26 Kasım 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

26 Kasım 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

26 İkincitesrin 1936 CUMHLİii*ET »an'at bahisleri Türk kadınının hayat şartları değişmiştir Camdan kumaş imali artıyor IZMIR MEKTUBLARI Sugünkü Türk kadmı insanî hürriyetine sahib, ikir ve hareketlerinde tamamile hür ve serbesttir Satış kooperatifleri bu Bu gidişle bir gün camdan sene faaliyete geçiyor Dil söylüyor amma yürek yapılma şehirler bile göreceğiz İlk nazarda Jnanümıyacak bir şey gibi görünmekle beraber, camdan kumaş yapılmağa başladığı haberi bir hakikattir. Ve bu mesele, bir lâboratuar tecrübesi halinden çoktan çıkmıştır. Amerıka ve Almanyada, büyük fabrikalar, geniş mikyasta cam kumaş imaline çoktan başla mışlardır. Avusturyada bile böyle bir fabrika açılmışsa da, bu fabrika, daha ziyade mobilyeye mahsus kumaşlar imalile meşgul olacaktır. Cam kumaşlar, görünüşte, cam imalinde kullanılan mevaddı iptidaiye ile hiç te münasebettar değil gibi görünmek" le beraber yüzde yüz camdır. Bu kumaşlann dokunduğu iplik insan saçından yirmi defa daha incedir. Cam kumaş imali, yeni keşfedilen bir takım katılaştırma ve soğutma usulleri esasına istinad etmektedir. Bilhassa renkli camdan, jenkleri ve motifleri ilânihaye değişen çeşid çeşid kumaşlar yapılıyor. Cam kumaşlar şeffaftır ve alelâde kumaşlar gibi kesilmesi, dikilmesi, hatta ü* tülenmesi kolaydır. Camdan yapılan bu kumaşların ipekli cinsi ise, tabiisine adeta faik denecek derecede evsafı haizdir. Evvelâ parlakh ğını asla kaybetmez, saniyen güve ve böcek tahrib edemez ve nihayet, en mühinr mi de, ucuzdur. Ucuzluğun sebebi basit: Cam kumaşlar, yok pahasına satılan cam kırıklanndan yapılıyor. Bir kilogram erimiş camdan yirmi metro murabbaı ipekli yapılıyor. Öyle ki, imalât masrafından başka hesaba katılacak maliyet masrafı kalmıyor. Kooperatifler, asgarî müstahsilin yüzde yirmisinin iştirakinden sonra işe başlıyabilecek artırmışlardır. Ne çare ki elde hemen hemen hiç mahsul kalmamıştır. Yoksa, mahsul daha yüksek fiatlarla satılabilecekti. Bir habere göre, bazı firmalar kendi ihtiyaclarını dolduramamışlardır. susuyor! Mimar Sedad Çetintaşın yaptığı Saltanat devrinin son Türk salonu bir u'cube idi, millî şuurunu tamamile k a y betmiş fakat bir türlü garbli de olamı yarak Piyer Loti gibilere mükemmel bir mevzu olmuştu. Bir binbir çeşid, gayri mütecanis eşyanın yekdiğerine tuhaf tuhaf bakışan örneklerinden vücude gel miş bir garibe halini almıştı. Mustafa îzzetin nefis bir yazısını duvarında taşr yan bu salonun döşemesine bir Türk halısı yayılı iken üzerinde Lüvikenz bir kol" tuk kanape takımı dizilmiş kapıya, Çin işi bir paravan gerilmiş, köşede Şam işi bîr sedefli etajer konmuştu. Bu halile bu salon tereke eşyası alım satımı ile meşgul bir mağazadan başka bir mana ifade edemezdi. Bugünkü salonumuz tamamile mo • derndir. Yabancı san'atlar ve muhtelif tarihleri alâkadar eden biblolar vitrinler dedir. Dünkü Türk kadınının, okumak yazmak hele resim yapmaktan memnu olduğu zamanlara aid elişlerini seyretmek nedendir bilmem bana hüzün verir, kafes ardında hıçkıran bir ses duyar gibi olurum, ve bana öyle gelir ki cemiyetin insafsız taassubu altında esir hayatı yaşıyan zavallı ninelerimiz, gencliğin, kadınlığın ateşli tahassüslerini göğüslerhv de boğmak isterken, o tahassüsler elem ve ıstırab halinde gözlerinden damla danr la sızarak bu kumaşları gizli gizli ıslatmıştır. Binbir mahrumiyet içinde kafes ardından bakışan, uşağı ahçısı ile dönmedolabı arkasmdan konuşan Türk kadını bu tazyik ve mahrumiyetin ıstırabile, şiir edebiyatı ve san'at duygulannı harem bahçesinin çiçeklerinden, bulutlar ve yıldızlardan aldığı ilhamlarla süsliyerek gergefe işlemiştir. Bu eserlerde bir kadm zevkinin bir parmak meharetinin en yüce mersiyesini görürüm, fakat bu acı ve ıstırabı da beraber... Belki ninelerimızin hayatını bildiğim için tesir altmdayım da bana böyle geliyor .Aksini iddia edecek halde de değilim.. Fakat bildiğim birşey varsa Türk kadmı cehlin taassubun tazyikında mahpes hayatı da yaşasa o, dur madan gene çalışmıştır. Bugünkü Türk kadınının ise hayat şartlan tamamile değişmiştir, insanî hürriyetine sahib, fikir hareketlerinde tamamile hür ve serbesttir, Türk toprakları üstünde kadın bütün medenî haklarına maliktir. Dün kafes ardında solumak ve hıçkırmaktan baska bir işi olmıyan Türk [*] Birinci yazı 23 nüshamızdadır. ikincitesrin tarihli İzmir (Hususî) Satış kooperatif leri teşkilâtı önümüzdeki sene faaliyete geçecektir. Hükumet, bu mevzu üzerinde çok müteenni ve basiretkâr davran mak kararındadır. Ayni zamanda mevcud ihracat müesseselerini de nazan itibara almaktadır. Kooperatifler, asgarî, müstehsilin yüzde yirmisinin iştirakinden sonra işe başlıyacaktır. Bu takdirdedir ki kooperatifler, meselâ yüz bin çuval mahsul toplayıp satabileceklerdir. Bu satış ya doğrudan doğruya müstahsil tarafından ecnebi piyasaya vuku bulacak ve yahud eskiye nazaran çok müsaid şartlarla mevcud ihracatçılara yapılacak ve kâr, kooperatif ortaklan arasında taksim edilecektir. Merkez, İzmirde bulunacaktır. Şube teşkilâtı vazifesini, mıntakada mevcud kredi kooperatifleri görecektir. Müstahsilin göztaşı, kükürt, potas gibi ihtiyacları da gene kooperatif taraperdelik nümunelerden diğeri fından temin olunacaktır. Kooperatif, kadınının Cumhuriyeti idrak eden bugünmüstahsille ihracatçı arasında şimdiye kü mes'ud kızlarınm işi çoğalmış vakti kadar fiat ve saire hususunda devam e azalmıştır. Bu vakit darlığına rağmen degelen bütün ihtilâfları, müstahsil zaraadsız fabrika mesaisinde hızını daha zirına fiatı düşürme hareketlerini tamamen yade artırmıştır. Bugünkü Türk kadınını birkaç sınıfa ortadan kaldırabilecektir. ayrılmış buluruz. Bir kısmı meslek sa Böyle kuvvetli bir müessesenin faydahibidir. Yani doktordur, mimardır, musı, meselâ Tariş Uzüm kurumunun iki allim veya avukattır. Erkekler gibi messenelik faaliyetinde tamamile kendini islek heyecanı önünde bütün gün didinir pat etmektedir. Üzüm kurumunun müdave çırpımrlar, diğer bir kısmı aile ihtiyahale ve murakabesi sayesindedir ki, sır cına göre kocasınm kazancmı tamamla tısıra iki yıl mahsulden zarar olmamış, mak için çalışır, daktilodur, kâtibdir. Yabağcının yüzü gülmüştür. Bittabi yeni yud b'ir müessesede bir tezgâh başında * Cam kumaşlar, camın, istikbalde mad satış kooperatifleri, incir üzerine de mudır, mütemadiyen çalışır. Evinin ve ço dei iptidaiyesini teşkil edeceği mamulâ amele yapacaklarından o da kurtulacak, cuklarının hizmetine bile yetişemez. Ü tın yalnız bir tanesidir ve daha garibi demektir. çüncü bir kısım ise tam manasile ev ka şu ki, bugüne kadar en zayıf ve en çabuk Sökeye gönderilen göçmenler dını, ev anası olarak kalmıştır. Hali vak ve kolay kırılır bir madde diye tanınan Bulgaristandan gelen muhacir kardeşti yerinde olduğu halde hizmetçisi, ah * cam, bundan böyle en sert ve en sağlam lerden 350 kişilik bir kafile de Sökeye çısı elinde bir âlet değildir, evinin ve aıle maddelerle rekabet etmeğe başlıyacaktverilmiş ve Akköyde iskân edilmiştir. sinin maddî ve manevî bütün umuruna Camdan yapılan betonun, simanarmeden bizzat ve bilfiil hâkimdir, çocuklarının daha kuvvetli olduğu tahakkuk etmiştir. Akköy toprakları zengin ve verimlidir. sıhhî ve terbiyevî işlerine ve ev umuru Hele cam tuğlalar, mimarların ezelî hul Göçmenler, istihsal kabiliyetlerini ve imnun intizamına harfettiği çalışmalarına yalannm tahakkukunu temin edecek bir kânlarını kolaylıkla elde edeceklerdir. Söke muallimlerinin toplantısı gün dar gelir. Bu sınıf ekseriyettedir. yeniliktir. İçlerindeki hava, tulumba va Söke merkez ve köy muallimleri yeni Dördüncü olarak ekalliyette kalmış bir sıtasile boşaltılınca, bu tuğlalar havaya yıl tedrisatına başlanmış olmak münasezümre daha vardır ki bunların terziye, ve sese karşı kat'iyyen gayrihassas bir kuvaföre, dişçiye, maniküre, kürkçüye hale gelmektedir. Bilhassa, camın terki betile meslekî mahiyette bir toplantı ^yapmış, taşrhmaları bir tüfHT bitrrieft kabtfKfiirr "birie^olfor dâ ilâve edilirtce,"""yj£feuı bir lerinde misafirsiz kalmak korkusile her atide, duvarları pırıl pırıl yanan binalar huşmuşlardır. Bu meyanda ilk tedrisat gün saat on beşten sonra bir dostunun la süslü şehirler görmek işten bile değil müfettişi Fikret tarafından da bir konferans verilmiştir. kapısını çalmak mecburiyetindedir. Bu dir. Hava istasyonu nerede kurulacak? kısım kadınlarımız için de günler gene Cam, yarın, sade betonun değil, çeliŞehrimizde kurulacak hava istasyonu (bir damla!) dır. ğin de rakibi olacaktır. Çekoslovakya Bununla beraber herhangi zümreye fabrikaları, çelikten yedi defa daha faz için Halkapınardaki saha muvafık gö mensub olursa olsun ailelerimizin kış mev la eğilip bükülme hassasına malik cam rülmüş, hatta burada uzun uzadıya a meliyeler bile yapılmıştı. Yeni doğan simlerinde tiyatroları, sinemaları ve içtr levhalar yapıyorlar. maî toplantılan ve yaz mevsimlerinde Nevyorkta açılan cam sergisinde, göze bazı zaruret ve mülâhazalar üzerine, isaile gezintileri, deniz banyoları ve her çarpan en mühim madde bir tarafı şeffaf tasyonun başka bir yerde kurulması icab mevsimde misafir günleri vardır. Herhan öbür tarafı kat'iyyen gayrişeffaf cam ol ettiği anlaşılmıştır. Alâkadar müdür ve gi zümreye mensub olursa olsun bugünkü muştur. Bir tarafmdan bakıldığı zaman mütehassıslardan müteşekkil bir heyet eTürk kadınının yirmi dört saati dopdolu alelâde bir pencere camı gibi, her tarafı tüdlerine başlamıştır. olduğu halde elişlerindeki faaliyet bilâ görmeğe müsaid ve şeffaf olan bu camın îstasyonun, Cuma ovası civarındaki kis artmıştır. Yemek tatilinde masasınm öte tarafından bakan hiçbir şey göremez. geniş sahada kurulması ihtimali çok kuvgözünde sakladığı bir yünişini ören dak" vetlidir. Ordumuzun son manevrasmdan tilolan, vapurlarda seyahat ederken e • Beşiktaşta bir kamyon kazası sonra bu sahada bir geçid resmi de ya lindeki paketini açıp bir bluz işlyien baŞoför Hakkmın idaresindeki 3781 nu pılmıştı. Esas itibarile burası muvafık göyanlarımızı, hatta kabinesinde hastalarr marah kamyon, dün sabah Beşiktaştan rülmüştür. O takdirde, hava istasyonunnın az olduğu günlerde öre öre bitirdiği geçerken 26 yaşlannda Mustafa adın dan îzmire otobüsler işletilecek ve istasbir ceketi giyen kadın doktorlanmrzı gö da bir nakkaşa çarpmış ve yaralamıştır. yonla şehir münakalesi temin olunacakMustafanm yaraları ağır olduğundan rüyoruz, Demek ki bu adsız fabrika öyle bir fabrikadır ki Türk cemiyeti, Türk hastaneye kaldırılmış, şoför yakalan tır. Komisyon sahaya gidip uzun tetkikler ailesi var oldukça o da faaliyettedir. Ce mıştır. miyetin herhangi bir değişikliği onun faa Bulunmuş bir seyahat bileti yapmıştır. Tütün fiatları yükselecek amma... liyetini ihlâl edemez.. Binaenaleyh üzeTürk Spor kurumu odacısı Ahmed, Bu yıl Bulgaristan tütünlerinin ilk rinde lâyıkı veçhile durmağa ekonomik dün Budapeşte ve Viyana için almmış tahminlerden daha bozuk ve çok hasta ve kültürel tahliller tetkikler yapmağa bir seyahat bileti bulmuştur. Bilet sadeğer içtimaî bir müessese karşısında bu hibinin, Dördüncü Vakıf Hanmdaki lıklı olduğu hakkında yeni haberler gellunduğumuz meydandadır. Türk Spor kurumuna müracaat ederek miştir. Bunun üzerine alıcılar, bilhassa Amerikan kumpanyaları faaliyetlerini bileti alması rica edilmektedir. SEDAD ÇETtNTAŞ Ticaret Odası pamuk için bir rapor hazırlıyor Ticaret Odası, Başbakanımızın son tetkiklerini esas tutarak, pamukçuluğu muz, zeriyat şekli, derecesi, maliyet, satış fiatları, müstahsil vaziyeti, ihtiyaclar ve inkişafa aid çareler hakkında mühim bir rapor hazırlamaktadır. İlk tahminde rökolte 70 bin tondu. Şimdi ise 55 60 bin tondan bahsediliyor. Geçen yıl 50 bin tonu tutabilmiştik. Nazilli havalisinde yetişen Akale cinsi pamuklardan Izmire 28 balya pamuk gelmiştir. Bu ilk partiyi, tecrübesini yapmak üzere Sanayi şirketi satın almıştır. Fiatı, Nazillide 53 kuruştur. ski İspanya Kralının büyük oğlu ve Veliahdi, Madrid sokak • larında dökülen İspanyol kanlarının pıhtılaşa pıhtılaşa nihayet faşizim macunile bir tahta inkılâb edeceğini sez miş olmalı ki neş'eli neş'eli konuşuyor. Uç dört ay önce ne onun, ne de baba sınm sesi duyuluyordu. Her ikisi de başlarından alınmış tacın ve altlarından çe kilmiş tahtm yasım tutup susuyorlardı. General Frankonun Fasta hazırladığı ordu, sosyalist cumhuriyetin dedikodu ka sırgalarile temeli sarsılan otoritesini hal laç pamuğuna çevirip te darmadağın e dince babanın da oğlunun da ağzı açıldı. Şimdi her gazete, Madrid yolculuğu için bavullarını hazırlamış olan, bu iki Alfon* sun beyanatile dolu. Fakat hükümdarlık biraz da diplo matlık demektir. O sebeble İspanyol VeIıahdi zeki davranıyor, dilini konuştururken yüreğini susturuyor, kelimelerine ihtiras ıslaklığı, saltanat hırsını ihsas edecek bir eda bulaştırmamaya çalışıyor, onun sczlerine bakılırsa dünyada prens doğ maktan ağır bir talihsizlik yoktur. Çünkü yerli, yabancı herkesin gözü onlarm yiyip içmesinde, yatıp kalkmasmda, se vip sevilmesinde ve bilhassa... parasmda imiş!.. Prens, beş yıl önce devrilen tahtlarının nazara uğramış, kem göze kur ban gitmiş olacağına galiba inanıyor ki sözlerinde, dinliyenlerden, tü.. tü.. tü.. maşallah denmesini bekliyen garib bir tevahhuş da var. Uzüm, incir piyasast yükseliyor Noel yaklaşıyor. Bu münasebetle, yabancı piyasalarda üzüm, incir stoku a zalmıştır. Izmire yeni üzüm siparişleri gelmiş ve fiatlar 30 para daha yüksel miştir. Ancak, yeni mahsul incir kalmamıştır. Yemeklik olarak ticarethaneler tarafından ayrılmış incirler bile yüksek fiatla satılmaktadır. İncir imalâthaneleri, işliyecek mahsul kalmadığından birer birer kapanmış, işçiler de dağılmıştır. YalDedim ya, bu sözler: «İstemem, cebr nız hurda satışı çok ağır ve durgundur. me koy» kabilindendir, dilden dökülür Soy adt almtvanlar amma yürekle alâkaları yoktur. Zaten Şehrimizde 6 7 rin kisinin soy adı herhangi bir prensin mevkiinden, şerefinalmadığı tesbit edilmiştir. Tesçil kanu den, servetinden şikâyet etmesi de mananundaki müddetin uzatılacağı söyleniyor. sızdır. Onlan zincirle bağlıyan mı var ki Tahakkuk etmedlği takdirde bu vatan ezelden omuzlanna ağırlıklar yükletil daşlar beşer lira para cezasına tâbi tutu diğini söyliyerek sızlanmakta haklı görünebilsinler. Hele dün yurdlarından millî lacaklardır. bir tekme ile kovulanların bugün ayni Uçüzlerin hepsi de öldü yurda ümid ve jhtiras dolu gözlerini çeGeçenlerde İzmir Memleket hastanevire çevire: «Prenslik bir felâket, hükümsinde Afitab namında bir hemşire, üç çodarlık bir musibettir» demeleri gerçekten çuk doğurmuş ve Başbakanımız îsmet gülünç oluyor. Veliahd, kendi sözlerini İnönü yüz elli lira göndererek fakir ve dinliyen yabancıları mütehayyir etmek • muhtac bulunan bu anaya yardım etmişten ziyade İspanyol milletinin hiç olmaztL •Çocukcağızların ücü de ölmüştür. sa yarısını memnun etmek isteseydi, b ö y Akhisarda Reşadbey mahallesinde le dıl kullanmazdı, faşizmin İspanyada ^ g Mvctsi Zübeyde de üç çocuk tam galebesi halinde dahi ailece Mad • çç dünyaya getirmiştir. Yavrulardan biri ride dönmiyeceklerini ilân ederdi. ölmüştür, diğer ikisi sağdır. *** İplik buhranı Vekâletin vermiş olduğu karara rağ men bazı iplik numaraları piyasaya çı karılmamaktadır. Vekâlet, alınacak tedbiri Ticaret Odasından sormuştur. Bu ipliklerin satışının birnevi inhisar altına alınması düşünülmektedir. Tohum tevziatı Bergama da dahil olduğu halde vilâSonra İbrahim Ethem?.. Bu da Belhyetin muhtelif mahallerinde tohum tevzii te hükumet süren bir tacidarın oğlu idi. ve makineden geçirjlerek temizlenmesi faaliyeti bitmiştir. Şimdi de zeriyat baş Fakat tacdan, tahhttan samimî olarak iğreniyordu, bir gün avda at koştururken lamıştır. iîlusiona kapıldı, «bunun için mi yara Müzelerin vaziyeti dıldın?» diye gökten kendine bağınldığıni Müzemiz, gittikçe zenginleşmektedir. duydu ve sarayı bırakıp çöllere çekildi, Söke mıntakasında Prijen (Toronçlu tek bir hırka ile uzun bir riyazet hayatı lar) harabelerinden 1216 ve Milet «Ba geçirdi. lat» harabelerinden 822 parça eser daha Daha sonra Şarlken?.. Bu da Almangetirilmiştir. Bunlar milâddan evvel On ya İmparatoru, İspanya ve Sicilyeteyn altıncı asırla milâddan sonra Beşinci asır Krah sıfatile merkezî, garbî ve cenubî arasındaki Arkaik, Elenistik, Greko Avrupanın dörtte üçüne sahibken TürkRomen, Bizans devirlerine aiddir. Milet lere karşı mağlub olmaktan doğma bir tiyatrosunun hayvanat avlarını tasvir e teesürle muhteşem tahtını, muazzam den mermer levhalarından 24 büyük saltanatını bıraktı, bir manastıra çekildi, rölyef te bunlar arasındadır. Getirilen e sessiz bir inziva içinde ölüp gitti. serler, heykel, kabartma, friz, başlık, «Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz»!.. avanî ve saireden mürekkebdir. M. TURHAN TAN mundan fazla telâş ettiği derhal anlaşıhyor. Halbuki hâdise hiç te zannet tiği kadar beklenmedik birşey değildi. Bilâkis, Istanbul gazetelerinin ne zamandır kullandıkları ağız bunu hissettireceği gibi, birkaç hafta var ki ortalıkta bu yclda şayialar da dolaşıyor. Bu sebebden ne Demir, ne de Kurdoğlu onu telâşla karşıladı. Fakat susuyorlar, ve içlerine gitgide kasvet çöküyordu. İhtimal akıüarından birçok şey geçtiği halde, bu mevzu üzerinde konuşmak kuvvetini duymadıkları gözüküyordu. Sabahtanberi Keşişin üs tünden kalın bir perde gibi şehre inen bulutlar bu sırada ortalığı ışıksız durul mıyacak derecede karartmış ve işte birkaç dakika var ki günlerce süren anud sonbahar yağmurlanndan biri başlamıştı. Demir, bu ağır sükutu dağıtmak icin: Ne sıkıntılı hava!.. dedi. Hep birden sokağa baktılar. Yağmur, bardaktan boşanırcasına yağıyor. Birkaç adam koşarak geçiyordu. Sonbahar yağmuru bu! Haftalarca nefes aldırmaz, diye Bekir Bey cevab verdi. Niyazi Efendi, sokağın ortasında sel halini alan sulara bakıp: Hiç ummam! dedi. Bu bir sağa naktır, çok sürmez geçer. O sırada kapı vurulmadan, hafifçe aralandı. Duvarın kenarından sürtünerek, içeri sınlsıklam bir küçük köylü girdi. Bu, yaşı belli olmıyacak kadar kavruk ve kuru, ufak boylu bir adamdı. Renksiz, buruşuk, tozlu urbasmdan utanmış gibi elile muttasıl çekinip toparlanıyor. Altı yırtık kocaman çarıklarını saklamak için geriye çekildikçe alnından yağmurla kanşık ıri terler dökülüyor. Şüphesiz birşey söylemek istiyordu. Fakat utanıyordu. Bir türlü başlıyamıyor; zaman zaman üstü ne, kunduralanna ve odadakilerin yüzüne bakarak şaşkm bir halde yerinde sallanıyordu. Hakıkaten acınacak bir derdi bile olsa, onu bu halile görüp te hayret etmemek kabil değildi. Gülerek bakıştılar. O, herhalde tam söze girişmeyi ta sarladığı sırada gelip geçiveren bu tesadüfî gülüşmenin yükü altmda daha fazla ezilmeğe başlamış; kaşlannı çatarak, büzülerek, sanki imkân olsa şimdi en büyük kazancı şuradan kaçıp kurtulmakmış gibi kapıya doğru çekilmeğe koyulmuştu. Demir, kendine geldi: İArkası var] Tarihte tahtı tepen gerçekten yüksek ruhlu insanlar da yok değildir. Meselâ Bouddah. Bugün milyonlarca Adem oğlunun vicdanında saltanat süren bu din koruyucusu, malum olduğu üzere Şakya sülâlesine mensub bir Hind prensi idi. Sarayını bıraktı, kuşlar gibi ağaçlar üzerinde yuva kurup uzun yıllar münzevi yaşadı. adamh Cumhuriyetin ictimaî romanı: 44 Yazan: Hilmi Ziya Bekir Bey onu takdirle dinliyordu. Her cümlesinde mübalâğa ile başmı sallarken adeta «yerden göğe kadar seni tasdik ederim!» demek istiyordu: Mevlâna diyor ki: «Dost askile yapılan fedayı nefste, acı olan herşey tatlı görünür.» Sonra bir zaman düşünerek sordu: Ya bu noksan neden? Demir: Şüphesiz korkudan! diye cevab verdi. Gök gürültüsünden, boş ormandan, eşkıya tehlikesinden, jandarmadan, de rebeyinden, Allahtan korkmak; cehen nem ateşinden, polis tehdidinden, huzu runu kaybetmekten, dile düşmeden korkmak, hulâsa gözlerini yumup içine kat lanarak korku sağanağı altmda yaşamak elbette sevgi bırakmaz. Kısa bir dalıştan sonra ayni hararetle devam etti: Işte davamızın bütün ruhu! Halkı nasıl çalıştıralım? lş organizasyonlan nasıl kurahm?. Bu arada küçük meseleler de var: Meselâ köylü neden çalışmaz? Sonra şehre girmeli: Meselâ.. Tabaka nenin sulan şehrin havasını bozduğu için dış mahallelere naklini veya, kaplıcaların temizlenmesinden, sulara pis mecra lar karıştığmdan bahsederiz. Demir sustu. Söyliyeceği şey kalma mış olmalı ki, boş yere ortalığı düzet meğe başladı. İhtimal bu bir yıgm meselenin vükü altmda ezilmiş, ikisi de ferahlatıcı bir mevzu arıyordu. Ansızın telâşla kapı vuruldu. Demir, ihtiyath, bir daha vurulmasını bekledi; ve sürmeyi çekip sert bir hareketle ardma kadar açtı. Kâtib eşikte bir saniye te reddüdle, benzi sapsarı girdi. Can sıkıcı bir havadis getirdiği meydandaydı. Ağır adımla yaklaşıyor; yutkunarak, bakma rak birşey söylemek ister gibi duruyor. Vehimli tavırlanndan bir türlü cesaret alamıyordu. Böylece, karşı karşıya ko nuşmadan kimbilir nekadar kalacaklardı ki, nihayet Demir, sabn tükenmiş: Ne oluyor? Bu telâş ne? diye sordu. O, kanapeye çöktü. Kirpi gibi bü zülerek mınldandı: Düşman şehre girdi! Hayretlerinden donakaldılar. Ne di yeceklerini bilmiyorlar. Memleketin u çuruma sürüklendiğini herkes görüyordu. Fakat bu küçük rakibin hiçbir dayanışa uğramadan bunu yapacağı kestiri lemezdi. Bekir Bey hâlâ kendini topiı yamadan soruyor: Nasıl olur?.. Ya bizim fırka nerede? Harb olmadı mı? Çarpışmadılar mı? Dün gece şarktan çekilip gitmişler. Batıdan bu sabah bir Yunan fırkası şehre girdi. Gözünle gördün mü? Kâtib, koca bir külçe gibi ağır, başını salladı: Bu sabah Muradiyeye doğru gidiyordum. Birdenbire başlıklan yabancı bir atlı müfrezesi yanıbaşımdan tozu dumana katıp geçti. Yol kenanna kaçtım. Ne olduğunu anlıyamadan, arkalarından baka kaldım. Akıl erdiremediğim için, az sonra unutup yeniden yola koyulmuşum. Çok geçmeden büsbütün yabancı bir mızıka sesıle anud, devamlı, tok bir asker adımı işittim. Hayretimden donup kalmışım. Tam yarım saat, önümden bir alay asker geçti. Kurşuni esvabları dize kadar toz ve çamur içinde memleketin boz rengine bulanmıştı. Ayaklarını sürür gibi yürüyorlar. Dermanlan kalmadığı görülüyordu. At üstünde gözlerini uğuşturan zabitleri, devrilmemek için eğerine sanlıyor. Bu hali görünce gözüm parladı: En azdan bir hafta dinlenmeleri lâzım! Buraya mutlaka döğüşmek için sürüldüler. Kimse karşı çıkmayınca kimbilir nekadar sevindiler! Öyle bitkin bir halleri var ki buracıkta kalmak, belki de şimdi geri dönmek için tutuşuyorlar. İm kânı yok! diyordu, kırbaçla sürülmüş olmasalar, değil içerilere, buraya bile ge lemezler. Emin olun, bunu görünce gÖzlerim açıldı. Ardımdaymışlar gibi hâlâ içimde bir ürperme var. Şimdi, daha az korkuyorum. Bana öyle geliyor ki; bu adamlar bir yağma için zorla sürüklen miş olmasa kimse onlan getiremez! Kâtibin bu kadar heyecanh ve a çık konuştuğu yoktu. Sakin görün mek için yaptığı gayrete rağmen, lüzu

Bu sayıdan diğer sayfalar: