February 11, 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

February 11, 1936 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

lk kapısından içeri Rirdiğim zaman, köşede bizim şiş- ko Feyzullahın oturup çay içtiğini Sördüm. Hemen yanına yaklaş- tim, — Nasılsm, ne var, ne yok ya- hu?... - dedim. — Hiç... Gördüğün gibiyim. — Şu sırada işin falan var mı? — Yoo... Gelen geçene bakı- Yorum. Körpe kızlara sırıtıyorum. İşim bundan ibaret... — O halde benimle gel... — Nereye? — Galatasarayda açılan sergi- Ye... Orası çok kalabalık... Birçok kadınlara da raslarız. Feyzullah içini çekti. O şişko vü a ünden çıktığı belli ol» mıyan.ve i hayrete düşüren ince sesiyle: — Hayır... İstemem... Hiç bir zaman, hiç bir resim sergisine git mem, — Neden?, Ressamlardan şikâ- Yetin mi var? 77 Aman allahmı seversen... Der dimi deşeleme... — Azizim ne oldu?.. Başına bir felâket mi geldi? — Felâket... Evet... Hem de ha- .Yalımın en feci vakası... 77 Ne olduğunu sorabilir mi- Yim? >— Anlatmamağı tercih ederim Karşılıklı oturduk. Ben de bir kahve ısmarladım. Arkadaşımın a. a kütunu bozmadım. Her halde Mr müthiş bir şey olacaktı; nasıl oluyordu da şişko Fey- n bu sergüzeştine dair ne diğer arkadaşlarım, ne ben o za-| Dana mi hiç bir şey öğreneme Birdenbire şişko bana döndü: ”— Adam sende... Ne diye saklı- Hi? Dur sana anlatayım... | Sa daha evvel şunu söyle baka! m: Fütürist resimler hakkında! NS düşünü 7 yorsun? >> Vallahi bilmem... Galiba pek maykrane eserler... Amma doğ- benim bir şey anladığım yok. > Öyleyse, azizim, sana tavsi» et, e dur: Bu meseleyi tetebbü ir tablonun karşısma geçince May m ne olabileceğini anla - de " Şaresine bak... Aksi takdir - labili, in sana pahalıya mal o - k Bu sözleri söyliyen arkadaşım bi, in ciğerleriyle muntazam Ba b 0 pufladı ve anlatma .: Hay mini söylemek istemem... ylesem de ne olacak... Söy- HABER — Akşâm pöifâi/'/*<«<«c«cecıcıc 0 liyeyim işte... Merhum Necip paşa nm karısı... — Hani şu sarışın, şımarık ve| çok şık hanım mı? — Ta kendisi... Güzel değil mi? Ah azizim, onunla geçen sene bu mevsimde tanıştım. Kotası öleli bir buçuk sene olmuş, olmamıştı | Kendisine öyle çılgınlar gibi âşık oldum ki bir saniye peşini bıraka- mıyordum. Her şeyimi, ona vak- fetmiştim: Paramı, zamanımı... Her gün kendisine demet demet çiçekler yollardım... Otomobillerle uzun uzun gezmeler yaptık... Da- vet, ziyafet, velhasıl, © bir kadını meşgul etmek için, ne kabilse hiç birini esirgemiyordum. - Bilirim, Feyzullah... Sen ne yapsan hepsini fevkalâde yapar. sın. Pek cömertsin... — Saadetime artık nail olacağı- mı umuyordum. Bir gün yemekten sonra cigarasını hafifçe yüzüme üfliyerek bana şu sözleri söyle: “Feyzullahcığım! Ben de seni se- viyorum: - dedi . Hem de epey za mandanberi... Fakat kocam öleli az zaman olduğu için seninle daha geç yakınlık tesis etmek istiyor- dum.... Anlıyorum ki Fedakârlhkla- rma karşı bundan ziyade dayana- mıyacağım. Yarın saat dört buçuk- ta Sergide meşhur fütürist ressam Hamdi beyin dairesinde bulun.. O, benim tablomu yaptı... Bu ese- rin önünde birleşiriz. Sonra, iste diğin yere birlikte gideriz.,, İçini çekti: — Azizim... Benim o günkü sa- adetime payan yoktu. Söylediği zamandan yarım saat evvel, oto- mobilimi kaldırımın kenarına ya- naştırarak kendimi sergiden içeri attım, Fevkalâde kalabalık vardı. Hamdi beyin tablolarını arayıp buldum. Bunlar altı tane idiler... Çizgiler, yuvarlaklar, renkler, fa- kat azizim, hepside hezeyan... Dolaşıp vaziyeti kontrol ettim: Birbirlerinden hayli uzaktılar... Bunların arasında sevgilimin res- mini arayıp bulmak için hayli müş! külât çektim. Nihayet 146 numa- ranın ona ait olduğunu keşfettim. Zira işte şu sarı yığın, saçları ola- caktı, Bir siyah çizgi... Bu da, göz leri, kaşları... Penbe bir yuvarlak ki göğüs olacak... — İlâhi Feyzullah... Niçin bir kataloğ istemedin? — Niçin mi?... Sersemlerin şahı olduğum için... Aklıma bile gelme. di. Tam beşe çeyrek kala bir kü- çük el omuzuma vurdu. Tabii geç Tefrika Ne. 37 Geçen kısımların hUlisası Ancello ve Roberto adında iki silâhşor kendilerine Türk süsü vererek Rodos kalesine girmiş. lerdir. Şimdi şato ezelim da mahpus bulunan birini gör- mek istiyorlar, Şatonun birinci şövalyesi Dobüsson canavar ruhlu bir adamdır, İ Fakat Roberto ile Aneello şö- valye Dobüssonun kanını emdi.' ği kızr kaçırmışlardır. Şövalye onları arıyor. Fakat dönmesiyle hayretten donması bir oldu. Çünkü kanape bomboştu. Odada başka gizlene- cek yer de yoktu ki bir yere sine- bilsin. Hemen mumu eline alarak döşemeleri muayene etti. Hayır, yerde hiç bir kan izi yoktu. Üste- lik masada az evvel bırakmış ol- İ duğu mum da yerinden uçmuştu. Sapsarı oldu. Vücudunu gayri ihtiyari bir tit- reme kapladı. Acaba çocuk ne olmuştu. Hayır. Çocuk kendi kendine buradan sivişıp gidemezdi. Çünkü onu ne halde bıraktığımı pek iyi biliyordu. Dişleriyle parçaladığı göğsün den kana kana kan içtikten sonra o çocukların bir gelincik gibi na- sıl solduklarını ve halsiz düştükle- rini pek iyi bilirdi. Bunun tecrübe- sini az mı yapmıştı? Onun için çocuğun o yokken kendi kendisine yarasını kan s1z- dırmıyacak şekilde sarmasına ve mumu alıp süratle kaçmasına im- kân yoktu, O halde?!... Ohalde mesele pek basitti. Kü-! çük Margirit kaçmamış, fakat ka çırılmıştı. Fakat kim tarafından? Ve ne suretle? Şeytana taş çıkartacak de recede harikulâde bir zekâya sa- hip olan Dobüsson bu işi bir türlü halledemiyordu. Esrarımın öğre nilmiş olması onun hissiyatını al - tüst ediyor ve kendisini büyük bir heyecana düşürüyordu. İhtiyar kurt bu anda küçük Margiriti kaçıranları ele geçirsey- m al A Ya kalmış... Yanakları penbe penbe... Nefes nefese... “ Geç mi kaldım? - diye sor- du. “.— Yok, canım.. Zaten ben hayran hayran sizin resminize ba- kıyordum. Fevkalâde... Tıpkısı... Ne de güzel yapmış... “Bunları söylerken, parmağım- la da 146 numaralı tabloyu işaret ettim. “İşte oanda, ah azizim o anı dü. şündükçe delireceğim geliyor! Sev gilim bana dehşetle baktı, kıpkır- mızı oldu, beni müthiş surette tah- kir ettikten sonra şarkkadak düşüp bayıldı. “Sonradan baktım: “146 numaralı tablo, meğer ka- toloğa göre şöyle değil miymiş: “Sonbaharda inek... “Şimdi ressamların sergisine ni- çin gitmediğimi anlıyorsun ya... Nakleden : Halce Süreyya | Yazan: Dişlerile parçaladığı göğüslerinden kana kana kan emdikten sonra o, çocukların nasıl bir gelincik gibi solduklarını çok iyi bilirdi Murad Sertoğlu di, muhakkak ki haklarında pek | rine getirilmiştir. Şatoda ancak iki müthiş olacaktı. Daha fazla düşünemezdi. Etra- fını tamamiyle bir takım tehlikeli kişi kaybolmuştur. — Kimdir bunlar? — Tevhit reisle birlikte şato- haydutlarla çevrilmiş zannediyor, İmuzda misafir bulunan Türklerden İ heran üzerine yapılacak bir hücu- | mu bekliyordu. Öyle ya, böyle göz yumup açıncıya kadar bir zaman da en mahrem yerine kadar soku- labilen adamlar ona karşı da ni- çin bir tuzak hazırlamasınlar? Gayri ihtiyari bir hareketle e inde tuttuğu geniş ağızlı hançeri ileriye doğru uzattı. Sonra vakit kaybetmenin doğru olmadığını düşündü. Soğuk kanlılığı yavaş yavaş avdet ediyordu. Süratle ku- leden indi, Kendi dairesine girdi. Etrafı arayıp kimsenin saklanma. dığına emin olduktan sonra açık duran pencereyi görerek yaklaştı: — İşte hainlerin geldikleri, ya- hut kaçtıkları yer. Fakat elimden kurtulamıyacaksınız, diye homur- dandı. Sonra dairesinden dışarı çıkarak nöbetçi şövalyeye aşağıda. ki emri verdi: — Bütün kapılardak! nöbetçile- ri ikişer misline iblâğ edin. Şato- dan hiç kimse çıkmıyacaktır. Son- ra her tarafı arayın. Şatoda ak- şam üzeri mevcut olup da şimdi or. tadan kaybolan kim varsa isimle rini tespit edip on beş dakika son- ra bana gelirin. Nöbetçi şövalye süratle aldığı emri yerine getirmek için seğirtti. Dobüsson tekrar odasına girdi. Bu sefer eline kocaman bir fitilli ta- banca alıp gizli merdivenlere dal- dı. Ve aşağıya doğru inmeğe baş- ladı. Tünele vardığı zaman yere eği- lerek toprakları muayene etmeğe koyuldu: — Buradan benden başkaları da geçmiş. İşte izleri.. Hem de taze, diye mırıldandı. Ve alışkın adım- larla ilerlemeğe başladı, Tünelin öbür ucundaki ağaca varıp gizli kapının açık olduğunu görünce: — Mabhvoldum! diye boğuk bir ses çıkardı. Kapıyı iyice kapadı. döndü. Odasına vardıktan #onra Ve tekrar gerisin geriye şatoya kuleye çıkan küçük kapıyı da ka- padı. Ve aradan ancak beş dakika geçmişti ki kapısı vuruldu: — Gir! Nöbetçi şövalye içeri girdi: — Emirleriniz harfi harfine ye HABER AKSAM POSTASI (DARE EV! Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : İstanbul 214 Telgraf adresi; İstanbul HABER Yazı işleri telofonu : ZARTZ idare vellân , 24370 ABONE ŞARTLARI Türkiye o. PUMA. ARAR $ aym 730 ,. 1480 3 avi 00. 1 aylik 200. «09 so - İLÂN TARİFESİ Ticaret Wamarının satırı 12,30 Mesmi manların v0 kuruştur. Sahibi ve Neşrıyat Müdürü; Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKİT) matböas Ali ve Hasan adında iki kişi. — Şu yirmi bin altını kırmızı sa- kallı Jaktan kurtaranlar mı? — Evet, — Pek âlâ! Şimdi beni dinle! Dobüsson vaziyeti şimdi bir an- da anladr. Bu iki Türk şatonun dr- şarısından kedi penceresine kadar gelmişler, camı açıp içeri girmiş- ler. Ve o dışarıda olduğu bir sıra- da yukarı kuleye çıkıp çocuğu al- muşlar, ve yeraltı yolundan onu dı- şarı kaçırmışlardı. İbtiyar şövalye sözüne devam etti: — Kapılardaki dışarı çıkmak yasağını geri alıyorum. Buna mu- kabil derhai limana haber gönde receksiniz. Hiç bir geminin hare- ketine müsaade ediimiyecek. Şe- hire derhal adamlar gönderip Ali ve Hasan adında olan şu iki Tür- kün ele geçmesi için lâzım gelen bütün tedbirleri alacalmınız. Bu iki adamı ölü yahut diri gü- neş doğmadan bulup buraya geti- rene bin dukâ altını mükâfat var! Nöbetçi şövalyeye bu son cümle bir yıldırım tesiri yaptı. Şaka de- gil, bin altın bu... Dobüsson gibi hasis bir adamın bir anda ve bu kadar basit bir iş için bu kadar pa- rayı gözden çıkarması muhakkak ki işin ehemmiyetine işaretti. — Bu parayı bizzat kendim ka» zanmak için bütün kuvvetimle ça- ışacağım. — Pek âlâ! Wyleyse derhal işi- nin başına git! >, » Allah, Allah! Ne biçim adamlardı bunlar? Hiç gece yarısı şatoya, Rodos şatosuna hususi bir izinleri olma- dan girilebilir miydi? Nöbetçiler mızraklarını iki şüp- heli yabancının göğüslerine daya- dılar, Nöbetçilerin başı olan onba- şı, sesini mümkün mertebe yüksel- terek bağırdı: -—— Olmaz! Olmaz! Bunun yasak olduğunu bilmelisiniz! Rodos ka- lesine güneş battıktan doğuncıya kadar Şövalye Dobüssonun husu- si müsaadesini haiz olmıyan hiç kimse giremez. — Peki, ya ne yapacağız? — Sabaha kadar beklersiniz. Güneş doğduktan sonra eğer sizi gözümüz kestirirse içeriye haber veririz. Nöbetçi şövalye sizi kabul eder. Kim olduğunuzu anladıktan ve şatoya zarar vermiyecek halde olduğunuza kanaat getirdikten sonra içeri girebilirsiniz.. — Amma çattık yahu!.. Fakat bizim işimiz mühim.. — Biz dinlemeyiz!, —Bizden şövalye Dobüssona ga yet mühim bir şey söyliyeceğib.. — Bizi alâkadar etmez!. O ga- yet mühim bir şey söyliyeceğiz.. valyeye anlatırsımız.. Haydi! Bu- radan alarga! Açılınız.. (Devami var) yel

Bu sayıdan diğer sayfalar: