4 Haziran 1937 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 3

4 Haziran 1937 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

4 HAZİRAN — 1937 Benim görüşüm Tahta kurusu Ilânlarında “birinci srüf,, diye yazılan bir oteldeyim. Gece lâmbayı yaktım. Medet Allah. Serlevhadan tahmin ediyorsunuz başıma geleni, değil mi?... Evet, ah, ah... Çare yok- Sabahlıyacağız.. Bari ben de hmç a- layım. Şu fıkrayı yaraya Üstat Hüseyin Cahit, seyahat İçin en iyi mevsimin bu sylar oldu- ğunu söylüyordu: Mayıs, haziran falan... Bence, tecrübeye istinaden derim ki: katiyen ha. Aman ha... Kısın olsa olsa ne olur? Kar olur. olursa ne olur? Sürüyle kurtlar olur. Eh, ne yapalım? Yanınızda ufek ter. tip bir mitralyöz bulundurursunuz! Bu canavarlardan kendinizi binna- zariye olsün korursunuz. Fakat düşünün ki yaz ortası yorgun, âr'n bir otele indiniz... Gözünüz, şöyle alabildiğine o uyumaktan başka bir şey görmüyor. Ve bastırdı mı müba- rekler... Bir değil, beş değil, on. de- ğil... Toplamakla bitmez... Ne ya parsınız?,.. Şimdi ne yapayım?. Şimdi ben ne yapayım?... »... Allah rehmet eylesin anneci- ğim!.. Beni ne demeğe bu hayvan lardan nefrete alıştırdı. Yeni bir eve taşmdığımız zaman, ilk işi tahta ku- yusu mücadelesiydi. Öyle — usulleri vardı, bunda öyle muvaffak olurdu ki, biz bir yerden çıkınca tahta ku- rTusuz evdir diye binanın itibarı ar- tardı. Ne yapayım? Çocukluğum» danberi alışmadım, alışamadım şun- lara... Halbuki ne güzel, kan karde- şi, can kardeşi sarmaş dolaş uyu- yanlar var, hayret ediyorum. Gıpta ediyorum... Hayır, yalan değil, gıp- tam samimidir. Sordum: — Nasıl oluyor da hissetmiyor. sunuz? Biri, gülerek bir şey anlattı: — Hani, umumi harpte Hin- denbürmen tahta hir hasbalini yap waslardı Her gelen biraltın çivi vur muştu, Heykel baştan başa moza* Yıkla kaplanır gibi kaplanmıştı. İş- te, eğer tahta kurular da insanm vü. cudundaki bütün mesameleri o şekil da ir) dez eğe ie indi 3 Sabah görelelyi me oŞAdaNI ' Fabrikanı i in kü daşın çalış. jide, bin küsur vatan©2! Ki Salarlar Tütün fabrikasından m daha bir çok ufak tefek, fabrika ve atölyeler bulunması, burayı tam işçi semti yapmıştır. ge akat fabrikanın hemen ye m “eüüp caddesi sanki buraları ik! pir Oz İereemde * «kseriyeti amam ayası dünün işçileri teşkil ettiği denin sahil kısmı tamamen, Na iz tarafından gelmiş Rizeli ve Sürmeneli şların iştilâsıma uğramıştır. sandalclık, o motörcülük, Karadeniz vatanda: Bunlar, de ısiracak olursa, yani hiç bakir bir nokta kalmazsa, artık mesele halledildi demektir. Çünkü bir kere ısırdığı noktadan bir daha ısırırsa, acısını belli etmez bu böcek! Fakat, çocukluktan başlamalı çaktırmağa ki “altın çiviler,, vücudu baştan başa kaplasm.. Ah anneci- gim... Ne öttin de, ne ettin de buna vaktiyle imkân vermedin?... ... Ahmet Hâşim,bir yazısında, tahtakurusünu en cesur hayvan di- ye tasnif eder. Sebep olarak da şu- nu gösterir: Aslan ne demeğe cesur sayılsın ki düşmanları kendinden kuvvetsizdir. Buna rağmen, o, pu- sularda yatarak, ağaçlarda yahut ka. ya arkalarında saklanarak mücadele eder. Halbuki tahtakurusunun düş- manını düşünün: Kendinden mil. yonca defa iri! Bir kımıldansa ezile. cek..Buna rağmen, cesur böçek, — zavallıda çeviklikten de eser yok — beyaz çarşafın üstünde, tamamiyle sipersiz, sığınaksız, iki yana yalpalı- yaraktan, aheste beste ilerler. Bu ne hamaset?!... Evet, bu ne hamaset?!... Düşündüm ki, tahtakurusu, bu ferdi aczine rağmen nasıl galebe çalı- yor)... Nasıl inkıraz bulmuyor?.. Sebebi şuymuş: İyi bir anaç böce ğin günde dört yüz yavrusü olabilir- miş! Haydi bakalım (haddin varsa mahvet!, İşte, nüfusçulara, bir propagan" da mevzuu daha!! ”..”. Gezdiğim yerlerde bir çok “pe: rili ev,, lere rastlayorum. Hatta ben bile iki tanesinde oturmuşum da bir harikulâdelik sezemedim. — Yahu! . dedim - ne yapar şu perili evlerdeki | hortlaklar mıdır, vampirler midir, her kimse? İngilizlerin itikat şekilleri bizde de synen cari dediler ki: — İnsan uyurken gerdanına siv- ri dişleri sokup kanını emerler. Tam tahtakurusunun de- e ilâh gibi kendilerini ta . lık v lam” zciliğe hasretniiş kimse mamen deni Jerdir. ee Cibajiye gezme? gittiğimiz gün © suretle hareket etvi$tik ki, semte tam fabrikanın dağılacağı saatte varacak » tık, Fakat yolları» tasavvurun fevkin » deki bozukluğu yüzünden, ciğerlerimi. zin ağstmıza gelmese vaz olduğumuz halde otonMbilini Yine beş on dakika geç kalmıştı. Cibali polis karakolunun önünden fabrikaya giden yola saptığıs mız zaman Karşınıza sıkan sokak artık o kadar berbit bir $eydi ki. otomobili orada bırakıp» tabana güvenmenin da- ha akeliıire olacağı hesapladık ve bi- zim fotoğraf Ali ie elele verip fabris İ kayadoğru ğa başladık. Tam za manda yetişmiş. hattâ biraz geç bile kaymış; Pabrla kapından gesi ihtiyar akın akı işçiler çıkıyordu. Fa - kat fabrika kapısının yanında bahçeye üyük bir kapı daha vardı ki, bü- a hakikaten görülmiye de” LR Yeisin son raddesine varılınca iş alaya vurulurmuş. Ben de öyle Sai Fakat butun elbette bir cid- di tarafı olacak. ERİ Tahtakurusu, meskenlerimizin yüz karasıdır. Buna karşı mücadele için ne yapmalı? Muvakkat ve dai: mi tedbirler nedir? Bunları tesbit gayesiyle bir kongre bile aktetsek eridir. Alimlerimiz, bu böcek et rafında etüdler yapmalı, tezler neş- retmelidir. İlk önce evlerimizden, sonra bütün memleketimizde onun kökünü kurutmak için beş senelik lân mir, ne lâzımsa hazırlamalıdır. Hangi afet hangi memlekette çoksa oranım münevverleri onunla meşgul olur. Tetebbülerinin ve mücadelele- rinin neticesi de bütün beşeriyete ya digâr kalır. Bu mevzu etrafında ça- lışmak da herhalde bizlere düşer. (Vâ-Nü) ellerine alma ması bütün civar esn halde, cad -. Tı n çi kadınların fabrikadan çıkışları. Istanbul konuşuyor ! aa Cibali işçileri kışın pabuçlarını dan yürüyebile- cekleri yollar istiyorlar ! n öğle tatilinde işçileri dışarı bırakma” afını iflâs ettiriyor Fabrikanın karşısındaki esnaflardan lohantacı Faik ve kunduracı ta İşçi kadınlardan 40—50 tanesi hep birden Kapının ağzında toplanmışlar, huzle hizli bir şeyler konuşuyor, itişiyor, kakışıyorlardı. Bu karmakarışıklık a . rasında çiçlerinden birisi arkadaşlarını ite kaka aralık duran kapıya doğru ilerEyor ve bir dakika sonra, elinden tuttuğu veya kucağına aldığı bir ço. cuk olduğu halde ayni itiş, kakış şera- iti altında sokağa çıkıyordu . Kapının yanma binbir müşkülâtla sokulabildim. Burada en büyüğü an » cak 6—7 yaşında irili, ufaklı bir kaç düzine çocuk bekleşiyorlardu.. Top. lanmış olan kadınlardan ii kapının ağzına yanaşınca içerde iki ka. dın ve bir erkeğin muhafaza ettikleri çocuklar arasından kendi yavrusunu seçip kucağına aldığı gibi sokağa fır - iyor. Ayni vaziyet, tâ çocuklar ve ana- Jar bitinceye kadar devam edip gide . cekti. Arkadaşım bu hoş manzarayı fotoğ. rafla tesbite çalışırken, bende orada raşt gele bir kaç kadınla konuştum: — Bu çocuk bakım evini yaptığı içi fabrikamızdan Allah razı olsun, diyor. lardı. Çocuklarımızın komşularda, 49 kaklarda sefil artık. Sabahleyin işe gelirken buraya bırakıyor, akşam giderken alıyoruz. Yavrularımıza yediriyor, içiriyor ve gü. zel güzel oynamasını öğretiyorlar. Konuştuğum analardan hemen hepsi i cevabı verdi. Yalnız bunlardan sine: yorlar mı? der demez, yüzüme aksi aksi baktı: — Nasıl olacak? Sabahtan kadar biribirlerinin “kafalarını y 1, dö ği öğreniyorlar diye beni tersledi akşama rma » burada, olmasından kurtulduk * — Nasıl burada çocuklara iyi bakı. | | zaklaştım. Fabrika kapısına doğru yü. (Cibali 4) Haberci YE EY Mikmet işten çıkan analar, bal şama kadar muhafaza çocukların birer b ilip bakılan | er alıp götürüyorlar evlerine Bu sözler üzerine kadının yanındaki çocuğa baktım. Çocuğunun yü ufacık bir sıyrık vardı: — Aman bayan, bu kadar haksızlık etmeyin. Bu bakım evi sizler için bu - lunmaz bir nimettir. Ufak tefek bir sıy. rik her yaramaz çocukta bulunur. B nun için kötülemeyin bu müessese, yecektim. Fakat ne yalan söy kadının ters bakışlarından adamakıllı çekindim, sesimi çıkârmadan oradan u- rüdüm. Kapınm önünde, fabrikadan ! son çıkan işçilerle karşılaştık. Yanla'. (Devamı 5 üncüde) HABERCİ müne boyun eğmek insafı | söstermiye, arsıulusal KURUN'da, Evlenme, boşanmaya dair Zorla güzellik olmaz meselinin hük- ir binde bir kişide görülmüyor. Yalçın bir ısrar. la ölürüm de boşamam diyen kocala. rım bü İnad kalelerini kanunun bangi topile dövüp fethedeceğimizi bilmiyo. rum. Boşanma vaki olsa da koca veya (aman) intikamında kıskıvrak zspte, decek bir kanun ister... Bu kabil mi? Aşkın caniyane hodbinisi yüzünden cesetleri sokaklara serilen kadınlarm bu feci akıbetlerini gazetelerde gün geçmez bir sıklıkla okuyoruz. Bu ka- tillere karşı kanunu fazla müsamahalı buluy ma n. Kanun, bünyesine uydura. tabiat çetinliklerile (güleşiyor) igisi hangisini çırpısıma getirecek? Her günün icabıma uymak zaruretin. de bulunan beşeri kanunların tabiatin sabit ezeli kanunlarını altedemiyece, ği apaşikârdır. Bu karanlık kuyunun dibindeki beşerin kanuni akıbetine ta. biat ilâmını okuyabilen varsa söyle, sin... (Hüseyin Rahmi Gökpmar) TAN'da Türk — Arap dostluğu Türk ve Arap milletleri yine eskisi gİbİ yan yana yaşamaktadırlar. 'Tür- kün milli kıyamı muzaffer olmuş ve Türk, hayatını, hürriyetini, istiklâl ve istikbalini kurtarmıştır. Arabın snilli kıyamı da birçok engellerle savaştık. tan sonra tahakkuk etmiş ve bugün müstakil Arab devletleri kendilerini hayatta mev, kilerini sağlamlamıya başlamış bulu. nuyorlar. Göze çarpan en büyük hakiketler. den biri Türkün eski yoldaşi ve hayat arkadaşı olan Araba karşı, İmparator- luk devrinin xihniyetinden tamami) ayrı ve tamamile uzak yepyeni,zir ri niyetle hareket etmesidir. Türk, Ara- bın milli hayatını korumasından, kur. tarmasından, sağlamlamasından en k bahtiyarlığı duyar ve bu yolda hiçbir yardınımı esirgeme. Türk, her milletin hayat, hürriyet ve istiklâl hakkını kemalile tanır, bu hakka hür, İ met eder ve her fırsattan istifade ede, rek bunu açıktan açığa göslerir. Arap âleminin büyük bir kısmı bu. nu lâyıkile anlamış bulunuyor. Fakat anlamıyanlar da bulunduğunu esefle görüyoruz. Altes Emir Abdullahm "Türkiyeden Arabistana götüreceğini vait buyur- dukları “hayır ve beşaret” içinde bu yeni düşünüşün, bu yeni görüşün ve hakikate azami derecede uygun bu 88. mim duyuşun büyük bir mevki alaca. ğından şüphe etmiyoruz. Bu hayır ve beşaret, çok kuvvetle umuyoruz ki, halâ eski telâkkilere saplanan kafala. rı aygınlatacak ve iki komşu ve dost millet arasında yeni devrin açılması. na çok büyük ve çok şerefli hizmetler ifa elerektir, (Ömer Rısn Doğrul) AKŞAM'da: Sana'a, makineler ked vuruyor ecek genç kiz müstakbel aile» İ nin saadetini temin etmek, kuracağı yuvaya nege, musiki götürmek için mutlaka ya keman, ya ud. ya piyano filân öğrenirdi... Şimdi öyle mi ya Yare Gece evde biraz musiki dinlenmek İ mi istendi? Bundan olay ne var? Ba- nın udunu kılıfından çıkarmasına, | kemanmı eline almasına, piyanosunun başına geçmesine imkân yoktur. He. men radyonun düğmesini aç, istediği, niz istasyonu dinle... Caz'mı istiyor. sunuz? Yoksa klâsik musiki mi? Ne ararsanız var... Radyonuz yoksa o gramofonunuzu kurunuz... Muhakkak ki, radyonun ve gramofonun yeryüzünde bu kadar #altanat sürmesi halk arasında güzel sanatirın ilerlemesine oldukça sekte vurdu... Bugün yeryüzünde aileler a. rasında musiki ihtiyacını insanlardan ziyade makine temin ediyor. (H. 7.) e mağ

Bu sayıdan diğer sayfalar: