8 Kasım 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

8 Kasım 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURtYET 8 fidncîfeşrin 1937 Bulgar ordusunun bu Fransada harb sanayii günkü vaziyet ve kıymeti Mühimmat fabrikatorlarınm prensipi, harb haberi Manevralardan sonra verilen bir ziyafette mühim nutuklar söylendi Sofya (Hususî) Geçenlerde yapı lan sonbahar askerî manevralarına bü tün mütekaid ve ihtiyat generallerle yeni ve eski bütün Başvekillerin ve vekillerin, gazetecilerin, muharrir ve e diblerin davet edildiği malumdur. Bu manevralarda bulunanlar, Sofyad «Bulgarya> oteli salonlarmda Harbiye Nazırı General Lukof ve muavini Ge neral Peef şerefine bir ziyafet vermis lerdir. Ziyafette ilkönce söz söyliven ihtiyat General Jekof, manevralarda Bulgar askerinin gerek ruh ve gerek teknik itibarile çok yüksek bir mevkide bulunduğunu gördüklerinden dolayı Harbiye Nazırma teşekkür etmiş ve ordunun terbiye ve teçhiz işinin bir millet işi olduğunu söyliyerek Bulgar ordusunun bu terakki yolunda daha pek çok adımlar atması sayesinde Bulgaristanın bugünkü politik endişeleri daha geniş bir endişesizlik içinde geçirmesi temenni sile kadehini «Yaşasın Çar» sözlerile kaldırmıştır. Generalden sonra fhtiyat Zabitleri cemiyeti reisi miralay Sl. Vasilef söz almıştır. Hatib, ordunun çok yüksek kabiliyetli bir kumanda heyetine olan malikiyetini takdirkâr bir lisanla söyledikten sonra manevralarda nazan dikkati en ziyade celbeden karakteristik bir noktaya işaret etti ve dedi ki: «Bu nokta, ordu, millet ve Çar arasmdaki samimî ve sıkı rabıta dan ve ahenkten ibarettir ve bu, Bulgaristanın parlak bir istikbale namzed bulunduğunun delilidir. Orduyu yetiştirmek zor bir iştir. Fakat, Harbiye Nezareti bu işte Bulgar ihtiyat zabit leri tarafından azamî yardım göreceğine emin olmahdır.» Bundan sonra söz alan Sofya Gazeteciler cemiyeti reisi Gospodin Maçkarof, manevrada gördükleri manzaranın bir hayal ve bir rüya sanılacak kadar par lak olduğunu ve fakat bunun bir hakikat teşkil ettiğinl ve bu realitede artık küçük, aç ve fakir olduğunu dinlemek ten usanmış bir milletin gayret ve fedakârlığmın tebarüz etmekte olduğunu söylemiş ve «tarih, Bulgar milletinin nelere kadir olduğunu ve hele Bulgar askerinin nekadar mütehammil, sadık ve gururlu bulunduğunu her zaman ispata hazırdır» demiştir. Hatibe göre, ordusu olmıyan bir devlet, devlet olamaz. Bir yurdun sükun içindeki inkişafı, ancak ordusunun kuvveti nisbetinde ve sayesindedir. Ordunun şerefi ve maneviyatı her şeyin fevkinde olmak gerektir. Bulgar ordusu bu manevî meziyetleri kendi öz yurdunun tarihî hâdiselerinden ve kendi öz ruhundan almıştır: Batak, Prenştitza, Bratzigovo, Şipka, Slivnitza, Lüleburgaz, Bulayır, Doyran, Kalimantzi ve dümdüz Dobrîca ovala rı... İşte Bulgar ordusunun yüksek ruhu bu kahramanlık destanlarile bilen miştir. «Ve bugün haksız yere yurdu nun her taraftan budandığmı gören ordu, bütün şiddet ve ceberutlara rağ men dimlik ayaktadır ve kahraman ölülerin vasiyetlerini yerine getirmiye hazırdır. Ordu, bu cesareti bugün milletinin, Çarın ve ordunun yekvücud olması keyfiyetinden almaktadır.» Söylenen nutuklara cevab veren Harbiye Nazırı General Lukof da ezcümle şunları söylemiştir: « Manevralarda gördüklerinizden bugün yeni şekilde ve yeni ruhta yep yeni bir orduya malik buîunduğumuzu söylediniz. Ordu ile yakmdan temas etmiyenler için bu, doğru olabilir. Fakat orduyu yetiştirenler ve onunla birlikte yaşayanlar çok iyi bilirler ki bir ordu nun, 2 3 yıl zarfında yeniden organize edilmesine imkân yoktur. Bu, senelerce süren bir iştir. Manevralarda millî şerefimizi ve göğüslerimizi kabartan bir or du görmüşseniz, bilmelisiniz ki, bu or du. dünün kahramanı olan General tva nof'un, cesareti, efsane olan General Kolef'in ve burada isimlerini saymak lığım imkânsız olan bütün büyük as kerlerimizin ordusudur. Çünkü, bu or duyu ve bu orduyu yetiştirenleri onlar vetiştirmiştir. Ordunun eseri ne Lukofun, ne General Bakırciyefin ve ne de General Jekof'un eseridir. O eser, bü tün bir milletin malıdır. Onda herkesin hissesi vardır. Eski kumandanlarımızı manevralara çağırtmaktan maksadımız orduyu bu kumandanlar huzurunda imtihan etmekti. Maksadımız, mazideki gibi millî mü dafaa işlerini milletten gizlemek değildir. Millet bu işlerle nekadar yakmdan alâkadar olursa, ordu hakkındaki fikri, inanı ve sevgisi o nisbette artar. Ma nevralara bütün gazetecileri ve vekil leri bunun için çağırmıştık ve itiraf edeyim ki Bulgar matbuatı bu hususta hissesine düşen vazifeyi ümidimizin fevkinde yaparak ordu ile millet arasmdaki sevginin çok parlak bir surette tezahürlerini temin etti. Millî müdafaa İşlerinde milletten gizlenecek hiçbir şey yoktur. Gördüğünüz ordu, daha mükemmel bir şekle girecektir. Bu hususta hepinizin yardımlarınıza ve alâkalarınıza güve nerek bu işi yılmadan ve yorulmadan başaracağıma emin olabilirsiniz. O za man ortaya müttehid bir millet ve yepyeni bir devlet çıkacaktır.> H A S A N Yarım yağlı gece ve deniz kremile Menekşe ve acıbadem yaymak, Avrupayı buhrana kaptırmaktır İtalyan Alman • Japon misakı {Battaraft 1 tnci sahlfede) «Bu sistem, ihtimal Sovyet Rusya dan ziyade Ingiliz Imparatorluğunu is tihdaf etmektedir. Bu misaka imzalannı koymuş olan üç devlet, Moskova hüku metine karşı cidale girişemezler. Buna mukabil bu üç devletin üçü de Ingiltereye ve Ingiltereye tâbi memleketlere darbc indirmeğe kadirdirler. Almanya hava filolarını Londra üzerine sevkedebilir. Italya Mısırı ve Japonya HongKong \c Singapour'u tehdid edebilir. Ayni şey Fransa hakkında da söylenebilir. Salâhiyettar bir zatm dün dediği gibi hakikatte ahval ve vukuatın ittifak ve tesadüfünde bir fırsat gibi görünmektedir. Önümüzde yazılmış bir Alman italyan muahedesi vardır. Ve hiç olmazsa bu muahede hakkında malumatımız. mevcuddur. 1936 senesinde Italya, bu kadar ağır bir surette inkıyada mütemayil değildi. Fakat nihayet ikna edilmiştir.» Epoque gazetesinde M. Kerillis diyor «Bizim için medeniyetin bu büyük müdafilerinin samimiyetlerine değilse de menfaat endişesinden âri olduklarına iti • mad etmek müşküldür. Büyük Okyanustan Akdenize kadar vücude getirilmekte olan koalisyon, başka bir gaye takib et mektedir veya edecektir.» Humanite gazetesinden: «Dünya, bundan böyle demokratik kürriyet memleketlerinde miidahalede bulunmaktan, harbe tahrik etmekten, fütu hat maksadını ve faşist tahakkümünü tatmin için taamızda bulunmaktan ibaret olan müşahhas bir siyaset karşısında bu lunmaktadır.» Esliha ve mühimmat imalâtında Fransa, en başta gelen memleketlerden biridir, belki de en başta gelenidir. Bugünkü Fransız ordusu, gerek kemmiyet, gerekse teçhizat itibarile, 1914 teki Alman harb mekanizmasile müsavi kuvvette addolunabilir. Buna rağmen Fransız ordusu cihan sulhunu tehdid eden bir âmil de ğildir. Fransız esliha ve mühimmat fabrikatörleri, memleketlerinin içtimaî, sınaî ve siyasî sahalarında büyük nüfuz sahibidirler. Fransada harb malzemesi imalâtçıları, son derece gizli ve gürultüsüz çalışırlar. Teşhir edilmekten hiç hoşlanmadıklan muhakkaktır. Bu itibarla Fransız mü himmat fabrikatörlerinin başında gelen M. Sohneider'i teşhir etmekle onun ademi memnuniyetini celbettiğimizden dolayı bizi mazur görmesini rica edeceğiz. M. Schneider, Avrupanın birçok memleketlerinde şebeke halinde çalışan es liha ve mühimmat fabrikalarile yakmdan alâkadar bir şahsiyettir. Ayni zamanda Fıansanm her tarafında fabrika ve atölyeleri bulunan Schneider Creusot şirketile Fransanın haricinde esliha ve mühimmat itnal eden ve 230 şubesi bulu nan Union Europeenne'in ismindeki konsorsiyomun da reisidir. Çekoslovakyadaki Skoda mühimmat fabrikası bu konsorsiyomun belli başlı azasmdandır. Bu incilerin en parlağı da Çekoslovakya dahilindeki Skoda fabrikalarıdır. Skoda'nm meclisi idaresi reisi M. Schneider olup ayni meclisi idare azası arasında iki Çek Alman vardır ki, bunlar Her Hitler'in çok hararetli Uraftarı olmakla beraber bir Fransız olan M. Schneider ile hoş geçinmektedirler. Çünkü siyasî kanaat meselesi başka, Avrupayı baştan başa bir silâh deposuna çevirmek meselesi de gene başkadır. Esliha ve mühimmat fabrikatörleri arasındaki birliği bir harb değil, beş on harb dahi bozamaz. Bunlar birbirlerine kilid olmuş, çözülmez bağlarla bağlanmış insanlardır. 1914 te Fransanın demir ihtiyacının yüzde yetmişini temin etmekte olan Briey'deki ocaklar Almanların eline geçmiş ve iki sene müddetle Almanlar harbde kullandıkları malzemenin yüzde yetş beşini bu ocaklar sayesinde temin etmişlerdi. 1916 da Briey maden ocakları bir harb cilvesi olarak Fransız topçularr nın ateş menzili dahiline girdiği, yüzlerce Fransız tayyaresi de bu ocakların üze rinde uçtuğu halde bunlarm üzerine tek bir mermi, yahud tek bir bomba atılmayışı, son derece calibi dikkat değil midir? O zamanlar bir topçu zabiti ve bilâhare Tardieu kabinesinde Maliye Nezaretini deruhde etmiş olan M. Pierre Flandin, ikinci Fransız ordusuna Briey ocaklarının bombardıman edılmemesi çin erkânıharbiyece kat'î emirler veril miş olduğunu mecliste bağıra bağıra söyemiş ve buna da tek bir kimse itiraz edememişti. Şu halde esliha \e mühimmat şlerinin beynemilel bir şebeke halinde şleyen bir mekanizma olduğunu kabul etmemek elden gelmiyor. Fransadaki Coır.ite de Forges adile müesses «demirciler komitesi», isminin fade ettiği mütevazı bir teşekkül değildir. Bu tröste dahil 250 şirketten yüz elisi, esliha ve mühimmat imalâtile meş guldür. Komitenin ayrı bir propaganda şubesi olduğu gibi, matbuatı da sustur masını kolaylıkla başaran bir teskilâtı vardır. Bundan evvelki bazı Fransız Cumhurreislerinin komiîenin ufak tefek şubelerinde meclisi idare reisîikleri de ruhde ettikleri sık sık tesadüf edilen hâ diselerdendi. Comite de Forges'un idare meclisi reisi François de Wendel'dir. Ayni zamanda Banque de France'in de reisi olan bu adam, yalnız Fransı/ların Wendel şirketlerinin başı değil, ayni zamanda Almanyadaki Wendel şirketlerini de idare eden adamdır. Esliha ve mühimmat fabrikatorlannm en kodamanlanndan olan M. Wendel, paraca başı sıkıldı mı derhal kitabın diğer yaprağını çevirir ve bu sefer Banque de France'de reis olarak para müşkülünü halleder. Fransanın en ileri gelen gazetelerinden Le Journal des Debats, Le Temps, Le Matin ve L'Echos oe Paris gibi gazetelerden maada Agence Havas'i de elinin altında bulunduran adamdır. François de Wendeî yahud da Eu gene Schneider gibi saldide Fransızların kalbsiz adamlar olduğunu iddia etmek yanhştır. Çünkü bu ihtiyarlann Chopin'in hüzünlü musikisi karşısında eriyip ağla dıklan görülmüştür. Fakat esliha ve mühimmat işinde tröstlerinin menafiinden gayri hiçbir mülâhaza ile hareket etmedikleri de muhakkaktır. Esliha ve mühimmat imal eden firmaları idare edenlerin ana prensipi, Avru payı mümkün olduğu kadar mütemadi bir asabî buhrana kaptırmak, arasıra müheyyiç harb haberleri yaymak, hükumet nezdinde yakin istikbaldeki harbin kaçınılması mümkün olmıyan bir musibet olduğunu propaganda etmektir. Esliha ve mühimmat satışlarında diğer ticaret usullerinden ayrı bir safha var dır. Faraza Schneider şirketi Yugoslavyaya 100,000 tüfek satarsa ArmstrongVickers şirketinin de İtalyaya 200,000 tüfek satmamasına imkân yoktur. Çünkü söylediğimiz gibi harb malzemesi sa tışları garib bir rekabete tâbidir. Avrupa hükumetleri esliha ve mühimmat imalâtını hükumetin eline almağı tasavvur etmemiş değillerdir. Fakat bu takdirde hükumet mekanizmasına kaldıramıyacağı ağır bir yük binmektedir. Bu mülâhaza iledir ki hükumetler esliha ve mühimmat fabrikatorluğundan çekinmekte ve Schneider'ler, de Wendel'ler de bildikleri gibi oynamaktadırlar. Şu halde bugün Avrupa harb malzemesi imal e denlerin merhametine mi kalmış vaziyettedir? Bunu kat'iyetle ıddia doğru ol maz. Fakat siyasî inkişaflarda, esliha ve mühimmat imalâtçılannın müthiş bir rol oynadıkları da inkâr edilemez bir hakikattir. Maamafih beşerin istikbali, büsbütün bu Schneider'Ierin, ve Wenderierin eImde uzun müddet kalmıyacaktır. Bir gün gelip bunlann da düşecekleri mu • hakkaktır. Yağsız Kar Kremi Çilleri, sivilceleri, ergenlikleri izale eder. ihtiyarları gencleştirir, gencleri güzelleştirir HASAN istnine ve markasına dikkat ACIBADEM YAGI KREMi Belediyesinden: Pendik Belediyemiz smırı içinde sahibleri tarafından atılacak ve Belediye vesaitile çöplüğe atılacak kemik, boynuz ve paçavralann 14/11/937 gününden 13/11/ 938 günü akşamına kadar bir sene müddetle ve açık arttırma usulile satüa caktır. Muhammen kıymeti 240 iki yüz kırk liradır. 20/10/937 tarihinden 10/ 11/937 tarihine kadar 21 gün mddetle açık arttırmıya konmuşVur. Arttırmıya girmek istiyenler yüzde yedi buçuk teminatı muvakkate makbuzu gösterrreğe mecburdurlar. Haddi lâyık görüldüğü takdirde 10/11/937 çarşamba günü saat 15 te ihale edilecektir. İhaleyi müteakıb bedel tamamen Encümen huzurunda vezneye tediye edilecektir. İstekliler ihale günü saat 15 te Pendik Belediye Dairesinde müteşekkil Daimî Encümenine ve fazla izahat almak istıyenlerin hergün Belediye Reisliğine müracaat etmeleri ilân olunur. (7493) Baş, diş, nezle, grip, romatizma ve bütün ağrılarınızı keser îcabında günde 3 kaşe alınabilir. îsim ve markaya dikkat! Taklidlerinden sakinimz. Uzunköprü Belediye Reisliğinden: 32786 lira 50 kuruş bedeli keşifli Uzunköprü kasabası elektrik tesisatı 10/ 11/937 çarşamba günü saat 13 te pazarlıkla talibine verilecektir. Şartnamede gösterilen teslim müddeti 12 aya çıkarılmıştır. Taliblerin sözü geçen gün ve saatte Uzunköprü Belediye Daimî Encümenine müracaatleri ilân olunur. (7489) Karamanda buğday satış vaziyeti Karaman (Hususî) Şehrimizin buğday piyasası normal bir vaziyette olup, Ziraat Bankası üzerine aldığı nazimlik rolünü muvaffakiyetle başarmaktadır. Sert ve yumuşak buğdaylar 5 5,5 kuruş arasında olmak üzere ayni fiatta satılmaktadırlar. Bu yıl tam zamamnda yağan nafi yağmurlardan, önümüzdeki yıl rekoltesi nin keyfiyet ve kemiyet itibarile şayanı memnuniyet bir halde idrak edile ceği anlaşılmaktadır. NEOKALMİNA GRiP NEZLE NEVRALJI BAŞ ve DiŞ ağrıları ARTRiTiZM Cemiyetinden: Istanbul Terziler Terziler Cemiyetinin nısıf azasınm yapılan seçiminde ekseriyet olmadığından cemiyette kavidli azanm hüviyet cüzdanlarile 10/11/937 çarşamba günü saat ondan on altıya kadar Türbe Babıali caddesinde 10 No.da Cemiyet merkezine gelerek reylerini kullanmaları rica olunur. Sana hayret ediyorum! dedi. Tenkidi bırak şimdi, dedim, Zehrayı görmeden birşey söyleme. Onda bir köylü ve bir hizmetçi hali yoktur. Hayır, hayır... Seni tenkid edecek değilim. Hayret ettiğim şey senin bu vakayı anlamaktan âciz kalmandır. Bir kere daha hayretle gözlerimi açtım: Sen birşey anlıyabildin mi? Bana bu mesele çok açık görünü yor. Yani bahsettiğim doktorla Rukiyenin fikrindesin! Fevzi işaret parmağmı havada sallı yarak: Hayır, kat'iyyen, kat'iyyen!.. diye bağırdı. Ikisi de saçmalamışlar. Elimi uzaüım: Ver elini! dedim, bravo!.. bravo!.. Benden de al o kadar. Fevzi öteki elimi de tuttu: Bunu anlıyorsun da hakikati aiçin anlamıyorsun? diye sordu. Hakikat nedir? Nasıl anlayım? Meselâ Zehranın bu geceyi nerede geçirdiğini ne bileyim? Hakikati bilsen onu da bilirsin. Sen biliyor musun? Biliyormuş kadar tahmin ediyorum ve senin bunu bir lâhza bile düşünmemiş olmana şaşıyorum. Yüzüme dikkatle bakarak devam *!lti Tüccar adamsın yahu... Bu ihtinı»» li nasıl düşünmedin? Ne ihtimali yahu? diye bağırdım. Başparmağını şehadet pannağına türterek Fevzi de bağırdı: Senden para çekmek istiyorlar, be birader, para! Karanlık bir ormanda iken onümde hiç ummadığım bir aydınlık yol açılmi$ gibi sevinc ve hayret içinde donakaldım: Para! Yeryüzünde her ihtirası idare eden para! Para!.. Evet, ben ki sözüm y«bana tüccanm, bunu hiç mi hiç, bir kere bile düşünmemiştim: Para!.. Bu kuvvete bağlı bir hakikat olabileceğini lâhzada kabul ediyordum. Fakat kimler? Benden para çekmek istiyen kimler? Kimler? diye bağırdım. Fevzi yakamı hafifçe tuttu: Ikigözüm! dedi, bilmez misin, hiç işitmedin mi, bazı Anadolu köylerinde âdettir: Kızı satarlar, evet, kızı alacak olan kocaya satarlar. Yüz altın, yüz kâ« ğıd, haline göre... Yani buradaki hıriitiyanlarm aksine. Drahomayı erkek verir. Kızm babasına verir. Bu âdet belki Zehranın köyünde de vardır. Hem âdet bulunmasına hacet de yok, ikigözüm. Zaten ailesi kızmı besleme olarak dışarıya vermiş. Onun zengince birile evlendiğini ögrenince hemen para çekmege kalkarlar. Baksana... (Arkast var) Korkuyorum ! Tefrika: 3 0 Ihsan Bey de hemen çekip tabancayı vurur, öyle mi? Yoo...k! Vurduğu zaman ben onların evinde değildim. Onlar da Dizdariyeden çıkmışlardı. Yedi ay sonra. Yedi ay sonra mı vurdu? Yedi ay sonra. Neden arası bu kadar sürdü? Kadın o gece itiraf ettikten sonra pişman olur. «Aramızda birşey yok onunla» der, kocasına yalvanr, «beni onun elinden kurtar!» der. Ihsan Bey de affeder. Dedim ya, melekti. Ama erkeğe de bu kadar meleklik yakışmıyor. Güldüm: Sahi öyle, dedim. Değil mi öyle? Kadın da bir ay, iki ay uslu oturur. Sonra başlar tekrar yüzbaşile buluşmağa. Ben artık o za manlar Ihsan Beylerden çıkmıştım. Derken kulağına gider. îhsan Beyin. Ihsan Beyin. Bilmem orası nasıl oldu. Evde bir gece kavga etmişler. Beynine kan çıkmış. Yazan: Server Bedi Ihsan Beyin. işte o zaman kendini tutamamış, çekip tabancayı vurmuş. Rukiyenin suratına dik dik bakarak sordum: Peki, burada Zehranın haline benziyen ne var, anlamadım ki! Karı bütün ömrümde hatırımdan çıkmıyacak bir cür'etle bana dedi ki: Bunda anlamıyacak ne var, Fazıl Beyciğim? Saat üçlere, dörtlere geliyor. Ortada hanımdan eser yok. Evin pencerelerine taşlar atılıyor, geceyarıları evin sofalarında çifter çifter ayaklar geziyor, kapıma çengeller vuruluyor, hanım sebebsiz yere baygmlıklar geçiriyor, doktorun biri gidip biri geliyor, daha ne olacak, beni kaba kaba söyletecek misin? Biraz akılcağızm varsa başma topla da anlayıver! Sesimi çıkarmadım. Bütün bu hikâyelere rağmen Rukiyeyi haklı bulmuyor dum. Uykum gelmediği. halde onun ra hatsız edici bakışlarından kurtulmak için yatağıma girdim. Kendi kendime ilk sor^i'S.ırr) Sey su o'^nstu' «Zehra bu eec» hangi yataktadır?» Sonra şunu düşün Bir felâket mi var? düm: «Belki de artık nefes almıyor.» Admı sen koyarsın. Hele şu sigaRukiyenin bütün muhakemelerimi, he ranı yak bakalım ve beni dinle. sablarımı, tahminlerimi altüst eden sözleOna hayatımın bilmediği taraflarmı rinin verdiği sersemlikle yatağa girdiğim anlatmağa başladım. Şaziyenin ölümü, zaman sabah oluyordu. Bir iki saatlik vasiyeti, Zehra ile evlenmem gibi esas uykudan sonra, başağrıları içinde uyan noktalarda yerinden fırlıyor, hayret nldadım. Kime ve nereye müracaat edeceğimi ları çıkararak sözümü kesiyordu. Fakat, hiç bilmiyordum. Başım o kadar sersemdi adamcağıza daha fazla ağız açtırmad?n, ki ne yapacağımı düşünmek bile istemı bir saat içinde bütün vaziyeti anlattım ve yordum. Öğleye kadar evde beklemeğı sözü şöyle bitirdim: muvafık buldum. Zehranın çıkıp gelece Kafam kazan gibi. Hiç birşey dügini umuyordum. şünecek halde değilim. Kırık bir mavnaSaat ona doğru, sekiz on senedir yü yı peşine takıp götüren romorkör gibi özünü hiç görmediğim bir arkadaşın ziya nüme düş, ne yapacaksam bana yaptır. retini kabul ettim. Fevzile eskiden çok Çünkü bende beyin, meyin, irade, miradosttuk. Başından geçirdiği aşk macera de kalmadı. Evvelâ fikrini söyle baka larını bana anlatırdı. Kadın işlerinde e lım. Senin kadın tecrüben çok var. Bu işe pey tecrübesi vardı. Onun gelişi bana ne dersin? kuvvet verdi. Uzun zamandanberi İstanFevzi yüzüme hayretle bakıyor ve gübulda olmadığı için bana aid hiç birşev lüyordu. Ben de ona hayretle bakmağa bilmediğine emindim. Şaziyenin öldü başladım. İkimiz de bir müddet sustuk. ğünden de, Zehradan da haberi yoktu: Fevzi gözlerinden hayret ve dudakla Fevzi! dedim, hayatımın en buh rından tebessüm eksilmeden başını sallıranlı zamanlanndan birinde geldin! F% yordu. kat evvelâ şunu öğrenmek isterim: Be Ne var, yahu? dedim, acayib bir nim hayatımdaki değişikliklere dair ne tavır takmdm? Ben bir muamma halletbiliyorsun? meğe uğraşırken sen de başka bir muamma olma! Hiç! dedi. Ayağa kalktı, ellerini pantalonunun Gösterdiğim koltuğa otururken etrafıceblerine koydu, duvarda bir resmi seyna dikkatle bakıyordu. Sonra gözlerini yüzüme dikti ve ona verdiğim intıba şu reder gibi çenesini geri çekerek yüzüme baktı:

Bu sayıdan diğer sayfalar: