19 Ocak 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4

19 Ocak 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BÜYÜK' DENİZ ROMANI — — M aa P Şahin Yavrusu Zavallı kız korsanlara yalvarıyor Yazan: Kadircan KAFLI No. 59 l kurtulmıya çalışıyordu Fakat bu kadar insan yalan mı söylüyorlardı?... Aşk işte böyledir?... İnsanı deli eder ve her şeyi yap- tırır ... Yavuz, pala bıyıklarını avuçla-| dı: — Kara Yusuf, bıııılır doğru “u söylüyorlar?... En öndeki leventler söze karış- n — Elbet doğru — söylüyoruz... Yalan mı söylüyoruz?... Şimdi siz de görürsünüz, kadın mıdır, kız mıdır, ne Allahın belâsıdır?... Kara Yusuf sararmıştı. Yaptığı kabahatin büyüklüğünü şimdi çok kuvvetle kavrıyordu. Fakat sev- gilisine karşı yapılan hakarete de dayanamadı: — Sus!... Ona bir şey söyleme- ğe hakkın yok!... — Hah hah hah!... Bir de bizi paylamağa kalkışıyor... Nereden aldın o kaltağı?... Kara Yusuf kılıcına davrandı: — Sus diyorum sana!... Küçük- Hüseyinle arkadaşları onu hâlâ hayretle — süzüyorlardı.! Deli Mehmed en önde duran le - vende: — Yeter artık!... Anlaşıldı!... Dedi ve Kara Yusufun kılıcına giden elini tuttu. Korsan mırıldandı: — Onu getirmeğe gittiler, şim- di gelir!... "” Kara Yusuf silkindir — — Ona kimse ilişemez, onun ya nına kimse giremez!... Diye bağırdı. Kılıcmı çekerek kamarasına doğru fırlamak, ora- ya gidenleri içeri sokmamak isti- yordu. Fakat Deli Mehmedle Yavuzun elleri, onun kollarını sımısıkı tut- muştu: — Kara Ywuf, kendine gel!... Her şeyin bir nizamı var!... Onun tarafından çıkacak olan bir tek kişi yoktu. Hepsinin de kafalarma şu ka - naat yerleşmişti: Bugünkü felâketlerin müsebbi- bi, hep gemide bir kadının bulun masıdır. Bu kadımı getiren Kara Yusuf, cezasını görmelidir. Halbuki zavallı genç adam Stel lâyı ne kadar sevmişti? Onu bir rerek onu geminin — yanıbaşına, kendi kamara penceresinin dibine getirtmişti. Oradan da bir iple içeri almıştı. * . İçeride bir kızın bulunduğunu - başkalarının anlıyacağını hiç ak- bna getirmemişti. Eğer onu bir an evvel lıolıılıtıyı ı&ünb'lıı ve o- Kara Yusuf yerinde duramıyor: — Ona kimse ilişemez!... Bıra- km beni!,.. Diye arkadaşlarını sarsıyor, ba- zı çıkışıyor, bazı yalvarıyordu. Bu aralık üç dört kişi, araların- daki simsiyah bir hayaleti sürük- Tiyerek yaklaştılar. Siyah bir örtüye bürünen ince| bir genç kız vücudu soluva soluya €rprnıyor, yalvariyor. fakat kuv-| ve'li kollardan kurtulamıyordu. Kara Yusufla karşılaşınca ikisi “de birbirlerine koştular: Lâkin A- yı Mustafa onların arayerine gir di: — Yasak!... Diye bağırdı... Korsanlar homurdanıyarlardı: — Bunun için döğüşmek iste - miyordu!... — Gloryayı kovalar ve yaka - lardık; zaten yan yatmıştı. Reisin aklını çelen hep budur!. — Alçak!... — Asmalı!... — Bizi bu hale soktu. — Kara Yusuf da, bu kaltak da asılmalıdır... - Onların yüzünden kırılan direklere asılmalı!... Deli Mehmed gür bir sesle hay kırdı: — Arkadaşlar, acele etmiye - lim!... Size hak veriyorum, fakat ceza vermek için reisin uyanma - sını beklemelidir!... — Reisin yaralanmasıma, bu hale gelmesine sebeb olan da bu- dur... Küçük Hüseyin re'se haber vermek için gitti. Fakat o pek dalgındı. Birkaç defa dokunduğu halde uyanmadı. Geri geldi: — Reis çok yorgun, — uyandır- amadım'!... Korsanlardan biri atıldı: — Reisi ne diye uyandıralım... Gemiye kadın sokana ne ceza ve-i rileceğini çocuklar bile bilir... Ne- den rahatsız Si Herkes ayni söz üzerinde birleş- miş gibiydi. Ay doğdu ve denizle beraber| geminin güvertesi de biraz aydın- landı. Korsanlar yerlerinde duramı - yorlardı: — Asmalıyız, şimdi asmalıyız! İkisini de asmalıyız!... çektiler. Kara Yusufla genç kızm üzeri- ne saldırdılar. Deli Mehmed, Yavuz, Tosun ve Küçük Hüseyin de kılıçlarını çek- mişler ve leventlerin önüne geç- mişlerdi. Kara Yusufla genç kız kucak kucağa idiler. Genç — kız sevgilisinin boynuna — dolanmış,. hımçkıra hınçkıra ağlıyordu. Deli Mehmedle arkadaşları on- larla korsanların arasına çelikten bir duvar örmüşlerdi. Bu dört elebaşı Kara Yusufun bu hatasıma fena halde kızmışlar. dı. Fakat Ali Reisin haberi olmak- sızın hiç bir şeyin yapılmaması lâzımdı. Sonra reislerine ne diye- ceklerdi?... Yeni doğan ay aydınlığında yüz kadar korsanın — azgın birer cenavar gibi hüçuma bazırlandık-| ları görülüyordu. Deli Mehmed bağırıyordu: — Bekliyeceksiniz!... Sizin bu yaptığınız da yasayı çiğnemektir. Son söz reisindir!... Lâkin korsanlar bir türlü yatış- mıyorlardı. Boydanboya yüzünün yarısı sa- rılı olan bir korsan, sargısını bir hamlede çekti. Hâlâ kan sızan yarasını göstererek haykırdı: — Biz bekliyemeyiz!... Kendi mizin de, reisin de bu hâ!e gelme mize sebeb olan şimdi asılmalıdır!... (Devamı var) bu alçak herif| çay içti, çayla beraber bir sürü M e deeyakati İ e e BER u - İİngitizce dersler?| Müellifi. ömerRıza —)a Bir demir yolculuğuna çıktı- ğınız zaman bir müddet yol al- 9| dıktan sonra, mutlaka bir yerde mola verir, bir yere uğrar, durur- sunuz. Şayed bir trenden bir tre- ne aktarma yapacaksanız, bunu ancak bir istasyonda — yapmak mümkündür. Çünkü hatlar an- cak istasyonlarda birleşir ve o- radan ayrılır. Fakat hatların bu gibi buluş- ma noktaları da ayni derecede mühim değildir. Bazı yerlerde bir, iki, üç, dört kol ana hat ile birleşir. Kollar, nisbeten — kısa cadır. Küçük kasaba ve nahiye- lere uğrar. Asıl ana hat bulun- masaydı, belki de bunların uza- tılmasına imkân kalmazdı. Ya- ni bunların varlığı ana hattın varlığına bağlıdır. Onun için | bunların vazifesi ana hatta yolcu ve mal taşımaktır. Fakat bunla- rin ehemmiyetini de küçültmeğe gelmez. Çünkü bu küçük hatlar ana hattı besler, ana hattın ehem miyetini arttırır. Basit olmıyan cümlelerde de tam bu halin ayni ile karşılaşı- rız. Basit bircümle — yalnız bir füil olan cümledir. Fakat cümle- lerin çoğu basit değildir. Meselâ şu iki basit cümleyi ele alalım: (1) Jack went home at fiwe o'clock. Yani (Jak eve gitti, saat beş- te.) (2) Jack ate a huge tea. Yant (Jak kouskocaman bir Bu iki cümleyi birleştirecek olursak bir bitiştirme edatı kul - lanmak lâzım gelir. Buna “atıfe,, deriz. İngilizcesi: Conjunetion (Könjankşav) dır. O zaman iki cümle şu şekli a- hr: Jack went home at five 6'elock and ate a huge tea. Görüyorsunuz and kelimesi i- ki cümleyi birbirine bağladı ve bu suretle basit bir cümle yerine bağlandı. Bu suretle iki ana de- miryolu birbirine bitişik — oldu. Çünkü bu bitişen cümlelerin her biri gramer bakımından ayni de- recede kıymeti haizdir. Belki cümlede mevzuu bahso- lan Jak için çayı içmek, — çayla beraber şunu bunu yemek, — eve dönmekten daha büyük bir ehem miye&ı idi. Fakat gramer onun yokluğuna ehemmiyet — vermez. Çünkü gramer sözle ve cümle i- le alâkadar olur, 8öz ve cümle- lerin ifade ettiği fikirlerin kıy - meti ile alâkadar olmaz. Meselâ şu ilki cümleye bakınız: (1) War broke out yesterday. Yani (Harb, dün koptu.) (2) Jack fell down yesterday. Yani (Jak, dün ölü düştü.) Bu iki cümlede gramer bakı- mından ayni kıymettedirler. İki- si de basit cümledirler. Halbu- ki bunların mâna itibariyle kıy- meti arasında dağlar kadar fark vardır. Gramer bakımından yani kıy- meti haiz olan cümleleri birleşti. ven atıfelere coordinating con- junctions — (Koordinetin kon- jankşanz) denir. “Co - ordina- | | No F7i Bu zeki ve gönül alan kadın kimdi? On'arı bu kadar on binler ce yıldan sonra ne — tanıyordu? Zeus ta sordu: — Siz kims niz? — Ben de bir eski dünyalıyım. Sizin gibi yeniden dirildim. — Bunlar bize s'zin kim oldu- ğunuzu tanıtmıyor ki... — Ben burada Mirbânşeri sa- natoryomunun müdürüyüm. Eski | dünyada verem olmuştum, Beni Pacanada sanatoryomuna yatır- | mışlardı. O çağda profesör Esoes | insanların ve insanların kurtuluşu için çalışıyordu. Ünlü Sırp kahra- manı üniversiteli Prenç'be verem aşısı yaptığı kulaktan kulağa du- | yulmuştu. Biz uzak, ve yattığımız | sanatoryom bedava olduğu için o aşıdan getirememislerdi. Güneş - ten, deniz havasımdan ve iyi yü- rekli, insan doktorlarımızım kendi başlarına harcadıkları insanca e- meklerinden başka güvenimiz yok tu. Hergün biz hastalar (bütçemiz daraldı) diyip b'zi sanatoryom- | dan atacaklar diye korkuyorduk. Bir gün işittik ki Emil Ludvik a- dında Kudüslü doktor Napolyon Bonapart'ı diriltmiş, B'smark'ı diriltmiş, hem nasıl? Bambaşka bir kılıkta... Hastalar birlik olup doktora mektub yazdık, Biz' de bağaltmasını yalvardık. Bize de- di ki: — Siz bedavacısmız. Halbuki ben kim çok para verirse onu yok hiçten diriltin xax adastm- Umutlarımız kırıldı. * Viyana zindanındaki Sırplı Prenç'pe yaz- dık: Profesör Esoes senin üniver- site arkadaşındır. Bize arka çık ta © aşısından göndersin. Meğer o günlerde Prençip öl- müş. Mektubu döne dolaşa profe- ı sörün eline geçmiş. Bize o ilâçtan | gönderdi. Ruhumuz açıldı, zekâ - mız açıldı, yüreğ'miz ferahladı ve | hepimiz veremden kurtulup bütçe | darlığı gelmeden sanatoryomdan çıktık, Ben dipdiri oldum ve ikin- €i umum? harpte hücum tayyare ting,, kelimesinin münası: “Yan- yana dizi halinde yerleştirmek,,- dir. Cümleleri böylece yanyana dizi halinde birleştiren atıfeler şunlardır: (1) And (end) — (2) But (bat) — lâkin (3) Still (stil) — hâlâ (4) Yet (yet) — bununla be- raber - henüz (5) For (for) — için - çünkü (6) Or (or) — yoksa yahud Bu çeşid atıfeler, ham kelime- leri, hem cümleleri birbirine bağ- lar. Fakat bunlar kelimeleri bağ- ladıkları halde onların bağla- dıkları kelimeler bile birer cüm- le yerindedir. Meselâ: Jack and Jill went up the h'li. Yani (Jak ve Jil dağa tırman- dılar.) Bu cümledeki and gerçi Jack ile Jill gibi iki has ismi birbirine bağlamış gibi görünür, Halbuki | bu cümleyi — parçzladık mı iki cürale ile karşılaşırız: (1) Jack went up the hill. (2) Jill went up the hill. (And) atıfesi sayesinde (went up the hill) sözlerini tekrar$ A ma ve başka ölle çev! Jev et yasaşınca kou u0 filosu kumandanı iken öldüm. Yeni dünya beni buldu. Buraya getirdi. Yd' yaya çok hizmet ettim, M olarak bana bu Mirbanşeri ” töryomunu yapıp mnüdür verdiler. ) — Burada veremliler mi he? ) — Bu dünyada verem hastalık mastalık yoktur. ğı kimse bilmez, Bu profesör Escesin dirim aşı$ yeniden dirilenler içindir. eski dünya adamı oldukları biraz vak't bu ıınıtm'yonlb—v lenip ruhlarımı, kafalarını ederler ve yeni insanlık dü alışırlar, Sizi de buraya receğiz, Profesör Esoes ©o dı ben bugün karşmızda bu yacaktım. Eksik olma Sana hepimiz yeni — ömrü borçluyuz, j — Sanatoryomda b'zden * ka eski dünyalı var mı? Profesör Esoes bunu çok canlı sordu. Çünkü Bayan M rün söyledikleri çok mühim mek ilk bulduğu verem aşıs! ” insanları diriltmiş. Karşılık * dan sorusunu bir daha sordu. ” ler yüzlü kadın: İ —Var. Fakat bir'sinden kasını tanımazsınız, — O birisi dediğiniz kim — İçeride gösteririm. Profesör Esoes kaşlarını €© | ' f Hele goktan dirilttiği Naj ise hiç girmem! — Hayır! Büsbütün başka si. | Üçü de gird'ler. Yolun iki narı kara, yeşil, mor ıullıfl' lenmişti. Havuzun - fıski: su yerine renkli ışıklar du. Müdür önde üçü arkadâ kata çıktılar, Üçü de merak yorlardı: Öteki eski dün | kimlerdi? elt zum kalmıyor. Bu çeşid atıfeleri çok kolaydır. Bunlar bir c (1) Jack Fell down and his nose. Ğ Yani (Jak yere düştü ve " nunu kırdı.) (2) Herny is small but he well. Yani (Hanri küçüktür. iyi koşar.) (3) There are no clovds, am afraid it will raiv. Yani (Bulut yok, bununl4 (4) Run home now, ©* will be late. Evine şimdi koş, yoksâ. kalırsın! (5) Lucy will win the for she wins every time petes. Yani (Los mükâfatı W" caktır, çünkü her defa kaya girdikçe kazanır.) (Devant

Bu sayıdan diğer sayfalar: