24 Mart 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

24 Mart 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

r 24 Mart 1937 CUMHURİYET TERBİYE BAHiSLERi Danimarka'da yaşayış «La rahati fiddünya!» Yazan: Selim Sırrı Tarcan rilmiştir. Orada belediyenin vazifesi yalnız şehri temiz tutmaktan ibaret değildir. Halka azamî rahatlığı temin için herşeyı yoluna koymuştur. Süde su katmak, yağa başka maddeler karıştırmak, herhangi birşeyi değerinden fazlaya vermek orada hiçbir tüccarın aklından geçmez. Şehir dümdüzdür. Çocuk, genc, yaşlı herkes bisikletle işine gider, gelir. Danimarkada okuyup yazma bilmiyen hemen yok gibidir. En küçüğünden en büyüğüne kadar kadm, erkek hepsi okuınağa meraklıdır. Sabahleyin tramvay larda, otobüslerde, trenlerde elinde bir gazete bulunmıyan pek nadir görülür. En lengin tüccardan en mütevazı bir bakkala kadar herkes hergünün dünya havadislerini bilir. Bütün Danimarkada çıkan yevmî gazetelerin miktarı 287 dir. Bu gazetelerin mecmuu günde 1,200,000 nüsha tabedıyor. Bunlardan başka haf talık, on beş günlük, aylık mecmuaların adedı 3419'dur. Kopenhagda belediyenin en çok itina ettiği kütübhanelerle okuma odalandır. Akşamüstü işinden çıkan memur, tüccar, san'atkâr her smıf halk bir kere oraya uğrar ve bilhassa pazarları buraları bir çalgılı kahve veya bir sinema kadar kalabalıktır. Sovyet askerî tahsisatı 22,5 milyarı buldu Endüstri malzeme için seferber halde Pariste çıkan L'İntransigeant gazetesi, Sovyetlerin 937 bütçesinden bahsettiği bir yazıda ezcümle diyor ki: «Sovyetlerin 1937 bütçesinin en bü yük hususıyetı, mıllî müdafaa fashnın son derece kabarmış bir yekun arzetmesi keyfiyetidir. 1936 bütçesinde 14 milyar 800 milyon ruble olan harb bütçesi 20 milyar 100 milyon rubleye çıkmıştır. Buna yeni harb endüstrileri komiserliğine tahsis edilen 2 milyar 300 milyon rubleyi de ilâve edersek, bu yekun 22 milyar 400 milyon rubleyi bulur. Maliye komiseri Grinko'nun söyledi ğine göre, askerî tahsisatın bu fevkalâde tezayüdünün sebebi, Kızılordu mevcu dunun artırılmış olmasıdır. Maamafih, maliye komiserinin bu hususta verdiğı izahat gene pek sarih de ğıldır. Bütçenin kabarmasındaki asıl sebebin, Sovyet teslihatının ve Sovyet as kerî endüstrisinin son derece inkişafı olması daha kuvvetle muhtemeldir. Karabükte kurulacak demir ve çelik fabrikaları Safranbolunun bir kaç sene içinde büyük bir sanayi şehri olmasını temin edecek Turhallı, bir halli! ünkü Cumhuriyette Peyami Safanın «Tarih nerede?» başlıkll bir yazısı çıktı. Genc mütefek kir, tarihî romanlara gösterilen rağbetin o romanlarda tarih bulunmadığından dolayı yersiz olduğunu söylüyor ve b;zde ele alınmıya lâyık bir tarih kita bının ne zaman yazılacağını soruyor. Asil uslubunda bediî inceliklerin her çeşidini görmekle mütelezziz olageldiğim edib dostumun bu yazısında fikrime uygun gelmiyen noktalar var. Bir kere mukaddeme ile netice arasında tevafuk yok. Tarihî romanların gayritarihî olauğu izah olunurken bizde okunacak tarih kitabı bulunmadığı neticesıne vanlıyor. Halbuki bunlar yanyana getirilebilecek bahisler değildir. Tarihî romanlarımızın ekseriyetle kötülüğü başka, tarih ki tabı sahibi olamayışımız gene başkadır. Ne tarihî roman yazanlardan tarih kitabı yazmak, ne de müverrihlerden tarihi roman kaleme almak beklenebilir. Peyami Safa benden çok daha iyi bilir kı bütün mevzularını tarihten alan Corneılle'le Racine ve Dumas Pere'e tarihî romancılık hevesi aşılıyan Walter Scotte tarih kitabı yazmamışlardır. Mommsen ve Ranke gibi Alman; Carlyle ve Buckle gibi İngiliz; Albert Sorel, Ernest Lavisse gibi Fransız tarihçiler de hiçbir zaman tarihî roman yazmıya kalkışmamışlardır. Dostumun fıkrasında bana doğru görünmiyen noktalardan biri de «tarihî romanlara bilhassa avam tabakasının alâ ka gösterdiği» nin iddia edilmesidir. Ben, avam kelimesınden birşey anlamadım. Peyami Safa bu lugati kullanırken bö cekmöcek manasma alman hevam ile bir zamanlar bir tutulagelen avamı şüphe yok ki kasdetmemiştir, halk kütlesine de avam denemez, o halde tarihî romanlara alâka gösteren avamdan maksad nedir? İlişmek istediğim üçüncü nokta, genc edibimizin Cevdet Paşalara, Naimalara yanık yanık halefler aramasıdır. Başkalarınm müsvedddlerini ufak tefek mülâhazalarla süsleyip beyaza çekmekten başka birşey yapmamış ve vak'anüvistük çerçevesinden bir parmak bile dışarı çıkmamış olan Naima ile Cevdetin h3İef Ieri zamanımızda neye yarar?.. Bize vak'anüvist değil müverrih lâzım! Bu üç noktaya kısaca işaret ve Peyaminin yegâne tarih kitabı dediği dört ciltlik eserin de tam bir tarih olmayıp millî tarih tezimizi tebellür ettiren bir eser olduğunu kaydettikten sonra şunu hatır latmak isterim: Bugün umumî tarihler, kozmopolitizm mesleğine uyularak yazılıyor. Avrupanın en mükemmel tarihleri de her milletin seçkin tarih üstadlarından yardım temin edilerek vücude getiıilmiştir. Sonra iyi bir tarih yazılabilmek için kozmogoni, kozmoloji, jeoloji, paleon toloji, antropoloji, filoloji, fiziyoloji, psikoloji, arkeoloji, epiğrafi, diplomasi, sosyoloji, coğrafya, paleoğrafi fen ve ilımlerinden vâsi mikyasta istifade ediîmek gerektir. Bizde bu ilimlerden tarihi müstefid edecek kaç mütehassıs var? Hiç şüphe yok ki Umumî Harbden sonra dünyanın rahati bozuldu. Işte Fransa, işte İngiltere, işte Rusya, işte Italya, işte Belçika! Ben bu memleketlerin hepsini de muharebeden önce ve sonra gördiim. İster ıktısadiyat, ister içtimaiyat noktasından bakınız, hepsin de de ya nnın endişesi bütün kaşlan çatmıştır. Hepsı de bilinmiyen, görünmiyen bir düşmana karşı silâhlarını bılıyor. Sulh! Sulh! diye bağırdıklan halde hepsi de harbe hazırlanıyorlar. Acaba bu Avrupa devletlerı kendı hududları dahilinde kimsenin hukukuna tecavüz etmeden, sükun ve sulh içinde hallerinden memnun olarak yaşıyamazlar pıı? Evet, Büyük Harb herkesin rahatını kaçırdı. Galibler de, mağlublar da ara dan yıllar geçtıği halde bellerini doğrul tamadılar. Bu kadar milyonlar hiç oldu. Yüz binlerle insan telef oldu. Buna mukabil hayat ve maişet dünden beter! İşte bütün bu bitmek tükenmek bilmiyen keşmekeşleri düşündüğüm zaman gözümün önüne İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandıya gelır. Oralarda yaşıyan ınsanların hayatına gıpta ederim. Onların haline imrenirim. Ne asude, ne serazad, ne munis ve ne çalışkan insanlar. Şu Danunarkaya bakınız! Umumî Harbden evvel ve Mütarekeyi müteakıb gördüğüm bu güzel, bu şirin, bu sevimli beldede yaşıyan insanların haline gıpta etmemek mümkün değil. Topu, topu 3,550,000 nüfusu var. Sanki bu adam lara Allah, ruttuğunuz toprak altın olsun! d«miş. Dikkatle, itina ile, bilgi ile işle dikleri, belledikleri, baktıklan topraklar altın olmuş! Bütün bir milleti refaha kavuşturmuş. Danımarkada umumî nü fusun hemen üçte biri çiftçilikle ve ba lıkçıhkla geçinir. Bunlann adedi 1 milyon 117 bindir. 386,000 kişi ticaret işlerinde çalışır. 1,032,000 ni sanayi işlermdedir. 254,000 kişi de nakliyat işlerile meşguldür. Hükumet memuriyetlerinde ve serbest san'atlarda maişetini temın edenlerin miktan 216,000 kadardır. Bu miktarın hemen yansı kadındır. Çünkü orada yıllardanberi kadınlar erkeklerin ayni hukuka maliktirler. İşte şimalin bu küçük devleti kendi yağile kavruluyor ve çok mes'ud yaşı yor. Kopenhag, devlet merkezi olan bu şehir bir temizlik, bir zarafet örneğidir. Caddeler muntazam, mağazalar şık, halk kibar ve neşeli, üstü başı perişan bir insana tesadüf edemezsiniz. Hiçbır vesıle ile avuc açan bir fakir göremezsiniz, di ienmek orada bilinmiyen bir hastalıktır. Lokantalarda gayet nefis yemekler hemen hiç pahasınadır. Herşey ucuzdur ve sağlamdır. Hiçbir alışverişte sizi kimse al datmaz. Halk çok muntazam yaşar. Adımbaşında kocaman saatler vardır. Hepsi de birbirinden bir saniye ne ileri, ne geridir. Polis çok nazik ve çok terbiyelidir .Vazifesi halka yardım etmek olduğunu pek güzel anlamıştır. Şehrin her tarafı yeşillik içindedir. Parkları boldur. Tiyatroları, sinemaları, eğlence yerleri hem çok, hem ucuzdur. Hemen kazinolann hepsinde ufak bir oskestra çalar. Ondan başka parklarda halka her zaman bedava musiki dinlemek fırsatı ve DermrciUk fabrikalarının kurulacağı Karabük köyü ve civanndan iir görüniiş Safranbolu (Hususî muhabirimiz den) Bir hikâye olarak söylenen «devlet kuşu» bir hakikat halinde Saf ranbolu mıntakasına konmuş bulunuyor. Bu suretle masal şekline inkılâb eden hayallerden Cumhuriyet hükumetinin başarıcı ve yapıcı azmi, birçok hakıkatler meydana getiriyor. Bu azim ve irade sayesinde bugün artık «yol vermez!» de nilen dağlar delinerek uzatılan tren yollarımız dağı dağa kavuşturuyor ve «dağ dağa kavuşmaz!» sözü de hakikat şeklinden çıkıp masal hükmüne giriyor. Şu satırlan bana ilham eden Karabüke gi rerken karşı dağın içinden dörtnalla giden bir süvari kolu gibi süzülen ve azim ve iradenin sesini makine gürültüsü ve lokomotıf düdüğü şeklinde ırhar eden Ankara Filyos treninin çıkışı hatırlattı. Aylardanberi gazetelerde «Karabük» diye yazılmakta olan yeri lâyıkile görmek ve «Cumhuriyet» karilerine de gösterebil mek ıçın işte bugün Karabüke gelmiş bulunuyorum. Bir fotoğrafını da sunduğum Karabük Ankara Filyos tren hattı ü zerinde ve Safranboluya on iki kilometro mesafede on beş yirmi hanelik bir köyün ismidir. Fotoğrafm sol kıyısına düşen bu köyün vaktile büküntülü bir yerde ku rulması ve etrafının koyu renkli orman ve dağlarla muhat bulunması buraya Karabük ismini verdirmiş olması ihtimali kuvvetlidir. Önünden geçen ve Araç çayı namile anılan büyük suyun betonarme bir mecraya çevrilmesi ileride burada çok lâtif bir manzara meydana getirecektir. Vaktile pirinçlik olan bu araziye geçen senedenberi pirinç zeriyatı yaptınl madığmdan sivrisinek ve havasınm fenalığma sed çekmiştir. İleride büyük bir şehir halini alacak olan bu mıntakaya halihazırda hususî inşaata müsaade o lunmamaktadır. Şehir plânlarının tesbi tinden sonra diyebilirim ki burada Türk mimarisinin bütün vukufiyeti kendisini gösterecektir. Safranbolu ile Karabük arasında güzel bir şose mevcud olduğun dan nakliyat iyi bir şekilde devam et mektedir. İşte Safranbolunun tren istasyonu bu köy kenarına tesadüf ettiği için istasyona da bu köyün ismi verilmiş ve Karabük bugün maruf bir isim olmuştur. Şimdiki halde hâli görünen bu arazi pek yakın da Cumhuriyet hükumetinin bükülmez ve başancı kolu sayesinde modern bir fabrika şehri halini alacak ve gururla yük selen fabrika bacalarından Türkün kudretli varlığı mütemadiyen duman halinde semaya yazılacaktır. Demir ve çelik fabrikalarının buraya kuruluşu Safranbolu mıntakasında büyük bir sevinc uyandır mıştır. Alâkadar mühendis ve ustalar yavaş yavaş çoğalmaktadır. Sovyet askerî şefleri, kısa sürecek bir harbi nazarı itibara alarak en mütekâ mil teknik vesaiti kullanmak suretile vaziyete hâkım olmak ümıdınde bulundukları içindir ki, daha halihazırda iken, muhtemel mütearnzın teslihatına gerek kemiyet, gerek keyfiyet itibarile faik veBir sabah şehir kütübhanesine gittim. sait tedarikine tevessül etmektedirler. Ecnebi askerî mütehassısların hazır Fransızca eserler kataloğunda Danimarbulundukları manevralarda kullanılan kaya dair yazılı bir kitabm adını buldum. Sonra ismimi, milliyetimi, misafir malzemenin bolluğu, bu tahmini kuvvet olduğum otelin adını bana verilen bir fi lendırmektedır. şe yazıp salona nezaret eden sarışın, se So\yet endüstrisi şimdiden seferber evimli, güleryüzlü, nazik matmazele ver dilmiş vaziyettedir. Harb malzemesi imadım. Kız gözden kayboldu. Beş dakika linde son derece mütehassıs, fevkalâde sonra elinde dört kitabla geldi. Memle bol vesaitle mücehhez müteaddid fabri ketimiz hakkında bir fikir edinmek isti kalar, gece gündüz çalışmak suretile veyorsanız ihtiyaten size bu eserleri de ge saiti harbiye hazırlıyorlar.» tirdim. Vaktiniz müsaidse onlara da bir göz atarsınız, dedi. Memnuniyetle ki Deniz canavarı tabları aldım, üç fiş daha doldurdum. Marmarada tutulan deniz canavarı Akşama kadar orada kalmağa mecbur henüz Balıkhanede bulunmaktadır. oldum. Şehir kütübhanesi! Orası bir küKızılay cemiyeti bugünden itibaren tübhane değil, bir halk mektebi! Bütün deniz canavarını halka teşhir edecektir. masalarda, kadın, erkek, genc, yaşlı, saMes'ud bir doğum rı, kır ve beyaz saçlı başlar hep kitablara ığilmiş, çıt yok. Birkaç yüz insan sesUyuşturucu Maddeler İnhısarı ikîhci siz büyük bir sükunet içinde okuyor. müdürü Şakir Turali ile refıkası Şes Linolyom döşeli cilâlı, parlak döşeme Kraliçesi Bayan Hüdadad Turalinin bir lerde dolaşan memur kadınlar bile sü erkek çocukları olmuştur. Başvekil İsmet Inönünün imzasile viYeni doğan yavruya uzun ömürler ve kuneti ihlâl etmemek için parmaklarının lâyetlere şu tamim gönderilmiştir: saadetler dileriz. ucunda yürüyorlar. At yetiştirenleri teşvik, ayni zamanda Danimarkada münevverler diye bir sıat neslinin ıslahı hususundaki emek ve nıf yoktur. Çünkü şehirlisi de, köylüsü bir kısmı ziraat, bir kısmı san'at mekteb lerine gider. Ve daha yüksek kabiliyet gayreti teshil etmek için evvelce de ta de bütün halk münevverdir. mimen bildirildiği üzere gerek Vekâletin Yılbaşı ve noel bayramlarında, doğum gösterenler yüksek mekteblere, üniversi ve gerek vilâyetlerin hara ve depo ihtigünlerinde, ailelerde birbirlerine hediye telere ayrılır. Danimarkada hemen her hayat şubesı yaclan için satın alacakları binek evsa vermek âdettir. Bu hediyelerin yüzde için bir kooperatif teşekkülü vardır. fındakı damızlık aygırlar her yerden evdoksanı güzel cildlenmiş faydalı resimli Sütçülük, yağcılık, yumurtacılık, peynir vel koşu yerlerine müracaat ve koşu kitablardır. cilik, bahkçılık daha her türlü alım satım meydanlarında tecrübe edılmiş, irsen inDanimarkada herkes kazandığmı yer, yani Fransada olduğu gibi para biriktir kooperatifleri vardır. Sanayi ve ziraat tikal edecek özür ve kusurlan olmıyan koşu aygırlarını tercihan mubayaa ve komez. Yalniz buna mukabü hastalık, ihti işlerini 1378 cemiyet idare ediyor. Diyebilirim ki Danimarkadaki insan şum istikametindeki aygırlar için ayni suyarlık ve ölüme karşı halkm yüzde altmış beş, yetmişi sigortalıdır. Muhtelif sigorta lar çalışıyor, para kazanıyor, gülüyor, retle hayvan sergilerine müracaat etıiıekumpanyalarına 2,125,000 kişi kayıdh eğleniyor, hem rahat, hem mes'ud yaşı lerı hususunun daima gözönünde bulundır. Fabrikalarda, tezgâhlarda çalışan yorlar. durulmasının alâkadarlardan temenni e amelenin 900,000 i kazalara karşı ken Acaba buna sebeb coğrafî ve siyasî dılmesi encümenın bu defakı toplantısındilerini sigorta ettirmislerdir. vaziyetleri midir? Belki, fakat kimse in da kararlaştırılmıştır. Danimarkada tahsil hem kolay, hem kâr edemez ki bu insanlar çalışkanlıkları, Semereli neticeler vereceği şüphesiz oucuzdur. Tabiî ilk tahsil bedava olduğu vazifeye bağlılıkları, hayatı iyi anlayışlan bu cihetin önemle takibini ve her sene gibi, kudreti olmıyan ailelerin çocukları lan sayesinde bu refaha ermişlerdır. na belediye ve hususî cemiyetler yiyecek, İlerlemek, yükselmek, mes'ud olmak is sonunda bu suretle koşu yerlerinden ve sergilerden satın alınan aygır adedıle fikitab, çorab ve kundura verir. Ilk tahsili tiyen milletlere ne güzel bir örnek! bitirenlerin istidad ve kabiliyetlerine göre SELİM SIRRI TARCAN atlarının bildirilmesini rica ederim. Başvekilimizin atçılık hakkında bir tamimi Marsilyada Türkiyeye dair bir konferans Son zamanlarda memleketimizi ziyaret etmiş olan M. Germain Desboeuf, Marsilya ticaret odasında, oda reisi M. Prax'm riyaseti altmda tertib edilen bir toplantıda, Türkiye hakkında bir konferans vermiştir. Marsilyah erkek ve kadınlardan mürekkeb güzide bir dinleyici kalabalığı huzurunda verdiği bu kanferansta, M. Desboeuf, garb muharrirlerinin ve şaırlerinin vaktile tasvir ve tahayyül ettikleri şekilde bir Türkiyenin artık mevcud ol madığını söyledikten sonra, inkılâbımızm büyüklüğünü, Atatürkün yüksek eserle rini, yeni Türkiyeyi kendi gözlerile gören bir müdekkik sıfatile izah etmiş, Türki yenin ekonomik ve malî siyasetini anlatmış ve Türkiyenin haricî sjyaset üzerindeki rolünün ehemmiyetini hatırlatmıştır. Cumhuriyetin edebî tefrikası: 27 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa ışığı bir daha sallandı. Orhanın belinin altından bir soğukhava şeridi geçiyordu. Belki dışanda kar yağıyor. Pencereye baktı. Hafif bir parıltı. Sabah mı? Ya ğan karların akisleri mi? Gözlerini pencereye dikerek bekledi. «Bu anın mümkün olabileceğini tahmin etseydim, müdürün teklifini kabul eder mıydım?» Kendıne sorduğu bu sual yeni değildi. Saatini satmağa götürdüğü günlerdenbiri, sık sık, Celâlin emirlerine «hayhay, başüstüne» demenin bu zi] letten daha ehven olup olmadığını dü şünmüştü. Kendi içinde, eski isyanlarının kıymetlerini çoktan pazara çıkarmış bu lunuyordu. Bunların bedeli, hak edilmemiş bir gururun kalp akçesinden mi ibaretti? Hem amcasına mektub yazmayı bir kere kabul ederek eski mukavemetlerinden ricate başlayınca, zilletin hangi noktasmda tutunabileceğini kestirebilir miydi? Belki Salâhaddin Beye raslasa, mektebe tekrar girmek için daha fena şeraiti kabule hazır olduğunu söylemekten çekinmezdi. «Bemm Orhan isminde hiçbir tanıdı gım ve akrabam olmadığından başka, bu nam altında bir nankörü derhatır eylemiş olsam bile onun bir ayağı çukurda babasına reva gördüğü hakareti ve biçare adamın envaı felcle ıstırablar içinde terkı hayat etmesine sebeb olduğunu gözönüne getirerek adaleti ezeliyenin her bar tecellisine müdahaleden kat'ı nazar ey lemekliğim icab ettiğini düşündüm ve fehvasınca bunun kendısıne böylece tebliği niyetile şu satırlan yazdım. Yoksa cevaba dahi değmezdı.» Orhanın içindeki öteki ses yükseldi: Fakat babam kendısine bırınci felc geldiği zaman beni affetti ve çağırttı. Ananın ısrarına dayanamamıştır. Ne olursa olsun, bana o kadar kini yoktu. Belki... Zira kendisi de ağır şeyler söylemişti. Amcan o gün senin kal bını kıracak bir söz sarfetmedi. Fakat halı sözlerinden daha acıydı. Senin halin nasıldı? Trabzan bir daha çıtırdadı ve idare Tahsin ne oldu? O da mı şimdi ka yıkların içinde yatıyor, üşüyor ve «anne... Anneciğim...» diye ağlıyor? Orhan mektebden aynlalı iki ay olduğu halde çocuğu bir kere, telefonla bile olsun sormağa fırsat bulamamıştı. Pencerenin camına gayet sarih bir mavilik sıvandı. Ustünde kar parçalarının yapıştığı noktalar siyah görünüyordu. Pencerenin yarısına kadar gelen karyo la demirleri de bu ışık önünde belirmeğe başlamıştı. Orhan «saat altı vardır.» diye düşündü ve bir hesab etti. Evin içinde yarım saat oyalanabilse, on, on beş dakika da yola ayrılmak şartile yediye doğru caddede bulunabilirdi. Tramvaylar da işler. Necatiye gidebileceğini hesabladı. Sehzadebaşına kadar yayan yürüyebil se, para sarfetmiyeceği için onu evinde bulamamaktan korkmıyacaktı. Üç gündenberidir Kadıköyünde bulunan Neca tinin dün akşam evıne gelıp gelmedığnı bılmiyordu. Gelmemışse kendisini bu vaziyetinden kurtarabileceğini umduğu hiçbir kuvvet yoktu. Odanın içini dolduran sabah, daha zayıf bir aydınlık halinde yatağının kenarına kadar uzanmıştı. Trabzanın bir saattenberi idare ışığı a] tında bulanık ve kara sarı görünüşü de ğişti. Tahtalann şişkin tarafları beliriyor ve kenar boşluklarından gürbüz ve tombul bir yuvarlakla aynlıyordu. Orhan kalkmağa niyet etti. Fakat biraz kımıldayınca, mafsallarındaki yağlar donmuş gibi vücudüne bir kereste katılığı ve dikliği geldiğini anladı. Ayaklarını biraz gezdirerek farketti ki yatağının içi soğuktu ve demindenberi vücudü ısınmamış, hareketsizlik içinde sabit bir hararet derecesine ahşarak uyuşup kalmıştı. Ellerıni yorganın üstüne çıkardı ve duvar tarafına düşen ceketini yakaladı. Sonra birkaç hamle yaparak doğruldu ve hemen ceketini giydi. Elini yüzüne götürdü ve avcuna bir buz parçası gibi batan burnunun soğukluğuna hayret etti. Arada bir ağzmdan nefes aldığı için dilinin üstü ve damağı da kurumuştu. Ayakucunda duran çorablarını ve kundu ralannı giyinciye kadar elleri, sırtı ve omuzları dondu. Odaya koşarak pantolonunu da geçirmıştı. Pencereden baktı. Fırtına ile savrulan ince bir kar yağıyordu. Sonra ev sahibine aid eski bir lâvabonun aynası önünde durdu. Boyu uzun olduğu için igiımeğe mecbur kalmıştı. Sağ taraftaki pencere den gelerek yüzünün yarısmı açan kuru ve mat bir ışık altında gördüğü renk onu şaşırttı: Soğuktan kızardığını zannettiği halde sapsarıydı. Yüzünün eb'adına göre küçük gözleri irileşmişti ve dağınık saçları altında, hemen, dehşete düşmüş bir adam intıbaını veriyordu. Kaşlarını Dostum Peyami Safanın, içinde tarih bulunmıyan tarihî romanları tezyif et mesini haklı bulurum, lâkin tarihî roman yazanlardan tarih kitabı yazmalannı istemekte genc dostum tamamile haksızdır. Biz Peyami gibi birkaç yüksek şahsi yeti istisna edersek ed<îbî roman yazanM. Germain Desboeuf'ün konferansı Iarın hiçbirinden edebiyat bilgisi, est^tik hararetli alkışlarla karşılanmış ve kendisi zevki, üslub inceliği beklemiyoruz. Pegerek dinleyiciler, gerek oda heyeti ta yami de bizim masalcılardan tarih bilgisi, ifade düzgünlüğü beklemesin. Hepimiz rafından tebrik edilmiştir. turhallı ve bir halliyiz!.. çatttığı ve gözlerini kıstığı halde bu in M. TVRHAN TAN tıbaı değiştirmeğe muvaffak olamadı. H: Duzeltme: Daima soluk gösteren bu eski aynanın iDünkü fıkranın baş tarafında Sadinin çinde eşyanın akisleri de korkuncdu. Karmeşhur sozunü naklederken «fitne doğu yolanın yanındaki duvara asılı halı ve ran doğru sözün ma^lahata uygun ytfanpencerenin bir perde kanadı, renkleri bel dan çok daha kötü olduğu» denecek yerde li olmadığı için simsiyah görünüyor, ara aksi söylenmiştir. Özür dilerim. M. T. T. larında, boşluğa mıhlı, bulanık parıltılar sarkıyordu. Odanın içindeki hafif aydınlık donmuş ve katılaşmış gibiydi. Konya Atlı spor kulübünün Orhan hemen arkasına döndü ve kollannı birkaç defa yukan kaldınp indirdi. Vücudü kızışmadan ceketini çıkarmağa ve gömleğini giymeğe hali yoktu. Daha fazla ısınmak için karyolanın ot minde rini sırtladı, yere indirdi, bir yangın t«lâşile katladı, tekrar açtı, kapıya doğru çekti, tekrar katladı ve sırtına alarak yerine taşıdı. Bu hareketleri o kadar şid detli yapmıştı ki ot minderini bırakır bı rakmaz, yatakta tutulan omuzlanndan kollarına doğru bir kesiklik yürüdü. Dizkapakları da karla uğuluyormuş gibi üşüyor ve üşüyordu. Göğsünde gene bir darlık peyda oldu. Ot minderine oturmuştu, fakat başına kar suyu damladığı için a yağa kalktı. Birdenbire titremeğe başlamıştı ve vatmak ihtivacını duvuyordu. Kapıdan dışarıya baktı ve bir^z evvel içinden çıktığı yatağı görünce ürperdi. (Arkası var) faaliyeti Konya (Hususî muhabirimizden) Konyada vilâyetin gayretile teşkil edilmiş olan Atlı spor kulübü muhit için çok faydalı olmağa başlamıştır. Kulübün atçılık ve at sporunu yayma ve ilerletme faaliyeti göze çarpacak bir halde olduğu gibi sosyal hayatımız üstündeki hizmetleri fazladır. Hemen her hafta müzikli aile toplantıları yapılmakta ve iyi günler geçirilmektedir. Kulübün bir çok atları vardır. Üyeler manej talimlerini, atlı gezintilerle takviye eylemektedirler. Kulübün yakmda büyük ve atlı bir sürek avı tertib eylemesi de bekleniyor. Mayi mahrukatın satışı devlet inhisarına alınacak Petrol, benzin ve mümasıli mayi mah rukatm memleket dahilinde ucuzca satılmasını temin maksadile bu maddelerin satışı devlet inhisarına almacaktır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: