26 Kasım 1937 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 7

26 Kasım 1937 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

.J_"uyıu ter; &1 bi kostan doldurup — bı: R F kova suyu yüzüne, uyku- MA kan çanağına döndürdüğü &ibi elclrp.ıı—(ıı. Bir eski ev kadı. a 'ıa €Ğİni belime iliştirip süpür *ılrçp—mh Yapışırdı. Sonra, mut- Fd kiı kapkacak, çamaşir ” yt- da, bt kler dikerdi.En sonunda a u:l:’nm;nkn' bıraktığı koca- Hi doyurür, İşi y :-hn('lkln_ ür, İşin yolunu a Yakım y nlığında başlayıp era. #tn ekam İten işten çıkınca, sıra ."“_îllnı düşünmeğe gelirdi. Xç “uıı,,' birkaç kuruşla çarşı pa- b T, öteberi alırdı, çarçabuk Rej ö$irirdi. hi Gx..mr; hem erkeği, hem kadınıy- gözleri örümcek. lmekten kaburga. ona anâ sev ratıcıya öyle bir Moluktan u. İ yacağı bir anası, M kadar isterdi!.. Ş,.' Göğsüm Ağrıyor; soğuk altmı- Diye Be Yeçı Köndini naza çekmek, üzeri. Wa Hiye & 'hn Anneciğin. üzüntülü telâ. p çENeK kim bitir ne doyul- , başlarına: Be: Yğam l M elim değii; Ayşe Fatma “Rİztn eli? Dürmağı diye vanfuzlar ge. nm ucile kafra kafea 'ÜTlyor "_5 lar. kâfuriler süren ka-| lar b ştorup sıkı | &ina yatıran| ayali. Belkisi uzun tzun | " daerdli edardi.. . pıRrmdan çıkarken ni duydu, lkir hahmmt r %qşıthrurı tanıyor. Kırk hos./ 3dindı. İçlerinde en durgü- İlp k & < u. < ŞAY Tol. * H Zehra teyze? ı'lıı__ Ürüyelim, yavrum.. Anlataca. Ön Üz, patih u:f'e—ı.d: Muhakkak bir derdi var.| Ozuğu vyanakları biraz da- füs. #lmacık kemikleri bir ü irlamıstı. Görm içeri kaç- Ki h_"-burzuu:.:.n ndeta. n N,, bikimim öyle göErrvor kl Yaçra YA bo: . Sa) Ba ç lra KA gçderdint anlatmakta sasik. gör -ıv;.,f" upuzun bir evljlik ha. "-'llng,m tlar altına almış, evini, R * vakiy SOSuZunu brrakmış bali PAnme Yerinde bir dul kadınla " Va aydır yanlarına nöra İrl on, biri sekiz yaşında © Zohra yapayalnız kal Dim Zehra teyze ya be- Yi n K yörinde dal kadın. ©lduğunu kondi de — bili. r" Kün, yalvarın yakarmak, 'a:amnmak Yefn övine ka- Yt '0 önü görmüştü. Şişman 'Gğ a) &! yanakları, kendi UĞU suratile muka, yese bi. Mezdi. Pamuk gibi gerdanı ?elkı kocasını arayıp #or- İ _'nfı;xdıı. zaman kötüydü. ti ai 3 .'“înrdn ği para üç boğazı E h ı.km,el“'âl bir kadındı o.. Kocaamı u c'"lnı 'llll.an ayırabilmek. - için| 'ı'*tly D büyüde olduğuna kana-| y lşuı. ' %';lı. ’::wıızz:_ Bolkise İhtiyacı ? k”l"'k disile — birlikte gitmesi | Sibi tük :"' Bibi yalvariyordu.. "q_'ll:ı,- Ararıyordu. Bu, çÇocuük &e At ka İ ( r__ı)f'dıkııdını kıramadı, zaten| g. gözün alabil. ristanda yürüyor- bulutlarla — doln.| "'*iıın:'nl ar, Bürekli bir Yağ dğrn, .l aızı_nı aolatıyor __,Mrl Rövdeli servilerin, ân ""_“lr arının arasındaki * tüni, iİlyor. Kâra servilerin| N Yen kargalar öt T uluyor. - Başka! yabancısı- değil. | U geni Va $ cübbesinin altından| yi Abanlli, kocaman kun, Yazan: Reşat Enis duralı bir İhtbiyarla — karşılaştılar. Belkla eZhraya sokuldu. — Korkma kızım.. Bu, Tahsin ba- badır., Porilerle konuşur.. Dur, 80. ralım ona.. Dileğimiz olacak mı,, Se. Tâmüğleyküm Taksin baba.. Abanili ihtiyar durdu; Selâmları- nı aldı. — Tahsin baba, muradım yerine gelecek mi? — Sehin mi? — Evet.. Bağını ,geri 'çevirdi. —Mırl miml söyleniyor, garip el İşaretlerile sağa sola oynuyordu. — Tahsin baba perilerle yor, Belkis.. Konuşma uzun sürmedi. — İşin olmayacak! Dedi ihtiyar.. Ayrıldılar. — Zehra. nın yorgün adımları büsbütün Aağır. laştı. Yarı delinin kerametine inant. lüyordu 0. | sarlığın,tam ortasında — kurul: muş garip bir mahalle geçtiler, Bağ. dadileri dişlek bir iskelet ağzı gibi Bırıtan tek, çift katlı. yıkık, garpık evler,. Araba tekerleklerile oy ulmuş çamurdan sokaklar.. Yalı yatmış yo- sBunlu mezar taşları âATasında “seke seke ben geldim, çinkırağım — hoş geldin!,, diye oynayan sarılığa vi ramış, dalaklı çocuklar.. İleride küçük bir kalabalıkla yüz yüze geldiler. En önde, bekçi, elin. deki yamalı bir. Çılımı sallayarak yürüyor. Sırtında böş tâbutu taşıyan hamal, bunun arkasında.. Boş tabut, iki tarafa açılan kollarile büyük bir istavroza benziyor! En goride, başı kasketli, gözleri kanlı hendekler Indiler, hendekler çıktılar; mezar taşlarının üzerinden sekliler. sömşl-.ı .. * Zehra. kıbleye karâı yedi çeşme den topladığı bir şişe suyu, okuyup üfleyerek taze mozarın üzerine serp ti: — Bu ölü nasrl soğuksa, kocam da Zeynepten öyle soğusun, Allahbım., Köynundan kâğıt kalem çıkardı. Belkise, kocüsının ve beraber — ka- pandığı dul kadının adlarını ufak ufak kâğıtlara yazdırdı kulhuvalla- hiler mırıldanıyor, sağına soluna okuyup üllüyordu; mezarın — vir ta. rafına erkeğin, bir tarafına kadının isimlerini taşryan kâğıtları gömüyor du. Kabristana yakın bir camlin mu- şalla taşında, Zehra, üzerlerinde ka- dınih ve kocasmin adları yazılı iki soğanı da birbirinden ayırdı: Bunlar nabıl ayrıldıysa, kadın da erkeğimden öyle ayrılaan!.. Dedi. Arkalarına bakmadan yü-! rüdüler. Dönüşte, Zehrânın Israrile yanrma | kırk ayak merdivenle inilen eyliya- ya da uğradılar. nin kucaklanamayacak kadar kalın.| birkaç metre boyundaki acalp taşı-| na, öne iğilerek çallemaktan ağrı-| yan, uyuşan sırtlarını yasladılar. * — Belimiz tokmaklı dedenin taşı| “Tokmaklı dede,, |—7 Bir işçi gibi fabrikada çalıştım; hizmetçilik yaptım ! () Benim de bir hâmim vardı: Kapıcı Onun, bana iş verdirmeğe çalışacağını anlıyordum Fabrikalarda iş istiyen bir işçinin getireceği tavsiye mektubile, kapıcının şefaat etmesi arasında — Gündüz işi olsaydı, daha iyi olur- du, dedim. Gecelerimi ninemin yarıında geçirmek Lizım., İhtiyardır. Benden başka bakacak kimşesi yoktur. Gündüz. İeri eksik olmasınlar, konu komşu yar - gdımına koşabilirler, Kapıcı: — Tabii gündüz işi olursa daha iyi olur. Seni muhakkak gece iş'ne alırlar. we gündüz almazlar demek İstemiyo « rum, Hani âkltma geldi de söyledim... Acaba çalışabilir misia, diye... — Gece çalışırsan - çalışırsın, yoksa başka iş yok derlerse ne yapayım, elbet- te çalışırım. — Haydi bakalım öyleyse şurada bekle.. Şimdi neredeyse paydos olacak.. Ben gider konuşurum, Nibayet bir hâmim vardı Kapıcı.. Bu iyi kalbli adamın sözlerinden beni mu. hakkak fabrikaya aldırmıya çalrşacağı- ı anlıyordum. *“Bir işe girmek için hiç bir hâmiye lüzüm yoktur.,, diyenlere bu güzel bir misaldi. Kapter beni tanımıyordu. Belki ömründe ilk defa görüyordu. Fakat bu iyi kalbli adam, bana acımıştı. Yardım edescekti, Fabrikalarda iş isteyen — bir işçinin getireceğfi tavsiye mektubiyle, kapıcının şefaat etmesi arasında bir fark var mıydı?. *Önüun işaret ettiği yere gidip dur- düm, Bulunduğum yer, kapının hemen yanmdaydı. Dışarıdan gelip geçenler, | birer saniye kapı önünde durarak uzak- Taşnlar vardı. Bunlar da belki benim gibiydi. Bunlar da belki benim gibi bu. raya iş istemiye gelmişlerdi. fakat içeri- ye girmeye cesaret edemiyorlardı. Bir ara, kapı önünde iki Üç kişi toplanmıştı. Bunların arasrudan bir polis ilerliyerek kapltcıya yallaştı. Ve ona, karısımı yaralayan bir adamın içeride olup olmadığını sordu. Demek işçiler arasından biri karısını yaralamış ta, onu aramıya geliyordu.. -Konuşma mevzuu çok alâkamı uyankdır. dı. Biraz kulak misafiri olmak istedim. Fakat bu alâkam polisin gözünden kaç- madı ve beni dikkatle süzdükten sonra Kapıcı cevap verdi: ,— Zavallı bir kız, iş aramıya gelmiş.. endisine iş yok demişler” A ğlamaya gİbi olsun! Beltmiz tokmalı dedenin taşı gibi olmün?! dediler. Üç İhlâs bir fatiha okuyup yola düzüldüler. Reşat E bir fark var mMmıydı ? ı Röportajı yapan : L Neriman başladı.. Ninesine bakmak mecburiye . tinde imiş., Kendilerine babasının pek yardımı dokunmıyormuş. Polisin gözleri, bu sefer üzerimde ba- ma acıdığını anlatan bir mânayla dolaştı. Acaba ondan da yardım istemeli miy . dim2, ' Böyle bir hareektim kapıcıya itimat. sızlık olmaz mıydı? Bir an tereddüt et- tikten sonra kararımı verdim ve polisin gözleri Üzerimden ayrılmadan: — Ne olur polis amca, dedim, Siz de «öyleyin de beni buraya alsınlar, Eksik olmasın kapıcı amcam da söyliyecek. İkiniz birlik olursanız beni muhakkak alırlar. Çalışmaya, ihtiyar nineme beş on kuruş götürmeye mecburum. Müsâade etseydi, daha biraz evvel ka- prerya döktüğüm dilleri ona dökecek . tim. Fakat o, benim bukadarcık sözümü kâfi bulmuş olacaktı, kesti: Anladım, kızım. Peki söylemim!.. Seni buraya alırız, Üzülme.. dedi. Polis, bununla da kalmadı. Beni u- zun uzadıya teselli etti. Artık benim için ölüm yoktu. Şimdi bir değli, tam iki arkam vardı. Bunlardan biti iyi kalbli kapıcı, öteki de insaniyetli polie- ti. Doğrusunu söylemek lâzım gelirse, biribirine acıyan ve yardım etmek İste. yenler, zenginler arasında bulunmuyor. İnsaniyet hissi, biribirine yardım ar - zusu, daha çok, kazançları vasat ve belki de hiç olmryanlardadır. -Ben şuna ka- niim ki gerek bulkapıcı ve gerek bu pol lis, kendilerinden isteceydim, beni iş bulunceya kadar geçindirecek nakti yar- dımda bile bulunmaktan çekinmiyecek- lerdi. Sevinçle paydos zamanını bekliyo. rum. — | Nihayet büyük bir sabırsızlıkla bek- lediğim paydos borusu öttü. İçeriden, derinden derine gelen uğultunun bir dinamo uğultusu olduğunu, bu ses ke- silir kesilmez, anladım, Meğer ne ka - dar gürültü yapıyormuş ta ben farkın. da değilmişim . Şimdi, fabrikanım içini, bu uğultu yerine insan gürültüsü doldurmuştu.. Bu gürültü yavaş yavaş yaklaşıyordu. Evvelâ kapıda tektük görülen işçiler, bir an içinde o kadar kalabalıklaştılar ki sormayım.. Kapıda bir karınca yuvası ağzındaki kaynaşma görünüyordu. bunlar birer birer kapıcının ön'inde duruyorlardı. Bir taraftan kapıcı, diğer taraftan bir kadın, dışarıya çıkacak ©- lanları muayene ediyor. Kadım kadınla. rın, erkek erkeklerin üÜcstlerini arıyor. Bu, görünüşte hiç te hoşa giden bir manzara değil. Fakat düşünmek icap ederse, lüzım da.. Bir kişinin aşıracağı bir kaç parça şeyin suçunu, böyle ha- reket edilmemiş olsa, başkaları yük- lenmiş bulunacaklar. Muayeneden geçtikten sonra dışarı. ya çıkanlar önden geçiyorlar. Ve beni süzmekten de geri kalmıyorlar, İşte genç ve güzel bir kız, bür omuzu üzerinden başıtı: kaydırarak bana dudak bükmeyi bile ihmal etmedi. Sonra da yanındaki — arkadaşının koluna iyice asılarak şımarık şımarık fıkırdadı, git. & İ Aceba benim halimi mi beğenmemiş ti? Yoksa beni kendi ekmeğine göz dik- miş bir tufeyli gibi mi görmüştü?. Fabrikadan dışarrya çıkan işçilerin arkası kesildiği halde ben hâlâ yerâm. de duruyordum. Kapıcı ile polis memu- rünüu gözümklen kaçırmıştım. İkisi de ortalarda görünmüyorlar. İçimden: — Bana yardıma gitmiş olacaktar, dedim. Hakikaten bu düşüncemde aldanma « mıştım. Nitekim az sonra meydana çık, tılar. Yanlarında gençten biri daha var- &. Bu her hakle ustabaşı olacaktı. Gözüm gözlerine temas edince beni çağırdılar. Yarilarına gittim. Polis: — Haydi kızım işin oldu, dedi, yarın üç fotoğrafla nüfus kâğıdını da al getir; Fırsatı kaçırmak istemiyordum., Bel- ki cayıverirler, diye, hemen: — Nüfus kâğıdım yanımda., — Fotuğrafların var nu?. — BHayır. — İyi ya. Şimkli git üç tane de Totoğ. raf çektir.. Artık yarın gelr ve hemen işe başlarsın. . — Teşekkür ederim. Sağ olunuz., Allah sizin de muradınızı versin.. Kendileri hakkında içten temenni « lerim hoşlarına gitti. Kapıcı arkamı - vazladı: — Eksik olma.. dedi. Fabrikanın kapısından çıkarken, ar- tık omuzlarım düşük değildi. İşim ol- muştu hatta kendimi çalışmaya başla muş bile farsediyordum. Yarın sabah ge lecek, nüfus kâğıdımla istedikleri üç fotoğrafımı bırakacak ve hemen işe başlayacaktım. BDEF Devamı var oA L A A AAA İşe ehemmiyet yermeme ”0 çalışarak Ali ile İnciye dedim ki: endişe, lvarış manalarile gözlerime dikilince Haberin deniz ve maçera romanı 7 Yazan: Ali Rıza Seyfi. kaptanınıza söyleyiniz ki; davetleriüden başka bir vakit istifado edeceğim; çünkü — bugünlerde Pariste çok mühim işlerim var. “Dört gözlü,, garsonun getirdiği uğzına ka- dar dolu viski kadehini bir hamlede boşalttı, G- çümüzü de selâmlıyarak kapıya döndü. Lâkin bir denbize tekrar yüzünü bana çevirdi, tahaf bir ta- vırla: — Çok iyi dediniz, mademki Paristesiniz, Pa riste kalmanız daha iyidir.. Sözlerini söyledi, ölü denizine tutulmuş bir tekne gibi biraz yalpalıyarak salonun kaptsın- kayboldu. #rerm AN ile İhel bana manalı gözler. roekte, yirmi dört santtenberi olup biten Kizli işlerdan dolayı mübhoem olsun bir. endişe- nin uyandığını anlamak güç değildi. Parise ge- mez onları bırakıp meçhül bir gece ge- « gidigim, sabahleyin yüzümde solgunluk | hareketlerimdeki tutuklık, Martin Hallin birden bir: ortadan Kkayboluşu, birkaç dakika — önca “dört gözlü. nün götirdiği meklup ve meçhül bir yata davet, hcb bu iki arkadaşıma merak veren işlerdendi. Bu emareleare, kadmn kalblerinin ya- kından alkkadar oldukları adamlar- hakkiında duydukları “hlasfkablelvuku,,u da ilâveye acaba hakkım var mı? — Bizim ahmak Martin Hallin dostlarından biri. Onun dostları d kendisi gibi zıpır; her ne ise başımdan savdım, All: — Ben bu ahmak herifin birgün senin başını belfiya Sokacağından korkuyorum; ona pok uy- mağa gelmez sanırım, Yök canım; o tihetten meraka değer bir şey yök; — yalnız benim canrmı bir $ey çokça sıkiyor. — Ne gibi? — Bugün sizi Pariste zevk ve zezintileriniz le bırakıp hemen (Kale)yo, yatıma gitmeğe mec bur bulunuyorum. — Bu üe demek? * Bevgili Ali, bunda uzun uzadiya sorula- cak — bir şey yok. — Bir dostumun benden bir dileğini yerine getirmek lâzımgeliyor. Cok ayrı kalmıyacağız, Manş denizinde üç günlük bir de- niz yolculuğu.. işte o kadar, Benim bütün bu teminatım ve kurnazlığım AlI ile kız kardeşini şüpholerinden uzaklaştıra- mamıştı; Ali çok vakit kayıtsız, gamgız görünür bir delikanlı olmakla boraber benim bazı delilik ler yapmlak istediğim vakitlerde onu büyük bir azlmle önüme dikilmiş bulurdum. Bu içte de öyle oldu; kız kardeşile birkaç dakika yavaş — yavaş konuştüktan sonra bana dönüp dedi ki: — Şahin bana bak; senin bizden bir şeyler gizlediğini biliyoruz, bunun ne olduğunu belki de bize söyliyebilecek bir vaziyette değilsin; o- nun için biz de sormıyacağız. Yalnız — gunu pek kat'l olarak süylüyoruz ki: Biz de seninle bu üç güülük deniz yolculuğuna gideceğiz.. Bü sözün kargısında durakladım, — kekele- dim; hepsi boş! Hele güzel İncinin tatlı zgözleri yüreğim stcak suya düşmüş bir şeker parçası gibi eriyiverdi. Bu iyi kardeşler, — hele bu güzel İnci beni seviyorlar, düşünüyorlar, Paris gezmelerini bana feda ediyorlardı. Buna karşı ne diyehilir- dim, Bundan başka onların benimle gelmelerin- de onlar için bir tehlike de göremediğimden “pek iyi, hep birlikte gidiyoruz!,, dedim, ÇRk T İngiltere kanalı denilen Manş denizinde geçirdiğimiz ikinci gün. Başımızın hizasına daha yaklaşmamış olan ağustos günesi denizin yüzünü altın tozları dökülmüş gibi pırıldatıyor; hava kâh şimalden, kâh cenuptan — hafif hafif nefes alarak “acaba norden bir rüzgâr esecek?,, diye bizi bakletiyor. Yatım Kartal, bütün yelkenleri direklerinden sarkmış bir halde suların üzerinde uykuya dalmış gibi... Kale llmanında açılalı yir« mi dört saat olduğu halde daha 200 mil bile yol alamadık. Havanın bu kötü inadr Kartal yatın- dâki hemen herkesl az çok sıkıyor, çünkü hepsi benim Amerika bandıralı (Lafrans) adında bir yata yetişmek için can attığımı biliyorlar. Hattâ sabırkızlık ve heyocanla ağzımdan çıkan — bazı sözlerden bu rüzgârsızlığın bana ait değerli bir hayatı tehlikeye koyduğunu da anlamış gibidir. ler. Lostromomuz beyazla karışık sarı biyikli ve yakışıklı Tufan relg, elinde kendi yapısı ke- mik düdükle, vardiyada olmıyan tayfayı sabah kahvaltısına çağırdığı sırada yat — kaptanı olan Doğan kaptanın, bu rüsgürsızlığa karşı ölkeyle birkaç söz savurduğunu duydum. Ben, Ali ve İnci Tufan relsi ortamıza almış« tık,. Ona bir sigara vererök: — Tufan rels.. rüzzâr çıkacağını musun? pmuyor- BEy- Devamı var

Bu sayıdan diğer sayfalar: