17 Nisan 1937 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 10

17 Nisan 1937 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yazan'ar: ı genarlin 6. Henri ved — 7.C.D. H, M Kül Aknoku — 11. Biyer Jepsn — 12. Klemanı Çeviren: fa. Fakat bilmem. Bitçekları da Sir Vilirid Denninin, bu O yakınlıktan hoşlanmadığını: söylüyorlar. Ama bilin. mez. Dedikodu bu. Ben böyle şeylere hiç kulak asmam ve ağzımı bile açmam. Benim prensibimce çok söylemek iyi de gildir. Yalnız bu meselede © hakikaten münasebetsiz bir şey varsa o da, alçakça işi yapmak için papazın sandalını almış olmalarıdır. Zavallı (papazı da bu işe karıştırmak istemişler. Sanki kendi der- di keridine yetmiyormuş gibi? — Bir derdi mi var ki — Evet. Arna eski hikâye. Çocukla- rının biri dört, biri altı yaşındaydı. Ka. #ıst bu işi nasıl yaptı bilmem? Siz ne derseniz deyiniz. çocuklarını bırakıp ka çan bir kadın benim için sağlam ayak- kabı değildir. Hem de papaz gibi iyi bir koca. Çocuklarını terkeden bu kadına dedim.. Pakat iyi, güzel bir kadınmıs. Ben tanımadım. Esasen (omösy# Munt daha buraya gelmemişti. Kadın kiminle kaçmış, onu da bilmiyorum. Yulnız gü- zel bir delikanlı olduğunu © söylediler. Bzlunız, gene mevzudan (uzaklaştık. Mister Hollanddan bahsediyorduk. O da yakışıklı delikanlı. Fakat buna rağ. men, nişanlısı matmazei Fitzgerald o- nun güzelliğine pek de aldırış etmiyor- muş. — Ya, öyle mi diyorlar? — Evet. Hem amiral niçin Hollaridı göremk istiyordu? Düşü rum, düşünüyorum da bir türlü anlaya. mıyorum. Belki de matmazel Fitzgerald evlenmekten vazgeçmiştir'de dayısını | görüşmek üzere göndermiştir. Amma, | gece yarısı? Sabah olsun diye pekâlâ | bekliyebilirdi. Herhalde amiral de son rağan öyle düşünmüş olmalı ki, fikrin. ! den caymış ve trene yetişeceğini söyli. | yerek gitmiş. Müfettiş Rac, geveze kadin söyle. diklerinden bir şey anlaydmıyordu. Ne- Jer anlatıyordu? —'Medüm"Davis, 441, amital dün gece buraya m: geldi demek istiyorsu nuz?. ğ — Tabir büraydiğillei Gucimne' iin. ter Hollandı görmek istediğini söyle. miş. Gatson gidip çağırdcağı zaman, durdurmuş. Saatine bakmış, vakti ol- madığını, trene yetişeceğini söyliyerek gitmiş. — Sant kaçta? —Pek iyi bilemiyorum amma, saat on birden sonra, Ben yatmıştım. Pek yorgundum. Dün pek müşteri vardr, hep dolaşıyorlardı, havada sıcak. Müfettiş onu dinlemiyordu. Kendi kendine: — Trene yetişmek için.. Hangi trene? Diye mrrıkanıyordu. Madam Davis yine yetişti; — Herhalde, dedi, 11, 25 treni olsa gerek. Londraya giden tren. Sabahleyin saat 6 da varır. Fakat zavallı yetişeme- miş. Yoksa papasın sandalında cesedi bulunur muydu? Ve madam Davis “nasıl?,, der gibi mağrur bir eda ile müfettişe baktı. BEŞİNCİ KISIM Yazan: Con Rad MÜFETTİŞ RAC BİR NAZARİYE KURUYOR Müfettiş Rac kayran olmuş gibi hay. kırdı: — Hakikaten bu noktayı keşfedebil. mel için sizin gibi bir'kadın olmak lâ- sım madam Davis, Ne mantık! Ne mantık! Madam Davis memnuniyetinden, bin- © di gibi garip sesler çıkararak güldü: — Mister Rac, dedi, şimdi de benim. le eğlenmeğe kalkışıyorsunuz, gördü. nüz mü? Hem bilmem niçin, kim olursa olsun, bir şey söylemeğe kalkıştım mı hemen benimle eğlenirler. Bundan şikâ yet ediyorum sanımayınız. Mademki hoş larına gidiyör, bende memnunum. Zi. ra “paraları olduğu müddetçe müşteri- leri eğlendirmek,, mühim bir meziyet. tir. Şimdiye kadar pek öyle aldatıldım manasına demiyorum ammâ.. Müfettiş Rac bu sefer Davisin sözü- nü keşmeğe cesaret etti ve: — Ona eminim, dedi. Sizi aldatabil.. mek için insanın çok kurnaz olması Jâ- — & Milvard Kennedi — 9, Con Royd — 10 Ronald 4, Vüs Kirofin — Dan — 18. Antoni Berkeley, Tefrika numarası: — 15 — zımdır, Ha.. Ne diyorduk? Şey. Eret, Amiralın katledildiğini nasıl haber al, dınız? Madam Davis bir göz işareti yaparak cevap verdi: — Çok gezen çok bilir derler amma, iş öyle değil, Bakınız meselâ ben biç dışarı çıkmadığım halde her şeyi yorum. Hem emin elunuz ki, bii tün Vinmut da benim kadar bu işi bilen yoktür. Pek tabit polis müstesna. Şey otelin asıl kapısından girdiniz de farkı nâ varmadı, fâkat yan sokaktan da bir kapısı vardır. Oradan bir meyhane. ye girilir ve bu meyhanenin otele açı lan bir kapısı vardır. Müşterilerin bir kısmr orayı bilmezler ve içki istedikleri vakit otelin salonuna içerler. Tabii bu kısımda fiyat daha bahalıdır. Meyhane |, müşterileri arasında balıkçılar da var: dır. Bunlar fena adamlardır manasma demiyorum. Yalnız yüksek sesle konu- şurlar, Beni görünce terbiyeli terbiyeli selâm verirler. — Yani onlar konuşurken mi duydu. nuz? Madam Davis, müfettişin bu neticeye varmasma biraz sinirlendi: — Evet, dedi, tam söyliyecek iken lâkırdıyı ağarmdan kaptınız. Fakat bili- rim, Polislerin o kadar acele işleri var. dır ki, insan nerede ise cevap vermeğe vakit bulabilir, (Devamı var) Yüzü nikaplı sultan dedi ki: “ Bu iki kız huzurunda ölmeğe geldi, Sünbül... Onlar ölecek ve biz seyredeceğiz,, Geçen kısımların hülâsası Sevgilim, sahte haremağası Sünbü. Tün yanına, onun esrarını öğren. | mek üzere sokulmuştu. Halbuki bu adamin tesiri altına düşi rüyorum, Biz eğlence me na pı aşıkyor, İçeriye bir acaip mah- lik giriyor, . 4 * “Acajp mahlük,, dediğim, bu yeni * gelenin şahsi cihetinden değildi, Zira, kendisinin hiçbir yerini görmüyorum. Muhteşem, sarılmıştı. Yüzü görülmüyordu. Çünkü, dö | sinde, bilâhare Avrupa seyahatlerin. de gördüğüm şekilde, karnaval bay. ramlarında takılan bir msske vardı. | Yalnız çenesi, ağa, gerdanı meydan. daydı. Saçlarımın Vüleleri, şakakların- dan taşıyordu. Sünbül, onun girdiğini öğrenince, “Pervane,, raksının şmabadini derhal terketti. Yeni gelen kâdm, çok cazibeli, çok Yazan: “Edgar Rice Bürroügha Çeviren: A.E. kırmızı bir harmaniyeye Tarihi macera ve aşk romanı — 38 — Yazan: (Vâ - Nü) ahenkli bir sesle: — Yok, yok olmaz!... - dedi, - Hây- di devam edin... Ben de eski günleri hatırlayıp ziyaretine geldim... Malüm ya, tekkenin müntesibiyim... Bu eğ. lentelere iştirake hakkım vardır... Sünbül ağa, herkese etek öptürme. ge alışkın olan bu adam, derhal hür- metle koştu; misafirinin eteğini Öp- tü, ayaklarma kapandı. O, bu temas üzerine, sesinde mah- sus bir titreme hasıl olarak: — Etme... Bırak, Sünbül ağn... Bak, işte sen bana değil, ben sana barış. mağa geldim... Onun için, kimin kime kul köle olduğu belli... — Estağfurulih efendimiz... Bu ha, sil söz... Ben efendimize daime meclü- bum... — Haydi... Haydi, bırak bu sizle. Ti... Anlaşılıyor... Onlar, böyle kinayeli sitemli aşina. lıklar ederken, “şanodakiler, hayli perişan, hayli tzgündüler. Bu güzel -Yeni. Zelandalı haydut adada yabancı adamların bulunduğunu farkedince sevindi '". Hilekâr Gast ummadığı bu ce - vap karşısında kekelemeğe başla” di: — Bana inanmıyorsan gitde Kay Şenk'e sor bakalım: Harp gemi- İerinde telsiz telgraf denilen âlet yok mu ve bu âletle gemiler yüzlerce mil uzaktan biribirleriyle konuşmuyor “ lar mı? Sonrada o beni öldürmek istiyen gemitilere şunu söyle. Eğer bir aptallık , ölünceye ka. dar bu yabani adada sürünüp durur, dünyanın yüzünü bile göremezler , Bundan başka incilerderi alacakları yı safa ile yemek de nasip olmaz. bu gemiyi buradan başka bi rlimana götürüp kurtarabilecek adam yoktur. . Bu kurnazca cevabı alan yeni Ze- landalı derin derin düşünerek arka - daşı Çinli Kay Şenk'in yanma git ti ve harp gemilerinde yüzlerce mil mesafeden insanı konuşturan bir â- let olup olmadığını sordu; Çinli de bu sorguya: — Evet, vardır! Diye karşılık verdi. Yeni Zelandalı ne yapacağını şaşırmıştı. Fakatne olursa olsun bu 1ssız adada kalmağı istemiyor, harp gemisiyle. karşılaşmağı göze 4- İp denize açılmak için can atıyordu. Kendisi gibi düşünceye dalan “Çinli gemicibir aralık başını kaldı rarak yeni Zelandalıya baktı: — Ah'ne olurdu, şu gemiyi gö- türecek maa birini bulabilseydin!. ör akşama doğru yeni Zelan- dalı; gemiciler arasındaki iki hem” şerisini alarak ormana avlanmağa gitmişti. Bu üç kişi adanm cenubu” na doğru ilerliyerek (o avlanırlarken iletide bir takım insan seslerini duy- dular ve şaşırdılar. Kendilerinden ileride larından kimse olma- dığı ve adada kendilerinden başka bir insanın mevcut bulunmadığını biliyorlardı. | şeytanların sesletinden başka birşi olamazdı. Belki de Kovri gemisin” de öldürdükleri adamların ruhları hortlamış olabilirdi. Momulla yanındaki yeni Zelan « dallar gibi ruhlara inanıyordu. Fas kat merakmıda yenemediği için arkadaşlarını durdurdu; Onlara diz - leri üstüne gökmelerini söyledi. Ken. disi de ayni harektei yaptı. Sonra uzun çayırların ve İri yaprakları * nın arasından, sesi mi yana sr yavaş yavaş İl ilerlemeye başla Çilli böylece bir müddet i- lerledikten sonra ormanın ortasında. ki açıklığın kenarmda birdenbire durdu. Yüzünde sevinç izleri belir- miş ve geniş bir nefes almıştı. Sevinmekte haklıydı. Artık ölen- lerin ruhlarından korkmakta mana yoktu. Kendisinden az ilerideki acıklıkta, yere düşmüş büyük bir ağaç gövdesinin üzerinde iki adam, yabancı hepimizin bildiğimiz etten ve kemikten iki canlı insan oturu « yor ve biribirleryle derin bir konuş- maya damış bulunuyorlardı. Bu iki udar'en biri Kinkayt vapurunun ikinci kaptanı $navder, birisi de Şmit adlı bir gemici idi. İkinci kaptan Şnayder gemiciye diyordu ki: — Sanırım ki: Bunu biz becere* biliriz, Smit! Öyle pek büyük olmi- yan bir yerli kayığı yapmak o ka- dar güç bir iş değildir. Bu kayık ya- pılınca, eğer hava fırtınalı olmaz ve rüzgâr da düzgün eserse, üç kişi bu kayığı kürekle bir günde ana Afrika toprağma götürebiliriz. Arkadaşların hepimizi alacak kadar büyük bir tekne yapmalarını beklemekte hiç bir fayda yoktur. Gemiciler artık yorulmuşlar, can- larından bezmişlerdir, hiçbiri bun. dan sonra köleler gibi sabahtan ak” şama kadar calışmak istemiyor. İngi. liz lordunu kurtarmak da hiç biri - mizin boynuna borç değildir. Ben diyorum ki, © da başının çaresine baksın! 'da İngilteyeye veya uygun görece- imiz bir yere gidebilecek olursak. ©“ lime geçecek parayı, bu işte bana yardım edecek iki kişi ile paylaşma” ğa hazırım. Kendine bir arkadaş, 0- ma doğru, sağlam bir arkadaş bul. İşi yapalım. Doğrusu, ben artık bu uzun yalnızlıktan, yarı pişmiş hay” Van eti yemekten bıktım. Gece gün” düz düşündüğüm şey, buradan kur- tulmaktır. Bu kurtuluş için de dedi- ğim gibi yapmaktan başka yol olma- dığını pek iyi anlamışsındır, sanıyo- rum. Şimdi ne diyorsun bakayım? Şmit hemen karşılığını verdi: — Bu pazarlık benim işime ge lir. Ben yalnız başıma buradan Av” rupaya değil ya, Afrika kıtasma bile yol bulup gidemem. Arkadaşlarımın hiç birinin de bu işi başaramıyacağı- ni biliyorum. İçimizde kaptanlıktan anlıyan ve bizi buradan kurtarabile- cek tek adam sen olduğun için bü- tün yüreğimle sana bağlanıyorum. (Devümi var) aşk raksının kesilmesinden YMiinnun değillerdi. Hele... o manzarayı hiç unutam cağım... Hele Ayşenin nevmid, m tarip bakışları... Nikabir kadına, ” cek, kemirecek gibi nazarlar atıyorf Yanımdaki arkadaşa usulla 80 dum: — Kimdir bu? — Onu herkes tanır, fakat admr za almıya kimse cesaret edem Anber Mustafa Çelebi! . dedi. - kü sen, yeminine nasıl sadıksan, b de, burada hepimiz sadıkız... Kim di, kim çıktı, söylenilmiyecek... Hatti biribirimiza bile... Kaide böyledir. Fs kat merakını çok geçmeden tatmin & dersin, Çünkü mademki bu kadının Besini işitiyor, çenesini, gerdenini gös” rüyorsun, ona başka verde de rasla “ yınca teşhis etmen güç olmıyacalk Esasen Sünbül ağanm ettiği hürmet" ten de belli ki, bu kadın, hanedan mensup, en sahsiyetlerden.« Aman, fazla söz kaçırtma ağzımdan — Peki peki... . dedim. - Yalnız bif” tek şey soracağım. — Sor. İl — Mademki herkes tarafmdan tan nıyor, yahut tanmacak,.. Yüzüne ni « kab takmasının sebep ve hikmeti ns”. — İyi bir sual sordun... Aferin An ber Mustufa çelebi... Sebebi xu ki, biri gün, olur a, icap eder, bizi istintak e. derler, yemin verdirirler, “filânca hö- tunu Sünbül ağanm meclislerind. gördünüz mü?, diye. “VamaNi yinaj hi yüzünü görmedik!,. diyerek yemi etmemizi temin için, bir hilei geriye dir bu... — Tuhaf şey... Fakat, artık, konuşmüyorduk. Zira. ortalıkta devetan eden hâdiseler, bs. bütün alâkayı calip bir hal almıya baf lamıstı. Gelen sultan her kimse dedi ki: — Devam edin... Devam edin... Ben, güzel oyunlarınızı seyredeyim.. Şura. da otururum... — Aman efendim estağfürullah.4' Çabuk, ağalar... Sü tahtı değistirin.. Üzerine efendimiz buyursunlar... Bas döndürücü bir süratle bu emir" yerine getirildi. Zavallı pervane kız lar... Yandılar... Yandılar.. Hepsi de! süklüm püklüm yere indi. Ellerinden Oyuncakları almmıs çocuklar gibi betbahttılar... B'rer köşeye çekildilere Bir baskner, daha muhteserii gejdi. Meze ve içki sofrası değiçti, Daha müz tantanı geldi. Sünbül afa, kul, köle, Şa Fakat Cevher fısıldadı: , —> Sen onun öyle hizmet edişine, I- tibar gösterisine bakma:.. Bu sultan. Ja aralarında büyük bir ind vardu Biz'm ağı, onu ea ğe Demin ki muhavereden de iş na Belim Tabii, sö; dm, biz'ri efendimizin erkeklik cani 6 Mukavemet edemez... Bilhassös v Bu da, aşkı ilkönce simdi kaldi. ran bu sedirlerden birinin üzerinde tatmıştır... Sultan, Sünbül ağaya diyordu ki: dairemde oturup durufs sana da'r açıldı, Sün” Zaten muhavere mevzulâs ekserisini sen teşkil ediyore! Ortalık hep sana âşık kızlarl$” dolu... İşte, meselâ şunlar... Eliyle gösterdi. , İki kız, orada, elpençe divan dur yorlardı. Bunlar, evvelce bizim me& liste bulunmadıkları içir, sonradef bu maskeli kadınla birlikte geldikle rini anlamakta güşlük çekmedim... Sultan, devam etti: — Bu kızlar, senin için ölmeğe gele diler, Sünbül... Onlar, huzurunda öle“ €ekler ve biz seyredeceğiz... (Devamı var) ii mmua nnd mü —ş< ww bu... sun...

Bu sayıdan diğer sayfalar: