16 Haziran 1937 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

16 Haziran 1937 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Farihi macera ve aşk romam — 97 — Işkence odasında türlü türlü âletler ve hayvanlar vardı. Fareler ve yırtıcı kuşlar da bulunuyordu. Bunlar et ve kan kokusunu almış, haykırıyorlardı ' kencenin başlama noktasıydı. Kendisi, ( Geçen kısımların hülâsası Papas olan küçük Osmanla birlikle, kadınlar manastırının nöbetçi kori- | dorundayız... Buranın gizli delikle. rinden kücrelerde neler yapıldığı gözetlenebiliyor. Demin — ihtiyarlar Tasmına gitmiştik. Şimdi, rahibeler tarafındayız, Sonra da, rahibe nam. zetleri bölüğüne gideceğiz... .— * * Birdenbire, bir çığlık daha koptu. Fakat bu, dayak yiyen kadınm ferya, dma benzemiyordu. Onu gölgede br- rakıyordu. Candan tenin ayrılışı gibi korkunç bir haykırmaydı bu... Evvelâ sesin geldiği yeri anlıya. madım. “— Açaba deminki sulh pazarlığın- dan vaz mr geçtiler? Kamçı faslı yeni- den mi başladı?,, diye gözümlü, demin ayırdığım deliğe yaklaştırdım; aşağı. | ya baktım, Hayır! Kamçıcı kadın, döğülen kızı, iplerinden kurtarmıştı. Onun her tara. fi yara bere vücudunu, ihtimamla bir sedirin Üzerine götürmüştü. Birtakım merhemlerle yağlıyor, ıstiraplarmı ge. îmeîc Uğraşıyordu. Ayni zamanda a: — Anlaştık, değil mi? Benim aley. himde bir şikâyette bulunmiyacakam ? - diye soruyordu. Sedirdeki bereli kadın: — Sus! Bu bahsi fazla uzatma... Bu manastırda yerin kulağı, dırvarın gözü varmış derler... Kamçıcı nasıl olur da bu kalın duvatiar içinde konuşulanlar başka taraftan duyulur ? — Buna akıl erdiremiyorum. Gözlerini kaldırdı. Dört bir yana ba, kındı. Ayni zamanda bizinı bulundu. Bumuz noktaya da baktı. Göz Böze gel. dik. Biz onu gayet iyi gördüğümüz halde o bizi farketmişe benzemiyordu. | O zaman anladık ki, bu binanm yapı. lışırida pek büyük bir ustalık var, Ko, ridordan bakanlar odadakileri görü- yorlar, Lâkin odadan bakanlar kori- dordakilerin farkına varmrçor, Bu )ıllcı_rdı— artık alâkayı calib bir gey kalmamıştı. — Geçelim... Başka tar: rüyelim! . dedim, AA Osman: — Peki, Jala..; . dedi.; . Gidelim... Deminki feryat neydi? — Bilmem, ben de anlıyamadım. — Baâska taraftan geldi galiba... — Öyle olacak... © esnada ayni haykırmayı duydük: — Ây, ay, ay... Mafsallarım... Ah, nasıl bir bağırıştı bu. Tüylerimiz diken diken oldu. Daha müthiş bir manzarayla karış- llıac"ığımln emin olarak yürüdük, Hakikaten de tahminintizde aldanma. mışız! Yeni bir pencerenin önünde dura, rak gözlerimizi gözetleme deliğine ya. pıştırdığımız vakit göyle bir levha gör dük, Bir işkence odasıydı burası. Duvar. larda bin türlü alât ve elevat Asılıy. dı. El ve ayak kirmiıya mahsus balta, lar, göz çıkarmıya mahsus miller, de, rİ soymiya mahsus tentiraslar... Hep İstanbuldayken bildiğim ve bakınca dehşet duyduğum Âletler.. Odanın bir tarafımda bir öcak yanı. Yordu. Önünde ayak dayayıp taban yakmıya mahsus sat Jevhalat yardı. Suyun içinde de yumurtalar kayhiyor. du: Költuk altıma koymiya m;hım.. Ayni zamanda tavandan birtakım ipler sarkıyordu. Bunlat, vüczudüu el ve >yaklarından bağlıyaralk — germeğe mahsustu. Ortada tahtadan, tezgüh gibi bir tertibat dikkati celbediyordu. İnsan bunun içine oturtulur, mafsal- latı, burkulur, canbaz olmıyanlara, canbaz hareketleri yaptırılırdı. Bu, iş. | yer, diye devam ederken kâhya sözünü Yazan: (Vâ - Nü) ne azab edilmek istenen şahız her kim se evvelâ buraya oturtulur, eğer fay- da hâsıl olmazsa başka şekillerde o betbaht üzerinde teerübe edilirdi. Ben, saray terbiyesi aldığım icin Löyle şey- leri gayet iyi bilirdim. Ne gibi alât ve edevatla ionatılmış olduğunu anlattığım odada, kafes ka. fes fareler, et yeyici kuşlar da vardı. Fareler mahkümların boğazına yahut bağırsaklarına kaçırılmak Üzereydi. Yırtıcı kuşlar, korkunç baykırmalarla | bağırıyorlardı. Bunlar, günlerdenberi aç birakılmışlardı. | Biraz et, biraz da kan kokuzu aldık. | Profesör ve kayıkçı Biz profesör, fırtınalı havada bir neh- ri geçmek için kayığa biner. Bu vesile ile kayıkçıya bir takım sualler sormıya başlar, ı — Siz “aritmetik,, neye derler bilir - misiniz? . — Hayır o hususta hiç malümatım yok! ı | Alim teessürle: — Çok yazık, hayatınızın dörtte bi . ini kaybettiniz. Pekâlâ, “Jesmetri,, ne. | — Maalesef o kelimeyi ilk defa siz - den işitiyorum. — İşte bu felâkettir, dostum. Ha - yatırızın yarısı gitti. Fakat buna emi . nim ki “psikoloji,, hakkında az çok ma. Tümatınız yardır. — Benimle alay etmeyiniz zica ede- | rim. Söylediğiniz kelimeyi doğru dü - rüst telâlfuz bile edemem. —— O 'halde size şu kadar söyliyeyim ki hayatınızm dörtte üçünü kaybettiniz, 'Tam o girada, gittikçe $iddetlenen firtana son haddini bulur ve kayık ya . vaş yavaş su almağa başlar. Profsörün fevkalâde korktuğunu gören kayıkçı : — Yüzme biliyor sunuz? diye sorar. — ÂAh... Maatteessüif ki hayır. — © halde, sayın profesör, — sırtima iyice tutunun, zira hayatınızım — dörtte dördünü kaybedersiniz. İzzet Yenisan ' Eğer o bıraksa idi Zenginin biri, rüya dinlemeğe me - raklı imiş. Her gün birçok kimseler ge. Yir, rüya anlatır, birer kese altın alırlar- miş .» Serserinin bizi de bir rüya uydura « rak zengnin konağının yolunu tutmuş. Konağın kapısını açan kâhya rüyanın ne olduğunu sormuş: O da: — Hayırdır inşaallah diye anlatma . ila başlamış. — Bir yeşil çayır ortasında şırıl gı -< rıl bir dere akıyar, şahane bir al at bi - nek tâşımın önünde oturuyor. Taşın üs. tünde beyefendi ata binmeğe — çalışı - kesmiş: — Aman efendiyi bindirme, demiş, Serseri yukarı çıkarak efendiye rüya- yı tekralamış, rüya çok hoşuna giden efendi: — Eğer, demiş, ata binseydiniz, sana bir kese daha verirdim. Bu mahrumiyetten canı yanan ser - seri: — Elendim ben sizi bindirecektim amma sizin kâhyanız olacak herif bin . dirmedi. demis. Sevim Sevil ları için, haykırışıyorlardı. Karmları- nin doyacağı zamanım yakın olduğunu hissetmişlerdi. Zira, bu işkence odası- nin faaliyet şeklinden kendilerine gı. da çıkma tarzmı da tahmine alışmış. lardı. Odada, insanlar dâ vardı. Bunlardan bir tanesi, mafsal burma ületi üzerine oturtulmuş bir betbehtti. | Bir daha haykırdı: — Ah... Dizlerim, kollarımı, parmak. larım... Kopuyor, hepsi de kopuyor... Biribirinden aytılacak... Bin bir par. ça olacağım... İmdad, imdad... (Devamı var) Hacet yok Şeytan elinde yüzlerce yular ve tas - ma ile giderken bir adama rastgelmiş. Adam meraklarmış, sormuş: — Bu tasmalar'nedir? Ne işe yara yacak? — Bende herkes için bir tasma var. | dır, boynuna geçirir, istediğim tarafa geker, sürüklerim... — Hani benim deyince, şeytan — Senin gibileri hen tasmasız göğü - rTüvüm, demiş. Tevfik Tezcan Arzın müvazanesi Bir gün Nasrett'a Hocaya: —Hey hocam, niçin insanlar bir sa - Ça, bir sola gidiyorlar da hep bir isti . kamete gitmiyorlar? demişler. — Hoca: — Behey sersem, senin aklın yok mu? Hep bir araya gitseler dünyanın | müvazenesi borulur ve yıkılırdı, demiş. Nezih İlkesen göster bakalım! |Kaç yaşındasınız ?| Doktor hafif bir hastalık geçirmekte | olan bir bayana soruyor : — Kaç yaşındasınız? Reçeteyi ona göre yazacağım. | — Daha yeni kırkiına basztım amma siz reçeteyi altmıştan yazın. Ataç Mahir doktor Bir doktor arkadaşiyle konuşuyor. meslek hatıralarını anlatıyordu. Arka- liyat yaparken başından bir | kaza geçti mi?. — Hayır, fakat hastalarımın başın - dan bir çok kaza goeçmiştir. Kenan Tam avukat Vaktiyle bir mahkemede bir kuyu davası görülüyormuş. Tarafeyn avu « katları san'atlarında mahir, çalçene a- damlarmış. Saatlerce söylemişler. Ar. tık relsin canı sıkılıp:? —— Canım, efendim demiş, ehemmi - yetsiz bir kuyu için davayı bu kadar uzatmanın mânası var mr? İddianızın neticesi neyse onu söyleyiniz. Avukatın biri atılmış: | — Muhterem reis, demiş, müekkille . | rimizin kimle rolduğunu unutuyorsu - nuzl.. | Reis sormuş: — Kimlerdir? — Sütçü! — Sütçülükle kuyunun münasebeti nedir? Der demez, avukat tebetsüm | ederek: ı — Aman efendim. . demiş - Bunla . rın sermayeleri bu kuyudan ibarettir. Nusret NADİR | pan oğultur Çeviren fa. —22dm Cim uzun ve bitmiyen günler otelde, sabırsızlıkla beklemeğe başladı. Bir yere çıkmıyor, İspanyoldan gelecek te - lefonu bekliyordu. Telefan, fazla geçik- meden, bit akşam, Cimin talebe ile gö. tüştüğünden sekiz gün sonra, telefon gçaldı. Her şey hazırdı. I Cim, bavulunu aklı, otomobiline bi - kararlaştırılmış — yere | nerek, evvelce gitmek üzere kırlara açıldı. Gece simsiyah, gökyürü bulutlarla ör . tüÜlÜ idi. Cim evvelce kararlaştırmış ol. dukları yere gelince otomobilini durdur düu, fenerlerini söndürerek bekledi. Otomobil ağaçlıklı bir yerde idi. Her tarafta derin Cim biraz sonra yapa - çağı işin haşyetini daha şimdiden du . yuyordu. Ne kadar bekledi? Bilmiyor - du. Yalnız bir ara, etrafındaki oğultu. dan başka bir ses duyar gibi Pldu, Ku- lak kabarttr. Bu bir. motör. gürültüsü idi. Filhakika, bir an sonra, bit elektrik Kumbasının aydınlığını gördü. Cim, o . tomobilinin fenerlerinden birini yakıp | söndürdü. Bu ziya, bir başka otomobilin O tara- fa doğru geldiğini göstermeğe kâfi gel, mişti. Yeni gelen otemobi, Cimin oto. mobilinin yanma yaklaşınca durdu. İçin den iki kişi indi. Otomobilin arkâ tara . fından uzun bir kutu aldılar, zorla kal- | dırdıkları bu yükü Cimin otomobiline nakletti Kimse bir tek kelime söyle. miyordu.. Cim cebinden elektrik fenerini çı - kardı. Kutunun kapağını açarak bak - tı. Evet, İstediği şey urada idi. Ayni lâmbanın ziyası altında bir deste balik- not göründü. Bir el uzandı, banknotları aldı. Bu elin sahibi Karlos Manrik idi. Yanındaki adamla beraber otomobille . rine bindiler, Cim'i kutunun içindeki ceset ile baş başa bırakarak ayrıldılar. Cim Bleyk yalrız kalınca, otomobilin bütün perdelerini indirdi. Bununla be - raber içerdeki lâmbaları yakmadı. Hal, buki yaksa, teşebbüs edeceği işi yarı ya- trya kolaylaştırmış olurdu. Cesedin ü , zerindeki elbiseleri soymağa başladı. Elleri, cesede her doökunuşunda titri. yordu. Lâkin bu yine bir şey değildi. Asıl müşkülât, ona, kendi elbiselerini giydirmek icap ettiği zaman başlamış . tı. Aman yarabbi, kaskatı kesilmiş bir cesede, hem de karanlıkta, Çamaşır ve elbise giydirmek ne güç Şeymiş! Ey - velâ, ayakkapları, cesedin ayaklarına dar geliyordu. Zorla giydirmek lâzım . dı. Sonra, gömleği giydirmek kâfi değil. di. Yaka Güğmesini geçirmek; kTavatı . ni bağlamak ta icap ediyordu. Bu işin yapılmas: elzemdi. Birinci derecede e. hemmiyetli idi. Nihayet, bu iş bisti. Cim kan ter için de kalmıştı. Hem de bütün mânasiyle.. Cim cesedin kafa- sına, içinde kendi markaları olan şap . kayı da geçirdi. Lâkin yine de yapıla - cak iş vardı. Bütün bu “teşhise medar olacak deliller,, Cimin tasavvur ettiği kaza neticesinde kaybolabilirdi. Herhan gi bir kazada olursa olursa, ottadan kaybolmuyacak deliller brrakmak için, Cim, cesedin üzerine geçirdiği cibise . lerin cebine, İlkanın kendine bediye o. larak verdiği bir altın tabakayı. el . te de Şarlotun hediyesi bir cüzdanı koy du. Bileğine de - cesedin bileğine - diğer artaklarının ona yıldönümünde verdik - leri Üzeri pırlantalı plâtin kol saatini taktı. Bu da kâfi gelmemiş gibi, n parmağına, babasından yadigâr aile yü, rzüğünü de geçirdi. Ve sonra, otomo , bilin basamağına çöktü. Vaktiyle canl: olan bu mermer gibi cesedin teması, o- nun damarlarındaki kanın hepsini san- ki dondurmuştu. Dudakları kuru idi. Dili damağına yapışıyordu. Alnından soğuk bir ter sı. bir sessizlik, sade fırtına. | Amerika €umhurrelsi — Ruzveltin zabıta reomanı | zıyordu. Bunuün için yavaz yavaş yak: mağa başlamış olan yağımıyşn, di farkına varamadı. Varınca kalkışı. Oto * mobile bindi, Pented Port şehrine döb” rTu, sür'atle yol almağa başladı. Cimin, vaktiyle otomobilini bir gâ * rajda bıraktığı bu şehir uzakta değil * di. Şehte yaklaşınca, biraz evvel yap * tığı gibi, otomobilini gayet sık bir 4” gaçlık yere soktu. İndi. Kapılarını K” padı. Kilitledi. Yanına, çantasını almıt *t Yavaş yavaş yürümeğe başladı. OSU görenler, hastasını ziyaretten döntü bir doktor rannederlerdi. Cim, garaja gelince, makbuzunu W * zattı. Garajeı makbüru aldı. — Birar bekleyiniz ” İ Diyerek, gidip otomöbile benzif koymağa başladı. Cim, garajöının kete dine ehemmiyet veteceğini zantıştml « yordu. Zira, bundan iki, üç ay evvel otomobili getirip bıraktığı ve bu mak » buzu aldığı zaman, o surzetle hareket et miş idi ki, garajcı onun yüzünü tamâ * miyle görememişti. Hem buna ihtiya$ ta hissetmemişti. Makbuzu kim geti « rirse ona, otomobili verebilirdi. Bu bakımdan, Cim otomobili alırken garaj» çınan “biraz bekleyiniz,, deyip otomobir le benzin koymasından şüphelenmemiş” ti. Halbuki bunda aldanıyordu. — Zira, garajçı bir taraftan benzin doldurur » ken, bir taraftan da yanındaki adama işaret etmişti. Bu adam hemen telefo * na koşmuş, birkaç zamandır, civardaki otellerden birinde oturup bekliyen bir kadına telefon etmişti. İLKA KOCASININ PEŞİNDE Bu kadın İlka idi. Tika kocasının or tadan kaybaluşundan bir müddet son * ra Şarlot Hop'un da esrarengiz bir şe - kilde hareket edişinden şüphelenmiş, ko casının otomobilini Pented Porttaki bu garaja bırakacağını bildiği için gelip buraya yerleşmişti. Her ha'de, kocası gelip otomobilini a- acaktı. Ö zaman, iki firarinin izini bul- muş olacaktı. Zira, İlka; kocasının Şar « lot ile seviştiğinden ve biribirlerini mü teakip ortadan kayt-'uşlarının, bilâha - re birleşmek Üzere yapılmış bir hare ket olduğundan şâphe etmiyordu. İlka, hususi bir polis müessesesine müracâat etmiş, kocası ile Şarlotu araş- tırmağa başlamıştı. Lükin Cim Bleykin otomobilini burada brraktığından başka bir malümat alımamamıştı. Garajçı, bir miktar para mukabilinde, otomobili gee Hip alan olursa , telefonla onu haberdar etmeği vaddetmişti. Şimdi de vadini yerine getiriyordu. İlka vaadi alınca memnun olmuş, se- vinmişti. Evet, Cim giderken ona iki milyon dolarlık emlâk bırakmıştı. Fa - kat kendine daha büyük miktarda bir para ayırmamış mırydı? İlka müthiş ha- risti, başka bir kadına, kendine ait te. Akki ettiği bu servetten metelik yedir- mek İstemiyordu. Bu işin haltine hususi polisleri me . mur edebilirdi amma, kocasının çok ze ki ve hassas olduğunu biliyor, kendinin takip edildiğini hisseder etmez derhal mukabil tedbir alacağını kimbilir, bel « ki de, nihayet para için çalışan hususi polislere daha fazla para veretek aley . hindeki delilleri ortadan kaldırabilece - gini düşünerek işi bizzat hal ve idare etmek istiyordu. Ayni zamanda, kendi kendine ve ko - casına karşı, İlka zekâşmmin - faikiyetini ispat etmek arzusundaydı. Bir üçüncü nokta ise, onları, yani kocası ile Şarlotu yakaladığı zaman, bu hımzır kadına karşı söyliyeceği sözler we bundan du- yacağı Tevkalâde memnuniyet idi. Böylece, talâk kararıar leh'ne istihstl edecek, arami para kopatacaktı. (Dovamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: