12 Şubat 1933 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 5

12 Şubat 1933 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ressam G — Sizce ressam kimdir? B. — Sanatkârların en ta- Mihsizi. . G, — Doğrudur. Her mem- lekette bu adamlar sürünmiye | mahkümdurlar değil mi?.- B. — Hayır, o manada öl. Ressam sanatkârların en talihsizidir çünkü, modelinden vzaklağa beğenilmez; mode- Vine yaklaşsa ona ressam denil- GLA smin gaye G. — İyi ama, resmin & si tabiati taklit değil Le | B. — İç âleminden bal | vermektir. G. — Bu da tabiati taklide ları, işle... B. — Zahmet (etmeyiniz. Ben de sizin gibi biraz san'at ta rihi bilirim. Ben size o resini| bazan tabiat kerestesi kullan- maz demedim; & yalnız tabiat ressamın kullandığı tek keres- te değildir, diyorum. G. — Teşrih ve menazır ka- nunlarma uymuyan bir resim resim midir? B, — Resimdir. İşte primi- tif'ler,: teşrihleri en kaba bir | teşrih, manazırları en sakat| bir manazırdır. G, — Çünkü primitifler Rö- | nesans adamları gibi manazır, teşrih bilmiyorlardı. B. — Bu fahiş hatayı irtikâp etmeyiniz. .. Bunlar arasında manazır ve teşrihi çok iyi bilen ler vardr. Fakat kullanmazlar- dı. G. — Ohâlde primitif'lerin tabiat kanunlarına © uygun ol mıyan iptidai bir sanatti!... B. — Yalnız lügat manasile hakkınız olabilir. Yoksa primi- tif sanat insanlığın o tanıdığı en büyük eserlerden biridir. G. B. — Primitif'lerin de kul. landığı bir teşrih vardı; bu teş rih iç âleminin teşrihidir. Pri. mitif'lerin de manazırı vardı; bu manazır ilmi değil, enfüsiy. di. vo um tablosu bir primitif mozayiği | kadı bütün ve ahenkli değildir G. — Ya bugünküler? Kü. bizm, fütürizm, dadaizm, sür- realizm, pürizm £ gibi bir çok “izm” B, — Mezhepşilikten hoşlan mam, Bence mezheplerle bir- likte ve mezheplere o rağmen kendi kaderini kovalıyan bir sanat oluşu vardır. Bu oluşun kısaca ifadesi şudur: resim sâ- nati git gide manazır, teşrih, bendese, ışık, fırça totemlerin- den kurtulmakta, vicdan etra- fında yerleşmektedir. — Röne- sans'ın (mevzu - tablo)” su ye- rine bugünün (tablo - mevzu) ü geçmektedir. Yeni tablonun ölçüsü dışında değil, içindedir. G. — Evet ama, ceki resim- lere baktığın zaman Fener. bahçe mi; Kâğıthane mi anlı- yabiliyordum. Yeni resimlere baktığım zaman hiç bir. me hıyamıyorum!. « B. — Senin hakikatin sen ne eskisini ne de ye ini anlıyamıyordun. Senin anladığın yalnız Fener'le Dere yen ? Du. eşya dersini alamayınca biç bir şey yok sa. nıyorsun!|, | G, — Madem böyledir yeni. ler de hiç bir zaman kendileri. ni anlatabilecek bir hâle gele. miyeceklerdir!. . B. — Rönesans eserleri gibi bayağılaşamıyacak demek mi istiyorsun? Fani!.. Bir sanat bayağılaşarak (| halkleşmez; halk incelerek sanatleşir. Ha- yata kıymak istemezsen halk- la beraber sanati de koru... | İsmail HAKKI ur” du : aklarımdaki (B) har- Hi (ben)'dir. (S) harfi itibari | bir şahıstır. Öteki harflerden her biri bir arkadaş | isminin baş harfidir. İ sanat icüli Paris mektupları | Paris'te Sanat Hayatı iyet'in sanat sayıfı Si Paris mektupları istemiş- ti. Arzutunu bir az geç yerine ge öirdiğimden, Elf, £ belki bana kız- | mıştır. Fakat ben ona o bana, on beş seneye yakm bir zamandan- beri kaç yüz defa kızdık. (o Hâl pek sevişiriz. Mesele yok. Benim gibi dört sene gaybubet eden, ve dört sene sonra “Beldei Nur” « ayak basan adam, evvel bariz değişiklikler karşısmda ka- lir. Paris mütemadi bir imkişafla büyüyor, yayılıyor ve — güzelleşi- yor. (Eski Paris), belediyecilerin kazması altında © cançekişirken, Yeni açılan caddelere parlak kah- | vehaneler, modern binnlar sırala- nıyorlar, Buhrana rağmen 6i yerleri çoğalıyor. (Meselâ Opera civarında yeni açılan Rex si gibi.) Fakat Paris, ecnebilerin para dökmeğe geldik- İleri yanlız zevk ve sefahat yerle- ri ile parlamıyor. Yeni müzeler, yeni galeriler, Gonferans salonla- rı ver, Luvr gibi, Lüksanburg gi bi sanat eserlerini saklıyan mü- esseseler, büyük | tahavvüllere wğ- ramışlar, daha çok zenginlenmiş- ler. Bu noktaya teması sonraya bırakarak yu mahut biraz bahsedelim. Zannediyorum ki içtimal fı yetin her sahasında hissedilen bu “buhran”, mevcut © olmıyan bir teydir. Yani, geçenlerde bir Fran &ix muharririnin pek güzel söyle diği gibi, buhrar yoktur ancak, harpten evvelki gidişi hatırlatan normal hayata gayri ihtiyari bir rücu vardır. Harp sonunun beşe- | riyete verdiği humma son günleri- i Pratik hayatta aykırı yilerri man — Bata, Krözer, Ford, Cit- röen —, ve fikir hayatında cinnet ve belâhat aramı © araştırışlar — Dadaizm, pürizm, sürrealizm — suretile tecelli eden bu harpsonu zihniyeti, içtimaf gidişin affetmi- yen kanunalrına göre, şimdi ölü- yor. Kröger kendini vurdu, Ba-| iç ta öldürüldü, Ford, bir günde bin lerce ameleyi işten çıkarıyor, Cit- roen, Eyfel kulesinde her akşam alevlenen mahut reklâmmı acaba yakında söndürecek mi? Fikir ha yatında Picasso'nun (dahiyane bir buluşu olan kübizm'in gölgesinde doğan, ve yeniliğe susayan halk- larm alkışaldıkları, müva: hiç bir plâstik mantığı olmıyan €e reyanlar da, sanat panayırıda gö rünmüyorlar. Dadaistler, pürist- ler, paseyistler, hattâ Ji ler tarihe karıştılar. Müvazene, İşte simdi beşeriyetin muhtaç ol- duğu yegâne şey. Tabii, müvaze- ne derken, kelimenin dar, burju- va, mahdut manasmı kastetmiyo- rum, Kübizm müvazeneli bir ce- Pün Şınasnda söylenen sözler gibi, bir idrak mahsulü değildi. şimdi belli başlı bir sünat cereyanı, hâkim (olanbir Şiir yoktur. “Bir tebeddül ve ta- ayvül devresinde | bulunuyaru: Dünün seneleri, aykırılıkları ile YAYI velveleye veren, ve şim- ere giren, tarihte yer a- lsn sanatkârlar, * Picasso, Henri Matisse, Leger, Bı tikleri yollarda devam “gyro ve. dam! cak? B: ' i zon beş altı sene zarfında, : > lit Wlerik, resimde Fake vitek, Holy, o Brisnehou gibi mi. himce şahsiyetler türedi. Bu gençler, tabiati taklit sunda daha makul bir çığır aç. mak istemelerine, ve o harpsönu devrinin — mufrit li aksülâmel teşkil etmelerine rağ. men, elli yaşmı geçen ler, Deraim'lerin büyük! in varmaktan çok uzaktırlar. Elhâsıl bugünün sanati, dün doğan sekiz on sanatkârın dehasile parlıyor. Gerçi her devir sonu, her yeni devir baslangıcı böyledir. Karan- Hk, aydınlığı takip eder. Ondo- kuzuncu asrı kapatan koca o Ce- zanne, yirminci asır bidayetinde parlıyan en büyüklerin babası ol- Picasso, Vlaminek, Dersin'- 2 in, Fauvizme tesmiye eden ihti- lâlci cereyanları, peşlerinde ko- şan Brague, Gleizes, o Özenfant, hot, müstakil Modigliani, şarklı pepmedilebilen Matisse, iptidai 'oussenu, hep koca Cezanne' açtığı devrin mahsulleridirler. Bu sanatkâr kafilesi, yaşını başmı al- m, yapacağını yapmıştır. Yani va i N ze ve edemezler.“ İldeki çk mülleri tekrar etmeğe durlar. Bunların yeri; zarı dikkati celbeden bi bir Bı bir Terekeskoritek kaim olamazlar. Demek kibu dö müm devresi daha devam edecek, ve yarının Matiste'i, © yarmın Pİ. casso'su belki daha doğmadı. “Yarın büyük sanatkârlarınn. Hi muazzam | tecellilerine bir | “CÜ 25 Mn | Fihirler ve insanlar i Dört mısra Yeni Türk mecmuası'nın şubat 933 nüshasında Ahmet Haşimin İ “Ağaç şiiri çıktı. Bir za- İmanlar onun her yeni manzume. | sini büyük bir edebi hâdise diye, | yani lâyık olduğu © ehemmiyetle| | karşılıyanlar ancak beş on kişi i-| dik; bizim hayranlık © seslerimizi tehzil etmek istiyen, susturmağa çalışan, her biri şiir âleminin baş-| ka bir diyarını ifşa eden o manzu- | meleri “Anlamıyoruz!” teranesile unutturabileceklerini sanan birçok | ları bizimle beraber, eski hasımla- rr da dahil olmak üzere, şiiri seven herkesi alâkadar ediyor. Yine 0- nun şiirlerini sevmiyenler var; fa» kat bunların bir kısmı, canislıkla- rini artık kaybetmiş birkaç maz- munu tekrar edenleri ve yalnız onları şair zanneden, iki üç asır evvelki cetlerinin içtiği | şarabın arhoşluğundan hâl Bir kısmı ise, küçük | bir kısmı, yeni bir göir âlemi, ye-| ni bir eda, yeni ifade vasıtaları | bunların hsre- sız, fakat “sympa- kü her yeni şairin, | e etmesi için, icen karşı nankörlük İyi düşünülecek olursa onların hareketi de Ahmet H ş “Parıltı” yı, «Şufakta” yı tebri kalkışanların artık hiç olcunmıyan i ile meşgul olduğu bile yok tur. “Atarlar senki tarizi dırahtı meyvodar üzre, sözü işte burada, fakat yalnız burada, doğrudur. Ahmet Haşim, şiirini böyle her kese kabul ettirmek için modaya hiç bir tarizde bulunmadı; eserle- işen bu şair, denilebilir ki hiç değişmedi; ilk manzumeleri kim- lere hitap ediyorsa, hangi tasavvu- runun mahsulü ise, yeni şürleri de yine o tasavvurunun mahsulüdür ve yine o karilere hitap | ediyor. fakat iki- si de hep bir şiir âleminin havası dedir. Ahmet Haşim'in lisanı da mütemadi denecek bir surette değişir; Göl saatlerinin ilk par- galarmdaki Tisanla Piyale'nin li nı, bugünkü şiirlerin lisanı bir mi- dir? Fakat hepsi lerle ayın | yı taşır. Ahmet Haşim'in, eski şi- irleri arasmda bu “Ağaç” şiirine, mevzuu itibarile, en çok benziye- okuyalım: “Gurabu hum ile paroerde - ruh | olan kuşlar — Kızıl o kamışlara, yahut aba konmuşlar; — Ufukta bir seri maktuu andıran güneşi; — Sühünu gamla yemişler ve şimdi doymuşlar.” Bir de “Ağaç” 1 okuyalım: Gün bitti. Ufukta neş'e söndü; Toprak ateş oldu, kuş da yakut. Yaprakla kuşun parıltısından Havzun suyu erguvana döndü... Her iki eanzume de (hep bir manzarayı tasvir ediyor; fakat İ-| nu söylerken vezin farkını ve li- sanda arapça ve acemce kaidele- rin atılmasından doğan | farkları kasdetmiyorum ; bunlar hep ahiri farklardır ve manzumelerin bedi “dconomie” sinde bir | değişiklik husule getiremez. Şair, yeni man zumesinde, eski “araştırma rtciositâ> den kurtulmuş; nzumedeki “fantaisie” çirkin dir demiyorum, fakat şair artık 0- nu da bırakıyor, klasik safiyete, Japon hai - kailerinin — safiyetine! A Paris müzelerinde nazarı dikkati- mizi celbeden s€y, modern sana- tin tam bir muzafferiyetidir.Dün mecnun telâkki edilen, (bir çoğu | açlıktan ölen, hakaretler altnda ezilen sanatkârlar, bu; metin sanate tahsis ettiği, müze de Bilen yukardan ışıklı sarayalrda, inci gibi parlıyorlar. Yeni açılan ve Luvr'un üst ka: tını teşkil eden büyük ve aydınlık salonlarda, Mawet'nin, Renoir'ın Cezanne ın, Van Gogh'un eserleri | yeralmıslardır. Mey üne) si, Paul Chabarlanı ve “Lmeise muşambalarnı — mah-! yerlerine Matisse” | Brague'ın eserelerini | aşmıştır. Gene bu müzenin genebi | Sanatkâflara mahsus kısmını eş inşaatı biterel geçenlerde resmi küşadı. yapılan “ğcu de Pawme) müzesinde, Pi. Juan Gris, Modişliani, Kis Ting, Foujita, Chirico, Palein, Peş meke gibi büyük ecnebiler yerak Modem sanatin bu müzafferi- yeti, yirmi senedenberi fikirlerin ne derece tahavvül ve inkişaf et- tiklerini pek bariz göstermektedir. Artık hiç bir zeki adam, sanatin tabiati aşağı bir taklit bir kopya &ibi telâkki edemez. Gelecek mekalemde Parisin a- tölyelerinden © ve mütendit sergiler den bahsedeceği: ayılamıyan | ma: le | Mais guel enfant, ou guel nâgre fon İ Gu sonne ereux et faur sow Va de, mak şöyle dursun, bilâkis izlerini | kat daha ziyade belli eden bir damga- | rise” kisinin “ses” i ne kadar ayrı... Bu- | ; Ve l | daha ziyade yaklaşıyor. Nazınn esrarına vukufa çalışmış (olanlar bi i daki noktanm keyme:| “Gün bitti” Bu üç heceden sonra gelen süküt, bizde şiir intizarmı tatlı bir suret le uzatıyor; © birinci mısraı, nok- tayı kaldırarak, yahut yerine sa- | dece bir virgül koyarak okuyun, | füsunun büyük bir kısmı. kaybo-| lur; aruzun ittiradı kendini göste rir, var, sanki şair bizi manzumeye dekor tarifine benziyen, İ çin “statigme” olması âzımgelen | ilki mısraı mahsus kesik kesik olu 81 ile, yani “hareket” il sdrama> başlıyor, artık nağmenin ie müte- unun için- dir ki o son hece riyordu; bir “ren! diyebileceğimiz «Ağaç» i de en güzel, en tatlı sonbahar ok-| şamlarının şafağı kadar uzun akis ler bırakıyor. İkinci ve üçüncü mwsraların ka- fiyesiz olmasına itiraz edenler Yi pe bulunacaktır. Kulaklarımız $ irde kafiyeye çok alışkın, V: in asazon kafiyeli olani Ah! geli torts de la rime? Nous a fragt ce bijou d'un s0 lime? yen musralarından sonra bile © itiyatlan vazgeçemedik. Halbuki! Yunanlılar ve Latinlerde adetâ bi ayıp telâkki edilen kafiye, ancak | ahenk vasıtası, | beki bir haz olarak kabul / edilebilir.| Bugün kaidelere uyarak yazılan | şiirlerin kafiyeleri ise (o hep ayni yerlerde gelerek ancak bir ıttırat vasıtası oluyor ve hiç bir zaman beklenilmedik bir zevk olmuyor. Hele bizim esl irimizde kafiye ye redif, birer şiir unsuru değil, bi lâkis şiriyeti mahvetmeğe memur birer akli vasıtadır. Şair bir redif hap eder ve kari artık kafanın muhakeme hudutları haricinde ser bestçe oynaması demek olan şiiri beklemez, şairin o.redife daha neler uydurabildiğini görmek is- ter. Bugün kafiyesiz bir şiir olu- duğum veya dinlediğim zaman, ile asıl kasdedilen “sürp- i iyi tatmış oluyorum. “Ağaç” mira” da kafiye tazadüf Çe bei biç kafiye olmıyacal ancak ikinci ile dördüncü | mısrala rın biri biri ile kafiyeli olacağını zannettiriyor; halbuki dördüncü musram bi kafiyeli olması bize birinci mısram artık unutmak üzere bulunduğumuz son hecele- rini hatırlattırıyor ve böyelce silin meğe başlıyan bir batıranın bir. den bire canlanmasımdan mütevel- Ht zevki tatmış oluyoruz. Bunda muayyen, evelden haber verilmiş hiç bir şey bulunmaması bizde ka- fiyenin asıl kasdettiği tesiri bırakı yor. Ahmet Haşim'in bütün yazıları i çok sevdiklerim zumeleri ile Göl sa- | mübdii, bir kelime sihi Ahmet Haşim'in, kendi tasavvur ettiği manada “halis gir” © © asıl ıklaşan eserleri son manzumele- ridir. Yukarıda onun yen çevesi içinde mütu iyon ie den bir şair” dedim. Ahmet | Ha- şim böyle değişımeğe mecburdur, çünkü onun şiiri en taklit edilmez. ir. Taklit edenler oldu, fa- kat onların man: inç olmaktan kurtulamadı. Kendi ken dini o da taklit edemez, çünkü bu şir kadar “procâdö” den uzak bir şey tasavvur olunamaz. — Asıl şile de böyle olanıdır ve hakiki şair, Yunanlıların o Heraklei gibi, biri! birine hiç benzemiyen, birindeki tecrübeleri öbürüne zaferlerin kahramanıdır. Nurullah ATA Zindan | Genç şairlerimizdan İsmail Safa Beyin bu isimde bir şür kitabı çıkmıştır. İçinde elliye yakın güzel siirleri ihtiva eden bu eser genç neslin velüdiyeti- | ne iyi bir misaldir. İsmail Safa Beyin lisanı eski ve hayal itiba rile de bir yeniliği olmamasına rağmen siirleri çok hislidir. İs- İzi evelce bu sütunlarda inna | | müdürlüğü J iş değildir. İstanbul mail Safa B. bize istikbal için (SAN'A âleminde eke İdi Tenkitler Karşısinda Akademi Son günlerde güzel san'at İkinci mısrada yine bir durak | İar akademisi şiddetli tenkit! ya, herkes aşılanacak. Anne, ba- zumeye | İere maruz kalıyor. kimseler vardı. Bugün onun yazı- | yavaş yavaş alıştırmak istiyor; DİF| tiyar eski ve yeni nesle mem | "' Genç, ih-| sup san'atkârların, hemen hep” | $i aleyhine çıkan tenkitleri kar şısmdadır. Bütün bu hücum ve dedikoduların sarsıntısı içinde müdafaasız kalan akedemi hak kında ve noktai nazar | lar istikametini şaşırmış, salâ hiyet sahibi seslerin dile gek mesini zaruri kılan bir hal al | | mıştır, İ Âli Sami Beyin daha ziyade sahsi olan hücumlarından sar- fı nazar edilirse ressam M. 5a*| mi ve Eşref Beylerin yazdığı | tenkitler, Çallı İbrahim Beyin şikâyetleri, vazifelerine niha- yet verilen muaallim muavin lerinin mütaleaları velhasıl a- kademi ile uzaktan ve yakm-| dan alâkadar olanlarm noktai nzarları vazıhan gösteriyor ki Akademi aleyhinde bir hoşmut- i suzluk mevcuttur, | “Dünkü ve bugünkü akade | mi” serlevhalı bir makalemiz” le bu husustaki düşüncelerimi" i biz de öylemiştik. Akademi aleyhim deki bu hoşnutsuzluğu tevlit eden sebepleri ştırmak ve bunların izalesine çalışmakla mükelleftir. Akademi, tenkitle | rin fevkinde bu düşüncelere te zahürlere alâkasız kalmamalı dır ve kalamaz da. Efkârı umumiye muvacehe- sinde akademinin müdafaası beklenirken, müdürlerile, heye" ti talimiyesi bu müessesenin bu derin ve manid. kötu, alâkadarların aleyhindeki nok- tai nazarlarını takviyeden baş" ka bir netice vermemiştir. Bir vakitler çatısı altında hayatımızın en tatlı ve kıymet- fi, en ateşli ve istifadeli günle rini senelerini yaşadığımız bu müessesenin bu ağır ittihamlar altında susması ve bütün bu tenkitlere verecek cevabı yok muş gibi ve bir aczi ima eder gibi bu sükütu, kalben ruhan bizim gibi bu oocağa imanla bağlı olanları fena halde müte essir etmiştir. Gerçi Namık İsmail akade- miyi asri bir müessese halin. getirmiştir. Nazmi Ziyanın mi ürlüğü zamanında samimi ve hattâ lâubali bir idarenin yeri- ne Namık İsmail kuvvetli bir disiplin ikame etmiştir. Fakat bir san'at müessesesi için bu sa imiyet veya disiplinden hangi sinin daha müsmir neti ve rebileceği hakkında © muhtelif noktai nazarlar olabilir. Bir misal aramak icap et ği zaman Nazmi Ziya Beyi zamanında yeti-| şen bugünkü nesli işaret etmek kâfi sanırım. Bununla bere” ber akademiye içinde çalışıla- bilir atelyeler kazandırmak az Halkevi" nin neşrettiği o “Yeni Türk” mecmuasının «ubat nüshasında | “Namık İsmail'in şahsiyeti ve hayatı hakkımda intişar eden e tüdümde bu noktainazarları ber tafsil yazmıştım. Fakat garip bir salâhiyet ve cesaretle bu tırların makalemden tay edil miş olduğunu gördümve hayret ettim. Bununla beraber etra- cosan bu tenkit avazele" rini akademinin işitebilmesine kifayet edebilecek kadar gür sesler oyükseldi. Bu seslere kulak trkamak, onları cevapsız bırakmak yakışık almadığı gir bi hesap vermek zamanmın gelmiş bulunduğunu da anla” mak lâzımdır. Elif NACİ tir, Karilerimize kitabını tav- siye ederiz. A.H. Beye: Mektubunuzu aldık. Eseri- nizle beraber matbaamıza tax. ÇOCUK Evde çiçek aşısı Çocuk artık dört aylık oldu, hemen aşısını yapalım Şadan Hanım dedi ki: | — Çocuk dört aylık oldu, artık | aşılamak zamanı geldi. Doktora haber verelim de perşembe günü gelsin.. Fırsattan biliztifade hepi- miz aşılanırız. Perşembe günü dok tor geldi. Evin içinde fevkalâde günlere mahsus bir bal var. Öyle ba, minimini, Cemil 6 yaşında, Fik ye 12 yaşında. Doktor elindeki ler çıkarıp koydu. Bir ispirlo lâm basr, 90 derecelik bir ispirto şişe irofil pamuk, mustatil şeklin- iki küçük cam, kalem ucuna n iki sivri bıçak (resimdeki & de sarımtırak bir madde bulunan ince iki tüp.. İşte bu sarmatırak madde çiçek aşısı- dır. Fırsattan bilistifade 12 yaşın daki Fikriye doktora sordu: — Doktor Bey, bu ince camın | içindeki aşı nasıl şeydir — Yavrum, bunu anlatmak w- zun olur. Ne zararı var, dinleriz efen- dim. — Madem ki istiyorsunuz, anla tayım. İneklerde sar: bir hastalık yardır ki, memlerinin üstünde “püstül” denilen kabarcıklardan anlaşılır. İneği sağanler, ellerini bu kabarcıklardaki mayile bulaş- tırırlar. Bu suretle kendileri de hastalanır. Bu hastalığın adı Vak: sin, yani inek hastalığıdır. Bu has talık on sekizinci asır sonlarında bilhassa ineklerde almış, yürümüş O uralarda daha vahim başka bir hastalık hüküm sürüyordu. Bu hastalığın adı da çiçektir. Jenner isminde bir adam, çiçeğe karşı ko in dâhiyane bir ws: bul du ve has'alrklı ineğin memesinde ki kabarcıkta bulunan Musıl'dan yeni sulu maddeden istifade etti. Bu maddeyi derinin altma zerket ti. Zerkedilen yerde inek hastalı- iınm malüm kabarcığı hâsl oldu. sonra bu kabarcık kurudu ve iyi oldu. Zerkedilen adamda da çiçe ğe karşı muafiyet hâsıl oldu. Ar- tık bu suretle aşılanan insan, ne kadar çiçek hastalığına tutulmuş Ağaç bolluğu Paris Belediyesi yaptığı bir he- sapta Parisin dünyan en ağaç- - Lklı şehri olduğu neticesine var- mişter, Park, meydan, cadde gibi yer- lerde dikili bulunan ağaç miktarı 342.000 den fazladır. Şehirlerde- ki büyük meydanlar hava cere- yanları vücuda getirmekle bera- - bor, burada fazla ağaç bulunma: w havadaki (hamızı karbon) & çekmelerini intaç eder ve hava ga yet temiz olur. Bu 342.000 adedini sakın çok örmeyin; çünkü bu rakama şehir ağaçları Necat AZIZ A hi UÜ i bö ram insanların urasma girip çıksa da, hastalığı almıyordu. Çünkü çiçe- ğe karşı ıp bulunuyordu Bu keşfi dolaymile Jenner insanla ra büyük iyilik edenlerden biridir, Bu keşif sayesinde insanın yüzünü delik d. bırakan meşhur çiçek lığından artık eser kalmamış Arada bir, aşı olmaktan kaçan (8 larda bu hastalık görünmüyor da değildir. Onun içindir ki çiçeğe karşı mutlaka aşılanmalı dar.” Bütün bu izahatı dinlerken, 6 yaşındaki Cemil derin bir düşünce ye varmıştı.. Nihayet o da sordut — Doktor Bey, madem ki aşağ için bir inek lâzım.. İneği bu oda» ya nasıl çıkaracaksınız Doktor gülümsedi — Yavrum, dedi, artık ineği çir karmağa lüzum kalmadı kiden öyleydi. Fakat enstitüleri var. Or Ni zırlanır, şu gördüğün küçük cam tüplerin içine | konur. Üzerinde bir resim im: A mesindeki kabarcıkları gsterir. Bu kabarcıklardaki mayi toplanır ve bazı ihzarattan sonra şu grdüğü. g müz aşı meydana gelir.. Şimdi her birinizin kollarnıza bu aşıdan bir * mikdar ithal edeceğim, Üç dört ü gün içinde daha i e, karşı muafiyetiniz kalmayan size ler, aşı yerinde bir kırmızı kabari cık göreceksiniz. Bu kabarcık kur ruyup düşecek ve artık o zaman * çiçek denilen menhus hastalıktan © biç korkunuz kalmaz. i “ Endişeye mahal yok!; 1929 senesinde dünya kömür ve rimi | milyar 326 milyon ton idi, Büyük iktisadi buhranm sanayie 4 de tesiri üzerine bu miktar 1930 da 1 milyardan yükseğe çıkama- miştir. anlaşıldığına göre, elde — bizi darty ha 700 sene idare edecek kadar kömür vardır. Ji Şimdilik (o korkulacak Obir şey € yok demektir. Evde küçüklerin sineması re Yü EY EE Yukardaki şekilleri bir karivizite yapıştırınız v& bir çakı ile beyaz yerleri kesip çıkarınız. Sonra“ lâmbanın önüne tutup duvara aksettiriniz. Şekil daha büyük olarak duvarda oörünür. h

Bu sayıdan diğer sayfalar: