6 Mayıs 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

6 Mayıs 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

3 MAYIS — 1935 -— Türkçeye Geçiren : NA - Bİ | All Cengizin Demir mektebini bitirmiş, '“']" ayukat olmuştu. Nejat, — hâlâ ro-! manlarile tiyatrolarile — baş uğraşıyor, çalışıyor, meşhur olma- ya Naciye gelince, Naci, vaziyeti ni .ıa.ıç.';luı.mıd- İşi iyi gi diyordu. Ticaret âleminde şöhret venam kazanmıya — başlamıştı. Sevgilisi Müzeyyenle evlenebil mesi için babasının müsaade ede- ceği ümidile geceli gündüzlü çalı- #ıyordu. Nâüci gene sık sık sevgilisini gö- rüyordu. Bir gündü. Onu dostla- rının birinin verdiği bir çay ziya- fetinde bulmuştu. Hem sevgilisini hem kayın pederi olacak zatr do- nuk buldu. Hele kayın pederi ola- tak zat kendisini hiç ummadığı bir tarzda soğuk karşılamıştı. Naci meraktan çıldıracaktı. Bir | ara fırsatını bularak Müzeyyene: — Ne var? ne oluyor Allah aş- kına?... Seni — mütecessir görüyo- rum. Ve sonra baban, beni hiç te tabit bulmadığım bir şekilde kar- şıladı.. Müzeyyen durgun ve çekingen bir halde: — Evet.. Sana anlatacaklarım var.. Fakat burada olmaz., Yarın bize gel.. Saat ikide babam evde olmıycak, anlatırım. Naci ertesi günü saat ikiyi güç etti. Doğru Müzeyyene gitti, Mü- zeyyini kendisini bekler bir vazi- yette bulru. İkisi de biribirlerine bir şey sormrya cesaret edemiye- vek talona yürüdüler. Naci oturmadı. — Naci bey otursanız a... — Böyle daha iyi... Gene bir müddet konuşmadılar. ! Müzeyyen hakikati söylemekten çekiniyor, Naci hakikatle karşı- laşmaktan korkuyordu, Neden son ra Naci tahammül edemedi, yavaş bir seşle: — Söyle bakalım Müzeyyen.. Bana anlatacağın nedir. — Sana anlatacağım doğrudan | doğruya bizi — alâkadar ediyor, | Naci? — Nedir? | — Babam evlenmemize razı ol- Mıyor, Beni kendi bulduğu bir a-| vermek istiyor. — Sizi başkasıma mı vermek is- tiyor! O! Bu mümkün mü? — Ben seni alabilmek, seninle mesut bir Yuva kurabilmek için gecemi gün- düzüme katıp çalıştım, Acaba bir kabahatim mi var! Söyle Müzey- Yen., Söyle.. — Hayır.. Hiç bir şeyiniz yok. Bilâkis sizden — memnun.. Fakat beni daha çok mesut edebileceğini sandığı alama vermekte ısrar ödi- Yor, Dizlerine — kapandım. Aşkı- Tızm beni en büyük servetlerden daha çok mesut edeceğini söyle- dim. Fakat dinletemedim. Böyle Mükemmel bir kısmeti Teddetme- hin bir delilikten başka bir şey ol biribiri- CEBİDELİ Cebidelikler Şahı Açıkgözler Padişahı | meyi düşündüğünüz doğru mu?. başradan “Geçenler | zım, Benim istikbalime göz diken adamı, görmem, benim istikbali- başa ' mi hiç sayan babanla konuşmam lâzmm, Ş Naci, birdenbire yerinden fırla- dı. Müzeyyen âni bir hareketle ko- lundan yakalamamış — bulunsaydı kendisini şüphesiz sokakta bula- caktı. — Nereye gidiyorsun.... — Evvelâ babanla gidip konu- şacağım... — Sakın sert — hareket etme.. Sonra işimiz büsbütn fenalaşır.. Biribirimizi de göremez — oluruz. Anladın mı? Naci çıkıp — gitti ve soluğunu Müzeyyenin babasında aldı. — Kerimenizi Yekta beye ver- — Bu bir düşünce olmaktan çok tan çıktı ve bügün kararlaşmış bir halde.. — Fakat kızını benim sevdiği - mi biliyorsunuz.. Onu sizden iste- dim ve bana tüccar olduğum za- | man verebileceğinizi vadettiniz.. Bu fikrinizden nasıl oldu da cay- dmız?. — Çünkü kızımım mesut olma- sını istiyorum, Sizin — Yekta bey kadar zengin olabilmenizi bekle- mek belki bir ömür kadar uzun o- lur. Bu yüzden Yekta beyle sıhri- yeti reddetmek doğru — değildir. Böyle bir karar vermiş olmamdan dolayı müteessirim. Fakat ben de ne yapabilirim, Maddi şeyleri ha- yalden ibaret olan aşka tercih et- mek icap ediyor. Naci bu kat'i karar karşısında Çyükşceki G çoğ Bülününde Çok müteessirdi. Kendini tutmasaydı hüngür hüngür ağlıyacaktı. Selâm bile vermeden — çıktı. O- günden sonra Müzeyyeni görebil- mek için çok uğraştı. Fakat imkâ- nını bulamadı... Buna rağmen Mü- zeyyeni unutamıyacağını çok iyi biliyor ve yalnız kaldığı zamanlar da mütemadiyen ağlıyordu. (Devamı bar) DOKTOR .. Kemal özsan VUrolog — Operatör Bevliye Mütehassısı Kraköy — Ekselsiyor yanında, Her gün öğleden sonra 2-den 8- e kadar. — Tel; 41235 HABER Akşam Postası İIDARE EVİ ISTANBUL ANKARA CADDESI Telgraf Aâreslii! İSTANBUL HABER Telefon — Yazı: 28879 — İdare SısTo veerecanesanADArAAAAAEELERLALERERELERE nnn ABONE ŞARTLARI ı 8 60 1f aylık Türkiye: 120 350 660 1280 Krş. Benebi: 150 445 840 1610 ILÂN TARIFESİ Ticaret Hânlarının sakırı 12,50 Resınl Hanlar 10 kuruştur. Haseene en eeeea anmananenne Sahibi ve Neşriyat Müdürü; HASAN RASİM US KLER | ılışuxx — Akşam Postası Bugün için: u Rastgele — 1 L U Dünyada ne hoş adamlar vardır. , Yazan: İ Dar bir sokakta, kendi halinde, | Kadircan Kaflı ! fakat çok iyi ve temiz yemek'ya- pan bir lokantacıkta akşam yeme- ğimi yiyordum, Yanrma hiç te şaire benzemi- yen bir taıdım geldi. Fakat şairdir... Asrımızın en büyük hususiyet - eski an'anelarden aykırı bulun - maktır. Eskiden şair saçmı uzatıyor i - diyse, şimdi sıfır numaraya vur - malıdır. Eskiden siyah şapka giyiyor idiyse, şimdi başı açık gezmeli ve eskiden şiir yazıyorsa, şimdi bel- ki de “şiir yazmamalıdır.,, T Yanıma gelen tanıdığım bir iki tane de çakıştırmıştı. Fakat işte gene yanıldım. Ben, eski düşünceye göre bir iki — tane çakıştırmış sanıyorken, o, — öğle- denberi içtiğini söyledi. Hem de zıkzak gitmiş... Karışık içmiş... Bu. na rağmen iki sözü bir araya ge- tirip te canrmı sıkmadan konuşa - bildiği için bunu âdeta kahraman- hik saytyordu. Ve: “Bir bu kadar daha içsem, gene bülbül gibi şakıyabilirim..,, dedi, sularda gidiyor, dedim... Açılıyor musun? Biten sigarasını bir yenisiyle de daha ateşliyerek: — Üşç kadeh içinciye kadar iyi- dir, dedi. Bana her şeyi unutturu- yor. ı — Bu ara, belki şiir yazmağı da unutuyorsun?, —Hayır, şiir yazmaktan baş- ka her şeyi unutuyorum.. — $üir nedir? — Herhalde kendisini beğenen bir adam değildir. Şâirin yüzü kaldırımdadır. Onu herkes göre- mez, anlıyamaz. —İhtimal eğilip bakmak lâ- zımgeliyor da ondan , —Fakat şâirin yüzü göklerden yüksektir de.. Ne demek istediği- mi anlıyor musun? Asıl şâir odur. Bu iki müşkül vaziyet arasın- da ayak üzeri yürüyen bir fani olduğum için, tanıdığım şair dos- tumu pek anlamak ukalâlığına da girişmedim. Fakat durmak bilmiyordu: — Seni severim, diyordu. Seni sayarım. İlle benim sigaramdan içeceksin... Garson! Bayın hesabı- nı bana yaz... Yoo... Bunu deyemezsen, hür- hakaret etmiş — olursun. At yere.. Bu baklavayı yere at; fa- kat reddetme! Ben gerçi bu akşam içtim. Fakat iki sözü bir araya ge- tirip sana derdimi anlatabilirim ya.. Reddetme bunu!.. Senin için bana söylemedikleri kalmcanıştır. Soğuk adam dediler, nankördür, kibirlidir, kimseyi beğenmez de- diler, Fakat ben, senin içindeki cevheri, güneşe tutulmuş bir yu- murta gibi görüyorum.. Al bir si- gara daha... Zarar yok. At o elin- dekin?. Bu sigarayı al!.. Seninle şimdi bir de saza gitsek olur mu?! İş sarpa sarıyordu. Yavaşca kalkınır gibi olarak: — Güneşe tutulmuş yumurta gibi cevhere hürmetin varsa, ç- kalım ve beni folluğuma bırak, dedim . Nasılsa dinledi. Ve yolda, in hisarın çıkardığı kakulu pipo tü- a T S KIZI No, 9 5 İ—şırlmîık vı_i Lı_ıvnç romani ! Sorgudan sonra Turgut ile Kuç: luk'un kurtlara verilmeleri kararlaştı... lerinden biri de — biliyorsunuz ki,| , Onun neler yaptığını birer birer | kalın bir ağacın gövdesine sımsı- anlattı.. Tangut onu yalancı çıkarmağa çalıştı: — Ben Kuçluk'un idim... . Diyordu.. . Barçuk arkadaşına döndü: — Peki!.. Sen burada dur. Ben Kuçluk'u çağırayım.. Gitti... . t Iki dakika sonra onunla birlikte geri döndü.. Kuçluk'a sordu: — Bugün Tangut — sana geldi çadırında mi? Tangut öksürdü.. . Kuçluk ona — baktı ve ikisinin gözleri oynadı... Tugaçar: — Kuçluk, eğer yalan söylersen ve bunun suçunu gizlemeğe kal - karsan cezasına ortak olursum. . Tangut'la Kuçluk gene bakıştı - lar ve Kuçluk cevab verdi: — Bugün, bize geldi.. — Ne vakit?, Tangut, atıldı — Kurt akınımda.. Kuçluk başını eğdi: —Evet.... Barçuk: —Sende alçaksm!.. - kı bağlandılar. Gece kurtlar gelecek ve onları parçalayacaklardı. Geç vakte ka- dar herkes iki alçağın keskiri ca « navar dişleri arasında parçalanır - ken çıkardıkları acı çığlıkları duy- mak için beklediler . Fakat boş yere beklemişlerdi. Çünkü böyle bir ses duymamış- | lardı. Öyle — ise kurtlar dağdan inmediler, .Yoksa o iki alçak &a- dam, etleri parça parça koparılır - ken hiç ses çıkarmıyacak kadar yiğit olamazlardı. Fakat bu kuruntu da Boştu. Çünkü ertesi sabah ikisinin de yerlerinde yeller esiyordu. Etraf- ta ne bir kan izi, ne bir patça kü- rek veya bez parçası, ne de etleri sıyrılan kemikler !,.. Kurtlar onları oldukları gibi gö- l' türecek değillerdi ya.. Öyleyse ne oldular?.. Birkaç gün sonra Hazar hanm | askerlerinden yirmi atlı, atlarmı dört nal sürerek Obaya - geldiler. Tangut ile Kuçluk'un çoluk ça- cuklarını aldılar, geldikleri yoldan geriye döndüler. ©O zaman kafalarda — bir şeyler Diye homurdandı.. Hemen dı - aydımlanır gibi oldu. Tugaçar şöy- şarı fırladı. . Bir dakika sonra Kuçluk'un küçük, kara gözlü, ka- Olup bitenleri duyanlar homur- danarak bir ses halinde oraya ko- şuyorlardı. Tugaçar, yanındaki kızı okşadı. Onun yüzünü — babasından başka yana çevirdi ve sordu:; —— — Kızım, bugün Tangut size geldi mi hiç?. Çocuk hiç düşünmeden karşılık verdi: — Hayır, gelmedi .. Kuçluk'un karısına ve kardeşi - ne de sordular, Gene bu karşı - lığı aldılar. O zaman Tugaçar — ve Barçuk, Tangutla Kuçluku önlerine kata - rak sürükliye sürükliye Tugay'ın mağarasına döndüler. Bütün oba ayaklanmıştı. Başlarında Tugay olduğu halde bütün ulus, obanın büyük alanmma toplandılar. Karları süpürdüler ve kışa bir sorğudan sonra Tangut ile Kuçluk'un kurtlara verilmeleri kararlaştı.. İki mahküm akşama doğru, Ha- zar hanmn kalesine giden yol üs - tünde, 1s81z ve korkunç bir. yerde tünlerinden bir küçük kutu alarak ve açıp burnuna doğru yaklaştı. rarak genişleye genişleye : — Oh!. dedi. Oooh... Ooooh... Şimdi ben, bunu bir kibritle ateşliyerek masamım üzerine kor ve bir bohurdan gibi tütsülerini parmaklarımla yelpazeliye yelpa- zeliye, şimdiye kadar keşfetme- diğim beldelere giderim. — Allah selâmet versin, de- dim. Görülüyor ki “şâir,, pek de de-| nun da denediği ğişmemi ştir, Hikmet Münir le diyordu: — Tangut ile Kuçluk, hanm sara- , Acaba nasıl gittiler?... Bağlı olduklarr ağaçtan Kkendi- lerini nasıl kurtardılar?., Bunları hiç kimse görmemişti. Yalnız o gece Hazar hanın kale- sinden yana, derinden derine bir- taktm nal sesleri duyulmuş, fakat pek cılız oldukları için: — Kurumtudur. Denilmişti. . —7— Tugay çalışıyor?.. Tugay artık çılgm gibiydi. Her gün mağarasınm kapısında bir ta- şın üstüne — oturuyor, kızı Ulcayı, karısının ve çocuklarının ölümü ile sızlayan yanık — bağrma basıyor, avunmağa çalışıyordu. Onun gözünde, bütün. kötülük. — leri işliyen, bu yüz binlerce zaval- İryı birer hayvan — sürüsü halinde süründüren, açlıktan, hastalık ve soğuktan her yıl binlerce insanın ölümüne sebep olan yalnız bir kişi vardı: Hazar han... Vakit vakit, sevgili — karısınm hayali, kopuk gırtlağından ve par- çalanımış bağrından kanlar akarak gözünün önüne geliyor, zvallı ço- cuklarının - ölülerini — kollarında yükselterek öcünü istiyordu. Tugay o zaman kızınt daha yü- renkten bağrma basryordu. Yuğruğunu sıkıyor, elini Hazar hanım kalesine doğru uzatıyor, diş- lerini ezercesine çene kemiklerini kenetliyordu. , Günler ve aylar hep böyle geç- ti. Yabancı adamın öğrettiği ve ©- şey unutulmuş gibiydi. (Devamı var, Mt lenilaük e di B

Bu sayıdan diğer sayfalar: