11 Şubat 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

11 Şubat 1936 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“Rabia ablayı mahalleye m yapsak nasıl olur?,, dediği zaman mahalleli derhal: “Kadmların imam olması âdet olmamış, fakat inşallah oğlan do- ğurursa, onu imam yaparız.,, ce- vabını vermişlerdi. Ve Rabianın çocuğunun, belki müstakbel imamın babası diye Os- mana şefkat ve hususiyetleri daha fazla oluvermişti. Bunda biraz Osmanın külhani takımma söz ge- çirmesinin, mahalle kavgaları, geçimsizliklerini bir sulh hâkimi ; dirayetiyle halletmesinin de tesiri olmuştu. Fakat Osmanin ev hayatı çok dağdağalı, rahatsız bir şekle gir- mişti. Evin saati saatine uymuyor- du; Rabia bambaşka bir kadın o- luvermişti. Penbenin ona muame- lesi adetâ bir Meryem anaya ya- pılan muamele... Osman Rakımla yalnız kalınca başından fesini çıkardı, attı. “OF.,, dedi. “Şimdi Yusuf Nec carın (Meryem) in kocası olmak- tan neler çektiğini anlar gibi olu- yorum.,, Rakım pufladı. “Şükret ki ben varımı, Osman. Ben şımarık karımın yularını ara» da çekmesem sen bu diyarda gebe kadm kocası olmanın ne ahret â- zabı olduğunu görürdün.,, Hakikat, Rakımın Rabianın üzerindeki tesiri bugünlerde pek aşikârdır. Kızın eski müvazenesi bozulmuştu. Fazla neşe ile fazla hırçmlık arasında bocalıyordu. Bazan tavan arasına kapanir, saat- lerce yanma ne Osmanı, ne de Penbeyi sokar. Kızın bu hareketi biraz da maküldü . Gebelik alâimi het zaman hoş değildi. Cins bir ke. di gibi hastalığımı etrafından sak- lamak ihtiyacını hissediyordu. Fa- kat ona rağmen Rakım istediği an yanına girebiliyor, hatta istedi ği gibi çıkışıyordu. Bir akşam sofrada Rabiaya ba- karak yakasını silkti. Sonra Os- mana dönerek dedi ki: “Sen (Aş ermek) diye bir lâkır dı vardır, manasını milir misin, Os man?,, “Hayır.,, “Bunun kadmlara göre manası ellerine fırsat girdi diye kocalarını Haymana beygiri gibi kullanmak, canlarından bıktırmak. Yalnız ko- calarına olsa... Dünyanın başına İ belâdırlar.,. ? Rabia güldü, “Osmana senin başına geleni anlatsana, amca,,, “Dinle, oğlum. Orta oyununun €n meşhur cücesi olduğum günler- deydi. Kadıköyünde otururdum. Bir gün bir #okaktan geçiyordum. Kafesin arkasından bir ses duy- dum: “Kardeşim, bir taklak atar mısın?,, kendi kendime: (Benim şu yandan, meşhur taklaklarıma â- şik bir kahbe olacak.) dedim. Geç- mek istedim. Kafesin arkasında- ki ses horozlandı: “Kadın taklağı laaş eriyor. Elâlemin kadınma çocuk mu düşürteceksin, ayol!,, ge çenler hep başıma toplanmıştı. Anladım ki olmıyacak. Hemen s0- kağın bir başından bir başına tak- lak atmağa başladım. Karı kafesin /ne Zi gey bakkal (Nakit, terciime ve iktibos hakkı mahfuzdur.) arkasmdan gülmekten katılıyor ve bir düziye bağırıyordu: “Bir da- ha, bir daha...,, XIX Aklı fikri tamamen yeni evin hazırlığında olan Osman yavaş ya- vaş Rabianm sıhhatindeki değişik- liğin farkına varmağa başladı. Kı- zın yalnız vücudu değil, dimağı da hastaydı. Rabia gece uykularmı tamamen kaybetmişti. Karanlık basar bas- maz garip bir rahatsızlık duyuyor, içi içine sığmıyor. Esasen gebelik her hangi kadının şuurunun alt ta- bakalarına tehlikeli bir tesir ya- par. Bu Rabiada daha pek çok şiddetli olmuştu. Zihni temerküz kabiliyetini kaybetmiş, donuk, u- yuşuk bir vaziyet almıştı. Şuuru- nun alt tabakasındaki şekiller ve hisler bir diyanenin zihnindeki bir/ibirine raptı zaptı olmıyan he zeyânlar gibi faaliyete gelmişti. U yumağa korkuyordu. İradesinin di mağına hakim olmadığı zamanlar kızın kafasının içi elektrik salın mış bir deniz dibi gibi, Kâbuslara rahmet okutacak korkunç şekiller harekette... Gündüzleri daha iyiydi. Hâlâ derslerini vermekte israr ediyor, hâlâ fazla hasta olmadığı günler şehrin bir ucundan öbür ucuma gi-| diyor. Akşamları bitap dönüyor, ağzını açıp bir tek lâf söyliyecek takati kalmıyor. Artık insandan ziyade bir gölgeye benzemişti. Vü- cudu bir yığın ince kemik, Göz kapakları şiş, gözleri ışıkta kama- şıyor, yeni doğmuş çocuk gibi mü- temadiyen gözlerini kıpıştırıyor. Osman doktor getirmek için is- rar ettikçe, o, kocasınm zihnini başka bir noktaya çevirmenin ye- lunu buluyor, Hep yeni evden bah. sediyor. Evden işçiler çekildi. Avludaki taşları söküyorlardı. Osman orası- nı bahçe yaptıracaktır. Ve evin bo- yaları kuruyunca Osman orasını tanzim edecek. (Devamı var) HABER — Akşam postası ———— aa — ” 05K0 YAZAN: a Leylâ ile ihtiyar Prenses ufak bir göz işaretile anlaşıvermişlerdi. Kahireye gideceği » — Belki kalbine dokunduğu fade ediyor.. Doktor böyle tavsiye etmiş olmalıdır! — Evet.. Doktor böyle söyle - miş, Leylâ şüpheye düşmüştü. Ken- di kendine: — Masallah bizim yetmişlik Prenses hanrmefendi de meğer es- ki kokainomanlardanmış! Diye mırıldandı. Oturdular. Zeynep sordu: — Ağabeyim de hâlâ gelmedi. Bu gece yemekten sonra bir yere gidecek miyiz? — Benim hiç niyetim yok. A. gabeyin ısrar ederse çıkarız. . — Sinemaya gitsek... (Beyaz dalgalar) adir güzel bir film var- miş. — Beyaz dalgalar.. Ne güzel bir film ismi. Fena olmaz.. Gide - riz. Leylâ birdenbire elini başma götürdü: — Kafam zonkliyor. İki gün - denberi böyleyim... — Başınız ağrıyorsa bir asprin alsanız. — Ah Zeynepçiğim, ben de ha. lan gbi, asprinin kalbime dokunma. cağından çok korkarım. Kokla - makla tesir yapacağını bilsem, biraz olsun çekerdim. Zeynep yerinden fırladı: — Dur öyleyse, yengeciğim, ben sana halamdan bir tutam bu- run asprini alıp geleyim! Zeynep biraz sonra, küçük bir kâğıt parçasmın içine koyduğu bir tutam beyaz tozla koşarak yengesinin yanına geldi. —Halamda da az kalmış... ver. mek istemedi. Ben zorla aldım O arkamdan: “Toz asprin her baş ağrısına iyi gelmez yavrum!,, di- ye bağırıyordu. Dedi. Kâğıt parçasını uzattı. Leylâ tozu burnuna sürer sür- mez, bunun hilesiz kokain oldu- ğunu anlamıştı. ALI Zeynep, halasının kokain müp- telâsı olduğunu bilmediği ve bu- nu hatırdan bile geçirmediği i- çin, yengesinin baş ağrısını derhal | geçirmeğe vesile oluşundan pek memnun olmuştu. Leylâ: — Sinir ağrılarını şıp diye ke- ser, kâfir şey! Diyerek hepsini birden burnu - na çekmişti. Leylâ aradan on dakika geç- meden neşelenmeğe, şarkıla: söy. lemeğe, Zeyneple şakalaşmağa başladı. Zeynep: — Sizi neşesiz gördükçe keder. leniyorum, yengeciğim! Diyor ve Leylânın boynuna sa. rılarak sık sık yanaklarından öpü- yordu. Zeynep - bütün şüphelerine rağmen—Leylâyı çok seviyor , Leylâ darılıp İstanbula dönecek olursa, ağabeğinin de onun peşin. den gideceğini düşünerek Leylâ- yı incitmemeğe çalışıyordu. KADIN İSHAK FERDİ MAPAM/EIN, Leylâ, haberini alınca beyninden vurulmuşa döndü! O akşam Ömer bey geldiği za- man ilk sözü; “— Yarın sabah Kahireye ha- reket ediyoruz.!,, olmuştu, Leylâ bu haberi alınca beynin. den vurulmuşa döndü. — Neden bu kadar acele edi - yorsun Ömer bey? İnsan İsken- deriye gibi güzel ve şirin bir mem- leketten kolay kolay Spil mi? Prens kahkahayla güldü: — Aman bu ne tahavvül, Ley- lâcığım?! İki gün önce bu basık şehirde kapanıp kaldık diyen sen değilmiydin Leylâ önüne bakarak mırıldan. dı: — İskenderiyeye yavaş yavaş ısmdım.. Gezilecek, görülecek yer lerini yeni tanımağa başladım Zeyneple gündüzleri ne güzel do- laşıyorduk. Sonra gülerek Zeynebe döndü: — Yarmki filmi görmeden mi| gideceğiz? — Vallahi bu işe ben karışmam ( diyoruz! 10 ŞUBAT — 1936 yengeciğim! Birkaç gün daha kal saydık, elbette daha iyi gezerdik: Halam da bu haberden hiç mem” nun olmayacak.. “al Ömer bey cebinden küçük bif pusla çıkardı: — Bak çocuklar! İşte pe anneme çektiğim telgrafm mak * | buzu... O kadıncağızı da düşünme” “ liyiz. On beş günden beri sabırsı# Irkla bizi bekliyor. Prens Ömer ciddi bir tâvurls Zeynebe dönerek: — Sende pek âlâ biliyorsun ki, ben annemi görmiyeli tamam | beş yıl oldu. Hele bir kere Ka | hireye gidelim de.. sonra gene ge lir, gezeriz, Leylâ sesini çıkarmadı. An- cak on beş gün sonra kokain müp” telâsı olduğunu keşfettiği Prem“ ses Şayeste ile daha içli dışlı ko” nuşmak, daha lâubali olmak fır* satımı yeni ele geçirmişken, Ka hireye dönmek hiç de işine gelmk yordu. Prenses Şayeste ibtiyar bir kar dın olmasma rağmen, ruhu ke camamış, neşeli, sözü sohbeti y€ rinde bir kadındı. Acaba Prensef Ömerin Kahirede kendisini dört” gözle beklediği annesi de Şayesteye benziyor muydu? ğer öyle ise, orada da $ ler Leylâyı düşündürmüştü. “© Bir sabah Leylâ pençeredef sokağa bakarken, Zeynep i tarzında söylenerek: — Şimdi annem burada oi dı, kıyametleri koparırdı, Demişti. Mısırda bir evin a b çeresinden örtüsüz olarak sokaği. bakan kadma ne demezlerdi? . Leylâ bu sözü mimlemişti. mer bey o gece halasını zorla raya çıkardı: — Halacığım, bu akşam öğ te yemek yiyelim... Yarın sabah bah fi (Devamı var) yi > Terirka No. 4Z — içebilir miyim? Tütün kokusu... — Beni rahatsız etmez. — Teşekkür ederim. Siğarasını yaktı. Tekrar söze başladı: — Nerede kalmıştım. Ha size... — Çok heyecanlı olduğunuzu. o söylüyordunuz diye sözünü kestim. Gösterdiği ciddiyet ve terbiye bana oldukça bir cesaret vermişti. Şaşırarak: — Nasıl heyecanlı. Ne vakıt? — Karınızla evlendiğiniz vakıt... Dört sene evvel. Yüzünü fena halde ekşiterek: — Niçin bana bu mahlüktan bahsediyorsunuz? — Çünkü onu sevdiniz. Çünkü onun karşısında “yalnız kalmak!,, ilâhi zevklerini tattınız. Ne de ça. buk unuttunuz!. Mevzuu değiştirmek için belki çok fena bir zaman intihap etmiştim. Sabırsız, titiz bir hareketi menetmek için cebri. nefs etti, Sonra ayağa kalktı. Cezveyi alarak: — Bu akşam izin emirlerinize tabiim dedi. Size lisan ini seli sanli di id ik iniz hizmet edeceğim, Ne içersiniz? Mahy mi yoksa çay mı? — Kahveyi tercih ederim. — Ben de, — İstanbulluların çayı sevdiğini sanıyordum. » — Pek çoğu! Fakat annem taşra: idi. Bütün ta. tillerimi Anadoluda geçiriyordum. Maatcessüf hem İstanbulun ve hem de Anadolunun âdetlerini ve güstolarımı almışım. Fincanları doldurdu. Odaya yayılan nefis bir ko. ku kahvenin cinsi hususunda şüphe bırakmıyordu. Tekrar yerine oturarak: — İşte dedi, Hiç olmazsa bu hususta aramızda bir uygunluk var, — Kahveyi ikimizin sevdiği için mi? — Evet, adamlarımızın işi daha kolaylaşacak... Sonra tekrar soğuk ve anlaşılmaz tavrını takınarak : — Yalnız dedi. Eğer şu fincandaki kahveyi yüzü. müze fırlattığımı istemezsiniz, obana şu.. sizin sele. finizden bahsetineyiniz. Benim hayatıma sökulmanı. za rağmen işte o zaman size tahammül edemiyece. ğim... Onun meşum hayâli sizi tahrik mi ediyor ne, dir anlamıyorum. Bu fena hatıraları dinlemeğe hiç tahammülüm olmadığını biliniz. Ne kadar muazrep olduğunu görerek ona yürek- ten vadettim: — Mademki, sizi bu kadar rahatsız ediyor artık hiç hahsetmiyeceğime emin olabilirsiniz. Sonra biraz takılarak: — Fakat bu vadimi büyük bir fedakârlık oi. yapacağımı itiraf edeyim. Çünkü sizin şu ka gerçekten yüzüme fırlatmak tehdidinizi yapıp yap” yacağınızı anlamak için derin bir merak duyuyor” — Bununla oynamayınız. Yapmıyacağım bir * katiyyen s#öylemiyeceğime şüpheniz olmasın. — Bir darbimese) vardır. “Delilerin üstüne e. yın,, derler. Bunun işin ben de size bu fırsatı yl yeceğim. Çünkü yapacağınızı söylediğiniz $€9 © yi gibi bir centilmenin harcr değildir. Bütün bu sözler kâtifeli bir eda ile ve öyle Me telerle söyleniyordu ki, her iki tarafı da güce! yordu. Sonra birdenbire ayağa kalkarak: aaa” — Ne kadar fena dedi. Karşılıktı bir ho a lıktır gidiyor. Müşterek hiç bir şeyimiz yok. yi” da en ufacık bir hatıra bile yok... Sanki keşif Seyler batına çıkan iki yolcuyuz. İkimiz de ötekini “yap meğe uğraşıyor. Sözlerinizde gizli bir iğne me ta uğultular yaratıyor. Öyle zannediyorum ki, kiler de sizin için öyle oluyor. çare — Fakat dedim, Ben size nahog görünmek ni aramıyorum ki, - Gülümsedi: — Biliyorum dedi. Birkaç asaattenberi kimi #*. birimize iyi görünmeğe uğraşıyoruz. (Devamı var). dei Mi kilin lmiin

Bu sayıdan diğer sayfalar: