28 Temmuz 1939 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

28 Temmuz 1939 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

28 Temmuz 1939 CÜMHURİYET ysaSna Siyasal Bilgiler okulu Vücud sağhğı diğer derslerden daha az profesörlerinden Houîlle Akşehirde bulunan Fatihe aid kitabeyi kaydi ehmenıiyetlimidir ki, bu derse diğer derslerden bir makale yazdı ihtiyatla telâkki ettiğimi niçin tahrif ediyorlar ? Ankara Siyasal Bilgiler okulu profe daha az zaman ayrılıyor Yazan: Ismail Hami DANİŞMEND Yazan: SEL1M SIRRI TARCAN 1913 te Pariste toplanan beynelmilel beden terbiyesi pedagojisi kongresinde Türkiyeyi temsii ediyordum. Ben proğram komisyonuna ayrılmıştım. Orada Brüksel Yiiksek Muallim mektebinin müdürü profesör (Alexis Sluys) ile tanış tım. Talicn ve terbiye hususunda doktor Decroly kadar büyük bir salâhiyet sahibi olan bu zatın fikirleri aradan hayli seneler geçtiği halde yepyenidir. Çünkü onun büyük tecrübeleri, tetkikleri kemale er miş olan yaşı, gencliği hayata hazırlamak bahsinde salâhiyetle söz söylemek hak kını kendisine vermişti. Hâlâ kütübhanemde sakladığım o müzakerele aid büitenlerin cildi gibi muhteviyatı da hiç eskimemiştir. Bakınız 1913 te üstad ne diyordu: «Fikir terbiyesi vücudün inkişafile tam bir muvazene teşkil etmelidir. Içtimaî cidalde ilk aranacak şey sıhhattir. O olmayınca genclerin, elinden silâhı alınmış mücahidlerden farkı kaltnaz. Ferdî ve içtimaî savaşta kuvvet, cesaret cür'et büyük rol oynar. Fakat bu üç silâhı yolile ve yerinde kullanmak için şuurun rehber olması şarttır. Mükemmel bir uzviyet, kuvvetli ve dayanıklı adaîeler eğer zekâ ve malumatla münasebettar değilse hiçbir kıymet ifade etmez. Evet iş başmda bulunan münevverle rin hepsi Juvenal'in «Salim fikir sağlam bedende bulunur» vecizesini bir hakikat olarak kabul ettikleri halde programları tertib ederken beden terbiyesi dersine daima üvey evlâd muamelesi yapmışlardır. Nazarî derslerin hepsi mesaai saat lerini aralannda paylaştıktan sonra za vallı beden terbiyesine haftada ya bir ya iki saati kısırganarak vertnişlerdir. Bir çok medenî memleketlerde vaziyet böy ledir. Yakm zamana kadar bu lâkaydlık Belçikada da vardı. Brüksel'in en büyük liselerinden birine talebenin bir haftahk mesai saatlerini sordum ve şu cevabı aldım: Haftada 27 saat sınıflarda muallimin takririni dinliyorlar. Bu aldıklan dersleri hazırlamak için de 27 saat müzakere ediyorlar. 54 saat! Ondan sonra yemek zamanına şu kadar, uykuya şu kadar, mektebe gidip gelmeğe şu kadar, diye hepsini tadad ettiği halde, beden terbiyesine nekadar zaman ayırmak lâzım geldiğini bu muhterem müdür unutmuştu! Hayır, kanaatimce programlar tanzim edilirken bedenin, ruhun, dimağın inki şafına hizmet edecek mesainin heyeti umumiyesini nazarı dikkate almak lâzımdır. Ne istiyoruz, çocuklan hayata ha zırlamak! Öyle ıse hayat sehpasını muvazeneli kurmalıyız. Aksi takdirde tedrisatta muvazene kuru lâkırdıdan ibaret kalır. Terbiyecilerimiz kimya, fizik, tarih, coğrafya, hesab hendese, lisan derslerinin karşısmda bunlann heyeti umumiyesine tekabül eden, ayni ehemrmyeti haiz bir beden terbiyesi dersi olduğunu gözönünde tutmalıdırlar. Evvelâ bir mekteb tasavvur ediniz ki fikir derslerinin hepsini birden bir muallime tevdi etsin! Buna imkân var mı? Halbuki beden terbiyesi dersi 500 hatta 1000 mevcudlu bir lisede bir, bazan iki muallimin sırtma' yükletiliyor. Yük! diyorum, çünkü bu şekilde tedrisat bir zevk değil, bir yüktür. Sonra mekteblerde ana dili derslerine ekseriya en çok zaman ayırıyoruz. Yani haftada bazan beş, bazan altı saat! Beden terbiyesi ana dilinden daha az ehemmiyetli midir ki ondan bu zamanı esirgiyoruz. Daha sonra kimya ve fizik dersleri laboratuar olmayınca tedris edilemez! diyoruz. Aletlerle teçhiz edilmiş bir jimnastik salonu ve mektebin civarında tozsuz, mahfuz bir oyun meydanı bulunmadıkça beden terbiyesi deranden hiçbir fayda hasıl olmıyacağını neden düşünmüyoruz? İftiharla söylıyebihrim ki Brüksel şehri pek esaslı ve ilmî bir şekilde bu beden terbiyesi işini halletmiştir. 1898 de Belçika Maarif Nezareti tababet âleminde tanınmış olan profesör doktor (J. De moor), doktor (Droixhe), doktor (Le Marinel) ile kumandan (Lefebure), terbiyeci (M. Etienne), beden terbiyesi umumî müfettişi (Fosseprez), yüksek muallim mektebi müdürü (A. Sluys) gibi fiziyolojist ve pedagoklardan müre şekkil bir heyeti beden terbiyesinin mekteblerde ıslah ve programların terlibine memur etti. O vakte kadar mekteblerde Alman l'imnastikleri namı verilen ve bir takım aletlerde haftada iki kere hüner ve marifet yapmak kabilinden olan ekzersizleri ampirik bir şekilde yapmak ve gücü kudreti yetenlerin gülleleri kaldırmaktan ibaretti. Bu idmanlar fiziyolojik, sıhhî ve pedagojik ihtiyacları tatmin etmiyordu. Komisyon Isveçe gidip yerinde tetkikatta bulundu ve avdette Maarif Nezaretine verdiği raporda îsveç yüksek beden terbiyesi müessesesı fiziyoloji ve pedagoji prensiplerine istinad eden fennî bir jim nastik üniversitcsinden başka birşey değildir. Bu metodun ihtiva ettiği talimlenn uzviyet üzerine muayyen tesirleri vardır. Çocukların vücud teşekküllerine ve ya larına göre tertib ve tanzimi mümkün olduğu gibi amudufıkariyi dikleştirmek, cmuzları, sırt ve batın adalelerini takviye etmek, göğüs kafesini genişletmek, ci ğerlerin inkişafına hizmet etmek, lıulâsa önce sıhhati ve sonra kudreti adalıyeyi temin etmek hususunda müessir bir ami! olduğuna kanaat getirdi. Zaten birçok memleketlerde yapılan tecrübelerle bu fennî ve terbiyevî jimnastiklerin mekteb talebesine en elverişli bir usul olduğu anlaşılmıştır. Komisyonun fennî delillere istitıad eden raporundan sonra sivil yüksek be den terbiyesi mektebimizle, askerî beden terbiyesi müessesemizde îsveç usulü kabul ve tatbik edilmiştir. Halen ordu ve mektebler bu kıymetli usulden hakkile istifade etmektedirler. llkmekteblerimizden başlıyarak lise ve kolejlerimize ihtiyac nispetinde bir, iki bazan üç jimnastik salonu yaptınyor ve bunları terbiyevî mahiyettc aletlerle teçhiz ediyoruz. llkmekteblerimizde talebe hergün muallimlerin nezaretinde yarım saat jimnastik yapıyorlar. îlkmekteblerin birinci, ikinci, üçüncü smıflarında yalnız vücud hareketlerile terbiyevî oyunlar talim edıliyor. Orta tahsil derecesindeki mektebleri mizde jimnastik dersleri 45 dakikadan ibaret olmak üzere haftada dört defaya çıkarılmıştır. Her mektebin yanında bir muntazam oyun meydanı vardır. Talebe orada ders saatleri haricinde sabah veya akşamları muallimlerin nezareti altında dikkati terbiye edici, vücude çeviklik verici terbiyevî oyunlar oynarlar. Her on mektebin merkezî bir yerinde kapalı yüzme havuzları yaptık. On ya şından itibaren yüzme mecburî bir ders olarak öğretilmektedir. Bütün ilk ve orta tedrisat mektebîerimizin gayet basit ve çok kullanışlı duş tertibatı vardır. Bütün ilkmekteblerimize yüksek beden terbiyesini bitirmiş muallimler tayinine imkân olmadığından, muallim mekteblerimizde jimnastik pedagojisi, mekteb hıfzıssıhhası, fiziyoloji, hareket mihanıkiyeti, jimnastik tatbikatı, oyunlar ehemmiyetli dersler sırasmda gösterilmektedir.» Profesör (Sluys) bu kıymetli sözlerini 1913 yıh 1 7 2 0 mart aymda Pariste Sorbon Üniversitesinde Beynelmilel Beden Terbiyesi Pedagojisi konferansmda dinlemiştim. Üç beş yıl fasıla ile fırsat bulup ziyaret ettiğim Belçikada beden terbiyesi tababetin, hıfzısıhhatin ve pedagojinin bir şubesi olarak gördüm. Belçikah genclerin vücud teşekküllerini çok beğendim. Son defa Brüksel'e bundan üç sene evvel gene bir kongre dolayısile gitmiş tim. Jimnastik salonlarını, oyun meydanlarını, spor sahalarmı, yüzme havuzlarmı bana birer, birer gösterdiler. îyi yetişmiş, vazifesini müdrik, kıy metli muallimler, hertürlü vasıtalarîa teçhiz edilmiş jimnastik salonları, munta zam duş tertibatı, temiz, tozsuz oyun sahaları, haftada dört ders alan adedleri kırkı geçmiyen mekteb çocukları.... Bu şerait tahtında Hotantolar çalıştırılsa elbette bu güzel netice elde edilir. Mahrumiyet içinde en mükemmel muallimlerin en mükemmel metodlarla hiçbir iş göremiyeceği de bir bedahetten başka birşey değildir. sörlerinden Rene Houille Pariste çıkan Le Journal gazetesine yazdığı bir ma «Türklük» mecmuasmın üçüncü sayıkalede, Türk Fransız münasebatmm sında çıkan «Osman Cazinin n"seb ve hübugünkü şekli hakkmda izahat verdikten viyeti» serlevhalı etüdüm münasebetile ve bu münasebatm bilhassa askerî ba «Cumhuriyet» in 19 haziran nüshasında kımdan, gittıkçe daha şayanı dikkat saf Peyami Safanın neşrettiği «Tarihçiler, halar arzedeceğini söyledikten sonra di neredesiniz?» makalesi galiba tarihçileryor ki: den başka herkesin bu bahse karışmasına Bununla beraber, unutmamalıyız ki, sebeb olacak! herşeye hâkim olan, iktısadî meseledir. «Cumhuriyet» in 22 temmuz nüshasıTicaret Vekâleti Müsteşarı Halid Naznın beşinci sahifesinde görJüğüm «Fatihin minin riyasefi altında bir Türk heyeti, nesebi» ismindeki makalede Hiç beklemehaziranda müddeti bitecek olan ticaret diğim bu neticenin çok tuhaf bir delilini anlaşmaları meselesini yoluna koymak bulmuş oldum. Bu makalenin (Feridun üzere Parise gelmiştir. Bunun nazik bir Nafiz) ismindeki muharriri, eğer şahsımesele olduğu şüphesizdir. Zira Türkima hücum etmiş olmasaydı, şimyenin başlıca ihrac ettiği mevad, bazısını di bu yazıdan bahsetmiye bile lüzum memleket ıhuyacına kifayet edecek nisgörmezdim. Fakat teııkidin bizde hepette bizim de ıstihsa! etmekte olduğu men daima olduğu gibi tariz derecelerine muz ziraî mahsullerdir. Fakat, diğer ta götürülmesi, beni bazı noktaların tavziraftan Anadolunun maden servetleri de hine mecbur ediyor. vardır ki, Büyük Britanyanın Türkiyeye Herşeyden evvel şu noktayı tasrih edeaçtığı kredilere mühim bir karşılık teşkil yim ki, benim yazdığım yazı (Osman Gaetmiştir. Hiç şüphe yok ki Türk Fransız ticaret anlaşmasmı müzakereye m e zi) nin klâsik tarihlerde mevcud nesebinin mur olanlar, her iki âkid tarafın menfaa (Fatih) ten sonra uydurulmuş olduğunu tine en uygun bir itilâf şekli bulacaklar ispata ve kimeler tarafından ne zaman ve ne suretle uydurulduğunu tespite aiddir. dır. Asıl mevzu budur: Ben bu csası şarkın ve Ismini söylemek istemediğimiz, Tür garbın en mühim vesikalarına istinaden kiye hükumetinın mühim erkânından biri; tavzihe çalışhm. (Ertuğrul) dan yukarıbize bir gün şu sözleri söylemişti: sının meçhul olduğunu ispat ettikten sonra «Gerçi, Cihan Harbinde Avustur da, (Osman) la (Fatih) arasındaki nesilya Almanya tarafında bulunuyorduk; ler üzerinde bile tereddüde yol açabilecek fakat, biliyorsunuz ki pek çoğumuz bu vabir vesika bulunduğunu söyledim ve buziyete müteessiftık. Diğer taraftan, siz de nun da Fransız müsteşriklerinden (Clegörmüşsünüzdür ki, Türk ordusunun yamenl Huart) ın «Konia, la ville des derrarlığını methedenler,* harbe dair yazılan üiches tourneurs» ismindeki kitabında neşfransızca eserler oldu. Eski müttefiklerirettiği bir kitabe olduğunu tasrih etlim: miz, bizi, askerlik bakımından aşağı se«Akşehir»de (Fatih) devrine aid bir su viyede göstermekten hiçbir zaman geri hazinesi üzerinde bulunan bu arabca kitadurmamışlardır. Bununla beraber, smaî beyi (Huart) oraya bizzat gidip okuyor teçhizatımıza devam etmek üzere mahsuve fransızcaya tercüme ederek lıitabına latımızı sataıaklığrmi7 icab ediyor. Şimdercediyor; bu kitâbede (Fatih) in babası diye kadar Almanya hemen hemen ye bizim bildiğimiz gibi (Çelebi Mehmed) gâne müşterimizdi. Ingiltere, 1938 de, değil, şehzade (Mustafa) görünüyor! bizimle olan alışverişini artırmak arzusuBen bundan bahsederken (Huart) ın ifanu izhar etti. Şimdi, Fransanın onu takdesini sahife numarasile beraber mehaz lid etmnek için elinden geleni yapmakla gösterdim: «Bu kitabeyi kendim okudum» ereddüd etmiyeceğini umuyoruz. Ticarî gibi bir iddiada bulunmadım. Binaenaleyh münasebetlerin artırılması, aramızdaki kitâbenin yanhş yahud doğru okunmuş oldostluk bağlarını ancak takviye edecekması beni alâkadar etmez, (Clement Hutir.» art) ı alâkadar eder. Muhatabımız, bu sözleri 1939 may:s (Feridun Nafiz) imzalı tarizname saayı zarfında söylemişti. O tarihtenberi Türk Fransız anlaşması imzalannuş ve hibi (Huart) ın bu kitabeyi yanlış okuTürkiye ile Fransanın dostluğu, her za muş olduğundan ve benim de onun hatâ okuma şekillerine istinaden bu hazinenin mankine nazaran daha kuvvetle, günün sını doğru kabul ederek «bir ailenin ne (Fatih) devrinde «Muslafarın sa'yi ile» meselesi olmuştur. îngiliz Fransız Türk sebini tahrif e kalkışmış» olduğumdan bsh tecdid edilmiş olduğunu istihrac ediyor! lokunu daha fılî ve müessir hale getır sediyor! Bu çok tuhaf iddia hakikatin ta Fakat bu istihracı yapmak için arabca memek için bu üç memleketin iktısadî me mamile tahrifinden başka bir şey değildir; tindeki «Mohammed ibni Murad» tabinafiini telif etmek hususunda bir imkân çünkü ben bu kitâbedeki nesebi mutlaka rini türkçeye tercüme ederkcn her nedenbulunamaz mı? Üç taraflı kliring anlaş doğru diye kabul etmedim, bilâkis kaydı se tersine tercüme etmek lâzım geldiğini ması çoktanberi filiyat sahasına girmiş bu ihtiyatla telâkki ettiğimi o etüdümde şu zannederek «Sultan Murad bin Mehcümleyle anlattım: med» diye (Fatih) i kendi babasının baunuyor. «Eğer bu kitâbenin kaydettiği neseb bası ve (İkinci Murad) ı da kendi oğludoğru olmak lâzım gelirse, o zaman (Fa nun oğlu gösteriyor! Ve nihayet makatih) i Osmanlı tarihlerinin (Düzmece) lesini bitirirken de «Bugün tarihin ciddl Izmir (Husu dedikleri şehzade (Mustafa) nın torunu bir ilim» olduğundan bahsederek verilecek sî) Akhisarm saymak ve (Mustafa) ya haksız olarak hükümlerde «ciddiyel» ve vesikaya «saBeyce mahallesin izafe edilen (Düzmecelik) ten dolayı (Fa dakat» nasihatinde bulunuyor. den Hasan kızı Firtih) e dede olarak büyük amcasi (Çelebi devs, erkek olmak Şu noktayı bir kere daha tasrih edeyim: Sultan Mehmed) gösterilmiş olduğunu üzere Manisada aBen (Huart) ı mehaz göstermiş ve onun meliyat edilmiştir. kabul etmek lâzım gelir!...» kaydettiği kitabe suretindeki nesebden de Kadının son za Dedim. Şarta muallâk olan bu kaydı ihti «kaydı ihtiyatla» bahsetmiş olduğum imanlarda hareket yatiyi «Türklük» teki etüdümden aynen çin hata ve savab bana değil, ona aiddir. eri şüpheli görül iktibas ederek keridi makalesine dc nak(Mustafa) isminin altına tesadüf eden ve müş ve keyfiyet zaletmiş olan tarizname sahibinin beni tahbıtaya, oradan da neşredilen fotografide müphem görünen mahallî hükumet tababetine aksetmişti. rifle ithama neden dolayı lüzum gördüğü kelimenin ne olduğu da bu resimde belli nü ve bu kadar sarahat karşısında nasıl Muayeneden şu netice alınmıştır: değildir. Bunun için b^yle şeylerden anKadın, hünsa imiş. Fakat son zaman imkân bulabildiğini bilmiyorum! Beşerin lar, okur yazar, münevver ve salâhiyettar arda erkek kısmı fazla neşvünema bul idrakini bu derece istihfafa bilmem ne lübir zatın «Akşehir» e kadar zahmet edip muştur. Eski Firdevs, ameliyatı mütea zum vardır? Tahrifi yapan ben değilim, bu noktayı orada tetkik etmesi lâzım gelir. kib Ferid ismini alacaktır. benim açıkça ifade ettiğim fıkri kimbilir (Huart) ın yanılıp yanılmadığı ancak işhangi sebeb ve maksadla tahrif edenlerdir. te o zaman belli olabilir. Şimdi biraz da kitâbe metninden bah1 sedeyim: Tarizname muharriri Akşehirtsmail Hami Danişmerid Mekteblerde beden terbiyesi Türk Fransız Münakaşalar iktısadî münasebatı İLİMKOSESİ İHTİRAIARHKESİFLER Osman Gazinin nesebi Grek kozmogonisi Milâddan altı yüz sene evvel yaşıyan Mılel'ı Tales (M. E. 546 640) suyua kâinatın esas ham maddesi olduğuna dair spekülâsyon yapmıştı; düz bir tabla şeklinde farzettiği arzın esası seyyalden ibaret olan bir okyanus üzerinde yüzdüğane kaildi. Ona nazaran, herşey sudan yade bulunan bir arkadaşmın delâletile bu ratılmakla beraber ilâhlarla doluydu; kitâbenin bir fotografisini getirtip makale miknatısların cezb kuvveti bunların ruhsile beraber «Cumhuriyet» te neşrediyor larla alâkadar olduğuna delildi. Bundan ve müsteşrik (Huart) ın okuyusunu tashih sonraki asırda Anaksimonder suyun, kâiiçin arabca metnin transkrlpsiyonunu ya natın esas maddesi olduğunu müdafaa eparken kendisinin arabca bümediğini şu diyordu. Bu filozof bir taraftan ateşle cümleyle ilân ediyor: hava ve diğer taraftan su ile toprak ara«Irabdaki kusurlarım af bıtyrultır sanı sında mutevassıt birşeyın bulunduğuna rtm» kaildi. Bundan sonra gelen Anaksimenes Diyor! Sonra da irabm bilmediği bir dil havaya ve Heraklitus de ateşe ehemmivet de yazılmış eski bir kitâbevi doğru oku veriyordu. Nihayet Empedokles (M. E. mak iddiasında bulunuyor! Fakat bakınız 430 990) ateş, hava, su ve topraktan nasıl okuyor: ibaret olan dört unsurun mevcudiyeti faraziyesini ortaya koydu; bunlardan her «Cüddüdet hazihiil haneli...»! birinin ebedî, tahrib edilmez ve değiştiriVe sonra bunu guya tercüme ederken: lemez maddeler olduklarını, bunların «Bu hane...» diye söze başlıyor!... muhtelif nispetlerde birleşmesile muhte'If Bu kitâbe arabcadır: Fakat mekteb çocuklarının da bildikleri «hane» kelimesi şeylerin hasıl olduğunu iddia ediyordu. Umumî filozofik bakımdan bu meslek, arabca değil, acemcedir! Acemce «hane» bilhassa Eflâtun'un (Kanunlar) şeküne kelimesi, arabcada «Elhane>> diye kullasoktuğu şekil, modern tekâmül kozmogoni jıılmaz! «Elhane» demekle «Elev» denazariyesine pek benzer. Eflâtun'un tezi rrek arasında hiçbir fark olmaz! Bunun şu suretle başlar: Herşeyi ya tabiat, ya arabcası «Elhane» değil, «Elbeyt» dir: fen veya şansla meydana geliyor, gelmiştir Bu da «Su hazinesi» manasma gelmez! ve gelecektir», bu tez şu suretle müdafaa Ben bu «ilim» fa'ciasını gördüğüm zaman ediliyor: gözlerime inanamadım: Kitâbenin fotog«Filozoflar ateş, su, toprak ve havarafisine baktım ve orada «hazine» yani «su nın tabiatte tesadüfle meydana geldığ ni, hazinesi» manasma kullanılan «Elhâzifennin bunlarda bir rolü olmadığını, bunnet» kelimesinin bütün harflerile tam oladan sonra gelen cısimler arz, güneş, ay rak gülümseyip durduğunu gördüm!... ve yıldızlar bu cansız varlıklardan teşekArabın irabını bilmezken, Acemin kelimekül ettiğini iddia ediyorlar. Muhtelif un6İni Araba mal edecek vazıyette bulunursurlar tesadüfle ve aralarındaki muayyen ken, hiç silintisi olmıyan o zavallı «Elhâalâkalara sıcak ve soğuk, kuru ve yaş, zinet» kelimesini söküp çıkaracak kadar yumuşak ve sert gibi birbirine zıd olan olsun kitabe yazılarile ülfet etmeden bu şeylerin tesadüfî birleşmesine göre değigibi ihtısas işlerine karışmak, nihayet in şen muayyen kuvvetlerle hareket ederler. sanı işte böyle içinden artık hiçbir teville Bu tarzın yaratılmasile bütün kâinat ve çıkılamıyacak vaziyetlere sokar! Münek onun içindekiler yani hayvanlar ve nebatkidin guya tenkid etmek istediği (C)ement lar ve bütün mevsimler meydana gelmiş Huart) bu kelimeyi böyle okumamış, doğ tir. Bunlar bu unsurlardan meydana gelru okumuştur!... miş olup ne bir fıkrin, ne bir ilâhm ve ne (Mustafa) ismine geiince, bu isim de de fennin mahsulü olmayıp tabiat tarafıno fotografide bütün harflerı tam olarak o dan ve sirf tesadüfle meydana gelmiştir.» Bu mesleğin Eflâtun ve Aristo tarafınkunmaktadır: Bunu hatta tarizname mudan kabul ve tasdik edilmesi yüzünden harriri bile okumaya muvaffak olmuştur! Yalnız bu ismin tam altında bulunan ve bütün dünya âlimleri iki bin sene bu mesiyi belli olmıyan bir kelime vardır: Mü leğe sadık kalmışlardır. Nihayet imdada nekkid bu müphem kelimeyi makalesinin yetişen Bacon insanların ilmî müşahedeye , bir yerinde «Alâ yedi» şeklinde iki keli ehemmiyet vermelerini öğretmiş ve bunmeyle izah ettikten sonra transkripsiyon dan sonra gelen Nevton da tabiata aid kayaparken «Bi sa'yi» şeklinde gösteriyor nunları keşfetmiştir. Bunlardan sonra ilmî ve işte bu çifte çifte ve birbirini tutmaz kozmogoniye yol açılmıştır. Prof. Salih MURAD Bir kadın yüzünden Evvelki gece kardeşini tabanca jle^ yaraladı Evvelki akşam Edirnekapıda sur ha ricinde bir ağır yaralama hâdisesi olmuştur. Tapu memurlanndan Vehbi, Kadıköy Bina ve Arazi memurluğu odacıla rından Bahri tarafından rövolver kurşunile yaralanmıştır. Vehbi ile Bahri kardeştirler. Son zamanlarda bir kaduı meselesinden araları açılmış, evvelki akşam kıskanclıkla kavgaya tutuşmuşlar, bir aralık kavga bir dereceye kadar yatışmış, bunun üzerine Vehbi hâdise yerinden uzaklaşmak istemiştir. Birkaç adım atar atmaz, Bahri rövolverini çekmij, kardeşinin arkasından kurşun sıkmıştır. Çıkan kurşun Vehbinin göğdesinin sağ taTafına raslamış, yaralı sendelemiş, yere devrilmiştir. Bunun üzerine Bahri, kırlara doğru alabildiğine koşarak kaçmıştır. Sıhhî imdad otomobilile Cerrahpaşa hastanesine götürülen Vehbinin yarası ağırca olmakla beraber, dün nispeten düzelmiştir. Kurşun içeridedir, şrmdiki hajde ameliyatla çıkarılması mahzurlu gö rülmüştür. Firarî Bahrinin her tarafta aranmasına başlanmış, son safhada izi bulunmuştur. Tahkikata Adliyece Müdciaiumumî muavinlerinden Feridun Bagana el koymuştur. Erkek olan kadın Izmir ihracatçıları müşkül vaziyete düştüler Selim Sırrı TARCAN OtoÜribil kazaları Şoför Ahmedin idaresindeki otomobil, Köprüden geçerken durak mahallinde bekliyen gazete müvezzii Hayrebete çarpmıştır. Şoför, adamı çiğnememek için direksiyonu kırmış, bu sefer de oradan geç mekte olan Kurtuluş Beyazıd tram vayına çarpmıştır. Hayrebet tedavi altına alınmış, şoför yakalanmıştır. * Deri tüccan Hikmete aid otomobil, Kuruçeşmeden geçerken kömür amelesinden Ahmede çarpmıştır. Yaralı amele, hastaneye yatırılmıştır. İzmır, (Hususî) Almanyaya yapılacak ihracat hakkında Almanlar tarafmdan verilmiş olan bir karar. Yunanistanı olduğu kadar, Türkiyeyi, daha doğrusu Almanya ile iş yapan Türk ihracatçılanm epeyce düşündürmeğe başlamıştır. Bu karar şudur: Almanyaya sevkedilecek mahsuller, münhasiren Alman konferenz vapurlarile gönderilecektir, başka vapurlarla sevkiyat yapılmıyacaktır. Halbuki Türk ihracatçılarile muhtelif vapur acenteleri arasında bu mevzu üzerinde evvelden yapılmış akidler vardır. İhracatçı, taahhüdü bozmakla hem zarara uğramakta, hem de fena vaziyete düşmektedir. Ayni zamanda ihracat mevsiminin her gününde Alman vapurlraından bir veya ikisinin İzmirde bulunması imkânsız görülmektedir. Atina Ticaret Odası, bu mevzu üzerinde bir bülten neşretmiş ve bu karan doğru görmediğini işaret eylemiştir. Çünkü Yunanistanın da faal bir ticaret filosu vardır. Bugün Yunanistan, kendi malını, kendi vapurlarile sevkedememek vaziyetine düşürülmektedir. İzmir ihracatçıları, bugünlerde vaziyetlerini konuşarak hükumete başvuracaklardır. Bakırköy Halkevinde açılan resim sergisi « Yıldıray » ın inşaatı Halicde Valıde kızağında Türk ve Alman teknisyen ve işçiler tarafından inşa olunmakta bulunan ay smıfı denizaltı gemilerımizın dördüncüsü Yıldıraym inşaatı ikmal olunmuş gibidir. Yıldıraydaki teferrüata müteallik son kısımlar da ağustos ortalanna kadar tamamlanmış olacaktır. Aldığımız malumata göre, Yıldırayın 26 ağustos Başkumandanhk meydan muharebesinin başladığı günün yıldönümünde suya indirilmesi takarrür et * miştir. O tarihte, Almanyad^ inşa olunan ve tecrübelerden sonra bazı noksanlannın ikmaline çalışılan Batıray denizaltı gemimiz de limammıza gelmiş olacaktır. Bakırköy Halkevi Ar şubesinın açtığı ikinci resim sergisi büyük bir rağbetle karşılanmış ve birçok meraklılar ve halk tarafından ziyaret edilmiştir. Sergide Halkevi üyelerinden beş genc ressama aid 67 resim teşhir edilmiştir. Yukarıdaki resim sergide teşhir edilen resimlerden bazılarını göstermektedir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: