen îshak Ç lebinin o hâkimlerden biri olduğuna şüphe yoktur. MEHMED KARAHASAN Endişeye mahal yok! Ankaradan gelen malumata göre îktısad Vekâletinin ihrac tacirleri ve fir malan hakkında bazı kayidler koymak üzere hazırladığı proje tekemmül etmiştir. Bu proje hakkında ortaya çıkarılan bazı rivayetler, yeni ihrac mevsimi ba şında bulunduğumuz şu sıralarda ihra catçılan telâşa düşürmüş. Bilhassa alivre satışlara adeta engel olmağa başlamış br Alâkadar makamlardan aldığımız malumata göre yeni proje ile ihracat tacir ve firmalanndan bazı vasıflar aranılması istihdaf edilmekle beraber bu, hiç te endişe uyandırıcı bir mahiyette değildir. Çünkü Vekâlet bununla memleketimizde yerleşmiş ve ötdenberi dürüstî ile ha reket etmiş ihracat evlerine dokunmak değil, bilâkis bunları himaye etmeği is temektedir. Proje, ihracat âlemine musallat ol muş, memleket ve müstahsil aleyhine çalışan bir tıkam tufeylilerle mücadele etmek için alınacak tedbirleri ihtiva etmektedir Projeden ihracatçılardan muayyen Her hastalık gibi bunun da onune bir sermaye haddi aranmak kaydi de çıgeçmek için iki çare bulunabilir; birincisi karılrruş, bunun için başka bir formül buhastalığı tevlid eden maddî ve manevı lunmuştur. bırsızlıkla kendilerine düşen «nüfuz mıntakaları» nı koparmağa çalışırken, Amerika, kayidsiz göründü; Boxerlerin isyanından sonra, herkes tazminat isterken, Birleşik Amerika, kendisine ayrılan taz minatı kabul etmiyeceğini söyledi ve bu parayı, Amerikaya tahsile gelecek olan Çinli talebeye tahsis etti. 1921 ve 1922 de, Vaşingtonda, Amerika diplomasisi, Çin tezini müdafaa hususunda en çok çalışan diplomasi olmıy ve öteki milletleri, Çindeki imtiyazlarmı terke teşvik etmiş Avrupa, Amerikalılan sıkar. Avrupatir. Asyayı kanştıran anlaşmazlıkların yı beğendikleri, sevdikleri zaman bile, hepsinde, Birleşik Amerika, Çin lehinde bundan dolayı kendi kendilerine kızar vaziyet almıştır. lar ve hayatlarında bu kadar fazla yer Bu, boş bir idealizm hareketinden ibatuttuğu için de, Avrupaya öfkelenirler. ret değil, bütün bir milletin temayülüdür. Şark, bunun aksine olarak, onları eğlen diren bir yer, bir hayal bahçesidir. Her Çünkü, Amerikah iş adamlan, Çin neAmerikah ve her Amerikah grupu, ırkı hirleri ve Çin ovalarında para sarfetmek Düşünemiyen, göremiyen ve kin nedir nın mensub olduğu asla veya hissî te hususunda hiç tereddüd göstermemişler, bilmiyen o iç sızlatıcı, koyu rankli gözle mayüllerine göre, Avrupanın bir mınta Amerikah âlimler, Çin âsanatikalarının rini. kasını, diğer bütün mıntakalarına tercih ve tarihten önceki âsarın tetkiki uğrunda N. eder olduğu halde, şarkın kokularile mes büyük masraflara mütevakkıf heyeti setolmak hususunda bütün Amerikalılar feriyeler tertibinden çekinmemişlerdir. müttefiktir. Amerikalıları, hiçbir şey, Av Büyük Amerika bankalannın, 1919 dan rupa kadar ihtilâfa düşürmez ve hiç bir 1929 senesine kadar, Asyaya sokulmak şeyde de Pasifik bahsinde olduğu kadar ve Çin ticaretinin en geniş kısmmı kendi ittifak edemezler. Pasifik denizi adalan, lehlerine olarak işletmek maksadile yap1898 de işgal ettikleri Filipin, 1900 da tıklan gayret ümid edilen neticeyi tamagidip yerleştikleri Havai, 1867 de satın mile vermiş değildir. Maamafih, Ame aldıklan Alaska, sadece müstemlekeleri rika, Uzakşark pazarlannda, oldukça anin incisi değil, ayni zamanda en sev şağı bir dereceden, çok yüksek bir mevdikleri eğlence yeri, tercih ettikleri ziya kie çıkmağa muvaffak olmuştur. Ziraat Bankasınuı îstanbul şubesinde retgâhtır. Şayed, yorulmak bilmez, hatta insafvukuu iddia edilen buğday yolsuzluğuna sız ve bilhassa çok zeki, her türlü kalıba Şark, Birleşik Amerikada, halkın külaid ilk tahkikat Ziraat müsteşannın riyatüründe ve meşgalelerinde, bizde oldu girebilen, her teşebbüsü taklid ve rakibisetindeki bir teftiş heyeti tarafmdan yağundan çok daha büyük bir yer tutar. nin bütün hatalarından istifade kabiliyepılmış ve îstanbul Ziraat Bankası müdüAmerikada, ilkmekteblerde, Çin tarihini tinde olan Japon rekabeti, yolunu kesmerile iki memura işten el çektirilmişti. îlk ve Çin san'atlannı hulâsa eden renkli e miş olsaydı, Amerika, hiç şüphesiz daha tahkikat fezlekesi îstanbul Vilâyeti idare serler gördüm. Bostonda, Nevyorkta, Va iyi iş görecekti. Japonya ve Amerika, oheyetine, oradan da Devlet Şurasına gönşingtonda, Filâdelfiyada, misli görülme tuz senedenberi, Pasifik sahasında karşıderilmiş, Devlet Şurası, fezlekeyi 56 nokmiş bir mükemmeliyette şark kolleksiyon laşmışlardır ve otuz senedenberi, bu iki tadan nakzederek iade etmişti. ları gördüm ve bunlann, halk için bir if devlet arasmda derin bir düşmanlık teesTeftiş heyeti tekrar tahkikat yaparak tihar ve gurur membaı teşkil ettiğini an süs etmiştir. evrakı ikinci defa îstanbul Vilâyet idare ladım. Üniversitelerde, Çin hassasiyetinin Hükumetler, bunu örtmeğe ve önle heyetine vermiştir. Fakat Vilâyet idare Amerika din esprisi üzerinde ne dereceye meğe çalışıyorlar. Fakat, şimdiye kadar heyeti, ikinci defa yapılan tahkikatın, kadar cazibesi olduğunu, îrving Babbitt buna muvaffak olamamışlardır. Halkın Devlet Şurasınm istediği şekilde yapılma gibi bir filozofun, yahud Thornton Wilöfkesi, Amerikan kongresini, Japonlan mış olduğunu ve gene ilk defaki gibi nok der gibi bir romancının, Çin dehasının şimalî Amerika kat'asmdan uzaklaştır san olarak tanzim edildiğini görerek fez tesirine nekadar kapıldıklannı ve genclik lekeyi iade etmiştir. 1 7 aydır devam eden çağlannı geçirdikleri o çin toprağına ne mağı istihdaf eden kanunlar kabulüne tahkikat dosyası gide gele, gide gele bü dereceye kadar meclub olduklarını birçok mecbur bıraktı. Kaliforniyadaki beyaz renkli nüfusu teşkil eden insan kütlesi yüyerek 25 kiloluk bir bavul halini almış defa hayretlerle gördüm. bunda ısrar gösterdi ve, büyük bir miltır. 25 kiloluk bavul tekrar Ankaraya Maruf Çinli aktör Mei Lan Fang, gönderilmiş ve fezlekenin Devlet Şura 1933 te, Amerika turnesi yaptığı zaman, letin haysiyetine bu suretle darbe vur sının isteği dairesinde yeniden tanzimi isher tarafta, muzaffer bir kumandan gibi manın arzettiği tehlikeye rağmen, Va tenmiştir. karşılandı ve Sarah Bernhardtdanberi şington hükumeti, bu kanunlan kabul ethiçbir Avrupalı aktörün kazanamadığı tirmek zaruretinde kaldı. 1890 senesinde, Romanyaya tertib edilen Birleşik Amerikada, ancak 2,000 Japon muvaffakiyetlere nail oldu. seyahat vardı, 1900 de, 24,000 olmuş 1930 da Amerikalının, hakkında en fazla te Ticaret Odası tüccarlarımızın iyi ik veccühle bahsettiği millet Çinlidir. Pearl bu rakam 141,500 ü bulmuştur. Kapı atısadî münasebetlerimiz olan Roman Buckun son kitablan, bilhassa Mother çık bırakılmış olsaydı, bu tezayüd baş yayı görmeleri ve oradaki tacir ve sa Earth isimli büyük roman, çok zengin, döndürücü bir sürat alacaktı. Birle nayicilerle temas etmeleri için Bükreşte çok orijinal, çok derin ve çok mütenevvi şik Amerikadaki Anglo Saksonlar, açılan (Bükreş Ayı) sergisini fırsat bi medeniyete sahib olan bu muazzam Im İtalyanlar ve Cermenler, bu istilâyı durlerek bir seyahat tertib etmiştir. Roman paratorluk hakkında beslenen alâkayı durmak üzere elele verdiler. 1904 tari yaya gidecek tacir ve sanayicilerimiz a büsbütün artırmıştır. Amerikah ile Çinli hinde, Kaliforniyada, ortalık kaynamaym üçünde Köstenceye hareket edecek arasmda şahsî bir dostluk mevcud bulunğa başladı. Mücadeleye şiddetle devam lerdir. duğunu, Üniversitelerde, otellerde ve yololundu ve nihayet, mayıs 1924 tarihli cu vapurlannda gözümle gördüm. ÇinliVapurdan denize atlıyarak nin zeki, hassas, biraz esrarlı, ince siması, bir kanunla, badema, hiçbir Japonun, Birkaçmak istedi Amerikalıda, daima, anî bir sempati u leşik Amerikaya yerleşemiyeceği karar altma alındı. Bu suretle, kapı, şiddetle Sabıkalı hırsızlardan Cemal, son za yandırmakta ve Çinlinin her fırsatta bulmanlarda polisin sıkı takibi karşısında mağa muvaffak olduğu muhteriz ve ter kapatılmış oluyordu. Japonlar, bu tedbiryakayı ele vermişti. Cemalin dün Em biyeli, Ölçülü ve dostane sözler, Ameri den müteessir oldular ve diplomasilerin niyet müdürlüğünde son tahkikatı ya kalının muhabbete teşne, nezakete susa deki inceliğe rağmen, bu hakaretamiz hapılmış ve Müteferrika polislerine teslim mış ruhunda, çok dostça tesirler yapmak reketin, kendilerinde uyandırdığı hiddeti izhardan geri durmadılar. Birleşik Ameedilerek Üsküdar Müddeiumumiliğine tadır. yollanmıştır. Kurnaz hırsız, vapur tam Birleşik Amerika, Çinin hoşuna gide rika Cumhuriyeti, bir Japon düşmanh Kızkulesi önlerine geldiği vakit birden cek şekilde hareket etmeği, ezelî bir ka ğınm, kendisi için ne gibi tehlikelere münbire polislerin yanından kaçmış ve ken nun tanımıştır. 1898 1900 de, büyük cer olabileceğini idrak ettiğinden, bazı disini denize atarak yüzmeğe başlamış Çin İmparatorluğunun tasfiyesi sırasında, tedbirler almak zaruretinde kaldı Ye bu tır. Fakat vapur durdurulmuş ve Cemal bütün Avrupa milletleri, yırtıcı bir sa tedbirler de tehlikeyi arttırdı. denizden çıkarılarak Müddeiumumiliğe [*] Birinci makale 27 mayıs tarihli sa . teslim edilmiştir. BERNAR FAY yımızda cıkmıştır. 25 kiloluk dosya Buğday tahkikatı dosyası tekrar Teftiş Heyetine iade edildi **• Eski tabirlerin yüzde doksanmı anla mak bugün mümkün değildir. «Ser dengeçti, ulak» gibi nisbeten basit olan lannı bile yabancı bir dildenmiş gibi yadırgıyanlar görülüyor. Halbuki o tabirlerin çoğunda tarihî bir haysiyet ve içtimaî âdetlerle ilgili bir hayatiyet vardır. Bu sebeble Kültür Bakanlığmın arabca ve acemceden lugat olarak dilimize geçen kelimeleri değil, fakat eski tabirleri ve ıstılahlan derletip ve yanlanna delâlet ettikleri içtimaî, tarihî ve lisanî mefhumlan koydunrp bastırması faydalı bir iş olur sanıyorum. Bu iş yapılmazsa Hazinei evrak vesikalannın bile iyi anlaşılmasına bence imkân kalmıyacaktır. M. TURHAN TAN Halk Opereti Bursada Bursa (Hususî) Halk Opereti şehrimize geldi. Tayyare sinemasında temsillerine başladı. Operet Bursada büyük bir rağbet gördü. Alman tezyinî san'atlar sergisi Ankarada büyük bir alâka ve takdir gören Alman Tezyinî San'atlar sergisi bugün Güzel San'atlar Akademisinde açılacaktır. Sergi resmen açümadan evvel îstanbul gazetecileri tarafından gezile cektir. Avusturya konsolosluğunun yeni binası Türkiyedeki Avusturya sefaretinin îstanbul konsolosluk şubesi 1 haziran 1936 tarihinde Taksim, Cumhuriyet caddesi 25 numarah Ceylân apartımanın daki yeni bürolarına taşınacaktır. Te lefon numarası 44954 tür. anda içen kadm, gözleri yaşaracak de recede gülmeğe devam ederek yerinden kalkmış, gelip Şadinin yanma oturmuş tu. Boynuna sanldı: Yaman adamsm şipşak, diyordu, bundan sonra hep sana Şipşak diyece ğim... Olur? Şadinin boyunbağını çözüyor, tekrar bağhyor, çenesinin altını gıdıklıyor, ayık zamanlarındaki ciddiyetinden hiç umulmıyan taşkınlıklar yapıyordu. Şadi onun ellerini tutarak: Rahat dur ahçık, sululuğu bırak..« dedi, şu şişeyi bitirelim de bara gidelim; ondan sonra Madam Afronun evinde sabaha kadar istediğin kepazeliği yaparsın! Suzan Şadinin saçlanna yapışara bağırmağa başlamıştı: Aman benim Şipşakımı sevsinler.J Falcılığa heves etmiştir, zo! Şadi elini kadının ağzma kapatarak mmldandı: [Arkan vari Cumhuriyetin tefrikası: 18 SERSERI Yazan: Server Bedi Ne zannettin ya!.. Bak nasıl olacak, sana anlatayım: Yarın sabah gene Madam Afroya gideceğiz, odaları iyice tertib edeceğiz, sen Hindli kıyafetine gireceksin. Ben öğleden sonra kızı alıp geleceğim. Sen bana diyeceksin ki: « îki kişi olmaz. Üstad bir kişi kabul eder. Suzan gözlerini açtn Nasıl demişsin? Istat mı? Üstad! Üstad! Yani... Büyük muallim filân demek. Sen öyle deyince: «Öyle ise ben biraz dolaşır, gelirim» diyeceğim, kapıdan çıkacağım. Sen kızı madamın odasına alacaksın, yirmi dakika kadar oyalıyacaksın. Ben tekrar usulca eve gelerek odama gireceğim, makyajımı yapacağım ve ortaya koyduracağı mız mangalın içine siyah bir $ey atacağım. Nedir o? Sen karışma. O siyah şey yanacak. Ödağacı mı? Ödağacı da var. Fakat o siyah şey başka. Dumanı iki odaya da hafifçe yayılacak. Tatlı bir sersemlik verir o. Esrardır, nedir? Tamam. îyi buldun. Ondan sonra ben elimde büyük bir tesbihle şezlongun üstüne uzanacağım. Yüzükoyun. Yüzükoyun mu? Evet. Sen kızı bitişik odaya getireceksin. Aradaki rül perdeden benim olduğum oda, dümanlar içinde görüne cek. Dolabdan da yeşil kandil ışığı gele Bir şeycik olmaz... Hafif sersemcek. Sen benim bulunduğum odaya bir ler. Ondan sonra ben alev falına bakacagöz attıktan sonra kıza: ğım. Alev falı ne oluyormuş ki? « Üstad istiğraka dalmış! diyecek Karanlık dolabda, bir kâsenin içinsin. de ispirto bulunacak, onu tutuşturaca Nasıl nasıl? îstiğrak, istiğrak! îyi belle: îs ğım. Evi tutuşturmayasm? tiğrak! Biraz beklemesini söyliyeceksin Yok be... Kâseden yükselen alevve parmağmı dudağma koyarak susma smı işaret edeceksin. Sonra ben yerimdn lere bakarak, hindce dualar okuya okukalkıp oturacağım, sana hindce bir şey ya, Sabahate evvelâ kaybolan çantası nın içinde neler olduğunu söyliyeceler söyliyeceğim. ğim. Hindce mi? Yamansın be çocuk... Kız şaşıp Guya!.. Uyduracağım... Sen de kalır. uyduracaksın. Fakat çantanm nerede olduğunu Ben hiç hindce duymamışım. söylemiyeceğim. Benden de al o kadar. Uydur iş Ya? te be... Ermeniceyi biraz değiştirerek Altın falma bakmadan söylemem. söylersin. Sonra kızı alıp yanıma getire Nedir o altın falı? ceksin. Ben onun başını mangaldan yükselen dümanlar üstüne tutarak yüzünü Yedi altın bir çanakta eritilecek, üfliyeceğim, hindce bir dua okuyaca ondan çıkan dumana bakarak çantayı ğım. bulacağım! Sahiden altmları eritecek misin? Ya kız esrar dümanından bayılırGarson rakılan getirmiş ve şjşeyi açsa?.. mıştı. Şadi Suzana kadehini doldurup uzatarak bağırdı: Budalamısın, nesin be! Çek şu rakıyı da aklın başma gelsin. Altınlar cebe! Altınlan kim getirecek> Tabiî kız getirecekl Suzan birdenbire sordu: Ne zaman düşündün bunlan? Dün gece hiç uyumamışsın da bunlan kur muşsun kafanda? Yok be... Şimdi düşünüyorum; ben öyle elimi şakağıma dayıyarak ar pacı kumrusu gibi numara mı düşüneceğim? Ondan hiçbir şey çıkmaz. însan hayale dalar, korku basar adamın üstüne... Ben aklıma geleni şipşak yaparım, vakit geçirmeğe gelmez. Suzan, Şadinin bütün pratik felsefesini hulâsa ettiği için sık sık kullanmaktan hoşlandığı bu «şipşak» kelimesine gülüyordu: Şipşak ha... Ne çok ta söylersin bu lafı... Ve ikinci kadehi de somına kadar bir

Bu sayıdan diğer sayfalar: