29 Haziran 1939 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

29 Haziran 1939 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

29 Haziıan 1939 CUMHURÎYET San'at ve hayat UZELER Yazan: NURULLAH BERK Ne zaman bir müzeye gitsem, garib bir sessizlik, bir tenhalık, bir yalmzlık içimle dolaşınm. Lahitler, heykeller, vitrinlerin içindeki muhtelif eşya, çerçeve lerin içindeki resimler, eski medenıyetlerin ruh ve can taşıyan şahidleri yalnız kala kala abus bir çehre bağlamış, küsmüş gibi görüniiyorlar. Bu tenhalık içinde dolaşıp dururken, adımlarını benim adımlarıma uyduran mahmur bir gardi yanın takibi sinirime dokunur, dikkatimi dağıtır. Bazan gürultülü bir grup, alçak kabartmalardaki çıplak kadmlan birkaç dakika için uyandırır. Yabancı kelimeler duvarların sessizliğine çarparak kubbe lerde akis yapar. Müzenin ebedî sükutunu ihlâl etmek cesaretini gösteren seyyah grupu çekilip gidince çıplak kadınlar uykularına, ben de gardiyanın yorulmak bilmez takibine kavuşurum. Müze nedir? Yalnızca eski eserleri korumak, barındırtnak için kurulmuş bir müessese mi? Terbiyevî, içtimaî bir rolü yok mudur? Yaşıyan bir varlık değil de sadece bir mezarhk ınıdır? Eşiğinin, birkaç yabancı turist, bir iki eski eser «maniyak» ı ve arkeologdan başka hiç kimse tarafından aşındırıltnaması mı mukad der? Tabiî bu garib sual, ancak bizim müzelerimiz için varid olabilir. Çünkü şu rası inkâr edilmez bir hakıkatdir ki mü zelerimizi kimse gezmiyor. Mevcudiyetlerinden tamamile bıhaberiz. En küliis tür «kıraathane» nin gündelik müşterisi, en güzel müzemizin gezicilerinden kat kat üstündür. Müzeye gitmek aklımız dan geçmez, gidene de tuhaf tuhaf bakanz. Müze binalarının etrafında dola şıp içeriye girmekten korkan, orasını yabancı, garib, erişilmez bir âlem sanan binlerce ve binlerce insan olduğu muhakkak. Böyle olmasa müzelerimiz, bugünkü ıssızlık ve yalnızhklarından kurtularak nisbî bir hayata kavusurlardı. Halbuki, bilhassa îstanbul müzeleri, belki büyüklük değil, fakat muhteva itibarile dünya müzeleri içinde klase edil mis bir zenginhk taşımaktadır. Yunan, Roma, Bizans, Türk ve Acem medeniyetlerinin en nefis, en nadir nümuneleri bizdedir. Şah İsmailin tahtı, îskenderin lâhidi, Topkapı sarayındaki emsalsiz Çin kolleksiyonu hergün yüzlerce hayranı müzelere çekecek harikalardır. Diğer taraftan, çok zeki bir idarenin verdiği hızla, mevcud müzelerimiz yeniden organize olduğu gibi, yeni müzeler de açılmaktadır. Hiç şüphe yok ki tanzim ve teşhir bakımından müzelerimiz, garb müzeîe rile mukayese kabul edilebilecek bir şekle vannış bulunmaktadırlar. Arkeoloji il mının bızde son seneler içindeki inkışafı müzeciliğimizdeki bu mes'ud tekemmülde herhalde mühim bir rol oynamış olsa gerektir. Fakat meydan var, at yok. Müzelerimiz, sanki kimsenin rağbet etmediği pır lantalar. Kültür hayatımızdaki rolleri, onlardan beklediğimizin çok aşağısında. Müzelerimizi bugünkü ölülüklerinden kurtarmak, onlan ziyaretçi ile doldur mak lâzım. Nasıl? Gözlerknizi biraz Avrupaya çevirelim. *** Yılını pek hatırlamîyorum, bundan bir müddet evvel, Fransız müze idareleri telâşta idiler. Luvr, Luksemburg, PetitPalais gibi müzelerin senelik varidatmda hatın sayılır bir tenezzül kaydolunuyordu. Ecnebi seyyahlar istisna edilirse, ziyaretçi adedi azaltnış, halkın müzelere rağbeti hissolunacak derecede gevşemişti. Bu, yalnız müzelerin varidatı için bir ziyan olmayıp, halkın umumî kültürü için de bir tehlike idi. Fransız müzelerinin kalkmma hareketi bu endişenin bir mahsulüdür. Luvr mü zesinde yapılan esaslı tadilât, Luksetn burg ve PetitPalais kolleksiyonlarırın 1937 sergisi münasebetile inşa olunan yeni saraylara nakli ve daha birçok müzelerin yenibaştan tertibi, halkın, sönmeye yüztutmuş alâkasını uyandırmıştır. Hamlesine büyük bir cesaret veren Luvr, birçok salonlarını ve bilhassa Yunan ve Mısır heykeltraşlığı kısımlarını görünmez ışık tertibatile aydınlatarak kapılarını gece de açık bulundurmuştur. Bütün bunlann neticesi olarak Fransız müzeleri bugün canlı, hergün binlerce ziyaretçi ile dolup boşalan kültür müesse^eleridir. Bu müzelerde bilhassa «confe rencespromenades» lara ehemmiyet ve rilmektedir. Konferansçının peşine takı lan seyyar gruplar müzeleri gezmekte ve muayyen mevzular üzerine verilen kon feransları bir taraftan dinliyerek, diğer taraftan da mevzu ile alâkadar eserleri görerek azamî istifadeler temin etmektedir. Bundan başka Avrupa müzelerinin sık sık sergiler tertib etmekte oldukları görülüyor. Her müze, kâh kendi kolleksiyonlannda mevcud eserleri yeni bir tertib, muayyen bir mevzua göre yeni bir tanzimle teşhir etmekte, kâh başka mü zelere, yahud hususî kolleksiyonlara aid eserleri bir müddet için kendi çatısı al tında barıridırmaktadır. Bütün bunlaıdan maksad, halkı, mazinin şaheserlerile daimî bir temasta bulundurmak, kültürel hareketler yapmaktır. Bu sayede müzeler, depo veya mezarlık olmaktan kurtularak, daimî bir hayat ve faaliyet mer kezleri halinde yaşamaktadırlar. Bizde problem aksine vazolunabilir. Halkın, gevşeyen değil, hiçbir zaman mevcud olmamış olan alâkasını uyandırmak gerektir. Bu ise müzelerimizi bu günkü mücerred hayatlarından kurtar makla olur kanaatindeyim. Mekteblere ve halka mahsus gezmtili konferanslar, müze binaları içinde yapılacak umumî sergiler herhalde bu müesseseleriınize yeni bir hayat aşılarlar. Bir de duhuliye meselesi var. Bazı Avrupa memleketle rinde müzeler tamamile parasız gezüir. Bu kadar rasiyonel bir şekilde hareket edemiyen memleketlerde ise bütün devlet müzeleri haftada bir defa, pazar günleri, duhuliyesizdır. Müzelerin halk tabakaları arasında en geniş yayımmı temin eden bu tedbir de, üzerinde durulacak ehemmi yettedir. Bitirirken bilhassa şu noktayı kavde deyim ki branşım olmıyan bir sahaJa, yani müzecilıkte, vaziyeti yapılacak işi benden iyi bilenlere akıl hocalığı etmek iddiasmda değilim. Müzeyi ve içindckileri, halkın san'at kültürleri bakımından ele aldığım ve eski eserleri, ancak birer «san'at eseri» olarak telâkki ettiğim için bu yazıyı, kadromuzun içinde telâkki ettim. Resim ve heykel sergilerine ^elen halkın müzeleri de gezmesi temenni ediîecek bir hâdise değil midir? Hem taze, hemen hemen hiç doku nulmamış bir mevzu sütunların kapısını çalmışken, tepmek olur muydu? Elektriğin yarattığı harikalar Nevyork sergisinde azametli eserler teşhir ediliyor Nevyork sergisi, bilhassa elektrik sahasmdaki harikalı icadların hep bir araya topland;ğı en azametli meşherdir. Bu elektrik harikalarınm en basında «güneş motörü» denilen alet gelir. Gü neşten aldıgı ziyayı elektrik enerjisine tahvil eden bu ateşin yanısrra, endüksi yon tarikile büyüyen yüksek tevettürlü cereyanlarla havada uçar gibi duran madenî bir tekerlek safha; insan sesile hareket eden minimini bir şimendifer göze çarpmaktadır. X şuama ve bu şuaın doktorluktaki tatbikatına tahsis edilen diğer bir salonda, Şikago Tarihi tabiî müzesi tarafın dan verilen 2800 senelik eski bir Mısırlı mumyasınm radyografisi görülmektedir. Bu mumyanın iskeletini, tabiî ölçülerden çok büyük bir ekran üzerinde sapsağlam olarak görmek mümkündür. Halkın te cessüsünü tahrike mahsus olan bu ıne rakh seylerden sonra, bu salonda, rad yografinin, büyük mikyastaki maden dökümlerinde mevcud göze görünmiyen fcusurlan meydana çıkarmak hususundaki tatbikatı görülüyor. Diğer bir paviyonda, foto elektrik selüllerin, binincisi bulunmıyan boş bir bisikleti muvazene halinde tutup yürütmesi harikasile karşılaşıyorsunuz. Nevyork sergisinde, telefon kumpan yası da, muazzam eserler teşhir ediyorlar. Evvelâ, sergide mevcud telefonlann adedi tam 3000 dir. Sonra, Birleşik Amerikanın, 15 metre boyunda bir haritası yapılmış ve bu haritanın dört başına yerleştirilen telefon kulübelerinden, ismine kur'a isabet edenlere, haritada mevcud telefon santrallarının bulundukları yer lere de, istedıklerı kimselere telefon etmek müsaadesi verilmiştir. Telefon muhaveresi esnasında, hazır bulunan ziyaretçiler, telefon hatlarının birbirile nasıl irtibatta bulunduklarını, harita üzerindeki ziyadaT ve müteharrik işaretler saye sinde görmektedirler. Nevyork sergisindeki telefon paviyo nunun en şayanı dıkkat tarafı, bilhassa şehirler arasındaki telefon muhaverelerî için aramlıp bulunan kolaylıklardır. Uzak mesafelere insan sesini ulaştırmanın zorluğunu yenerek, birbirine çok uzak iki nokta arasında doğrudan doğruya ve otomatik telefonla konuşmak imkânının pek yakında tahakkuk edeceği anlaşılı yor. Türk Fransız dostluğunun tarihine toplu bir bakış Son anlaşma dolayısile... Büyük Harb çok kanlı, çok feci oldu; fakat harb siperlerinde bile Türklerle Fransızların karşrfıklı takdir hislerine darbe indiremedi Yazan: SAMİH NAFİZ TANSU Kuvvetini tarihî bir müdahaleden alan Türk Fransız dostluğu 1525 te «Pavye» de Şarlken'e esir olan Birinci Fransuva'yu esaretten kurtarma teşebbüsile başlamış ve bilhassa müteakıb asırlarda kuvvet bulmuştur. Markiz dö Savva'nın valide sıfatile padişahlar padişahı diye tavsif ettiği büyük Kanuniye dehaleti, bir sene sonra 1526 da Muhaçda ordunun ve gene ayni senenin baharında îtalya ve İspanya sahillerinde Barbarosun kumanda ettiği muhteşem Osmanlı donanmasının denizden müdahalesile bitmiş, ve bu senenin sonunda Madrid kalelerinde hapsedilmiş olan Birinci Fransuva esaretten kurtarılmıştı... Bu ilk dostluk pek az sonra siyasî ve askerî mahiyetinden iktısadî sahaya da intikal ediyor ve 1535 kapitülâsyonlarile Fransız ticarî vesikası imparatorluk dahilinde imtiyazlı bir vaziyete giriyordu. Alman imparatorluğu memleketlerile çevrümiş olan Fransa için o tarihte Osmanlı imparatorluğile böyle bir ittifak ve anlaşma imkânını bulmak cidden bir kiyaset sayılabilirdi. Nitekim Şarlken'in halefi ve biraderi Ikinci Ferdinand ve oğlu Ikinci Filip, Fransuva'nın halefi Ikinci Hanri ile nihayet yorgun düştükleri için anlaşmaya mecbur olmuşlar (Kato Kambrezi) sulhu bu arzuyu hakikate inkılâb ettirmişti. Elhasıl 16 ncı asırla Osmanlı imparatorlu ğunun orta Avrupaya kadar uzanması. Akdenize hâkim olması herşeyden evvel Fransayı büyük tehlikelerden kurtarmış tır. 1 7 nci asırla Fransız Türk dostluğu daha fazla yakmlaşan ve artan bir hava içinde devam etti. Bu asırda Fransa bil hassa Avusturyaya karşı açılan Rişliyo ve Mazaren'in riyaset ettiği 30 sene harblerıle meşguldü. Osmanlı imparatorluğu da bu asırda Avusturya ile üç mühim harb yapmış ve bilhassa 16 sene süren sonuncusunda Karlofça gibi ağır bir musalaha ile Macaristanı kaybederek çıkmışh.. 18 inci asır Türk Fransız münasebetlerinde bariz bir terakkinin cereyan ettiği devre sayılabilir. Veraset harblerile asrm ortasma kadar sürüklenen bir sürü muharebeler devletleri sıra, sıra, küme, küme kaşılaştınrken Osmanlı imparatorluğu gene Fransa ile karşı karşıya gelmemeye itina eylemis ve bilhassa Lehistan veraseti harblerınde onun yanıbaşında Avusturya ve Rusyaya karşı harbe girmiş ve beraberce Lehistan tacının Fransa Kralınm kayın pederi Istanilas Legsinski'ye intikalıne muvaffak olmuştu. Fakat gerek Fransa krallığı ve gerek Osmanlı imparatorluğu bu asırlarda hemen müşterek menfaatler dolayısile yanyana çarpıştıklarıt halde hiç bir zaman şuurlu bir anlaşmaya vâsıl olamamişlardı. Buna Fransada sebeb olan zihniyetın katolik taassubu, papaz sınıfının müslümanlarla anlaşmaya asla yanaşmıyan mürteci zihniyetini, ve siyaset adamlarınm da enerjik hareket etrrekten hissettikleri korkuyu gösterebiliriz. Osmanlı imparatorluğunda bilhassa 1740 Birınci Mahmud zamanında daha geniş bir düşünce ile tevsi edilen kapitülâsyonlar, şarkta Fransaya artan bir sempatinin artık gizlenilmiyen kuvvetli bir vesikası olarak sayılabilirdi. 18 inci asnn sonunda Fransayı kanlı ihtilâllere sevkeden büyük inkılâb Osmanlı imparatorluğunda gayet sükunetle karşılanmış, bütün Avrupa Fransaya karşı bir komplo teşkil etmesine rağnen Türkleri bir türlü aralarında bulamamıştı. Çünkü Türk sözüne, dostluğuna herşeye rağmen sadıktı. 19 uncu asır göstermiş oldu ki, Fransız ihtilâlinin neticeleri Os manlı imparatorluğunda olduğu kadar hiçbir memlekette zararlı olmamıştır. Euna rağmen Türkler, Fransız dostluSuna müstesna bir kıymet atfetmişlerdi. Halta Beyoğlunda Fransızlann bir 14 temmuz şenliğini tes'id etmelerinden şikâvet eden ecnebi sefirlere Reisülküttab Efendi: Size ve bize ne, isterlerse bas'arna kırmızı külâh yerine zerzev?t küfesi geçirip hora tepsinler, bize fenal'^rı dokunmadıktan sonra.... diye onlan mazur gösterecek, aklmca bir mantık sureti de bulmustu. Gene 18 inci asrın son senesinde Na polyon'un Mısır ve Suriyeye tecavüzü bile Uçüncü Selimi Fransız dostluğundan ayırmam:ştı. Sonralan Fransa Mora is yanını tahrikte rol almış olmasına, imparatorluk aleyhine Mehmed Ali Paşayı takviye eylemesine rağmen Türkıerin muhabbetini bir türlü kaybetmiyordu. Bu sevginin kuvveti mubarek ittifak mesele sinde, imparatorluğun dahilinde Rus Fransız nüfuzu çarpıştığı zaman kendini pek güzel gösterdi. Türkler bu meselede birinci plânda alâkadar olmamakla beraber Fransayı tercih ettiler ve iki sene üç müttefikle beraber, Tuna yollarında, Sı^astopolda Ruslara karşı dostluk ve arkadaşlık için dövüştüler. Bu maceraya nihayet veren Paris konferansı, Fransanın riyaseti altında devam eden bu toplantı imparatorluğu bir nevi vesayet ve himaye altına korken dosMuk yerine bir müdahale siyaseti getiriyordu. 19 uncu asrın sonuna ve Yirminci asrın 1912 yılına kadar devam eden Türk Fransız dostluğu Balkan Harbınde mü him bir kriz geçirdi. Çünkü Fransa Türkiyeyi küçük devletlere karşı korumamış, resmen beyan edilmiş olmasına rağmen Balkan statükosu Türklerin aleyhine değişmişti. Bu inkisarı hayal Türkü Büyük Harbde mukabil cephede mevki almaya âdeten hissen tahrik etti. Büyük Harb, çok kanlı, çok feci devam etmesine rağmen, harb siperlerinde bile Türkle Fran sızın bırbirinı takdir, tahsin hislerine darbe indirmedi. General Guro'nun ağzından dökülen şu satırlar, Fransızlann Türkleri ilk defa anladıklanna delâlet eden veni bir devri müjdeliyordu. General Guro: «Merd bir düşman, iyi bir asker, kahra man bir millet» vasıflarına ona kursun atan bir cepheye tekrarlıyordu. Çünkü Türk sağlama, diriye, elinde silâhı olana ancak o tecavüz edince, ateş ediyordu. Çanakkalede Fransız gemileri batarken, Türk bataryaları ateşi keserek yaralılarm ve denize dökülenlerin toplanmasını bekliyordu... Umumî Harbin sonunda hazırlanan «Sevr», bütün bir Fransanın değil, belki hislerine mağlub Klemanso'nun eseri idi. Nitekim Millî Mücadelenin en karanlık günlerinde Fransızlann maddeten olmasa bile manevî tezahürünü Türk münevverieri unutmamışlardı. Adanayı işgal eden ve cenub Anadolusunda milletle karşı karşıya harbeden Klemanso zihniyetinin yanlış adımlanndan bir diğeri idi. Bu da Franklen Buyyon'un elile 1921 birinciteşrininde Ankarada mezara gömülmüştü. Nihayet Lozan sulhu, Türke hakikî kudret ve azametini verirken bütün dünya onun orada niçin Makyavel mektebine mensub olmıyan bir diplomatla temsil edilmediğini, ve niçin namuslu bir asker, merd bir insan ve kudretli bir devlet >damı olan İsmet Paşayı o zamana kadar tanıyamadıklarını hayretle birbirlerine sor muşlardı... İLİMKÖSESİ İHTİRALARJKESİFLER Radyo ve gürültü Dün sabah Feneryolu istasyonunda tren bekliyen muhterem bir profesör bana komşuların radyolarından şikâyet etti. Filhakika, birbirine yakm evlerin radyolarından çıkan muhtelif sesler kulakta musiki sesi yerine gürültü hasıl ediyor. Bu sesleri duyanların, «Toplamp ehli hava her biri bir saz çalar Çelebi bizde olur böylece konser dedüğürt Mısraını hatırlamamasma imkân yok tur. Bu şikâyet bana bu mevzu üzerine bir iki yazı yazdırmağa vesile oldu. Sesleri iki sınıfa aynlabilir; Perdeli ve perdesiz sesler. Söz ve musiki sesleri b:rinci smıfa, gürültü ikinci sınıfa girer. Birinci kategoriye giren sesler kulağa nekadar hoş gelirse, ikinci kategoriye giren sesler kulağa hoş gelmemeleri, sinirlere dokunmaları itibarile o kadar can sıkıcıdır. Bir takım nakil vasıtaları ve sairenin çıkardığı seslerden hasıl olan şehir gürültüleri şehir halkının sinirlerini bozmakta oldu ğundan belediyeler gürültü ile mücadele etmektedir. Gürültüyü ölçen cihazlar yapıldığı gibi başlıca gürültü ile iştîgal eden mühendisler ve fizikçiler de vardır. Radyo alıcı cihazlarının vericılerin neşriyatını bize dinleten vasıtalar olduğunu hepiniz büirsiniz. Radyo ile gürültü arasındaki münasebeti anlatabilmek için evvelen radyonun nasıl bir nakil vasıtası olduğunu ve bundan hakkile istifade edebiîmek yollarını söy'iyeyim. Verici istasyonların bir veva birkaç stüdyolan var. Bu stüdyolardan birinde bir mikrofon karşısında söylenen sözler veya okunan şarkılar hava dalgaları ha linde mikrofona gelır. Bu hava dalgalan mikrofon devresinde elektrikî ihtizcza kalbolunur. Bu elektrikî ihtizaz antenâen neşrolunan ve bir mütemadi dalgadan ibaret olan (hâmil dalga) üzerine bindiriiir. Elektromanyetik dalgalar halinde nak olunan ses dalgaları alıcı antene gene eieKtromanyetik dalgalar halinde girer. Radyonun basfrekansı tarafında, verici istasyonun mikrofon devresindeki gibi elektr!ki ihtizazlara inkılâb eder. Bu devredeki oparlörü çalıştırıp ses halini alır. Bu kadar transformasyonlara rağmen yeni Cıhalzarda ses şeklinde pek o kadar de^.şıklık olmaz. Son sıstem verici istasyon arında antenden çıkan ses şeklıle mikrolona gelen orijınal ses şekli arasındaki değişiklık ancak yüzde (4) kadardır. Assl dcğışiklik yolda *e alıcı cihazlarda olur. Yolda atmosferikler yüzünden dalga şekli orijinal dalga şeklinden aynlabilir. Eğer radyo dalgası yolda gelirken fazla atmosferiklerden müteessir olmıyacak surette talihli ise antene gelen dalga şekli verici istasyon anteninden çıkan dalga şeklinden pek farklı değildir. Diğer taraftan, alıcı cıhaz iyi cinsten ise oparlörden çıkan ses orijinal sese benzer. Fakat bunda da bir şart var. Makineyi tam harr.ulesile çahştırmamalı. Yani oparlörden çıkan ses şiddetini stüdyodaki ses şiddetine hemen hemen müsavi kılmalı. Bu hakikat yalnız radyo için değil, gramofon veya sesli filim gibi sesin her nevi kayıd ve neşiı usulü için caridir. Bunları sırasile gözdeı I DENtZ IŞLERt Şirketi Hayriyenin yaz tarifesi Şirketi Hayriye ve Denizyollan yakm sahiller, yaz tarifelerı 15 temmuz cumartesi gününden itibaren tatbıka başlanacaktır. Ayni gün Şirketi Hayriyenin bu sene 74 numara ile tert:b ettiği cumartesi sazh tenezzüh postaları ile, yüzde 40 50 tenzilâth biletler ve Boğaz eğlence yerleri için ihdas olunan kombine biletler şekli de cumaıtesı gününden itibaren tatbik edilecektir. Bu sene. Şirketi Hayriye, Boğazda gece hayatım yaratabilmek için Yenimahalleden 20,45 te hareket eden son vapuru 22 ye almıştır. Cumartesi ve pazar akşamları yukan Boğazdan köprüve saat bire kadar vapur işlyiecektir. Bu b'dretle şehir halkı Boğazın bütün eğlence yerlerinden geceyarısmdan sonraya kadar istifade edebilecektir. Gerek adi günler, gerekse pazar postalarına birçok doğru seferler konulmuş tur. Bundan başka Boğazın her ıskele sinden küçük plâj iskelesine aktarmalı ve doğru seferler de ihdas edilmıştir. Kombine biletlerle birinci mevkı vapur seyahati ve plâj ücreti her iskeleden 33 ve Bebekten 27,5. yemekli 65 kuruş olarak tespit edilmiştır. Ayni kombine bi letler Salacak plâjı için de ihdas olur. muştur. Cumartesi tenezzüh postaları 14 30 da köprüden kalkacak ve 20,45 te dönecektir. Nurullah BERK f Bursa Kız Enstitüsünün senelik sergisi l Sergide bulıınan davetlilerden bir grup Vali Refik Kurultanla birlikte Bursa (Hususî) Bursada kad.plık muhitinin her sene büyük bir alâka ile beklediği ve adeta günün bellibaşlı bir hâcl'sesi saydığı Necatibey Kız Enstitüsünün senelik sergisi merasimle açıldı. Bursa Valisi Refik Kuraltan serginin kap'sında davetlilere birkaç söz söyliyerek: Cemi yete ev kadını hazırlıyan bu değerlı müessesenin faydalı verımlerınden bahset miş, yeni hayatın yaşayış şartlarına ve icablarına uygun olarak yetntırilen genc kızlanmızın eserlerini görmekle iftihar edeceğini bildırmiştir. Müteakıben korr*flâ kesilerek sergi gezilmiştir. İlk görülen kısım mutfaktı. Bir ev kadını için ilk hayal bilgisi olan bu modern mutfakta nefis pasta ve kurabiyelerin nasıl hazırlandığı gösterilmekteydi. Diğer kısımlarda; moda, şapka ve dikiş derslerinde yapılan kıymetli ve zarif işler çok ince bir zevkle tanzim ve teşhir edilmiş bulunuyordu. Ayrı ayrı her kısımda mektebin müdürü Bakiye Koray davetlilere izahat veriyor ve bu işlerin muallimlerini kendilerine tanıtıyordu. Bil hassa çiçekçilik kısmı, Kız Enstitüsünün büyük bir salonunu insanın içine bir baSar çeşnisi veren zenetinlik ve tabiilikls dol durmuştu. Elde yapılan bu çiçeklerin tabiilerinden hiç farkları yoktu. Bunlar belki ojılardan daha canlı ve daha güzeldi. Bursa Enstitüsünün çiçekçiliğe verdiği bu ehemmiyet, tabiatin Bursaya verdiği gü zellikle zenginliği tamamlıyan bir kıymetin ifadesi idi. Salon mükemmel bir çiçek bahçesi haline konmuş, kameriyelere sarılan dalların ucundan renk renk, çeşid çeşid çiçekler fışkırnrştı. Davetliler buradan ayrılmak istemiyorlar, Be'.çikada tahsil eden çiçek muallimi Saadeti tebrik edi yorlardı. Sergi gezildikten sonra davet liler, talebenin hazırladıgı nefis pasta, kurabive ve limonata ile izaz olundular. O günden bugüne kadar seneler geçti... Türk Fransız dostluğu gün geçtikçe ü geçırecegız. Prof. Salih MURAD zerine ihtimam edilen bir çiçek bahçesi gibi zengin ve parlak mahsullerile inkişaf etti. Bazan kurumak, bazan çiçekleri dökülmek tehlikesine de uğramadı değil, fakat bugün Ebedî Sefın temellerini attığı ve Mılli Şefin küşad resmini yaptığı bu yeni devre, kültür ve tarih sahasında birbirlerine yaklaşmış olan bu iki rnüeti artık ayrılmıyacak baelarla bağlıyacaktır. Herhalde tarihin hiçbir devri bu k? Jar Bursa (Hususî) Domaniç nahiyeeski bir arkadaşlığı bugünkü şuurlu anlaş sinde feci bir hâdise olmuştur. Biı kadın ması kadar kuvvetli bulmadı. yüzünden vukua gelen bu arbedede bir kadın ölmüş, bir erkek yaralanmı$tır. ADLİYEDE Vak'a şöyle olmuştur: Ahmed isminde biri beş senedenberi Oğlunu hapiste yalnız bırak evli bulunduğu Güllüyü bir gün evinden mak istememiş koğmuştur. Güllü bir müddet yalnız baRumelikavağında Ahmedin kahvesin şına yaşadıktan sonra Domaniçten Şerf de Hiîmi admda bıri, oğlunun haksız ye isminde birile metres olarak hayat geçirre hapsedildiğını iddia ederek kanunJara meye başlamıştır. Günün birinde Güllühakare+te bulunmuştu. nün komşusunun evıne gıttığıni öğrenen Bir müddettenberi Ağırcezada devan^ Ahmed, kardesı Alı Osmanı da yanına eden bu muhakeme, dün sona ermiş ve alarak Güllünün bulunduğu bu eve gitsuçu sabıt görülen Hilmi, bir sene bir miştir. Eve giren Ahmedle Ali Osman gün hacse mahkum edilmiştır. kadının mümanaatine rağmen: Bir sahtekârlık suclusu tevkif Sen benim karım değil misin. İsteedildi diğim yere götürürüm. Kalk! diye onu Sahte bir hukuk mahkemesi ilâmile sürüklemeye başlamışlardır. Şerifın an fırarî Ermenilerden birinin mirascı^ı nesi kurtarmaya çalışmışsa da ona iki bıolduğunu iddıa ederek hazineden pars çak sokarak Rebia ismindeki bu kadını almaktan suçlu Oseb Goncagül, vak'ayı hemen oracıkta öldürmüşlerdir. Diğer tamüteakib Rumanyaya g:tmişti. raftan bu hâdise Şerife haber verümiş, Birkaç gün evvel Rumanvadan döner Şerif bulunduğu yerden ok gibi fıriryasuçlu yakalanmış ve dün sorgu hâkım rak koşmaya başlamış; Güllüyü sürükleliŞi tarafırdan tevkif edilmiştir. yip götüren Ahmedle Ali Osmana yolda Eski Tıbbı Adlî ba$kâtibi raslamıştır. Fakat Ahmedle Ali Osman mahkum oldu ona da bir bıçak indirmişler, basır.ı da Belediye tahsildarı Nadi admda bir balta ile yaralamı=lardır. Şerif kanlar ma^nun hakkında verilecek hükme T'ü içinde evine dönmüs, annesini ölü olarak essir olacak şekilde sahte rapor tan^i görünce büsbütün müteessir olarak vere minden suçlu Tıbbı Adlî eski başkâtibi yuvarlanmıştır. Raifin muhakemesi sona ermiştir. Suçlular yakalanarak Tavşanlıya gönSuçu sabit görülen Raif dün veriler derilmişlerdir. Muhak<atneleri Kütahyada kararla bir buçuk sene hapse mahkum cyapılacaktır. dilmiştir. Kadın yüzünden Domaniç nahiyesinde feci bir cinayet oldu s

Bu sayıdan diğer sayfalar: