25 Haziran 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 10

25 Haziran 1938 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

10 HABER — Aksam postam Yazan: Gerald Kelton Çeviren: F. K. Nasıl olduğunun onlar da farkına varmadan kendilerini birbirlerinin kollarında buldular. — Güzel ama ne yapalım ki biz Montekarlodayız, kotra İskoçyada ve üstelik size göre biribirimize düşma. biz! Denize bakarak sustular, Genç kız mırıldandı: — Hakkınız var, Ne yazık! bana 86- nelerdenberi hasretini çektiğim bir hayat tarzını hatırlatmıştınız, sakin, temiz ve geniş bir yaşayış... — Kotram çok küçüktür! — Sizinle benim ve ihtiyar gemici için kâfi! Denis irkildi ve dönerek Erikanm gözlerinin içine baktı. Hayır, bu güzel ağız yalan söylese bile gözlerin de ya. lan söylemesine imkân yoktu. Erika samimi idi. Bir an öyle bakıştılar. Sonra biraz şaşkın gözlerini çevirdi- ler, Dena söylendi: — Çocukça geyler konuşuyoruz! — Öyle olmadığını siz de biliyorsu- nuz, Fakat ne yazik ki... — Erika!... Genç kız silratle bahsi değiştirdi: — Denizde bir gezinti yapsak nasıl olur? bir motör kiralıyamaz mıyız? Motör kiralamak kolay, fakat sahi. bini kendileriyle beraber gelmekten vazgeçirmek o nispette zor oldu. De nis diplomatlıkla bu işi halledince hemen tekneye atlayıp açıldılar. Akdeniz akin ve rengi hemen he . men turizm afişlerinde görüldüğü ka- dar maviydi, Motör orta süratle sula» rı yararak ilerliyordu. Tekne alelâde bir Kuğıktı. Biraz gürültülü, fakat küvoetMlce motörü sonradari ilâve € dilmişti. Teknenin kıç tarafında, daracık yere sığışarak, yanyana oturmuşlar. dı. Konuşmuyorladı, Kolları birbirine belki Hizumundan fazla temas ediyor du, Bazan gözgöze geliyorlar, fakat derhal bakışlarmı çeviriyorlardı. Denis motörü evvelâ Marten burnu istikametinde sevketti. Yarı yolda, biraz evvel bahsettikleri güzel yat bu Tunuyordu. Yaklaştıkları vakit, bu se- fer yakından, bir köre daha yatı tet kik ettiler, Denis alay etti: — Yatım zengin sahibi şimdi kama- rasmda olmalıdır, dedi. Belki de öğle yemeği için hazırlanıyor ve hangi kravatı takacağını düşünüyor. — Şimdi o adamın bahsini etmi yelim. Gezintimizin Şiirini kaçırıyor. — Böyle bir adam mevcut olsaydı belki, fakat hayatımıza karışmış ve anı NOR idil ya karışmak üzere bulunmuş böyle bir adamın mevcut olmadığına ina- nıyorum. — Mevcut, fakat biraz evvel anlattığım şekilde değil... Ah! hisli... Nasıl olduğunun onlar de farkma vermadan kendilerini (birbirlerinin kollarında buldular. Biran için bütün dünyayı unuttular ve nefesleri kesi- linceye kadar süren bir öpücükle du- daklarmı birleştirdiler. İlk söz söyliyen Erika oldu: — Acaba bizi yattan gördüler mi dersiniz? — Ne çıkar? Bana göre mesele de- Zil, fakat belki sizin canmızı sıkar. — Evet Denis. Çok canımı sıkar. Ah! Denis ne fena kadmım! — Hayır, siz bir meleksiniz! — Hayır, maalesef! Yatm yakının dan geçmemeyi tercih ederdim. — Ben bilâkis yatı yakından iyice görmek istiyorum. — Hayır, hayır! Rica ederim be nim dediğimi yapınız. — Peki, Arzunuz benim için bir &- mirdir! Açık denize doğru ilerliyelim. Akdeniz bizim olsun! Motörün istikametini değiştirdi, E- rika onun göğsüne yaslandı ve mırıl- dandı: — Hayat böyle ne iyi! — Evet, fakat değişmemeniz şarti- le... size De- ihtiyatkâr alacağım. Çünkü artık has yatta yalnız değilim. — Nasıl bir tehlikeye maruz oldu. Zunuzu bilmiyorsunuz, Sizinle bugün niçin buluştuğumuzu biliyor musu- nuz? Niçin ihtiyar ve zengin bir dost. tan bahsettiğimi biliyor musunuz? — Bilmiyorum ve bilmek te istemi" yorum. Şu anda sizden başka hiç bir mevcudiyetle alâkadar olmak niyetin- de değilim, — Fakat bilmeniz lâzım. Bir hile bularak size yatı gezdirmek üzere e- mir aldım. Baron dün gece talimat verdi. Bugün Palm Biç'deki öğle ye- meğinde ajanlardan biri ihtiyar Aşık rolünü yapacak. Ben'de bir fırsatını bularak hep beraber yatı gezmeyi tek lif edeceğim. Ah! Denis, Baron size fenalık yapmak istiyor. Korkuyo- rum. Denis mırıldandı: — Fikir fena değil, Belki de tuza- ğa kolaylıkla düşecektim. Güzel bulu- Şu için dostum Her fon Störhayma bir aferin! Fakat ben yata gittikten Sonra ne olacaktı? Önu memk ediyo- rum, — Hem de sizi oraya ben götüre- cektim. Aman yarebbi! —Bir saattenberi hayatımız değiş- ti Erika... Mazi için, mazide yaptığı- mız veya yapmak istediklerimiz için kendimizi üzmekte mâna yok. ! yatta yalnızdım, Şimdi ise iki misil | — Değişmeme mi? De — Büna elân itimat ediyor musu- ğişm, ie var nis sevdiğime göfs artık Joson'dan |: nuz Denis? Söyledikletime rağmen İ- nefret edemem. — Jason'dan nefret etmemek kâfi — Ne yapmalıyım? Seçip kabul et- tiğim bir vazife var, — Ben de sizi bütün hayetim için arkadaş olarak seçtim. İkisi beraber olamaz. Hangisini seçiyorsunuz #ev- gilim? Cevap vermedi. Cevap vermesine lü zum da yoktu. İkisi cevabın ne oldu- gunu biliyorlardı. — Fena bir ruyadan uyanır gibi oluyorum Denis. Hep böyle benim ya- nımda kalmız Denis, beni hiç bırak- maymız. — O cihetten merak etme sevgilim. — Ben yalnız sizin için korkuyo- Tum. — O cihetten merak etmene İse hiç lüzum yok. Ben yirmi beş senedir bir sürü tehlikeli işlerden yakamı kur tarmasını bilirdim. Hem o zaman ha- e timudınız sarsılmadı mı? “Kadınlara güven olmaz,, derler halbuki. — Ben kadmlara güvenmiyorum, yalnız Erikaya güveniyorum. Arada fark var, Yatı geride, epey uzukta bırakmış- Jardr. Erika mesuttu, çocuk gibi se- viniyordu. En tehlikeli anlarda bile kendinden emin, sakin kalmasını bi- len bu adamı kollarında sıkarak şar- kı söylemek, onunla beraber dünya- nm'bir ucuna gitmek, diğer insanla” rı, onların entrikalarını, hirslermı ve kinlerini geride bırakmak istiyordu. Hayntmda fik def'a olarak hürriyetin ne olduğunu hissediyordu. Siyasi mü- cadeleler, kin, memleketinin bütün dünyaya hâkim olması arzuları | tık onun için maziye ait duygulardır. İstikbal Sadece kendisinden ve sevdi- diği adamdan ibaretti, Milletlere, şe- hirlere, siyasi ihtiraslara sırtları. ni çevirmişlerdi: bunlar şimdi ehem- | İİ YAZAN “Yazan: M.S. 25 HAZİRAN — 1938 . Ölüm cezası hangi sebeplerle on beş seneye çevrilmişti ? Tag Adı Hasandı. Öyle uysal, halim, 5» İ kin, öyle soluk almaktan bile korkar bir hali, bir tavr: vardı ki, bu adamın | boynunu ipten kurtarınış, on beşlik bir katil olduğuna inanmak pek güçtü. O cezoların en ağırına müstahak bir cinayet işlemişti: Kardeşini öldürmüş- tü., Buna rağmen ölüm cezasından kur» tulmuştu. Nasıl oldu bu iş?. Ölüm cezası harigi sebeplerle on beş yıla çevrilmişti?. Ortada cinayetin plânlı bir sürette yapıldığına dair deliller bulunmaması, şöhitlerin bu hususta kat'i bir şey söy- Vemeyişleri onu idamdan kurtarmış, vic. dan kanaatinden on beşi yemişti, İçeri ilk düştüğü gün, üstü başı pe- rişan, sefil bir haldeydi. Bir çok yerin- den yamalanmış pantalonu liyme liyme sırtındaki ceket parça parça olmuştu. “yalın ayak, başı kabak,, bir haldeydi. Babası paralr, zengince bir adam ol duğu halde, kardeşini öldüren bu hayır. sız ve uğursuz evlâda bakmıyor, bir metelik bile yollamıyordu . Üstte, başta ve ayakta olmadığı gibi, yatacak bir şiltesi, hattâ üstüne krvrıla- cak bir postu bile yoktu. Yorgan, örtü, battaniye nasıl, ne biçim şeylerdi, içeri düştüğü gündenberi bunların şekillerini bile unutmuştu, ADEMBABA KOĞUŞU Hasan, pis, yırtık pırtık elbisesi içinde, sefaletin bir timsali haline gek mişti. Bunun için onü ne (karantine) ya koymuşlar, ne kovuşlardan birine vermişler, doğruden doğruya « CAdem baba) ez e Ey Niçin bü a: ğin be > Nasıl bir yerdi (Adem baba) kovu- şu? Anlatayım: Eski, epeyce eski yıllarda, bulunduğu kovuşlarda serkeşlikler yapan, dahili inzibatı bozan, Adem adında bir mah- busu buraya koymuşlar. Bu mahpus, Hazreti Adem gibi, yaz kış yarı çıplak gezer, soğuktan müteessir olmaz, aç- liktan şikâyet etmez, günlerini neşe i- çinde geşirirmiş.... Bundan sonra âdet olmuş, bapisha- neye donsuz, gömleksiz, yarı çıplak bir mahküm geldiği zaman, başka kovuş- m —ğ—ğ——ğ—ğ—— miyetsiz şeylerdi; önlerinde bir ki- ristal gibi saf ve parlak istikbal açıl. mıştı; meçhul, hudutsuz, fakat fev- kalâde güzel olacağıma inandıkları bir istikbal... Dini hisleri olmıyan Erika o dakikada Allaha inandı, (Devam var) lâra vermezler, hemen buraya atarlar- miş... Kovuşta oturanların hepsi de yarı Şıplak oldukları için, Hazreti Ademin şıplaklığından kinaye olarak buraya şu ad takılmış: Adem baba kovuşu!.. KEDİ KEBABI! Yıllardan yıllara, mahpuslardan mah puslara intikal edip gelen tivayetlere göre, Adem baba, zorlu k:ş günlerinde kedileri keser, kebap yapar, karnını doyururmuş. Çıplaklar kovuşu, Adem babanın öl- lümünden sonra da adını muhafaza ve zamanımıza kadar intikal etmiştir. Bu" gün umumi hapishanede bu isimde bir kovuş vardır. Fakat yakında yıkılacak olân umumi hapishane ile beraber, bu isim de tarihe karışacaktır. Adem baba kovuşu hapishanenin en alt katındadır. Benim içerde bulundu- ğum yıllarda buradan ayakları kırılmış tahta kerevetler vardı. Kerevetlerin a- ralıkları, budak yerleri, yarıkları yaz kış tahta kurularile doluydu. Hem ne tahta kuruları?... Tıkız mı tıkız! Her biri Selânik fasulyesi büyüklüğündey- di, Hele fareler, mübalâğasız söylüyo- rum, toraman kedilerden daha büyük- tü. Gece gündüz meydanda dolaşırlar, şıplakların yanlarına kadar sokulurlar, onların nafakalarından kendilerine de hisse çıkarmağa çalışırlardı, Pencerelerinde cam yoktu. Buranın sakinleri, şilteleri, ot minderleri falan olmadığı için, kerevetlere uzanırlar, gazeteleri yorgan diye kullanırlardı. Çok soğuk gecelerde de, ikişer ikişer, birbirlerine sarılıp yatarlardı. Giailü Hasan, (Adem baba) da bu halde bir ay kadar, belki de daha fazla kaldr. Sonra bilmem nasıl oldu, bir gün onu aramızda gördüm. Üstü başı temiz, dü- zenli idi. Bulunduğum kovuşta dam ağasının, şunun bunun işlerini görü. yor, çaylarını pişiriyor, çamaşırlarını yıkıyor, yatakların: serip kaldırıyordu. Galiba, dam ağası, sokulgan, sessiz, İş görmeğe hazır halini görmüş, act mış, yanma almış, kıyafetine çeki dü- zen vererek, sefalet ve mihnettm kur” tarmıştı. Hasan, kovuş işlerine bakmağa baş Jadıktan sonra yaptığı cinayet etrafın da her kafadan bir ses çıkmağa başla- dı. Herkes bir fikir söylüyordu. Ve ni hayet bütün fikirler bir noktada top- Tanıyordu:. — Kardeşini kazara değil, bile bile öldürdü. Bir miras ortağından kurtul mak için.. (Devami var) kolla Ke LERİ IAN Filosofların veya vâzli kanunların yanlışlarını çıkarmağa — kalkacak değilim, biribirlerinin kusurlarmı kendileri daha iyi bulurlar; fakat, kardeşçiğim, nikâhın feshine cevaz vermemek- le, nikâhı herkes için bir ve aman bilmez bir düstura bağla- makla her izdivacı, diğerlerine kat'iyyen benzemez bir hale ge. tirdiler; ferdler biribirinden nekada aykırı ise izdivaclar da © kadar ayrıdır; herbirinin kendine mahsus dahili kanunları vardır. Karı ile kocanın dalma başbaşa yaşadıkları bir köyde. ki izdivac dahili kanunları, hayatın her gün bin bir eğlence | ile değiştiği bir şehirde kurulan ailenin kanunları bir olamaz; Paris'de hayat bir sel gibi akar, taşrada o kadar hareket yok, tur, o halde Paris'deki aile ile bir taşra şehrindeki aile bir 0- lur mu? İzdivacın dahili şartları bir şehirden öteki şehre bu kadar değişirse muhtelif insan mizaclarınm tesiri nekadar büyük o- “Tur, bir düşün. Bir dühinin karısı kocasına tâbi olup yaşıyabi- lir; halbuki bir budalanın karısı, kocasından akıllı olduğunu — hissederse, derhal dizginleri eline almalıdır, yoksa en büyük - felâketlere uğrar. Belki de düşünce ve akıl insanı nihayet, ahlâk fesadı denen — hale sevkeder. Bizim için ahlâk bozukluğu, hislere hesab ka- - Tıştırmak değil midir? ihtiras ancak irade haricinde olmak şartiyle, her türlü hodgümliğm önüne geçen Âni ve ulvi hamle. leri göstermek şartiyle güzeldir; düşünmeğe, akıl yürütmeğe kalkan ihtiras bozulmuş, mahiyetine fesad karışmış demektir. ş Kardeşçiğim, riya derken susmak cesaretini gösteren kadı- »m sükütu kastolunuyorsa, riya ve kin istikbali hesaba katmak zarureti kastolunuyorsa ergeç sen de! “Evet, bir kadın için riya da korsa kadar lüzumlu bir şeydir,, diyeceksin. Her evli ç kadın, ekseriya tabint kanunlarına bir türlü uymıyan içtima Nurullah ATAÇ 1922 Çeviren: kanunları kendi zararma olarak öğrenir. Biz yaşta kocaya va. rılmea on ik! tane kadar çocuk doğurmak kabildir; fakat bu- na rıza gösterirsek on iki cinayet işlemiş, on iki felâkete mey- dan vermiş oluruz. Birtakım sevimli mahlükları sefzlete ve ye. ise teslim etmiş olmaz mıyız? halbuki İki çocuk doğurmak, iki saadet, iki nimet, bugünkü kanunlarm ve âdetlerin, ahengine uyabilecek iki varlığa can vermek demektir, Tabiatın kanunlarıyla insanların kurdukları kanunlar biri. birine düşmandır ve biz onların çarpıştıkları sâha oluyoruz Kurduğu ailenin kendi kendini yeyip mehvetmemesine çabalı. yan bir kadının gösterdiği akıllılığa ahlâk fesadı diyebilir mi- sin? hesabın bini de, biri de gönülde her şeyi harab etmeğe ye- ter. Siz de, sizi tanarcasına seven adamın bahtiyar ve mağ. rür karısı olduğunuz zaman bu feci hesebü kallanacaksınız, benim güzel baronn (1) dö Makumer'ciğim; yahud ki o üstün adam sizi bu mecbüriyetten kurtarnenk, yeni o hessbr kendisi yapacak. Görüyorsun ki, sevgili çılgm kardeşçiğim, medeni kanunu, karı kocü aşkı bakımından tetkik ettik. Sen de öğrenip anlı ie Yacaksın biz, evlerimizdeki saadeti devam ettirmek için başvu. racağımız çareler yüzünden ancak kendi kendimize ve Allaht- muza karşı mes'ul olabiliriz; o gayeyi temin edebilen hesab da evlerimize matemi, kavgayı veya dirliksizliği sokabilecek ölen düşüncesiz aşktan elbette hayırlıdır. Ben, zevcenin ve âile annesinin vazifelerini yüreğim sızlıya sızlıya öğrendim. Evet, sevgili meleğim, vazifelerimizi ifa et- mekle birer asil insan oluruz, fakat bunun için birtakım vlvi yalanlara katlanmamız lâzımdır, Lui'nin beni birden değil de her gün biraz daha fazla tanımasını İstediğim için beni riya. kârlıkla #ltiham &diyorsun; fakat karı ile koca arasındaki dirliksizliklerin asıl sebebi, biribirlerini pek yakmdan tanrma- ları değil midir? ben onu, kendi saadetini düşündüğüm “için, zihni benimle meşgul olmasm diye çok geylerle uğraştırmak istiyorum; halbuki ihtirasın hesabı böyle değildir. Şefkat tükenmez ama aşkın sonu gelir: aşkı bütlin bir ha. yata münasib bir surette taksim etmek namuslu bir zevce için gerçekten büyük, şerefli bir iş değil midir? ben! nefrete ayan bulmanı da göze alarak söyliyeyim ki fikirlerimde ısrar ediyorum ve bunun için kendimi büyük ve âllcenab bir insan sayıyorum. Fazilet, tecellileri muhite göre değişen .bir esastır: Provans'ta, İstanbul'da, Londra'da, Paris'de faziletin tezahür- leri biribirine benzemez ama yine de fazilet olmaktan çıkmaz. Her insan hayatımm örgüsünde, hiribirine hiç uymaz şekiller bulunur ama bunlar, biraz uzak bakilinca, hep bir Örnekmiş gibi gözükür, (Devamt var) (1) Bir baronun karısı demek olan baronne kelimesini, müzekkerinden ayırmak için içi “w ile yazmağı münasib gür. düm.

Bu sayıdan diğer sayfalar: