4 Ağustos 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 7

4 Ağustos 1938 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Müşler : ii e —. m tahlillerimde olduğu gibi 4 li vaa temas eden ve est. Yazıyı da yazdıran müşahe. hayali tiplerinden de- hakiki hayat sah. e lde Haberde, yabancı gazete iy ii asiz bir kahramanın, çok “ini gel bir genç kadının fazilet de- ı aşan fedakârlığını okudum: Saç arnda bir çocuk hastanesin hastabakıcı acil bir ilâer hazır lay ©38ul olduğu serada birdenbire “ine, İ8birto lâmbasının alevleri göm a koğuşun öbür ta. e bulunay, banyo dairesine koşmak ve alam mevcutken bir tür. Min İlya vü pm , rı an geç- x 8 onları da ateşe tutuşturmak "ai, İİ mevcuttur. o Vazifeşinas e AD İçinde kıvrana kırana öl. a Şa #tmiş ve imdadma yetişenle- letime bir şey olmadı ya?.,. Bözlerini ebediyyen dünyamıza > Herhalde bu facin, klâsik ahlâk kitaplarından, moralist Ağdalı nazariyelerinden fazi. Sitalgi, * Çalışanlar için en veciz » Ben de yurdumda çok kısa Zarında O tamamile ayni ol- Üeraher buna benziyen bazı i. Barlık tecellilerine bizzat şahit Pizartesi günü güneşin en kız- iz Sie ve ultanahımet tramvay du- Park ağaçlarınm gölge. heniz duruyordum. Ortada yal Kurun yazılı mavi bir ceket #<uk denecek kadar bir gaze- ; Ve yazımı ihtivaeden b anda ancak bu çocuklar lira uzattım; bozabilecek Yoktu. Fakat gazete okumak deki şiddetini sezen zeki ocuk “sizi o tanımıyoruz; be İğünüz zaman verirsiniz.,, Zu bir centilmenlik ve bir gazete © uzatıyordu. bil meydanında başında bir taşımıyan etiketsiz o ve insandan başka bir Bir taşralı da olabilirdim. lerde fiiliyattan ziyade e- Müsküy Ve fantazik tezahürlerde N ei Yavru ke insanlar, fakir ve N kuruşluk bit kıy. yen hama yerini anlayamaz- atla, yekâr bir aile ocağım- iy, Ayaklarını kızgın güneşten ln ye yp deri parçasından mah. May niversite kürsülerinin fa- Aİ hay an da çok uzaklarda bu. İİ EŞ EL, & TE 7 3 bel EZ kat daha histen kamçılan İsinde bir gün © tanıdık bir erir Ve gazete okuyor- birinin vermiş oldu. alk banknot bozdurmak için - Pratik hayatta insan tipleri Yazan: Dr. R. ADASAL dükkân sahibi, çocuk garsonunu dişarı göndermişti. Biraz sonra sapsarı bir çeh re ifadesi ve tutuk bir dil ile dönen ço- cuğun beş lira yerine dört lira iade et. mesi dükkânda şiddetli bir fırtına ya- ratmıştı. Usta bir liranın düşürülmüş ve ya noksan verilmiş olmasma bir mana ve remiyor ve çocuğu £ azarlıyarak yeniden aramaya gönderiyordu. Çocuk ikinci dö. nüşünde çehresinin rengi düzelmiş oldu- ğu halde eksik lirayı iade etmişti. Meğer bu vakaya benim gibi şahit olan ve kar- şımdaki masada oturan zat kimseye belli etmeden dışarı çıkarak cebinden çıkardı. ğı bir lirayı çocuğa vermiş ove ustasına dikkatli araştırmalardan sonra yolda bul duğunu söylemesini de tenbih etmiş idi.. Sanradan, bu meçhül şahsın orta halli ve çoluk çocuk sahibi emekli bir subay mevkii ile şerefini (sezdirmeden kurlar- mak istediği çocuğun da yazın bir lokma ekmek hatırı için çalışan öksüz bir talebe olduğunu öğrendim. Her sene bu mevsimde yurdumuzun ta İskenderun ve Kars gibi en tuzak öşele. rinden bile süel mekteplere girmeğe he- veli olan bir çok yavrular İstanbula &- şüşürler. Ne çare ki bunların bir kısmı derece derece arızalıdır ve asker hekim- leri bütün gün bunları o muayene etmek ve ayıklamakla mükelleftirler. Bunlardan Mersinden buraya kadar okumz aşkile koşan iki yavru da ancak burunlarındaki fazla etleri aldırdıktan sonra mektebe girmek hakkını o kazanıyorlardı; tabia- tile henüz sivi! hüviyette olan bu vatan. daşlara askeri hastaneler müdahale ede- mezdi. İyiliği seven bir dostumun delâ. letile bu memleket (o çocuklarını büyük hastanelerimizden birine ve genç bir ku- lak şefine gönderdim; derhal ameliyatla. rını yaptığımı ve mektebe girdiklerini bu gün öğrenmiş oluyorum. Genç hekimin yolladığı pusulayı da insanlığın ve fa- ziletin bir hücceti gibi saklıyorum. İşte üç dört satırla muhteviyatı: “Dokto- rum, biz bu vatan çocuklarım kurtarma. ya vicdanen mecburuz. Binaenaleyh te- reddüt etmeden sana müracaat eden bi. tün bu bikes yavruları bana-görder. Ben resmi vazifem haricinde olarak elimden geldiği kadar çalışır; ameliyatlarını ya- parım.... Bu çalışkan ve duygulu heki. min ismini zikretmemekle (insanlık de- recesini reklâm ve gösteriş boyalarından kurtarmış oluyorum. Bütün bu saydığım müşahedeler alâyiş den ve nümayişten tamamile uzak kalan hakiki insanlık vakalarıdır. Sıhhatini ve hattâ hissiyatını, parasını, zamanını başkalarınn shhatleri ve saadetleri hesa- bına olarak feda eden ve bu iyiliklerini sezdirmeden yapan insana ahlâk kitapla rı altroist yani diğerbin derler, İkinci bir yazı ile ilmi cephesini de tahlil edeceğim bu nefis feragati ahlaki meziyetlerin en yükseğidir. Esasen ahlâkta hareket nok tası olarak egoizmi yani ferdiyetçiliği a- lan cemiyet ahlâkı inkâr ediyor demek. tir. Ne yazık ki asrımızda ve medeni dün yamızda ferdiyetçilik feleselesini ahlâk olarak yürüten cemiyetler (o ve insanlar görüyoruz. Doktor Rasim ADASAL Florya kampında oyun, temizlik ve eğlence... Fantezi bir görüşle, Florya ülkokul kampı Florya kampında Yalova safası Çocuk kampının çocuk Karagözcüleri neler an- latıyor — kampta satranç en sevilen oyundur — Şimdiye kadar boş kalmıyan misatir çadırı da beyaz dekolte iskarpinlerivle, güneş vesalre, vesaire... Yazan: Süheylâ Şefik — Bol ve temiz hava... Güneş... De- niz... Hayat no tatlı!... Modern kampı i- cad ederek hiç değilse yılın birkaç aym- da bize iptidalliğe ve tabiata dönmek İmkânmı veren zekânm ruhu şad olsun. — Kamp hayatı... Ah kamp haystı.. Ne yazık ki yarın akşam çadıra veda 6. deceğiz.., Bir bayan — Bay “...” biliyor musu- nuz? bir ay içinde tam 3 kilo aldım... Bir bay -—— Ben 2 kilocuk alabildim... Bir bayan — Ben beş kilo aldım... Bir bay -— Ben 6 kilo! Bir bayan — Derimin tunç halini sla- bilmesi için bir ay kâfi geldi... Bir bay — Sirtim meşinleşti!.. « Delise esen rüzgârın gırpındırdığı bi- yük çadırm gölgeliğindeki şezlonglara yan gelmiş Üç dört delikanir.. Üç dört genç kadın... hararetli bir mübahaseye dalmışlar... Kizgm öğle sicağında tırmandığın yo- kuşun beni Florya İlkokul kampma çi- karacağından o kadar emindim kil... Fa- kat... görünürde tek çocuk yok.. Ak, ne dikkatsizim?.. İşte Ilkokul kampı di. Yen — Affedersiniz, bayan... İlkokul kam, pm ararken... N En son moda bir plâj pizema- $ınm yarı yarıya açık bıraktığı gü- neş yanığı bacaklariyle yanımdan geçen genç kadın, kara gözlüklerinin altından beni gülümsiyerek süzdü: — Yanılmadınız, efendim... Burasıdır. Arkadaşlarım vo ben öğretmeniz... Ziya- ret saatiniz çocuklarım istirahat zamani- ns raslıyor da efendim... Bayan öğretmene, birkaç kelimeyle hüviyetimi ve maksadımı anlattım. — Demek, kampımıza dair bir yazı yazacaksınız... O halde, geliniz, sizi bir öğretmen arkadaşa tanıtayım... Sanırım ki, izahat: #izi tatmin edebilecektir... Rüzgür, deli gibi esiyor... ... Açık önü Marmaraya bakan bir çadır. Kenarlarnda küçtik küçük iskemleler dizilmiş muntazam yemek masaları... Ü- zerlerindö buz gibi suyun buğulandırdığı temiz sürahiler... Göze görünür bir yer- de Atatürkün fotoğrafı ve iri yazıyla yazılmış bir Kitabı... Siyah tahta Üzerin, de günlük program... 7 kalkma... y 7,15 - 7,30 $imnastik... Şi 7,30 - 8 yıkanma... Bay öğretmeni dinliyorum: — Sabah temizliğinden sonra bayrak töreni o yapıyoruz... OKamptaki bü - tün öğretmenler ve küçükler bu mera- simde bulunmak mecburiyetindedirler... 22 kız, 46 erkek okur... Buna birde 8-10 kişilik bir öğretmen kafilesini ilâve odi- niz... Florya, hemen her sabah, yüze ya- kin göğüsten kopan İstiklâl marşıyla u, yaniyor... Bayrak merasimini çadır t6- mizliği takip eder... Küçükler, kendi ça- dırlarını kendileri temizlerler. Yatak- Jarmı düzeltirler... Çadır iplerini mua- yene ederler... Baz Kampın çekirge avcısı Özçelik... O, çekirgelerin, ağustos böceklerinin amansız düşmanıdır.. Öğle yemeğinden sonra 2 saat uyku... Hava İyi olursa deniz... Deniz çırpıntılıy”- sa ders... Ve, bay öğretmen, birdenbire, denize şapkasını uçurmuş bir adam telâşiyla ye- rinden doğruldu: — Özür dilerim, hanımefendi... İstan. bula inmek mecburiyetinde olduğumu şimdi hatırladım... Müsaade ederseniz sizl kamp direktörümüze takdim ede. yim... — Treninizi kaçırmayınız, efendim... Kamp direktörü bay “xx”, göbeğinden ve iştihasından anlıyorum ki, şikemper- ver bir zat... O, bütün dikkatini ve «- lâkesını, geniş boyaz tabakta minimini birer zenci kolu gibi yatan zeytinyağlı patlıcan dolmaları üzerinde teksif etmi- 46 benziyordu, Ve, itiraf edeyim, ben hiç bir sıfatımla onun alâkasını gıcıkhyama- dım... Çırpıntılı çadırın gölgesinden hep ayni sesleri duyuyorum : — Beş kilo aldm! — Üç kilo aldım! Çadırın kenarında, sevimli bir çocuk, garib bir işle meşgul... Yanma yaklaş. tm... O, kampm eğlenoe hayatında eühim rolü olan bir küçükmüş meğer... Melih, kampın karagözcüsüymüş... Evet, evet... Kuragözcü... Kampçılar, akşamları, İlyas öğretmenin “Ali bava © Hindislandr”, “Çarşanbn ile pörşombo,, masallarından ve radyodan bıktılar mı, Melih'in perde. si önüne can alarlarnış.. Melihin iki de yardımcısı varmış: Do, Zan, Kudret... Yarm kampa nihayet veriliyormuş. Çocuklar, bu münasebetle hir vedn ge- cesi tertib etmişler.. Küçük karagözrü, sanatmı ve meharetini gösterebilmek $- çin didiniyor... “Karagözün Yalova safa- $1,, ni oynatacakmış... İnce mukavva Üze- rine “Yalova safası” nm mühim şahsi - yetlerinden biri olan “#lippe” yi öyle kuvvetle tersim etmiş ki!... Bu, kırmız suratı ile, kara gözlükleriyle, ayaklarm- |ocuk, hepimizin bildiği mülüm ten meginleşen derisiyle modern bir züppe... İşte, ayni oyunun tiplerinden biri da- ha: Arnavud... İşte mahut küp... Çanta, ev ve salre, ve saire, Perde kurdum, şem'a yaktım... Oyna, dı alli hayâl, Kemali haktır perdemiz yâr hana bir <ğlenee.., Evet... Melihin Yalova safası, Hacıy- vam bu nakaratiyle başlıyormuş... Ve, oyunu bir çırpıda hulâsa cdiveriyor.. Ne ze- kir, Çok geçmeden etrafımda beş on kü- çük toplandı. Hararetli hararetli, kamp hayatlarmı anlatıyorlar, Kendilerinden öğrendim ki, şatranç merakı aralarında almiş yürümlş... Melih, Aleksandr, Mün- şit, İsmall, Boris, Doğan, Özçelik... sat- rancı çok iyi oynıyanlarm başında geli - yorlarmış.. Terbiyevi kıymeti haiz bu. Yunduğu İçin bilhassa öğretmenleri ta- rafından bu oyuna teşvik ediliyorlarmız. Satranç, düşündürmeğe, sevk ve ida- reye altştırıyormuş?... Dikkatimi çekti: #atranç meraklılari- nm hepsi de erkek... Kızlar nedense bu oyuna karşı alâka duymüyorlar... Bunun manası #arihtir: küçük bayan. lar, daha şimdiden, sevk ve idaredeki kabiliyetlerinden emin bulunuyor, “dü. şünmek” hassalarını inkişaf ettirmeği Nüzumsuz seyryorlar! Satranç şampiyonluğu Aleksandrda. — 6 yaşımdanberi şatranç oynuyorum abla... diyor. — Fakat, yaşm kaş, yavrum? — On iki... Satranç tahtası karşısında 8 yaşından beri düşünmeğe alıştırılan küçüğün gey- tana külâbmı ters giydirtecek zekâsı gözlerinden okunuyor... Müngit, bana izah ediyor: — Şunlar kaledir, abla... Kaleler iste- diği kadar düz gider ve düz alir... Vezir. ler çapraz da, düz de giderler.. Atlar çok marifotlidir... İcabında atlıyabilirler, Şah en büyüktür... Her tarafa bir ayaği- le iner., Şah sıkışıran oyun biter, ve İlh.. Çocukların, kampı gezdirmek arzula, rma memnuniyetle uydum. Kampın şi. kemperver direktörünü patlıcan dolma- lariyie başbaşa, kamp öğretmenlerini “beş kilo aldım, ilç kilo kaybettim?,, mii. bahaseleriyle dizdize bıraktık... Küçük- ler, bir misafirin, hele bir gazetecinin nasıl izaz edileceğini çok iyi biliyorlar! Kampı dolaşıyoruz. — Şu'çadır, misafir çadırıdır... Öğret, menlerin, direktörün misafirleri burada yatırılır... Şimdiye kadar misafirsiz kal. dığı görülmemiştir! — İşte mutfağımız... Ahçımız, Hardi- ye o kadar benzer ki eşhur ikiz ko- mikleri herhalde biliesinir.. oAhçımız, Hardinin #anki hmk demis burnundan düşmüştür... — İşte 12 numaralı çadır. (Devamı 14 üncüde) Süheylâ Şefik oyunu

Bu sayıdan diğer sayfalar: