2 Eylül 1934 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4

2 Eylül 1934 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

HABER n Akşam Postası Abdüvlhamit Göz Tarihi tefrika: 58 Necmiseher Kâzım beyle bir türlü görüşmeğe muvaffak olamı- yordu. Bir kâğıt daha... daba... Haber haber üzerine gönderdi- ği halde hiç birine cevap alamı- yordu. Necmiseher günde bir kaç defa Beşiri sıkıştırıyor: — Kâzım beyden ne haber var? Diye soruyordu. Harem ağasının çeneleri açıl - mıyordu" Beşir ağa Necmiseheri atlat - maktan usanmıştı. Fakat, yalan söylemekten, atlatmaktan başka ne yapabilirdi? İkbal bu hâdisede daha baskım, daha ağır ve daha tehlikeli görün- miyor muydu? . Bir mektup İkbal ertesi sabah padişahın kahvaltısını götürdüğü zaman, Abdülhamit yüksek sesle, Fehim paşanın raporunu okuyordu: « ., Beşiktaştan kaçtıkları gün- denberi, gerek zaptiye nezareti memurları, gerekse maiyeti aci - zanemde bulunan adamlarım ta - rafmdan yapılan takibat netice - siz kalmıştı. Bu sabah elde etti - ğim malümata göre, — Saadetin 'Tıbbiyeli Necdetle birlikte İstan - buldan Çanakkaleye firar ettik - lerini, oradan da bir Fransız va- puriyle Marsilyaya hareket ede - cekleri anlaşılmaktadır. Boğazdan geçecek Fransız va- purlarmda taharriyat “erası- için | derhal hariciye ve dahiliye neza - retlerine tebligat ierası münasip olacağı mutaleasiyle» keyfiyetin arzına mücaseret eylerim olbap - ta...,, Abdülbamit elindeki raporu a - wucunun içinde buruşturarak, ye - rinden kalktı.. İkbali yanına ça - ğırdı: — , Gel bakalım.. Otur şuraya!. Karnım aç.. İştiham yok. Haydi, şöyle iştihalı bir kahvaltı yap ta benim de iştiham açılsın! İkbal kızıl sultanın yanma o - turdu, Elindeki tepsiyi — sadefli masanın üstüne koydu. — Sarayda hiç bir şey duymu - yor musun? : 65 e deleri Yazan: Ishak Ferdi — Kadınlarla konuşmuyor mu- sun? — Konuşuyorum amma.. Ben - den çok çekiniyorlar. — Ne diyorlar? — Yüzüme, karşı bir şey söyle- miyorlar, Fakat, arkamdan “hafi- ye,, diyorlar. Yanımda ağızlarını açmıyorlar. Bilhassa Necmiseher benimle cok uğraşıyor, şevketlim. — Abdülhamit gülümsedi: — Ne yapıyar sana....? — Cariyenize bir şey yapmıyor amma. Aleyhimde bulunuyor. Ve efendimizin gözüne girmek - için, yaver Kâzım bey gibi masumların canını yakmağa hazırlanıyorlar. Sarayın ber tarafında bir pusu kurmağa çalışıyor. Abdülhamit, yaver Kâzımım a- dını duyunca kaşlarını çattı: — Sen Kâzımı tanıyor musun? — Hayır şevketlim! Ben Kâ - zım beyi nerden ve nasıl tanıya - bilirim? Ağızdan ağıza — dolaşan dedikodulardan — anlıyorum ki, Kâzım beyin başını yakan Nec - miseherdir. Kızıl sultan dudaklarını büke - rek düşünmeğe başladı: — Necmiseher benim yanımda içtiği şarapla zehirlenmiştir, yav- rum! Hattâ o zehirli şarap şişesi hâlâ yanımda duruyor. — O şişeyi muayene ettirdiniz mi? Diye sordu. Abdülhamit ilk defa gözdele - rinden biri tarafından böyle ga - “Yip, fakat çok makul ve —mantıki bir cevap karşısında kalmıştı. — Hakkın var, dedi, ben şişeyi kimseye emniyet edemediğim i - çin, yalnız Necmiseherin barda - ğında kalan şarabı muayene et - tirdim: “Zehirlidir!,, dediler. — Cariyeniz Kâzım beyin bu işte tamamiyle masum ve bigünah olduğunu zannediyorum, şevket - lim! Zehir umarım ki yalnız o - nun bardağındaki şarapta vardı. diğer şarabın çok saf ve zehirsiz olduğunu göreceksiniz! Abdülhamit bu makul — teklifi derhal kabul ederek Cafer ağayı çağırdı: — Bana şimdi buldurunuz! başıyı eczacı Biraz sonra saray eczacısı hu - | Aşk mı, Servet mi? Nâkili : (Vâ - Nü) | — kadar gaddar olmamalı, de- di. Nuri Bey gençtir. İstikbaline ma- ni olmamalıyız. Gözünü yıldırıp, ken- disini adam edebiliriz. Hem unutma - malı ki, şairlik nakisa değildir. — Bir çok adamlar şair olarak işe başlamış- | lar, — mevcudiyet göstermişler, sonra | istidatları başka sahalarda inkişaf et -| miştir. Temenni edelim ki, bizim bu delikanlı için de ayni netice elde edil- sin. — Fakat efendim, fakat efendim, ben bu memurla ne yapayım. Beni on- dan kurtarın. — Meraklanmayın — Muhasebeci Bey, kurtaracağım. Artık Nuri Bey muhasebede çalışmıyacak. Onu kendi yanıma'alacağım. Bakınız şu küçük o- |keti olduğunu anlar; böyle şeylerden vaz dada bir takım dosyalar duruyor. Bun- ların tasnifi Tâzım. Başka yerden me- meur alacağıma Nuriyi oraya getiririm olur Biter, Zaten, onu öyle bir yerde çalıştırmalı ki, bir iş müstakilen üze- rine verilmiş — bulunsun, Dosyaları yerleştirir. Yerleştirmediği — takdirde de tenbelliği — vazih olarak gözükür, Kati surette iş yapmak istemediğini anlarız ve mesele kalmaz. — O kadarma ben karışmam... Za- tıklinizin bileceği iş... — Oğlan, benim başımdan defolsun da öte tarafı Al - lah kerim... Müdür, güldü. Ertesi gün, Şair Nuriyi çağırttı: — Oğlum! - dedi. - bak, seni İs - tanbuldan buraya yolladılar. Bu, bi - rinci ihtardı. Oradaki müdür, bir kü- | 'Çük hanıma âşık olarak — işi şairliğe vurduğuna kanaat getirmiş.. “İzmire giderse, oranın daha ziyade iş memle- geçer...” demiş... — Fakat, şehrimizin bunca iktisadi faaliyeti, senin aklını başına getirmedi. vezin ve kafiye ile uğraşıyormuşsun. Müdürün, seni işten çıkarmak - istedi. Muhasabede hâlâ | i âzet!er, emennile Seyyar boyacıların sırna- şıklığından illâllah! Aydın otelinde oturan ve “Bir A « nadolulu” diye imza atan zat, seyyar boyacılardan şikâyet ediyor. Bahusus süküne alışmış Anadolular üzerinde gürültünün ne kadar müziç olduğunu anlattıktan sonra, diyor ki: Seyyar boyacilar — yüzünden bir kahve önünde yarım saat kadar rahat oturmanın imkânı yoktur. Müuhtelif | kıyafet ve temizlikte bir takım boya- | elar insanım yanma sokulmakta âdeta zorla ayakkabı boyamak istemektedir. | Dün Beyazıtta bir kaç arkadaş oturu- yorduk. Bir ecnebi seyyah ta yamı - mızdaki masaya oturdu. Garson nazik bir eda ile ne içeceğini sordu, seyyah Türkçe bilmediğinden bir şeyler söy- ledi. Bunlar arasında “Boza” kelime- si de vardı. Garson “Kahve, çay, ga- zoz, şurup” var deyince — seyyah ta “Kahve” dedi. Nihayet kahve geldi, içmeğe başlar başlamaz, pejmürde kı- yafetli bir boyacı, seyyahın yanma yaklaştı. İyi boyası olduğundan, iyi boyayacağından bahsederek — seyya » hın önüne kürsüsünü koyup oturdu, seyyah gülümsiyerek boyatmıyacağı - mr anlattı, fakat herif kalkar mı? Seyyahın nezaketinden istifade e- derek herifin ayağını tutmağa başla - dı, © vakit seyyah kızarak seriçe bir- şeyler söyledi. Bu suretle boyacı da uzaklaştı. " Iş bununla da bitse ne âlâ! Seyyah ikinci defa kahvesini çekerken, ikin - &, Üüçüncü.. beşinci de damladı, ayni şekilde zavallı seyyahr taciz ettiler. Beşincide dayanamadım. Boyacıyı o - radan kovdum. Seyyah ta kahvesini tamam içmeden kalkıp gilti. Bu halin bu seyyah rindeki fe- na tesirini artık siz düşünün. Onun i- çin gazeteniz — vasıtasiyle bu bapta makamı sidinin nazarı dikkatini cel - bedivyermenizi rica eder gaibane hür- metlerimi arzederim efendim. Aydın otelinde bir Anadolulu zuru hümayuna gelmişti. Padişah | şişedeki şarabı yanında tahlil et > | tirdi. İkbal, davayı kazanmıştı.. Şarap şişesi saf ve zehirsizdi.. | Hattâ, eczacı, padişaha-- itimat | telkin etmek fikriyle: — Müsaade buyurunuz, bir mik tar içeyim! Demişti. Abdülhamit: — İç bakalım.. Diye başını salladı. Eczacı, Ab- dülhamidin gözü önünde iki par- mak şarap içti ve yarım saat bek- ledi.. Zehirlenme hâdisesini andıran en ufak bir gayri tabiilik bile gö- rülmedi. Abdülhamit birden yerinden fırladı: (Dovamı var) Ben, mani oldum... Seni, maiyetime alıyorum... İşte, yeni vazifen, şu oda- dadır... Gel, sana dosyaları göstere - yim... Bunları tasnif edeceksin.. Her gün on dosya tamamlanacak. Tamamı- lanmadı mı, işin berbattır.... Artık bu meslekte sana fayda yok. Anladın mı?.. Haydi bakalım... Delikanlı, çarnaçar razı olmuştu: — Bana karşı gösterdiğiniz saha - betten dolayı ne kadar teşekkür et - sem azdır... Sizi mahcup etmemeğe çalışacağıma emin olunuz... - dedi. İşte, — Şair Nuri, © günden beri, müdüriyet odasının yanındaki küçük dosya odasında harıl harıl çalışıyor » du. İşin sarpa saracağını kati surette anlamıştı. Memuriyetinden — kovula - caktı! Onun için, günde ön dosyadan a - şağı yerleştirmiyordu. Yalnız o gün, verdiği vaadi tuta « madı. Zira, sabahleyin, aralık kalan | kapıdan, müdüriyet odasinda, kulağı -| na bir muhavere ilişmişti: | — Fikret Bey... Bunu sizden bek» | lemezdim. l — Nasıl bu işi yaptınız, azizim.... Üsküdar Hanımlar Terzi ders hanesi üçüncü devre devresini bi- tirerek yeni mezunlar vermiş, mek tepte mezunların eserlerinden Her gün kırdığı ceviz bini aş- | tığı için, kocası tarafından ceviz ler içinde cezaya kenulan bir ha- nımcağız! Ne masum bakışlı bir genç kız, değil mi? Halbuki, moing ismindeki bu haspa, Fran- sada, mücevherat yaptıktan sonra yakalanmıştır . üşe aldanmamalı ! — Üllnkyor kanuni cezası büyüktür.. hapse sürükler... Bütün mahvolacaktır. Fikretin sesi: ,— Biliyorum.. ĞĞ — Kendime hâkim değildim... — Han, &z buz bir para da Söğül.. Üç bin lira... — Maamafih, henüz bin küsur li- rası bendedir... — Onu derhal iade edin... Öteki kısmını da kışa bir zaman içinde anne- nizden mi getireceksiniz, babanızdan mı, nereden bulursanız bulunuz, yol- layınız.... — Annem, babam yok... — Evlisiniz.. — Kartnızın pederi WANu Fikretin aklına, şimşek gibi bir fi- kir geldi. İlhami Bey ona para teklif etmişti... O, o zamanki vaziyet — için- de, bunu reddetmişti... Lâkin, şimdi, ahval değişmiş değil istikbaliniz miydi? Kibirin, azametin, afurtafurun | zamanı çoktan geçmişti. Bu cürmün beş sene hapis cezası olduğunu gayet vazih surette biliyordu. » Marie Tre- | hırsızlıkları | 2 Eylül 1934 b mürekkep bir sergi vücuda 87 miştir. Mektepte tahsil de dört aydır. Resmimiz mektebin /| ni mezunlarını gösteriyor. Korsika adasınm nufusu an elli bin kişi olmakla beraber abF lisi pek cevval olduğu için mı diyet gösterirler. Bir çok Fra | edipleri ve mütefekkirleri K kalıdır. Şimdiki kabinede Korsikalı nazır vardır. Nıpol:’ Bonapart ta Korsikalıydı. Fakat, Korsikanın haşin ve sk tabiati yalnız müspet sahada #” cadele eden adamlar yetiştiri le kalmamıştır. Ayni zamand? bu adanın haydutları da meqll“( dur. Sinema yıldızları gibi, K sikanın eşkiyası matbuat sütu! rını işgal eder, Bunlar ıru"" son zamanda parlıyan Bornea nihayet haydutlukla kat'i sul mücadele etmek kararını — vert jandarmanın eline geçmiştir. Yukarıki resim bu cçkiyıy" ittir Bornea, eskiden jmdlM imiş, Bu sebeple, ceza yerken & babı müşeddedeye çarpılacaktif, ta müsande.. - ” di. — Demek, bir hafta sonra met') yi halledebileceğinizi umuyorsunus' * — Evet.... İ — Haydi, öyleyse... Ben, henüz 'î seleyi keşfetmemiş olayım... Siz, v raları kasaya koyarsınız. Sahte ıÜ’ leri de yok etmenin, kanuni oll**’ onları değiştirmenin yolunu ıırlil'â — Bana karşı gösterdiğiniz ğ çok minnettarım, Müdür B"M Geçirdiğim buhranların ne clduÜJ, bilemezsiniz. Bu uçuruma, - bilmiy? rek, elimde olmıyarak — sürüklendi” Adeta büyülenmiştim... — Anlıyorum... Bir kadın ıc"" | olacaksınız.... 0 — Evet... Karısından bahsedildiğini mişti — Halbuki, gül gibi zevceniz Önuün üstüne, yazık değil mi?.. artık, aklınızı başınıza toplayın Hi kulağınıza — küpe olsun... Uî) hafta içinde parayı — bulup ge' şarttır ha... Anlıyor musunuz? — Anlıyorum efendim... (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: