20 Aralık 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

20 Aralık 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

F 20 Birincikânun 1936 CUMHURİYET Anadoluda Kayseride Posta idaresinde San'at tetkikleri 3500 memur zam görecek [Baştarafı 1 inci sahifede] Paris Yüksek Posta Telgraf mektebinde okutulacaktır. Bu talebelerden ikisini Posta Telgraf İdaresi seçecek, üçü de Maarif Vekâleti tarafından açılacak bir imtihanla tayin edilecektir. Diğer taraftan yüksek mekteb mezunu olup ta idare teşkilâtında küçük derecede olanlann dereceleri de artırılmaktadır. Silistre Valisi, eski arkadaşlarım arıyor Dr. Puçerka bize yolladığı mektubda diyor ki: «Vaktile Genev'cle beraber okuduğumuz Türk dostlarımla bir gün, bir Türk şehrinde buluşalım!» Dün Bugün ırk üç yıl evvel, bir bayram ayı içindeydi. İkinci Abdülhamid, devlet idaresini nasılsa tenkid edebilen nazırlardan birine kızdı, «bu gece gözüme uyku girmedi» dıyerek sert bir tevbihname yazdırdı. Dikkate değer bir tarih vesikası olan bu uzun mektubda bütün karaların ve denizlerin padişahı olduğu söylenen ve şevketlu, kudretlu, mehabetlu, azametlu diye anılan Hünkâr, bakınız, neler diyor: «Bizde maarif, sanayi ve ziraat geri kalmıştır, verılen kararlan ve ileri sürülen mülâhazaları kabul etmiyorsunuz, bir hasta çağırtmış olduğu hekimin vereceği ilâcı mutlaka kullanmalıdır» dediniz. Bu sözler gareze müsteniddır. Çünkü sanayi ve ticaretin ilerlemesi için evvelemirde ecnebi malından alınmakta olan yüzde sekiz nisbetindeki gümrük resminin çoğaltılması lâzımdır. Meselâ İstanbulda bir cam fabrikası açılıp ta yetmiş santim uzunluğunda ve elli santim genişliğinde bir cam iki kuruşa satılsa herkes cami oradan alır. Fakat Avusturya, bu fabrikayı baçekilen fotoğraf tırmak için bir sene zarara dayanarak o na seçildim, bugün de bu vilâyetin valisi ayarda bir cami kırk paraya satınca fabrika kapanır. Ziraat ve saire bahsi de bulunmaktayım. Eminim ki özlediğim bütün arkadaş • böyledır.» larım da ayni duygulan taşıyorlardır. Gene bir byram ayı içinde ve geçen Onlar da, 26 sene süren bir hasretten gece Türkiye Cumhuriyetinin İktısad Vesonra tekrar buluşmamızı, görüşmemizi kilı Celâl Bayar radyoda halka şu hakiarzu ediyorlardır. Bu yazımı gazeteniz katleri haber veriyor: de okuyacak arkadaşlarım fikrime iştirak «Endüstrileşme programının tatbikına ettiklerini bana bildirirlerse çok müte iki buçuk yıl evvel başlanıldı. îlk iş olaşekkir olacağım. rak temelleri atılan Kayseri bez, İzmit Ben, bu görüşmenin, Ulu Tannnın kâğıd, Bakırköy bez fabrikaları bugün Türk âlemine bir ihsanı olan Atatürkün devlet endüstri manzumesinin mühim biÖnderliğile, onun yüksek dehasile idare rer cüz'ü sıfatile muntazaman işlemekteolunan ve gündengüne iyileşerek güzel dir. Sümer Bank ve İş Bankası tarafınleşmekte olan Türkiye Cumhuriyetinin dan elbirliğile kurulan gülyağı fabrikası münasib görülecek şehirlerinden birinde, da çalışma devresinin ikinci mevsimini bitirmiştir. Keçiburlu kükürt fabrikası, fabilhassa Ankara veya Istanbulda, gelealiyetini gündengüne genişletmektedir. cek senenin yazında bilâhare tesbit e Sömikok, cam ve şişe fabrikaları, bol bol dilecek bir günde olmasını diliyorum. çıkarageldikleri mallarını piyasaya satGayem şudur: «Alliance Ottomane» makta bulunuyorlar. Temeli geçen sene cemiyetini kurduğumuz günü hatırlamak, atılmış olan Ereğli bez fabrikası bugün arkadaşlanmızdan ölenler varsa bunları faaliyette bulunan pamuklu fabrikaları yad ile ruhlarını şenlendirmek. Teşekkür grupuna iltihak edecektir. Yapılmaları ve saygılarımı sunanm.» plâna uygun olarak devam eden Merinos fabrikası, Nazilli basma fabrikası, Gemlik sun'î ipek fabrikası 1937 yılında işlemeğe başlıyacaktır. Onümüzdeki yıl, Karabükte kurulacak demir çelik fabrikalaBir noktai nazar ihtilâfı yüzünden rile meşgul olacağız, bu fabrikalar gruevvelki akşam kararını veremiyen vit puna bir boru fabrikası da dahil olacakrin müsabakası jüri heyeti dün ikinci tır.» içtimaım yaparak kararını vermiştir. Şevketlu, kudretlu, mehabetlu, azaJüri kararma göre, yerli mallarla vitmetlu Abdülhamid Han Hazretlerinin rin tanzim eden ticarethanelerden îs tanbul tarafında Ipekiş birinci, Hasan kullandığı lısanla Türkiye Cumhuriyeti Pertev ikinci, Yerli Mallar üçüncü, İktısad Vekilinin dili arasındaki fark düBeyoğlu tarafında Lion birinci, Yerli şünülürse dün tevehhüm olunan şevketin, Mallar ikinci, Coşkun üçüncü, Kadıköy mehabetin, azametin, kudretin bugün natarafında pastacı Rasim birinci, mani sıl gerçekleştiği gururla, iftiharla ve apfaturacı Asador ikinci, Müstecab kar açık görülür. Dünkü hayatta şevket, medeşler üçüncü olmuşlardır. habet, azamet, kudret kuru kelimelerden Üsküdar tarafında maalesef hiçbir ti ibaretti ve padişahlara kıldan kuyruk ocarethane vitrin müsabakasına girme luyordu. Bugün o sıfatlar, birer hakikat miştir. olarak içtimaî hayatımızm mümeyyiz vasıflan sırasına geçiyor. Bursa Yalova yolunda Evet. Onlar tek bir fabrika açamadıotobüs kazası Iar, fakat şevketlu, kudretlu ve mehabetBursa Yalova yolunda iki otobüs lu olduklanna inanmaktan da geri kalçarpışmıştır. Bursadan Yalovaya git madılar. Biz, bir değil, iki değil, bir çok mek üzere hareket eden iki otobüs, şo fabrika açtık. Lâkin «millî kudretin, millî förlerinin gayretile yolda yarışa başla mehabetin, millî haşmetin» son kemal dıklarmdan arkada kalan otobüs hızla haddine ulaşması için gene kanaat getirönde giden otobüse çarpmış ve hende miş değiliz, daha birçok fabrikalar açğe yuvarlamıştır. mağı düşünüyoruz. Nereden nereye geçBüyük bir tesadüf eseri olarak insan tiğimizi, kutlu bir heyecanla, tesbit için ca eksiklik olmamış, yalnız üç yolcu ha bu mukayese kâfi gelmez mi?.. fif surette yaralanmıştır. Ne yazık dün ölenlere, ne mutîu buKaza hakkmda tahkikata başlan günü görenlere? mıştır. M. TURHAN TAN Türk tarihinin yedi, sekiz asırlık medeniyeti ve yüce san'at abideleri önünde iğilirken, Türk taşçılarınm çekiç tıkırtısını işi tir gibiyim. Adliyede terfi ve tayinler Ankara 19 (Telefonla) Adliyede terfi müddetlerini doldurmuş olup ta yerinde terfi edeceklerin listeleri hazırlan maktadır. Müsteşar Hüs«ynin reisliğindeki komisyon bugün de toplanarak gerek bu terfiler, gerek hâkim ve müddeiumumiler arasmda yeniden yapılmakta olan terfi ve nakillere aid işlerle meşgul oldu. Adliyede yapılmış olan son tayinlerin listesini de ayrıca bildiriyorum: Hukuk mezunu Belkis Tire, Muazzez Adana, Piraye Akhisar, Hâdıye Edirne, Enise Polatlı, Ayşe Geyve hâkim muavinliklerine, İstanbul hâkim namzedi Ayşe Bursa hâkim muavinliğine, Hâdiye Ordu icra memurluğuna, Mevhibe Ge libolu, Lezize Balıkesir, Saadet Kastamonu hâkim muavinliklerine, Sılvan Müddeiumumisi Suphi Torbalı Müddeiumumiliğine, Vize Müddeiumumisi Süreyya Mudanya Müddeiumumiliğine, Ankara hâkim namzedi Ahsen Islahiye sorgu hâkimliğine, Hukuk mezunlarından Edib Birecik, Erzurum sorgu Fethullah Urfa hâkim muavinliklerine, Hukuk mezunlarından Sıtkı Erzurum sorgu Ihsan Çubuk sorgu hâkimliğine, Urfa hâkimliğine, Polatlı hâkim muavini sorgu hâkir.i Mehmed Mithat Uluborlu hâkim muavinliğine, Kocaeli hâ kim namzedi Mehmed Urfa sorgu hâkimliğine, Reşadiye sorgu hâkimi îbrahim Zağra hâkim muavinliğine, Kastamonu hâkim namzedi Ahmed Reşadiye sorgu hâkimliğine, Sinob hâkim namzedi \Mı bi Siird hâkim muavinliğine, Ihsaniye sorgu hâkimi Kâzım Nizip hâkim mua vinliğine, Elmab sorgu hâkimi Mehmed Urfa hâkim muavinliğine, Ordu icra memuru Gevher Ordu hâkim muavinliğine tayin ve nakledildiler. kuvvetli bir ihtişam ve kuvvet ifade et mektedirler. Bunla/da çini tezyinatı çok az görülür.. Bu her iki inşa usulünde yapılmış binalann plân tertibatında da farklar vardır. Tuğlanm hâkim olduğu inşaatta medreselerin ortası açık olmadığı halde kesme taş medreselerin ortalannda açık avlulan vardır. İşte Kayserideki bütün Selçuk eserlerile birlikte Mahperi medresesi de ikinci saydığım kesme taş usulüne göre yapılmıştır. "t • 1910 da Genev'de Romanyanın silistre (şimdi Duros • tor) valisi doktor Taşka Puçerka'dan bir mektub aldık. Vali sabık Osmanlı İmparatorluğu tebaasındandır. Son gün lerde evrakı arasında bulduğu bir resim ona eski günleri ve arkadaşlarım hatır • latmıştır. Dr. Taşka Puçerka'nın hatırasında maziyi canlandıran bu fotoğraf, Cenevrede tahsilde bulunduğu sırada, (Alliance Ottomane Osmanlı ittihadı) cemiyetini teşkil ettikleri Türk arkadaşlarile bir arada çekilmiştir. Gazetemizden rica ettiği arzusunun yerine getirilmesi için valinin mektubunu aynen neşrediyoruz: « Ben, eski Manastır vilâyetinin «Pirlepe» kasabasında doğdum. İlk ve lise tahsilimi Manastır Rumen lisesinde yaptım. Bundan sonra Bükreş Üniver sitesini ikmal ederek doktoramı Genev'de elde ettim. 1910 senesinde Genev'de talebe bulunduğum zaman, Osmanlı idim. Bu sıfatla oradaki vatandaş talebe arkadaş lanmı bir araya toplıyarak (Alliance Ottomane Osmanlı ittihadı) namile bir talebe cemiyeti tesis ve teşkiline muvaffak olmuş ve arkadaşlanm tarafından da reisliğe seçilmiştim ki, bu cemiyet bu gün de devam etmekte ve Genev Üni versitesi idaresince de resmen tanınmış bulunmaktadır. Oradan ayrıldığım sırada reislikten istifa ettim, yerime Nazım Bey ismindeki bir arkadaşımız seçildi. Ben doktoramı alarak Romanyaya geldim ve burada yerleşerek mesleğim dairesinde çalışmağa başladım. Balkan Harbi sırasında manevî bir tesirin sevkile buradaki doktorlardan bir sıhhiye heyeti tertib ederek, sırf mahalli tevellüdüm olan ve gençliğimde tâbiiye tini iftiharla taşıdığım sevimli memlekete ve halkma karşı borcumu ödemek, hasta ve yaralı Türk askerlerine bakmak gibi, temiz bir emel ile İstanbula gittim. İfasına muvaffak olduğum bu vazifeye mukabil pekçok iltifat ve taltiflere mazhar oldum. Mahperi camisinden iki Orta Anadoluda Kayseri yalnız bir şehir değil, parlak Selçuk medeniyetinin özü ile yuğrulmuş başlıbaşma bir müzedir. Türk tarihinin yedi sekiz asırlık medeniyetini, taşkın ve yüce san'at heyecanım yaşatan abidelerinin, gösterdıği harikalar önünde iğilirken, o sert taşlan dantel gibi işliyen Türk taşçılannm çekiç tıkırtısmı işitiyor gibiydim. Kayseri kaiesinin kapısmdaki aslan heykellerini görü yor ve Kayseri müzesindeki (Osmanlı tabirile Lâfzai Celâlle başlıyan) bir yazı istifile tersim edilmiş yürüyen aslan resmini düşünüyorum da saltanat yobazları elinde oyuncak olmuş dinin ve ölüme mahkum edilmiş san'atm telâkki tarzına bir daha içim yanarken cumhuriyete ve rejimine *bir daha baş iğiyorum. Şehrin tenha sokaklarında yürürken hayalim işlemekte devam ediyor: Yanıbaşımda dedelerimin gür bıyık ve sakalla rile ve tahayyülüne uğraştığım kıyafet lerile dolaştıklarını görmek istiyorum, nerede ise şu sağımdaki kemerli kesme taş kapıdan bir Selçuk beyi çıkıverecek sa nıyorum, fakat oradan elinde çantası, başında san şeridli kasketile bir lise talebesi çıkıverince uyanıyorum. Şık mantosu, zarif şapkasile solumdan geçen bir Türk bayanı bana geçmişin hayalile bugünün hakikatini mukayese için, ne canlı ölçü oluyor, düşünüyor ve tartıyorum: Dedelerimin kurduğu her geçidi bir müze bucağı gibi duran bu sokaklara kasketile bu çocuk, şapka ve mantosile bu şık bayan ne manah bir dekor oluyor, ben bu dekorun manasını, uygunluğunu tahlile uğraşarak yürürken, karşıma bir medrese çıkıyor, işte bu da gene bir Türk bayanının medenî izi ve eseridir. Fakat tam 699 yıl evvelki bir Türk bayanının!.. Bu medrese Hunad Mahperi medresesrdir. Bu bayan son Selçuk Sultanlann dan Alâeddin Keykubadın karısı, Keyhusrevin anası.. Hunad, Sultan payesi ve Mahperi de kendi adı imiş... Toplu bir halde bir cami, bir medrese, bir hamam yaptırarak cami hariminde nefis san'at eseri olarak bir de türbe yaptırmış ve orada metfunmuş. Mahperi camii Selçukilerde umumi yetle denecek bir tipte yapılmıştır, yani kısa direkler üzerinde yekdiğerine atlı manzara yan kemerin taşıdığı tonuzlarla örtülmüş yayvan, geniş iki kapılı bir camidir. Merkezinde açık bırakılmış bir yer vardır ki burası uydurma ve benzetme tuhaf bir kubbe ile 19 uncu asırda örtülmüştür, kuvvetli bir ihtimalle bu açık yerde bir de havuz vardı, fakat bu havuz kaldırılmıştır. Camiin inşa tarihi (1237) ye tesadüf ediyor. On dokuzuncu asırda camiin içi sıvanmış ve renkli çirkin badanalarla kapatılmıştır. Çok kuvvetli bir ihtimalle bu sıvaların altında zengin bir kesme taş mimarisi vardır. Bunu muayene etmek ve aslını çıkarmak lâzımdır. Minaresi Ondokuzuncu asır yapısıdır, aslı yıkılmıştır. Camiin methalleri muhteşem olup fevkalâde zengin satıh tezyinatile vücude getirilmiş ve nefis Selçuk istlâktitlerini muhtevidir. Mahperinin türbesi hele haricen bir Selçuk şaheseridir. Fakat bu nefis san'at eserinin önüne sonradan kaba ve san'atsız bir takım lâhidler konmu^ur ki bunlar tarihimizi alâkadar eden mühim şahsiyetlere aid olmadığı halde Mahperi türbesinin san'at inceliklerini görebilmek için hail olmaktadırlar. Bunları ilk fır satta oradan kaldırmak çok hayırlı bir iş olur. Mahperi medresesi bugün Kayseri müzesi ittihaz edilmiştir, müzenin millî kültür ve tarih bakımından epeyce kıy metli malzemesi vardır. Bina ise, Selçuk medeniyetinin kesme taş mimarisine göre yapılmış kıymetli bir san'at eseridir. Kesme taş mimarisinin ne demek oldu ğunu söyliyeyim: Selçuk eserlerinde dikkat edilirse iki türlü usulü inşa nazan dıkkati celbeder. Birisinde bina konstroksiyonunda sırlı ve sırsız tuğlanm hâkim olduğu görülür. Zaruret görülen yerlerde kesme taş kullandıklan halde zaruret olmıyan yerlerde mebzulen tuğla ile duvarlarj, tonoz, kemer ve kubbeleri inşa etmişlerdir. Bu sınıf inşaatta mebzulen çini tezyinatı kulIanmışlardır ki ben bu sınıfa mensub rnimarî eserlerde Iran medeniyetinin azçok tesirini görmekteyim. Ikinci usulü inşaya göre yapılmış bi nalar ise sırf kesme taştandır, yani kemerleri, tonozlan hatta bazan kubbeleri kâmilen kesme taştır ki bu binalar daha Vitrin müsabakasında kazananlar Plânı: Muhteşem bir kapıdan girilir, birkaç adım sonra üstü açık bir avluda kendinizi bulursunuz. Bu avlunun karşısında geniş bir kemerle ayrılmış bir açık dershane görülür ki bu dershanenin üstü kemerin kavsine muvazi bir tonozla ör tülmüştür. Bu geniş dershanenin iki yanında birer kapı ile girilir geniş iki oda vardır. Avlunun diğer üç cephesi dört köşe ayaklar yükselerek birer muntazam kemerle yekdiğerile birleşerek güzel bir revak teşkil etmişlerdir ve bu revak üzerine medrese odalannm kapılan sıralan mıştır. Bina dahilinde satıh tezyinatı nazan dikkati celbetmez, görünüş düz, saBalkan Harbini müteakıb, Dobrucade, fakat çok ağırbaşh ve ciddidir. nın Romanyaya ilhakmda (1913 te) Camiin önünde bir de küçük hamam Silistreye naklettim. Diyebilirim ki ye vardır. Bu hamam bugün hâlâ çalışmak niden Türk âlemine kavuştum. Büyük Harbden sonra Silistre ahali tadır. sinin, bilhassa Türk unsurunun arzu ve Mimar yardımı ile dört defa Silistre saylavlığr SEDAD ÇETİNTAŞ korkular yok. Tuhaf şey! Sanki birdenbire bir uçurumdan yuvarlanıp kaybo lacakmışım gibi zaman zaman garib bir ürperme geçirdiğim olur. Bir an içinde yok olup gitmeden korkuyorum. Bu, şüphesiz ölüm korkusu.. değil mi? Niyazi Efendi, dudak bükerek gülümsedi. O, gene ayni tonda: Gülme! dedi. Ölümden müthiş bir surette korkuyorum. Ağır bir gölge gibi her yerde peşimden geldiğini üzerime çöktüğünü zannediyorum. Bu yüzden kimseyle konuşamıyorum. Demir, aşağı yukarı dolaşırken yan asabî, yan alaycı bir sesle kendini tutamadan bağırdı: Mademki ölümden bu kadar kor kuyorsun; o halde hayatı hepimizden fazla seviyorsun demektir. Mücadele etmiyorsun! Her an ihtiyattasın. Öyleyse hepimizden fazla rahatsın. Ali Sabir, cevaba lüzum görmiyecek kadar inanmış, masanın üzerinde duran silâha bakıyordu. Demir, sinirli adımlar la dolaşmağa başladığı zaman, kolları bir yük gibi sarkmış ve yumrukları sıkılmış olarak geri döndü. Ağır ağır merdivenlerden inerek odasına çekildi. Demir yeniden saate baktı. Bu kadar şeyden bahsettikleri ve bir yıldır bekli yormuş gibi heyecanla, dakikaları saydığı halde vakit bir türlü geçmek bilmiyordu. Yoksa gelmiyecek mi? diye düşündü. Bununla beraber, kendiliğinden onu araması bir taraftan da ümidini arttırıyordu: «Beni aldatmıya ne ihtiyacı var? Şüphesiz gelecek. Zaten ben böyle değil miyim? Ufacık bir şeyden mana çıkarıp boş yere zihnimde büyültürüm..» diye söyleniyor. Bu fikirlerle, onu bek • lemek için yeniden ku\vet buluyordu. «Er geç nasıl olsa gelecek» diye ka rar verdiği için masanın başına geçti. Eşyayı düzeltmeğe, çay takımını hazırla mağa koyuldu. Nihayet saatini ortaya koydu. Ayak ayak üstüne atıp karşısına geçti. Niyazi silâh takımını toplamış, içeri odaya çekılmişti. O şimdi, zamanın geçişinden başka bir şey düşünmüyordu. Zaman, ona göre şimdi bir hikâyenin, bir melodinin akışı gibi değil, fakat her adımda insanı iler letecek yerde tersine doğru götüren Lunaparkların o sahte dolabları gibi geçi yordu. Beklemenin azabile zamanın akı* şı o kadar birbirine zıd geliyor ve çar pışıyordu ki, o sanki her dakikayı üze rinde bir ömür yürünmüş olan uçsuz bucaksız sahralar gibi görüyordu. Arzula Cumhuriyetin içtimaî romanı: 65 Yazan: Hilmi Ziya Korkuyor musun? Neden korkacakmışım? Bir kibrit bir sigarayı da yakabilir, bir evi de... Öteki, bu hikmete hiç dikkat etmemış gibi, yalnız silâha bakıyor ve sinirli hareketlerle ellerini kenedliyordu. Niyazi Efendı devam etti: Bir kış günü avlanmağa gidiyor chım. Yanımda üç delikanlıyla bir köpek vardı. Birdenbire karşıma bir boz ayı çıktı. Çocuklar, korkularından dağılıverdi ler. Hayvan, iki adım ilerimde gözlerini dikmiş bana bakryordu. Bazan dokunulmazsa çekilip gittikleri olur diye kıpır damadan, silâhım tetikte bekliyordum. Kış içinde çok zamandır aç kalmış ol malı ki, dişlerini gösterip tüfeğin üzerine yürüdü. Onu tam karnından iki kurşunla vurdum. Bir hamlede can acısile üstüme atılıp yere yıktı. Dişlerini bacağı Dia geçirdi. O anda ölümle dirim ara tında pençeleştiğimi duyuyordum. Ben, hayvanın boğazına sarıldım. Köpek te bacağından kavradı. Tam beş dakika böyle didişip durdum. Bu sırada ayınm karnından öyle bir kan boşaldı ki niha yet yanıma yıkıldı ve hırlıyarak geberdi gitti. Demir bu hikâyeyi sonuna kadar dinlediği halde, söze karışmadan gene do laşmağa koyuldu. Nurun gelmiyeceğin den değil, fakat gelip te onları görece ğinden korkuyordu. AIi Sabir, kendi kendine konuşur gibi söylüyordu: Bana gelince, ben bir kahraman değilim. Bununla beraber korkak oldu ğumu da zannetmiyorum. Bende büsbü* tün başka bir korku var. Bu, nasıl an latayım, bir çocuğun korkusu gibi değil. Omrümde başıma gelmedi amma, öyle sanıyorum. Biri alnıma silâhını dayamış olsa, gözümü kırpmıyacağım. Vakıâ nıünzevi yaşıyorum, bununla beraber in* sanlardan ürkmediğimi isbat edecek çok şey anlatabilirim. Hayır, bende bu nevi rını, isteklerini besliyen geleceğe aid bütün ölçüleri kaybetmiş, onda yalnızca can sıkıntısı ve azabın olduğu yerde burgu gibi derinleşen uçurumu kalmıştı. «O her halde gelecek. Fakat işte ortalık ta kararıyor!» diye düşündükçe iradesi daha zayıf, ümidleri daha bulanık, bir yere dayanmak, bir yerden kuvvet almak ihtiyacmı duyuyor; o zamana kadar fazla ehemmiyet vermediği ayak sesleri şimdi birdenbire gözünde büyümeğe başlıyor, ikidebir pencere kenarına gidip uzaktan gelen sesleri kaybolup gidinciye kadar dinliyor, herbirinin kapıya yaklaştıkça ağırlaştığını, ağırlaştığım adeta durur gibi olduğunu zannediyor, sonra ayni monoton ve hızlı adımın uzaklaşıp gittiğini far kedince yeniden ümide kapılmak için başka bir sesin yaklaşmasmı bekliyordu. O sırada, hafifçe kapınm çalmdığını işitir gibi oldu. Bu kadar çekinerek gelmesinden mutlaka onun olacağına hük medip yerinden fırladı. Ali Sabirin aç masma meydan vermemek için soluk soluğa koşuyor, fakat ona karşı bu kadar iştiyaklı görünmeği tehlıkeli bulduğu için de kapı önünde bir an toparlanıp çarpnr tının geçmesini bekliyordu. Tokmağın yeniden hafifçe vuruldu ğunu işitip artık aldanmadığına emin ol* duktan sonra, heyecanını saklamağa çalışarak usulca mandalı kaldırdı. Henüz daha kapıyı açmadan, onu görünce söyliyeceği şeyleri tekrara çahşıyor. «Bir bekâr evine gelmeğe nasıl cesaret edi yor?» düşüncesi, bu dakikada birdenbire zihnini kurcalamağa başlıyan bu mevsinr siz, can sıkıcı düşünce kaç saattir söylemek için hazırladığı bütün cümleleri altüst etmesine sebeb olmuştu. «Ne de recede güvenecek bir adam olduğumu bilmeden bu tehlikeli vaziyete girmesi ya onun çok müşkül halde olduğunu, yahud bu tarzda sergüzeştleri hiçe saydığım gösterir.» diye söyleniyordu. Bu kararsızlıkla, ağır ağır kapımn kenarını genişletiyordu. Birden, hayret içinde elleri yana düştü. Bu anda asla ha t;rından geçmiyen birisi, Hacı Kâmilin oğlu işte ta karşısında duruyor.. Birazdan Nurun geleceğini düşünüp, bu can sıkıcı zairi savmağa karar vermiş gibi kapıyı siper aldı. İki tarafm pervazlarını kav radı. Oracıkta işi hal için kestirme şekilde sordu: Bir şey mi istiyorsunuz?. Aşağı perdeden: lArkası rar]

Bu sayıdan diğer sayfalar: