30 Eylül 1930 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

30 Eylül 1930 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

glliyet i yesen amdesi “Milliyet” tir. © “30 EYLOL 1930 İDAREHANE — Ankara caddesi No: 100 Telgraf adresi: Milliyet, İs- i Telefon numaraları: İstanbul 3911, 3912, 3913 ABONE ÜCRETLERİ G Türkiye ae 3 aylığı 400 kuruş ru Ni 70 ,, 1400. 2. 1400 2700 , a Gelen evrak geri verilmez Müddeti geçen müshalar 10 kuruş tur. ve matbaaya ait işler Bugünkü hava Dün hararet en çok?ü enaz 16 derece idi Bu gün hava açık olacak rüzgir poyraz esceckür. © Geçende ben de ayni ümütte iken © güneş çarptı idi. Dun edelim ki canlı bir tarih olan Zaro Anğaya nazar dey mesin ve zavallı ihtiyar kazadan sağ salim kurtulmuş olsun. Bir mektup ve cevabı Felek Beyefendi. Siz beni bilmezsiniz, fakat ben si- 2i giyaben yazılarımızdan çok iyi ta- miram. Her akşam sizin kendinize mahsus çok hoş bir yazışınız var. * Hırsız hikâyeleri mi, kinayeler mi, b bavadis sizin ufacık sütunda sırala © pip durur, Bazan ciddi, bazan alay, fakat hep değişik. “© Hiç mi içiniz sıkılmaz, hiç mi güç lük çelmezsiniz?.. mün önünde canlandırırım. Sizi dai- ma, karnımızı tatlı tuzlulu güzelce doyurduktan sonra idarehanedeki ya 5 masasının başında hafif hafif es diğinizi görürüm. Sonra uyku fena halde bastırır, artık dayanamazsınız, oturmuş olduğunuz yumuşak maro- ken koltuğa yaslanıp âlâ bir şekerle. me yaparsmız. Odaya giren bir arka- 'daşınız” sizi uyandırır. Bir de sante şakarsmız ki epice vakit geçmiş... Şimdi ne yapmalı? Ertesi gün için de muhakkak bir şeyler yazmak li- gsm, Eğer hayırlı bir rüya gördünüzse ne âlâ... Aksi takdirde Allah elinize © dilinize hi seyi düşürmesin. Zira Fe © — Modbinliği, bir an için olsun bırakmak! Bir saniye, bir lâh- za feragati bile, fedakârlık sa- İdan şikâyetçi mi geldi? Geliyor! yacak derecede mi hodbin zan-|ve gelmekte? hediyorlardı?. — Kabul ediyorum, söyle. Hürrem Hakkının kalbi o ka- © dar sıkışıkı beyni okadar karışık tı ki, vakur ve mağrur Nevres Wacidin boyun eğişindeki asil #erzinişi farkedemedi. Kollarını #avuşturdu: — Aftediyorsun? Bu, neyi is der? Oğluna karşı olan mu TEZ EMDE 5 mez, Ben akşam olsa da babam Mil- liyeti getirse diye dört gözle bekle- rim, Gazete gelince mesele halloldu zannetmeyiniz. Çünkü biz üç karde- şiz. Tabii gazeteyi ilk önce ben oku- mak istediğim gibi onlar da isterler, Kim dikkatli davranır da babam ge- lir gelmez gazeteyi cebinden alırsa © kârlı çıkar. Eğer tayyare piyango- su çıkar da zengin olursak, babam günde üç Milliyet alacağını vadedi- yor, Maamafih ben şimdilik en sona kal mayı tercih ediyorum. Çünkü gece- İleri yatakta gazete okumak pek ho- şuma gider. Ne ise uzatmıyalım, size bu mek- tabu yazmama asıl ili mühim se bep var, bir çok geceler uykumu kaçırttr. Fe- İleğe yazsam mı diye günlerce düşün- Belki bunları biraz münasebetsiz bu- lacakimız, amma zarar yok hatirun âçin hoş görüverin. Birincisi: Pek merak ediyorum Be çemberinizden geçirmek için mi?... Felek derler. Yoksa sizin de mi bir çekmeceniz var. Beni bu hususta ten vir ederseniz minnetlarınız olurum. Gelelim ikincisine: Bu tamamile şahsıma ait bir mesele. Bizim evde bana daima benim a- | kıllanmıyacağımdan bahsederler. Se- * bebi de sizin her şeyden bir alay çı- kardığınız gibi ben de her şeye gür! lerim, Konuşurken değil amma, yazar- ken dehşetli gevezeyim. Şimdiye kadar ömrümde hiç kim- seye iki satır ciddi bir şey yazma- dım. Kıra gideriz herkes güzel güzel yerde oturur. Ben muhakkak orada da bir ağaç bulur üstüne çıkarmm. Rahat rahat oturup ta tentene yaptı- ğım yer bizim dut ağacıdır. Daha neler, neler fakat artık daha fazla yazıp başımızı ağrıtmak iste- mem. Hem zaten mektubumu sonu- na kadar okudunuzsa bu kadarına lü zum olmadığını anlamışsınızdır. Şimdi Allah aşkına siz söyleyin miyim. Vereceğiniz hükme, ve kara! Fa inanıp iman getireceğim. Yooo, kaç yaşında olduğumu söy- nem gibi ümidi kesersiniz. Nasıl ki ben de hemen hemen yüzde doksan dokuz ümitsiz bir vaziyetteyim. Ba- İki... am Kariemizin bu şakrak mektubunda “Felek,, in şahsını tasavvurdaki ha- tası bir iki değil ki tashih edeyim. Felek me şişman ne de oburdur, ge- celeri bile az uyku uyur.. En ziyade Sorulan suallerin cevapları: “Felek,, ismini işte böyle merak etsinler diye aldım. Kamburumuza gelince bir değil bir kaç kamburu- muz var, Sizin akıllanmanızdan ümit kes- imenizi de münasip görmem, Hem hangimizin akıllı hangimizin akılsız olduğunu gösterir keskin bir ölçü olmadığı için siz kendinizi şim- debilirsiniz. Malımut Yeseri diyor?. Peki, bundan sana ne? Kimin kızını ayarttı?"Komşular Sesi perde perde titriyerek Gururu, incinmiş, kanamıştı: |yükseliyordu: — Rasih çopkın değil, .. Birdenbire elile alnına vurdu: — Hem rica ederim, onun as rmm adamı olmadığını söyli- yefendi, neden isminizi Felek koydu-| beyefendi. Ben acaba adam olabilir! lemem. Sonra maazallah siz de an-| MİLLİYET Fikir, Mizakh, E SALI 30 EYLUY | Sıhhi bahisler | | Zıya.. gıda mıdır ? Her şeyi aydınlattığı halde bilmediğimiz şeylerden bi- risi de ziyadır. Ziya hakkındaki bil- gimiz hemen yok denecek mertebede dir. Bizi umumi hayata bağlıyan mu ammaların birisi de budur. Zaten se biliyoruz ki... Devrini düşünenler den meşhur Felesof (Paskal) ın de diği gibi hiç bir şey... Ziya ve nur sayesindedir ki ruhlarımız kâlnatla birleşiyor. Ziya ve nur olmasaydı bil. diklerimiz ellerimizin dokundukların- dan ibaret kalacaktı. Bir hayranlığa — İki sual soracağım Bunların her) dalacak, “ama,, da kalkacaktık.. (ikisi de beni günlerce rahatsrz etti ve| Ziyadan kıymetli bir şey yoktur. Lâkin, dediğim gibi, kelime oyunu yapmıyarak söylüyorum, bizim için düm. Nihayet yazmağa karar verdim! mahiyeti itibarile bile ziyadan karan- Uk bir şey yoktur. Nedir, nasıl peyda oluyor?. ... Bilmiyoruz. Az bir zaman içinde fizikte hakilki bir inlelâp oldu. Şimdiye kadar halle- dilemiyen ziya bahsi de garip ve ye- ni bir zemin üstünde tetkik olundu. O meseleyi fizikçilere birakiyorum. Mevzua geçiyorum. ».. Öyle sanıyoruz ki arzımız her tara-| fı kapalı bir &lem, hariçle feza ile, ef-| lükle slâkamız, münasebetimiz yok. . Yalnız münasebetimiz aramızda, bir yere kapanmış, yap yalnız yaşıyo ruz. Hiç te böyle değildir. Arzımızı, çok uzaklarda bulunan helezuni Nebü lüzlerden gelen fezai şualar bombardı man etmektedir. Arzımız elektro — manyetik bir sahada bir “tekâsüf,, gibidir ; bu sahanın bir cüz'ünü teş kül eder, Pezanın kürremize gönderdiği in- şiai kudretlerden, halihazırda, kırk kadarını tanıyoruz. Bu tanıdıkları- mız, henüz bilmediklerimize ve bel ki de asla bilemiyeceklerimiz - inşini kudretlere nisbetle hiçtir. Bugün kırmızı altından enfra - ruj. menekşe üstüne Ültra — viyole gi- 'den dalgaları, yani son tecrübelerin keşfettiği ve henüz son sözü söyle- mediği ziya dalgalarının âncak yüzde birini görüyoruz. ... Bu ziya dalgalarmın tedavi etmek Kassasından istifade olunuyor. Misal| olarak (Jorj Lakoski) nin tecrübele- rini gösterebiliriz. Malümdur ki kan- ser nebatlara dusallat oluyor. Bu zat Pelagoriyüm ismindeki o nebatların kanserini bir bakır helezun ile sar- mak suretile iyi etmiştir. Öyle zan- holunuyor ki bakır helezun, fezadan gelen ve kürremizde bulunanlardan daha kısa olan (gama) şunlarına ben ziyen lâkin daha nafiz ve frekansi yüksek dalgaları hapis ediyor.. Bu dalgalar çok yükseklerde bulunuyor. Sanki menşeleri arzın haricinde gibi. Şiddetleri gündüz gibi gece de ziya- da, .. Bundan anlaşılıyor ki güneşten gelmiyorlar. Kaynakları başka. . Öyle farzolunuyor ki salim hüceyreler ile hasta hüceyreler arasındaki ihtizaz müvazenetini düzeltiyorlar. İki hafta içinde koca ur nebatın dibine düşü- veriyor. Dünyada asla görülmemiş bir feyiz ve hayat beliriyor. Pek kuv- vetli olarak tahmin olunuyor ki bir gün gelecek fezadan dökülen bu nur diden dünyanm en akıllısı telâkki e çok hastalıkların teşfiyesi FELEK | 'kudretleri ile insanaları öldüren bir roümküm olacaktır. Meşhur fizikçi Milikan'ın o keşlet- Anladın mı? Sen, onun ağır yaradılışı olmasma A v teşekkür etmelisin! Bu, sözüme de dikkat et! Bu mütevali ihtarlar, Nevres acidin zihnini bulandırmıştı: — Ne demek istiyorsun? Hürrem Hakkı, bu suali duy- mamış gibi ayni ahenkte devam etti: Oğlunu affettin! Onun o, ik, tamir kabul etmez hata- larmı, kusurlarını, günahlarının kabahatlerini affettin ha! Homurdanır gibi gülüyordu: — Ne lütuf, ne müsamaha, ne âlicenaplık! Nevres Vacit, şaşırmağa baş lamıştı; korkarak bakıyordu; — Ne oluyorsun? Hürrem Hakkı, sağ elinin yen, miskinliğinden, ruhunun ih |baş parmağı ile bahçe tarafını tiyarlığıdan, pısırıklığından şi- işaret etti: kâyet eden sen, değil midin? — Yanılmışım! ğ — Yine de yanıl'yorsun! Ra- | Nevres Vacit dirseklerine meç|ze bırak... i mi? - Gençliğe karşı İsih'i ayartıyorlar, ayartmak iş-|hul ve ani bir darbe yemiş gibi) Nevres Vacit, gözlerini kıs: |letmiyordu; — Oraya, ona, fidana dokun- | tabii derecesinin tahtına düşer; Rasih bize gelmiyor, bize bak-| Hürrem Hakkı, kardeşine yak| mıyor, diye! Dr. Rusçuklu Hakkı miş olduğu (x) Ültra şuar, © ki top- raktaki radyümden pek yüksek bir in- şia kudretine “maliktir, bu tahmini tasdik etmektedir. imiş Fczadan gelen inşiat kudretleri br- rakalım da, güneşimizin ziyasına ge-| elim. Havadan sonra ziya, hayat için el. zem olan ikinci gıdadır. Farkında olmıyarak ziyayı yeriz, ziyayı yutarız. Bedeni ve ruhi hali- mize göre hayat kabiliyetimiz bazca vE kit zehirleniriz. Fotoloksi ye, ziya ile tesemmüme tutuluruz. Bu müstesna bir haldir. Umumiyetle hastalar gü- neşe koşarlar; güneşe karşı bu inci- zap tapiidir. » Hattâ iptidai insanlar güneşe taparlardı. Ziya, nazariyeler ile mutasavver bir kuvvet değildir. Fotonlardan, ve elektron lardan müteşekkil maddi biz cevherdir. Ziyanın mahiyeti elektri. ğe karışıyor. Ziya ile elektrik arasm- daki bu münasebet meşhur d'Arron-| val'ın yüksek Frekans'lı cereyanları ile tayin edilmiştir. Bu cereyanlar u- zaktan tenvir ediyorlar. Ve bes- liyorlar... Bu cereyanların tesirine tutulanlar az bir gıda ile iktifa edebi- liyorlar. Yazın kıştan az ve soğuk memleketlerde sıcak yerlerden ziyade yemek yendiğini herkes bilir, Bu key fiyet, Ziyanın beslemekte olmasından ileri geliyor. Gıda haline gelebilmek için ziyayı toplamak, onu görülüp tutulabilecek bir hale getirmek lâzım. Bu keyfiyet, cenubü Amerikadan Fransaya getiri- len etler üzerinde tetkik olunder. Bu etler, temas etmemek şartile fotograf plaklarına gösterilmiş, plaklar deve- lope edilmiş, plakların üzerlerinde yağ tabakaları İle mütehasip tasvirler görülmüştür. Demek oluyor ki yağ tabakaları bir nevi Ziya akömülâtörü.. bir şibih madeni/ Selenyüm de ayni ziya toplamak hassasnı haizdir. Bu türlü tecrübeler son zamanlar- da sıkca sıkcd tekst olundu. Bir çok memleketlerin ilim © akademilerine kadar çıktı, münakaşa olundu. Bir çok müdekkikler bu hâdiseden bahsederlerken meseleyi vitamin bah-| sine temas ettiriyorlar. Vitamin, biri- sinin dediği gibi, bu bayali cevher hakkında şimdiye kadar denizler ka- dar mürekkep sarfolunduğu halde henüz görülüp gösterilmedi. Hayatı doğuran kudreti bu cevherde münde- miç görüyorlar, Etlerin üstünde tekâ süf etmiş olan xiya ise gösterilebili- yor; çünkü fotograf plaklarını müte- €ssir ediyor; Fotojenik'tir. ... Karanlıkta bulundurulan, ve yahut kemiklerin sertleşmesi için lâztm olan kireci terketmiyen gıdalarla beslenen farelerin kemikleri yumuşuyor. Bu kemikleri yumuşamış fareler, güneş görmüş yahut cıva buharlı limbalara karşı tutulmuş hemcinslerni derileri hattâ ifrazatı ile beslenirlerse kemik- leri sertleşiyor, kuyvetleniyorlar. Bu nun sebe! » Güneş görmüş farele- rin devirleri ile ifrazatlarında toplar- mış, tekâsüf etmiş ziya bulunmasıdı Büyümeleri, boy sürmeleri gecik- miş, yürüyemiyen bedbaht çocuklar ziya ile beslendikleri zaman, gün geç tikçe kemiklerinin kireçlenerek büyü laştı, alçak sesle söyledi: — Belmaya da dokunsaydı, onu affçdecek mi idin? Nevres Vacit, silkindi; göz-| lüğünün kalm camları arkasın- da gözbebekleri kor gibi yanı- yordu. Yutgundu, sağ yumruğu nu sıktı ve susmağı tercih etmiş bir vaziyetter Yazı masasma doğru gitti, bitik bir tavurla kol tuğuna oturdu. — Neye cevap vermiyorsun? derdim. Nevres Vacit, taaccüple doğ- ruldu; — Anlamadım! — Susuyorsun! Demek ki nef sinle, vicdanınla, hislerinle mü- cadeledesin. . Bu gibi feragatle- rin, fedakârlıkların muhakeme ye tahammülü yoktur. Aşk kıs- kançlığında meskenet, ser ruh- saydı? ta adamlara yaraşmaz. Onları bi Hürrem Hakkı, nın kenarma ellerini dayadı ve| vurdu: kardeşine eğildi: basarak söylüyordi bir inilti 1930 debiyat, MEAN VA LR RR EN ALE ARL Çiçek meraklı Kendisile uzun zaman komşu ol- Yaşlı bir adam değildi. Bir anası var, onunla beraber yaşıyordu Hâlâ ev. lenmemişti. Kendisine evlenmekten bahsedenlere: — Bunu henüz düşünmüyorum, diye bir cevap verirdi. Fakat bu ada- mın dünya İç hiç bir şeye merakı ol- madığını, zannetmek yanlış olur. Çünkü kendisi son derece meraklı bir adamdı: Çiçek meraklısı bir a- dam. Çiçek merakirsr olan dostlarınız varsa bir gün bunların bir araya ge- lip nasıl konuştuklarını da görmüşü- hepsi kendi yetiştirdiği çiçekten bah seder, eğer bu lâkırdılardan siz hiç bir şey anlamıyorsanız türlü türlü çiçek isimleri söylenirken hayret et- bahsi açılır, Çiçek meraklıları bu mevzu üzerin de lâf ederken her biri pek hararet- li olur. Artık sizi bir tarafa bırakır. ler. İşte bu dostum da böyle idi. Evinin bir bahçesi vardı. Burası büyük değildi, fakat onun bütün fe- dakörliklara katlanarak, dizer bütün! masraflarını düşünmiyerek aldığı, ye | tiştirdiği çiçeklerle dolu idi. Bu bah- geyi ben kaç kere gördüm!.. İtiraf ederim ki bu meraktan bir şey anla- mıyordum. Bumu kendisine de söy- lediğim zaman: Dünyada çiçek merakı kadar tat- h merak ne olabilir?.. Bir çiçeği ye- tiştirirken onun günden güne büyü- düğünü görüyorsunuz. . Sizin bu çi- seğe hayat vermekte no kadar mü- bim bir hisseniz vardır bilir misiniz?. İşte bunu düşünmek ne büyük bir saadettir bilir misiniz?. Dostumla bu meseleyi münakaşa edecek değildim. Bir şeye merak bağ | lamış olan bir adamı o merakından vazgeçirmeğe beyhude olduğunu bilirim. Sonra dü şünüyordum ki. dostumun çiçek me- rakı her halde hiç kimseye ziyanı ol- mıyan bir meraktı. . ne kadar ... Fakat hayat ve iş insanı türlü a a rr rma düğü röntgen şuar tahtında görülü- yor. Raşitizm denilen kemik hastalığı ziya ile ve balıkyağı ile iyi olmakta- dır. Balıkyağının tesiri, Morina balı- ğının güneş görmüş hayvanlarla bes- lenmesinden ileri geliyor. Fareler, karanlıkta yaşadıkları hal- de raşitizme tutulmuyorlar. Çünkü scbzelerle, meyvalarla, meyvaları ka bukları ile geçiniyorlar, Profesör Hü- go bu hususta çok ileri gidiyor. Mey- yalarla hububatın kabuklarında bes- leyici ve tedavi edici unsurların çok siyade olduğunu söylüyor. Hele kepekte mağnezyüm ile ziya pek çok bulunduğundan inkıbaza ve hattâ kansere karşı geleceğini iddia ediyor. Profesörün bu sözünü dinle dikten sonra artık söyliyecek ne ka- ır? masası" — Oğluna teşekkür borçlu- sun! Nevres Vacit te yumrukları- nı masaya dayamıştı: — Teşekkür mü? Hürrem Hakkı, kelimelere — Evet, teşekkür... ve min- net borçlusun! Nevres Vacit, sönük gözleri- Affetmezdim;. bahçıvan gibi o- | ni kardeşine dikti, bir müddet nu koğardım, demeni tercih e-| bakıştılar. Yavaş yavaş Nevres Vacidin yumrukları gevşedi, iparmakları gevşedi, kolların / gerili İğır geriye çekildi; sırtını koltu-| mıyordum. Tahteşşuur bir ira- ğun arkalığına verdi. Gözlerildenin, bir muhakemenin, bir, ü 1ndü, göz kapakları | kuvvetin sevki ile yapıyordum. en, duyulmıyan; Haydi! içleri gevşedi, ağır a- — Ya! diyebildi. Hürrem Hakkı, hâlâ gerile- miyordu, kardeşinin bir darbe- de harap oluşu, bitişi onu geri- €5 dın —ngilizceden— | türlü tesadüflerle karşılaştırıyor. Ben dum, Aramızdaki dostluk biç bozul- de İngiltereden uzaklara gitmeğe I madı. O bir ticarethanede kâtipti.İmecbur oldum. Komşumdan tam on e sı ka iki sene ayrı kaldım. Nihayet bir gün avdet ettiğim za- man ilk işim eski komşumu aramak oldu. Gittim. Kendisini evinde aradım. Fakat ilk nazarı Gikke'imi celbeden sey bahçenin hali «lu, Eski kor- şum evindeydi. Fakat bahçe ne hale gelmişti bilseniz!, . Eskiden o kadar dikkat ve sevgi ile yetiştirilen güzel çiçeklerin yerinde kurumuş otlar gö- rüyordum: — Artık çiçek merakından vaz geçtiniz mi?.. diye sordum. Gülerek tasdik etti: — Evet.. Vaz geçtim gibil.. Siz buradan gittikten az sonra anam öl dü. Hayatta yalnızlığı hissettim. Ev lendim. Şimdi bir kaç çocuğum var ki bu bahçede onlar koşup oynarken şiçeklere artık yer kalmıyor!.. Dostum çocuklar da çiçekler gibi: Bir çocuğu yetiştirirken onun gün den güne büyüdüğünü görüyorsu- nuz. . Sizin bu çocuğu hayat vermek- te ne kadar mühim ne kadar mühim, bir hisseniz vardır bilir misiniz?, İşte bunu düşünmek ne büyük bir saadettir bilir misiniz?. > Eski komşumun artık hayat ve ha kikate avdet ettiğini görerek o mem- nan oldum. İİ arn'at i Mektepliler müsabakası Kİ müteakip günler için açıktır. Meclisin içtimaı 72. nci hattan 3iüncülüğ! nü Galatasaray lisesinden 35 Nihat B. kazanmıştır. Yazısı ş dür: Bu hafta aktedilecek içtima ici mi him cephe arzetmek itibarile en mil him haberi teşkil eylemektedir: 1 — Geçen sene başlıyan mali bu rana bir tedbir olmak üzere döviz mi bayaasının bir kanunla tahdit edild ği ve mürakabe altma alındığı mz Tümdur. Ancak konsorsiyonun fazla İng liz mübayaa yolunda yürümekte ol Juğu şu sırada ihraçat mevsimi olen) 8ı ve harice her senekinden daha fa la mal sevkedilmiş bulunması itibari ledir ki içeri ihtiyaçtan faza par girmiş ve düşmek tehlikesi göst mekle tüccarm büyük zarara üğr ması meselesini meydana çıkarmı: tar. Bu fazla isterlini kıymetten şürmek için mübayaa yolunda Mi listen kâfi akçenin sarf: için müsaad istenilecektir. 2 — Bütün tenkitlere rağmen İs İmet Pş. nın halkçı bir hülcümete İ hip olduğu bu lâyiha, gayesi itibar İle, fuzuli değil fakat fili bir isbattır) Hükümetin icap eden yerlere koşm” yı bildiğini pek güzel anlattığı içir! Sinema ve tiyatrolar İ.B. Darülbedayi temsilleri 1 teştinievvel çarşamba akşamı Sant 9,30 da TOPAZ 4 perde. Tercüme edenler 1 Galip Hi. Rasim Yarın akşam Elhamra Sinemasında Mevsimin ilk sürpriz filmi ve VİLLY FRTİSCH ve LİLLİAN HARVEY in temsili muhte. şemleri olan AŞK VALSI Büyük gala olarak göste cektir. Şaşırucı o valsleri ve melodileri ile temayüz Gi işeler, gala müsameresi ile Finrlarda zammiyat yoktur. MUSiC program şiddetle göğ — Benden... Hürrem Hakkı- dan... Senden bir kaç yaş büyük olan adamdan... Ömrünü, bekâr lığın her türlü, her türlü yıp- ratıcı -sefahetile, sefaletile tü- ketmiş olan ağabeyinden! İn- sanların ne kadar adi mahlük olduğuny,, bilhassa ihtiyarlayın ca ne kadar gülünç hırslara ka- pıldığını anlaşmak istiyor mu- sun Açıkça söyliyeyim şimdi! Senin bu şüphen, bu kıskançlı- ğın, benim gururumu okşamı tı. Müphem cevaplarla senin en dişelerini daha fazla kamçıla- dım, Bunu, ben, istiyerek yap- deseydin, o meydanı! boş, tamamile bana bıraksay- İdin; ne olurdu? ne olabilirdi? Durdu, ellerini pantolonunun ceplerine soktüü: — Her geçen dakikanın in- sanlârı geriye attığı, mazileştir 2 Teşrinievvel Perşembe âkşamı MAXiM Kışlık bahçesi Avrupanınkilerile rekabet edebilecek büyük edilecektir 4000900 55553309 - HALL ile küşat iddia edebilmek için hangi ku vete dayanabilirz? Gençlik bili kendi kuvvetinden, kudretin den, hakkından emin olamaz ken biz ne cesaretle meydan çıkabiliriz? söyle, cevap ver. Nevres Vacit, derinden ge len bir sesle rüyâda imiş gil sordu: — Gençlik, neye endişe edi yor? i — Onu Rasihe sor, o, sani anlatır. Nevres Vacit, kinini saklami ğa lüzum görmüyordu. Dişlet arasından: — Rasih mi? ona çok ehem miyet veriyorsun! dedi. Kalbindeki gayiz, haset, ki dudaklarında acr bir tebessüf şeklinde toplanıvermişti. Hürrem Haklı da ağı acı gÜ lu: — Sen de ona hiç ehemmiy& vermiyorsun! Beis yok... Y9/ nız şunu bil ki o, her kuvvet kıymetini, ehemmiyetini take” ediyor, Bu, bir mezivet ol

Bu sayıdan diğer sayfalar: