14 Haziran 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

14 Haziran 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

14 Haziran 1936 CUMHURİYET KüHür ve terbiye Almanyada sistem Yazan: Prof. Salih Murad 7 Almanyada mecburî tahsil usulü 1763 te Büyük Fredrik zamanında konmuşsa da tcrbiye sistemi 1806 ya gelinciye kadar iyi bir hale konmamıştı. 1807 de vatan seven nazırlardan Von Stein yarı dinî olan Abeschul Kollegnim'i kaldırıp terbiye işlerini Dahiliye Nezaretine devretti ve bu işin başına maruf ilim adamlanndan Von Humboldtu getirmeğe muvaffak oldu. Humboldtun yaptığı müsbet işlerin en büyüğü Berlin Universitesinin kuruluşudur. Humboldtun orta tedrisat işlerindeki siyaseti eski Lâtin mekleblerinin dar filoloji pedantsile devrin 3reni ümanizm ihtiyaclarını birbirine bağlamağa çalıştnaktı. Gene Humboldtun himmetile ilkmekteblere pestoloji usulü sokulmuştu. Bunlara rağmen kilisenin mekteblerdeki parmağı tamamile ortadan kaldınlamamıştı. Nihayet 1872 de hükumetle Rumen katolik kilisesi arasındakî mücadele bitip mekteblerin idare ve teftişi tamamile hükumete geçti. Almanyada harbden evvelki orta tedrisat mektebleri şunlardı: I Klâsik mektebler: ( A ) Dokuz senelik gimnazyum. (B) Altı senelik progimnazyum. II Asrî mektebler (a) yarı klâsik: (1) Real gimnazyum (9 sene). (2) Real gimnazyum (6 sene). (B) Klâsik olmıyanlar (lâtincesiz). (1) Oberrealşule (9 sene). (2) Realşule (6 sene). Mekteb tipleri arasındaki fark memleketin iptidaî bir ziraat memleketinden sınaî bir şekle değişmesi yüzünden meydana gelmişti. Almanyada yeni sistemdeki mekteblerin kuruluşu kolay olmamış, bir takım mücadelelere sebeb olmuştur. Bu tasnif biraz tadil edilerek 1927 ye kadar devam etmiştir. Almanyada Imparatorluğun kuruluş tarihi olan 1871 denberi yeni mekteblerin kabulü ve yapılması meselesi büyük mücadelelere yol açmıştır. 1890 da bir mekteb kongresini toplıyan Imparator millî esaslara istinad ettiğini ileri sürerek Gimnazyumları tenkid ederken «Vazifemiz gencleri, genc Yunanlı veya Romalı olarak değil, genc Alman olarak yetiştirmekten ibaret olmalıdır» demişti. O kongrede Gimnazyumlar da lâtince saatlerinin azaltılmasma ve Alman dinini iyi bilmiyen talebeye mekteb şehadetna mesi verilmemesine karar verilmişse de bu karar ancak bir meJjteb peryodu kadar tatbik edilebilmiştir. 1900 senesinde toplanan ikinci bir kongre klâsik tedrisat yapan (yani yukarıdaki birinci katagoriye giren) mekteblerde lâtinceye ehemmiyet verilmesine ve oberrealşule programlarından Iâtincenin büsbütün çıkarılmasma karar vermiştir. Almanyada 1918 inkılâbının terbiye îşlerinde yaptığı tesir umumî faaliyetin tır. [•] Ilk yazılar 24, 26, 30 mayıs, 5, 9 ve 11 haziran tarihli nüshalarımızda çıkmış Simal Türklerînin kaybettikleri büyük âlim Şimal Türklerinin ileri gelen mütefekkirlerinden Rizaeddin İbni Fahreddinin vefât ettiğini yazmışük. Fahreddinoğlu, Kazan Türkleri arasmda, bütün îslâm ve Türk dünyasmca tanınmış olan Şihabeddin Mercaniden sonra, kendi kendini yetiştiren kuvvetli bir kafa ve nadir bir zekâdır. Tahsilini yalniz bir şimal Türk kasabasındaki medresede yapmış olan bu zat, ilim ve fikir ufkunun genişlemesinde yalniz kendisinin zekâsma ve çalışkanlığına medyundur. Fahreddinoğlu, şimal Türklerine mev* kut matbuat kurmak imkânını da veren birinci, 1905 Rusya inkılâbmı, olgun bir muharrir olarak karşılamıştı. 1907 yılında Orenburgta Ş. ve Z . Rami oğullan, maruf muharrırlerden Fatih Keriminin başmuharrirliği altında neşretmekte ol duklan «Vakıt» gazetesi yanında bir de mecmua çıkarmıya karar vererek, onun başmuharrirliğine, F. Keriminin dayısı olan Fahreddinoğlu getirilince, bizim alimimiz için artık bu gibi bir alan da açılmış ve o artık profesyonel bir muharrir ve gazeteci olmuştu. «Şura» admı taşıyan ve ayda iki defa çıkan bu mecmua, şimal Türklerinin o zamanki fikrî ve medenî seviyelerine göre, en iyi bir dergi idi. Başmuharrir Fahreddinoğlu Ufada iken, eski eserlerden çıkardığı Türk ta rihine dair materyellerin büyük bir kıs mını işte bu mecmuada neşretmiştir. A deta mecmuanm her nüshasında «Meş hur kimseler ve uluğ hâdiseler» başlığı altında yazdığı başmakaleleri ve diğer birçok yazılan tarihî ve içtimaî mater yel olmaları itibarile bizim için çok kıymetli eserlerdir. İnkılâb abîdesinin yeri Dolmabahçe meydanı en münasibidir Büyük Atatürk İstanbula ilk defa oradan ayak basmakla abidenin yerini daha o gün gösterdiler! Elsiz yazı bile yazılır Sj ran elçilik evinin yanmdan Ankara II caddesine inen dar sokak dilenciler sığınağıdır. Oranın gediklilerinden bir arab kansı vardır ki her yıl bir çocuk yapar ve gene her yıl, gelip geçenlerin eteğine yeni bir çift kara köstek takar. Başka bir yerde ve hele başka bir medenî şehirde böyle yedi sekiz çocuğile göz göre göre yolkesenlik yapan dilenciye raslanamaz sanınm. Bu, bizim İstanbulun tarihe geçirilmeğe değer kara garibelerinden biridir. Gene o dar sokakta «icrayi san'at» eden dilenci esnafından kolsuz ve ayaksız bir mahluk göriiyoruz. Zavalhnın kolu yok, eli var ve bu eller omuzuna yapışık. Uzaktan kımıldıyan dallıbudaklı bir çıyan gibi görünüyor ve bu müteharrik parmaklar her gelip geçenin gözünü aata aata çimdikliyor. Yann torunlannı da etrafına sırahyacak olan arab kansını orada yaşatan belediyenin müsamehası ise bu acıklı faciayı bize hergün tetnaşa ettiren o müessesenin merhameti olacak. Anlaşlıyor ki eli omuzunda biten ve ayağı da olmıyan bir adamın dilenciliğe liyakati kabul edilmiştir. Halbuki dağlara takla atnran gayret ve vazife aşkı böyle sakatlara da geçim kudreti verebilir. Nasıl ki vaktile bu kolsut ve ayaksız dilencinin bir eşi, itinalı bir davranışla hattat yapılmıştı. In*nmazsanız Fındıklılı tarihinden aldığımşu satırları okuyunuz: «İki elleri bileklerinden, iki «yaklan topuklanndan kopup süriinmeğe ro»h kum kalan bir genc, dilencilikten başka geçim yolu bulamryacağını anlamış ve bunu erliğine yedirememiş olduğundan memleketi olan Boludan İstanbula geldi, hattat Suyolcu zadeden aylarca meşk aldı, düzgün yazı yazmağa kudret kazandı ve bir risale istinsah edip Babıaliye sundu, kaziyye devlet ricalinin kulağına değdikte tecrübe edilmek istenildi, divana çağınldı. Elsiz ve kolsuz hattat divanda bileğinin udarile belinden diviti çıkardı, kalemi de gene iki bileğinin ucile muhkem yakaladı, kâğıdı yere koydu. Bu acib vaziyette seriülkalem kâtibler gibi korkusuz ve pervasız bir saür sülüs ve iki saur nesih yazıp seyredenlerı hayret içinde bıraktı. Evvelce yazdığı risaleler de koynundaydı, onları divan erkânına dağıttı. Bu hüner, takdire lâyık olduğundan elsiz ve ayaksız hattata bir hayli bahşiş verildi, yirmi akçe de günlük maaş bağlandı!..» GSrülüyor ki himmet ve dikkat kolsuzlan kâtib yapıyor. Şu takdirde omuzuna * ' yapışan elinin feci kımıldanışile görenlerin gözünü çimdikliyen ve yüreğini tiksindiren su sakat dilenci de bir işte kullanılabilir. Fakat biz belediyeden böyle harikalar istemiyoruz. Yalniz dilencilerin sokaklarda yuva ve aile kurmalarına, tabiat için ayıb sayılan sakatlıkların da çirkin bir inkişaf içinde teşhirine meydan verilmemeşini istiyoruz. İstiyoruz, lâkin «verekı mihrü vefayı kim okur, kim dinler» demekten de geri kalmıyoruz. • ** herhangi bir şubesindeki tesirden büyüktür. Gayesi Weimar kongresinde açıkça ifade edilen bu terbiye sistemi bir tek millî terbiye sistemine matuftur. Bütün nazırlar, müdürler bu kararların haricı ne çıkmamaktadır. Grundşule'den çıkan bir çocuk ya üniversiteye yol açan bir tâli mektebe, yahud 16 yaşlarında iken ticaret ve sanayi âlemine atılmak istiyorsa bir ortamektebe gidiyor ve yahud, mümkün olduğu kadar küçük yaşta işe atılmak istiyorsa, ilkmekttbde kalıyor. Çocuklann çoğu üçüncü yolu tercih ediyorlarsa da yüksek mekteblere aynlan talebe adedi 1918 denberi artmaktadır. Maksad ve programları îngilterenin Central mektebleri programlarına pek benziyen Mittleşuleye hücum çok artmıştır. Bu suretle büyük yük altında bulunan Realşulelerin bir kısım yükü Mittleşuleye geçmiştir. Nevyork limanında Hürriyet abideri İnkılâb abidesine yaz cami! Deniz kenarındaki bu güzeluygun yer bulmak Abidenin kaidesi 150 ayak, hususunda bir mec heykelin kendisi 151 ayak yük liği bozabilecek arliste geçen münasmkliğindedir. Böylece umumî ir kasmda bina, ma halleyok [1]. Yakaşaları bundan tifa 300 ayak, yani takriben 93 vaş, yavaş yükse metrodur. Abidenin içinden bir evvelki yazımda merdivenle yukarıya kadar çı • len uzun bir vâdi (Cumhuriyet 12/ kılır. nihayetindeki Har6/936) hulâsa et «Dünyanm tekizinci harikan» biye mektebi, sağ tikten sonra bu iş namı verilen bu azametli abide yamacda Maçka için sarfedileceği Bedloe namındaki ada üzerinde~ kışlası, soldaki yasöylenen parayı az dir. Her gün, sabah 6 dan akşam' macda Taşkışla, dabulmuştum. Bu sasaat yediye kadar bu adaya işli ha beride Mühen tırlan okumak te yen vapurlar sayennde halk afridis mektebi. nezzülünde bulun deyi ziyaret edebilmektedir. muş olan çok sa Tarihî kıymet yın bir zat: «Insan Dolmabahçenin tarihî kıymeti de biayağını yorganına göre uzatmalı» sözüzim için ne büyüktür! Türkler Istanbulu nü bana ihtar etmek lutfunda bulundualmak için gemilerini karaya bu sahilden lar. Işte bu ihtar beni gene bu mevzu hak çıkardılar. Bu vadiden yukan çektiler. kında yazmağa, anlaşılamamış gibi gÖ Ve belki de Harbiye mektebinin bulunrünen fikrimi daha açık izah etmeğe duğu yerden Halice doğru sarkıttılar. Atatürk ve inkılâb arkadaşlannın çosevkediyor. ğu bu Harbiye mektebinde okudular. Ben parayı az bulmuyorum. Bir defada bu kadar para harcamakla elde edile Burada fılizlenmeğe başlıyan inkılâb bilecek abide, denizde olsun, karada vadiden aşağıya indi. Deniz kenarındaki olsun, şekli ve biçimi ne olursa olsun, yü sarayda oturan halifeleri tahttan indirce maksada göre küçük düşer diye korku di. Memleket hududlan dışarısına attı. yorum. Bu korkuyu haklı gösterecek şim Tarihte yeni bir sahife açtı. Halifeleri tutmağa çahşan işgal ordudiye kadar yapılmış abide misallerimiz ları, muzaffer çıkan Türk ihtilâlinin bayAtatürk inkılâbının ehemmiyetine, aza rağını Dolmabahçe meydanında selâmngfetine göre abide yapmak için paramız ladı, bir daha yeni Türkiye istiklâline kayetmiyorsa para noksanını telâfi edecek rışmamağa tövbe ederek Avrupa kuvbaşka unsurlar arıyahm: Yeri iyi seçe vetleri bu meydandan çekilip gitti. Ve bizim için en mühimmi: Büyük lim, abideyi tedricî yapalım. Bir ehram gibi her taşı bir vak'a, her basamağı bir Onder Atatürk kurtardığı Türkiyenin devir olsun! Gönül isterdi ki bu abide Avrupasına dönerken îstanbul toprağına miz, ifadesi, güzelliği ve azametile Is ayak basmak için Dolmabahçeyi seçtitanbulda mevcud bütün tarihî abidelere ler. İnkılâb abidesinin kurulacağı yeri daha o gün gösterdiler 1 üstün gelsin. Abide, bina itibarile büyük mü olaV. BtRSON cak, küçük mü olacak, bu mütehassısla[1] Yok, diyorum. Çünkü yukarıda, tepe. rm tayin edeceği cihettir. Fakat herhal de, Maçka altında apartımanları Bostande meydansız lstanbulda büyük bir deresine dogru daha yeni sarkıtmağa başmeydanın vücude gelmesine sebeb olma lıyoruz. Bu çirkinliğin önııne geçmeğe vesile olur diye bundan evvelki yazımda lı. Abide bu sahanın ya ortasında veya İnkılâb anıdmı bu tepede kurmak fikrini bir kenarında bulunmalı. Abide tavaf ileri sürmüştum. Deniz tarafında apartu yeri, meydan merasim meydanı olmalı man hastalığı <mevzii> olarak kendisini noktada göstermiştir. Caml üe dır. İstanbulun her tarafı denizle çev yalniz bir mektebi arasındaki guzel ve hâMühendis rili olduğu için abide denizden de gö kim yamacda 3 . 4 bina. Belki İnkılâb anıdına en ,uygun yer burasıdır. Bu münaserünmelidir. Adanada himaye edilen yoksul yavrular Adana (Hususî) Şehrimizdeki Çocuk Esirgeme kurumu geçen yıllarda olduğu gibi diğer hayır müessesatile elele vererek bu yıl da yüzlerce yoksul mekteb talebesine öğle ve akşam ye mekleri vermiştir. Kurumun bu hayırlı lngilizlerin Central mektebleri, bil hassa bizim için, pek enteresan olduğundan buna aid tafsilâtı sonraki makaleye bırakıyorum. İngilterede olduğu gibi Almanyada da yeni mekteblerde fakir ve zeki çocukların inkişafı daima gözönünde tutulmakta... Bu maksad için yeni tipte iki mekteb ihdas edilmiştir. Bunlardan birincisi olan Deutsche Oberschulede Weimar kongresinde kabul edilen esaslara tamamen riayet edildiği gibi millî ruh, Alman tarihi, edebiyatı ve san'atının millî ba kımdan tetkikine ehemmiyet verilmekte dir. Bu mektebde ecnebi dile de büyük kıymet verilmektedir. Bu mektebler es1917 inkılâbma kadar devam eden kiden ilk muallim mekteblerine talebe «Şura» nüshalarında bu gibi yazılann hazırlıyan mektebler yerlerini almakta miktan pek çoktur. O, yalniz «Şura» da dir. değil, «Vakıt» gazetesinde de birçok Bu yeni mekteblerden ikincisi Auf faydalı yazılar yazmış, ve bu Orenburg banschule (ikmal mektebleri) dir. Ame devrinde onun bazı eserleri kitab şeklinrikadaki High School esasına göre kuru de de çıkmıştır. lan bu terbiye müesseseleri ilkmektebi biFahreddinoğlunun işlenmiş bir kalemi, tirenlere mahsustur. Saksonya ve Prus kendisine has sağlam bir stili vardır. O, yada talebeler yedi senelik ilkmektebi «Dilde birlik» şiarını ortaya atan ve ö(13 yaşlarında) bitırdikten sonra nor ünciye kadar bu fikri müdafaa eden mal tâlî mekteb talebesinin 9 senede yap Kırımlı Ismail Gaspıralanın lisanını betığı işi bu mekteblerde 6 senede bitirmek nimsememişse de, bazı diğer muharrirler tedir. gibi, bilhassa Kazan lehçesine saplanıp Son zamanlarda Berlinde kâhiller için kalmış ve yazılannın, mümkün olduğu bir gece lisesi açılmış olup muhtelif se kadar, o zamanki Rusya Türklerinin beblerden dolayı lise ve yüksek tahsil hepsi tarafından anlaşılmasmı gözö'nün yapamamış olan kâhiller bu liseyi ve son de rutmuştu ki, bence o, bunda epey ra da üniversiteye devam ederek yüksek muvaffak olmuştur. Merhum yazılarmda mâna ve mef tahsil görmüş oluyorlar. huma ehemmiyet verdiği gibi, şekle de Eski tipten 9 senelik mektebler idame edilmekte ise de zamanımızdaki hayat çok itina ediyordu, muhakemesi köklü ve şartlan yüzünden bunların adedi gittik mantığı kuvvetli idi. Onun ahlâkî ve terçe azalmaktadır. Müfredat programla biyevî eserlerinin ve didaktik özlü, anı rının mekteblerde tatbikına gelince; mek lan iki küçük romanının zamanında epey teb ana hatlara sadık kalırsa da talebenin tesir ve faydalan görülmüştür. Tarihî ve vaziyetine göre teferrüatta oynamak sa içtimaî eserleri ise, merhumu her zaman lâhiyetine maliktir. Muhtelif şubelere inti andıracak ve onun adını mengüleştirecek sab edenlere ayni bilgiyi vermek gayesini çok kıymetlı anıtlardır. 20 nci asrın başlarında şimal Türk taşıyan eski Allgemeine Bildung (yani lüğünün fikrî ve medenî hayatında «Riumumî kültür) mefhumu bugün tama za Kadı» nın oynadığı rol çok büyüktür. men ortadan kalkmış gibidir. Onun dingin bir ifade ve üslub içinde düSALİH MURAD şündürücü ve diriltici bir ruh ve güç taşıyan eserleri, şimal Türk gençliği için bir fikir ve ülkü gıdası olmuştur. Anılan «Vakıt» ve «Şura» gazetelerinde bir yıl kadar merhumla birlikte çalışmıştım. Zaten benim de gazetecilik manfetim asıl bu organlarda başlamıştı. Merhum kendisi mücadeleci ve kavgacı bir adam değil idise de, benim «Vakıt» ve «Şura» da yazdığım polemik ve tenkidlerimden hoşlanır ve arasıra şevk ve cesaret verici sözler söylerdi... Her halde, mütefekkir ve muharrir «Rizaeddin İbni Fahreddin» bizim için faaliyeti şehrimizdeki birçok kimseleri «ö'lmez ö'lüler» den biridir. O, kendisinı çok müfcehassis ettiğinden yardımlar mengü yaşatacak eserler bırakmışbr. Gelecekte onun hakkında bir monagrafi fazlalaşmıştır. yazmak ve külliyatını bastırmak şimal Gönderdiğim resim kurumun bak tığı yavrulardan bir kısmmı göster Türklüğünün kutsal bir borcudur. mektedir. ABDULLAH TAMAS Bir misal Hayal, meyal tasavvur edebildiğim halde kalemimle anlatamadığım böyle bir abide için lâzım olan yeri ve şartlan lstanbulda bulmak ve bunu yıllara taksim ederek yavaş yavaş elde etmek fik rimce kabildir. istanbula Marmaradan olsun, Boğaziçinden olsun, deniz yolile gelirken göze çarpan yerler; Kızkulesi, Sarayburnu ve Dolmabahçedir. Kızkulesi deniz ortasmda bulunduğu için, Sarayburnu denize uzanan bir çıkıntı teşkil ettiği için.. Gözün Dolmabahçeye kayması bu ranın güzelliğinden dolayıdır: Mavi deniz boyu uzanan tertemız bir saray, ağaclı, yeşilli bir meydan, daha ileride be betle de hastalık durdurulur ve bu çıbanlar oradan kalkar. Kastamonuyu sel bastı Kastamonu (Hususî) Bir buçuk aydanberi sık sık yağan yağmurlar nihayet haziranın üçüncü günü akşamı bir afet halini almıştır. Akşam üstü saat dörtte başlıyan şiddetli yağmur yarım saat içinde şehrin ortasmdan geçen 23 metro genişliğin deki derenin sularını üç metroya kadar yükseltmiş ve sular civardaki evlerle bahçeleri basmıştır. Kastamonu Çankırı yolu üzerindeki rıhtımın bir kısmı yıkılmış ve Olukbaşı mevkiindeki çayırlıkta bulunan birçok büyük ağaclar sökülüp gitmiştir. Ay siz de doğruyu çok mu seversinız? Şadi bütün ciddiyetile: Pek çok! dedi, size birşey söylersem inanır mısınız? Ben hayatanda bir kere yalan söylemedim. Hile nedir bil mem. Sabahat Şadinin yüzüne bakarak: Belli! dedi. Alay mı ediyordu? Şadi bu şüphe ile önüne bakarak: Hile, şeytanlık... Hiç beceremiyeceğim şeyler... diye mınldandı. Ben de sizi öyle sanıyordum. Demek aldanmamışım. Açık yürekli bir insana benziyorsunuz. Yani benim Sabaha benziyorsunuz. Yüzüm de benziyor mu? Yüzünüz? Sabahat Şadinin yüzüne bir daha, fakat bu sefer yan gözle ve kısa bir an içinde bakarak: Gözleriniz biraz... dedi, skinkinin Fıkramı şu son cümle ile bitirdikten sonra hatınma edebî bir nükte geldi, onu da kaydetmekten kendimi alamadım. Hacet sahiblerinden biri arzuhal sunup ta yardım göremediği bir adama «varakı mihrü vefayı kim okur, kim dinler» diyerek sitem etmek isteyince şu cevabı al mış: Kim iemiştir varakı mihrü vefayı kim okur? Var mıdtr mihrü vefa kim okuna eorakı?.. Hakikaten böyle!... M. TURHAN TAN rengi koyu, onun biraz açıkür.. Sonra o sizden daha pembe... Siz esmere yakmsınız. Fakat başınızın duruşu ona çok benziyor. Başm duruşu mu? Nasıl olur o? Siz çoğu, hep çenenizi geri çekerek ve gerdan yapmıya çalışarak komışuyorsunuz. O da mı öyle? Tıpkı. Tuhaf şey... Ben kendimde böyle bir hal olduğunu ilk defa sizden duyuyorum. O kadar çok yapîyorsunuz kî Hunu... Fena mı? Hiç değil. Sabahatle bu tarzda konuşmak Şadinitt çok hoşuna gidiyordu, fakat sinema tekrar başlaymca sustular. O zaman Şadi Sabahatin bir elini luttu ve dudaklarına götürdü. lÂrkast vari Cumhuriyetin tefrikası: 33 SERSERİ Yazan: Server Bedi Gözlerimi kapıyacağım. Çağıra cağım. Gelecek. «Sabahım, sen nisanm on dördünde mi doğmuştun, yirmi dör dünde mi? îyi aklımda kalmamış. Bilirsin ki ben çabuk unuturum. Bir de hangi sene doğmuştun? Yani şimdi kaç yaşındasın?» diye sorarım. Sabahım mı dediniz? Evet, adı Sabahtır. Benim adıma benzer. Çok şey... Haydi sorunuz baka lrm. Sabahat gözlermi kapadı. Dudakla nnm etrafmdaki gülümseyiş azar azar siliniyordu. Başı arkaya doğru meyletti. Uyuyor gibiydi. Dudaklarının ucu hafifçe kımıldadı, sonra gözleri açıldı. Gayet ciddî bir bakışla: Yirmi dört! dedi. Kendisi mi gelip söyledi? Evet. Afiyettedir inşallah..« Sabahat gene güldü: Evvelki gün biraz nezlesi vardı, sesi kısılmıştı aıruna şimdi geçmiş maşallah. Maşallah, maşallah... Fakat sa hiden gözlerinizin önüne bir insan mı geliyor? Vallahi... Görseniz o kadar canlı ki... Hem size başka bir tuhaf şey söy liyeyim: Rakam olursa onun söylediklerini de bazan unuturum; fakat altı sene, yedi sene evvel söylediklerini bile hatır larım, en küçük hareketini unutmam. Bütün ciddiyetimle sizi dinliyeceğun. Şadi geniş hareketlerle başmı sallıya rak: Size resmini de yaparım. Ay siz resim yapmak bilir misiniz? Ha... dedi, anlaşıldı, anlaşıldı... Sırf onun resmini yapabilmek için Sizin unutkanlığmızm sebebi şimdi anlaşıldı... Tabiî... Gayet tabiî... Sizin zih ders aldım. Suluboya ile, pastelle onun niniz hayaliniz her dakika işgal altında... yüzlerce resmini yaptım. Evde bir albüSizin Sabah Beyden başka düşünceniz müm var. yok.. Şadi Sabahatin üstüne iğilerek ve gü Acaba onun tesiri mi? lerek dedi ki: Bana onun tabiatlerini de söyler Şüphe mi ediyorsunuz? Elbette onun tesiri... Tevekkeli değil... Sizin öy misiniz? Ah... Çok tuhaf huyları vardır. le sık sık gözleriniz dalıyor... Allah al Ne gibi? lah... İşte ben buna cidden şaşıp kaldım. Doğru söylemeyi çok sever. Aman bana şu çocuğu biraz tarif eder Şadi içinden bir kere daha: «Eyvah..» misiniz? dedikten sonra: Sahi mi söylüyorsunuz? Bu kadar Doğruyu sevmek tuhaf huy mu merak mı ediyorsunuz? dur? diye sordu. Amma çok fazla sever. Merak ne demek? Sinemayı filân Siz bundan şikâyetçi misiniz? herşeyi bırakıp çıkalım, yemem, içmem Yo...k, hayır, ben de onu bu huyu sizi dinlerim. Buna çok sevindim. Çünkü arka için seviyorum. Şimdi ben de sevdim onu. daşlanm benimle alay ediyorlar.

Bu sayıdan diğer sayfalar: