10 Mart 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

10 Mart 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

( Fikirler ve insanlar İ Münevverlere dair İzmir'de çıkan Fikirler mecmu- ası, bir zamanlar bize yeni şairler, hikâyeciler de tanıtıyordu; edebi- yata ayırdığı sayılar günden güne azaldı, şimdi de bütün mecmua ter biyeye tahs's edilmiş. Belki o, edebiyattan büsbütün ayrıldığı i- çindir ki yine İzmir'de Kültür is tercümeler var. Fikirler içi sitem değildir; fakat İzmir'de e- debiyatla da uğraşan bir mecmua- nın çıkmasına sevindik. Kültür 9 uncu numarası Asım İsmet Beyin söylediklerim bir | “Münevverlerin vazifesi, ( isimli bir müsahabesi ile başlıyor; Asım İsmet Bey — hepimiz gibi — biz- de kitabın, mecmuanın satılama- masından şikâyet ettikten sonra mü nevverlerimizi, Yugoslavya mü- nevverlerinin yaptığı gibi, etrafla- rında bir okuma propagandası yapmağa davet ediyor. Asım İsmet Beyin şüphesiz hak- kı vardır; fakat “münevver,, der- ken kimleri kastettiğini söylemi- yor. Bir lise tahsili © veya yüksek bir tahsil görmüş herkesi “münev- verler,, zümresine ( ithal ediyor mu? Kendilerinden propaganda hizmetini beklediği kimselere ba- karsak her okur - yazarı münevver addediyor. Bence bu bir hatadır ve memleketimizde, (tam olsun, yarım olsun, münevver pek azdır. Bizde tahsil, öteden beri, ancak bir meslek edinmek için arzu edilen bir şeydir. İşte bakın: avukatları- mızın, doktorlarımızın, mühendis- lerim'zin hattâ muallimlerimizin çoğu — mesleklerine ait olanlar- dan başka — kitap okumazlar; he- le roman, hikâye, şiir gibi şeylere karşı yenilmez bir istihfaf hirleri yardır. Onlar okudukları mektep- te, mesleklerini — icra için lâzım gelen malümatı, müsaadeyi elde etmişlerdir; bu, onlar için kâfidir. Asım İsmet Bey bu kimselere: “Ki- taplar, mecmualar için niçin pro- paganda yapmıyorsunuz?,, diye bi- ir mi? Derhal kaydedeyim ki bu kim- selere okumanın İüzumsuzluğunu iddia etmek şöyle dursun, bilâkis faydalarından bahsederler. Fakat sözlerinin tesiri yoktur; çünkü o- kumağa davet ettikleri eler de onların evlerinde bir kütüpbanele- ri olmadığını, hiç bir mecmuaya para vermediklerini bilirler. Avukatlar, doktorlar, mühendis- ler, muallimler dedim; o busözle- rimle hiç bir meslek erbabına ta- rizde bulunmak istemiyorum; çün- kü mesleklerine ait en yeni eserle- ri olduğu gibi yeni edebiyat, felse- fe kitaplarını da okuyan, fikir ce- reyanlarına alâka gösteren doktor- tariz görmiyecekti da bu hâlden benim kadar müşte- kidir. Münevver, yani intellektuel kim- dir? Hiç şüphesiz okuması yazma- sı olan herkes değil; yüksek tahsil görmeği icap ettiren mesleklerin adamları da değil. Böyle olsaydı yüksek tahsile ihtiyaç göstermiyen meslekler erbabını fikir işlerinden muhakkak surette uzak durmağa mecbur saymak lâzım gelmez miy- di? Ölümüne hâlât iste mediğim Numan Usta — yazık ki | onu ancak son senelerinde tanıya: bildim — amelelikten yetişmişti Evet! Mesture, bunu, ne münase- betle sorar? Fakat benim maksadım aşikâr. Mesturenin annesini ik ini öğre- neceğim, vaziyetin müsait olup ol- madığını anladıktan sonra anneme Tevil pre lâzım! Mesture, be- nim hasis maksadımı hissedecek olursa daha ayıp, daba çirkin. — Beni dinle, Meslure.. Annen- le oturuyor, konuşuyorsunuz. Kö: lerden, komşulardan bahsaçılıyor- Burasını, artık sen (idare edecek- sin.. Bizden de bahsediliyor. İşte sen, lâkırdı arasında annenin, bi- zim hakkımızdaki fikrini anlaya- çaksın.. Görüyorsun ya, pek te zor bir şey değil.. Küçük bir | uyanık- hik, kâfi! Mesture düşünüyor: — Bu, tehlikeli bir oyun,Hüsrev! — Bunun tehlike, neresinde? — Annem, benim de sizinle bir- lik olduğumu sezerse, bittik, de- mektir. Binde bir, gönlü varsa, ra- Milliyet'in edebi tefrikası: 17. KANLISIR Yazan: Mahmut YESARİ herhâlde yüksek tahsil görmemiş- ti; fakat Numan Usta okuyan, fi- kir işlerine alâkadar olan, muhar- rirlerimizin çoğu hakkında hüküm- ler veren bir adamdı. Hayır, ber tahsil gören bir intel- lektuel değidilr. İntellektuel fikir işlerine merakı olan, onları takip eden adamdır; o kitap alır, okur, beğenir veya beğenmez ama mu- harrir hakkında bir fikir edinmek ister. Kitapsız yaşıyamaz; okuya- mıyacağı, okumağa vakit bulamı- yacağı kitapları, mecmuaları da a- İr. Çünkü o, kendisi yazmasa bile meşriyat hayatının bir O adamıdır; kitabın satılmak şartile çıkabilece- ğini bilir. Onun için kitap zaruri ihtiyaçlardandır; hem de muhak- kak istifade etmek, yani işine ya- rıyacak bir şey öğrenmek için o- kumaz. Sırf okumak, insanlar hak- kında malümat edinmek için, te- cessüsü saikasile okur. İntellektuel bilgi ihtiyacını du- yan adamdır ve bilginin de, yalnız hayatı veya mesleğimizi kolaylaş- tırmak için ğın bilir. Yal- nız meileğine ait eserler okuyan adam — i me olursaolk Neşriyat hayatı bunun için ilerle. miyor. Ya yazı yazanlarımızın hepsi in- tellektuel sayılmağa lâyık mıdır? İşin en acıklı tarafı da işte budur. Hepimiz yazılarımızın, kitapları- mızın okunmamasından şikâyet e- deriz. Ya biz okur muyuz? Çoğu- muz biribirimizin yalnız ismini bi- liriz. Hepimiz kendimize hayranız; yazdıkalrımızın birer harika oldu- ğundan ne kadar emin isek öbür muharrirlerimizin o yazdıklarınm değers'zliğinden de o kadar emi- nizdir. Kaç muharir ( tanırım ki kendi eserlerinin ookunmamasını affedilmez içtimai bir cürüm say- dıkları hâlde kendileri yeni türkçe Ke hiç birini okumamışlar- ir, Kaç defa başıma geldi: (o bana küçük veya büyük bir kitabını ge- tirip makale istiyen genç veya or- ta - yaşta bir muharrir: “Makale- niz hangi gün çıkacak? O gün a- lıp'da okuyayım!..., O bara ehem- miyet vermiyecek, benim yazıları- mı takip etmiyecek; fakat ben 0- nun kitabını okuyacağım ve başka- larına okumasmı tavsiye — edece- ğim... Ben de, karilerim de, onu tanrmağa mecburuz!. Niçin? Çün- kü o büyük bir adamdır, hemde küçükler arasında büyük bir adam, Lilluput'lular arasma düşen Gulli- ver. 5» Ama bu kabahat (o hangimizde yok? Kendini bu kadar beğennen- İere ilk taşı, muharrirlerimiz ara- sında, dört beş kişinin olsun bütün eserlerini okumuş olan bir adam atsın, Ben atamam; bilmem Asım İs. met Bey atabilir mi? Nurullah ATA Kültür, İzmir, nüshası 10 kuruş; | abonesi 240 kuruş. » Gerze'de Sami Beye. — Sualle- rini ğim; bazıları hakkında hususi bir mektupla cevap vereceğim. — N.A. Dr. İHSAN Tifo ve Paratifo. Aşısı Tito ve Paratifo hastalıklarına tutul mamak İçin tesiri çok kar? muafiyeti pek emin bir aşıdır. Ecza depolarında bulanur. gay 108045 eder. Ben annemi bilirim! Bu ümit kapısı da kapandı..! —Mayıs 14 — Halim Siret, Mesturenin köşküne m Bugün de şık, bugün de dan- ini... Bu çocuk, eskiden de bu kadar soğuk,yapmacık sahte midi? Yoksa şimdi mi benim sinirlerime doku- nuyor? Pancorların aralığından bakıyo. rum. Halim Siret, elleri pantalo- nunun ceplerinde, bahçede dolaşı- yor. . Halinde sükün ve emniyet var olmasın mı? Vaziyetinden e in... Şüphesiz ki hislerimize tabi 0- larak görüyor, düşünüyor, muhake me ediyor ve karar veriyorur. Halim Sirete baktıkça, tırnakla- rımı ayuçlarıma batırıyor: — Bu mu? diyorum: Mestureyi alacak adam, bu mu? Biran için, kendimi topladım; in hepsine cevap veremiyece- İİİ Liranın üstü » Harbiye - Fatih tramvayı Tak- sime geliyordu. Ta Eminönünden buralara kadar tramvayla gelmek gibi büyük bir cesaret göstermiş o lanlardan bir yolcu iki defa Fati- he yaya gidip gelmiş kadar yorul muştu. Geniş mendiliyle terini sil- di, seslendi: — Biletçi ben ineceğim, şu pa- ranın üstünü ver. Biletçi hayretle yaklaştı: — Hangi paranın üstü? Yolcu kızmağa başlamıştı: — Canım liranm üstünü Biletçi de kızar gibiydi: — Hangi liranm üstünden bah sediyorsun beyim? Yolcunun hiddeti artıyordu: , — Canım bir lira verdim, bile- tin üstüne 100 yazdın. “Bozukluk yok, birazdan toplanır, veririm” dedin, gittin. bir daha uğramadın. Biletçinin de hiddeti artıyordu: — Bakayım biletinize? Biletçi uzatılan bileti eline aldı, girdi, çevirdi, yazı kendi yazısı i i: — Beyefendi, ben bu parayr verdim. Dalgayla parayı verdikten sonra karalamağı unutmuşum. Bu söz yolcuyu çileden çıkâr- mıştı. Hiddetinden kuduracaktı: — Sözünü hesap et. Ben dolan dırıcı değilim, Biletçinin de hiddeti ötekinden aşağı ük: — Ben de enayi değilim, yalan cı hiçi,. Akşama kadar ayak üstün de uğraş, didiş. Bin zahmetle üç kuruş kazan, Sonra açıkgözlere bek ei kaptır. Öyle yağma yok Yolcunun hiddeti tarif oluna- maz dereceyi bulmuştu. Elleri tit riyor, ağzı titriyor, gözleri vahşile- şiyordu: — Efendi, karşındakine iyi bak! Ben üç buçuk kuruş için ya- lan söylemeğe tenezzül etmem. Biletçi: — Biz kül yutmıyoruz. O ağız- lara kayık yanaşmıyor. şimdi. Sen tavlıyacak müşteri ara! O aralık ortalık karıştı. Yolcu bir tokat vurdu. Biletçi toplandı, mukabele etti. Tramvay durdu. A- hali birbirine girdi. Kimi ayırma- ğa uğraşıyor, kimi bu tökat ve sil. le yağmurundan şöyle sıyırılmağa | bakıyordu. Kalabalıkta kaybettiğim Cahi- di yanımda gördüm: > r Pe lisler gelir, şahit yazarşnemize lâ- zim. * Hakkı vardı, indik. Biz ayrılır. ken arkamızdan her diyapazonda bir yayğaradır geliyor, biletçi ile yolcunun sesi bu yayğaranın üstün de yükseliyordu. Halim Siret, belki görünüşte zarar- sız bir genç. Fakat iç yüzü?, O iğ- renç iç yüzül.. Mademki muvaffak oluyor.. Ma- demki muvaffak olmanın sırlarını yollarını biliyor, fazla söylemek neye yarar? ç Gece, deniz kenarında, kumlar üzerinde, omuz omuza vermiş otu- rurken Mesture, gizli sıtma ürpe- rişlerile titriyordu. — Hasta mısın, çocuğum? Mesture, cevap vermiyor. — Üşüyor musun? Ceketimi ve- reyim mi? — Hayır. Üşümüyorum. Ve karar vermiş gibi başmı ba- na döndürüyor: — Annen hâlâ gelmedi... — Bu hafta gelecek, Mesture! Mestürenin sesi yorgunlaşıp sö- nüyor: — Artık gelse de, pek ümit yok! Bütün vücudum titriy, — Sus... Bu kabil değil... Mesture, başını önüne eğerek hıçkırır gi yor: — Bizimkiler, karar verdiler, Hüsrev! Hangi ümide, hangi ihtimale güveniyorum; hangi meçhul imdat. çı kuvvetlere bel bağlıyorum? ” *** Cahitle mektepten arkadaştık. ! likten geleceğim. İtti Milli ttühadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanmda Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. bitaraf bir gözle bakmak istedim. | miyorum. Kuvvetle söylüyorum: il Bir gün o arka kapıdan diploma aldı. Biz kaldık. Zaman zaman tesadüflerimde onu hep değişik kisvelerde ve muhtelif şahsiyetler- de görürdüm. Bir gün asker, başka bir gün memur, bir defasında tüc- car, daha bir sefer komisyoncu.. Ben mektepten çıktım, aradan epeyi zaman geçti. Onu görmemiş- tim, Bugün Eminönünden Taksime kadar tramvay seyahati yapmak cesaretinde bulunanlar arasında tesadüfen ikimiz de bulunuyor. duk. İninceye kadar itilmekten, kakılmaktan, kendimizi korumaya çalışmaktan konuşmağa vakit bu- lamamıştık. Şimdi kol kola yürü- yorduk. — Ne dersin bu işe? Kim hak- sız? — Vallahi aklım ermedi, anla- yamadım. — Hakkın var, aklın ermez, €- sremez de.. Biraz sustuktan sonra devam etti: — Ben sana söyliyeyim. Bu işte biletçi de haklı, yolcu da.. Şaşırmıştım. O, devam ediyor- — Biletçi haklı, çünkü hakika. ten söylediği gibi liranm üstünü verdi. Yolcu da haksız değil, Çün- kü o da iddia ettiği gibi papelciği- nin üstünü alamadı. — Nasıl olur? Dedim. Gülümsedi. Gayet tabii bir şey- den bahsediyormuş gibi: — Fakirin yeni mesleği bu! De di. Başım darda kalınca kalaba- lık bir tramvaya biniyorum. Böyle tramvaylarda hemen hemen her zaman biletçi bütün lira veren üç dört yolcuya bozuk para yetiştire- miyor . Biletlerin arkasma 100 ya zıp geçiyor. Tramvay tenhalaştı mı, işaretli bilet sahiplerine para- larıtın üstünü veriyor. O aralık ben de faaliyete geçiyorum. Bilet- çilerin boyalı kalemlerinden ben de bir adet edindim. Biletçi o ka- labalıkta borçlandığı kimselerin yüzlerini - pek iyi hatırlıyamıyor. Ben de biraz sonra bittabi diğer alacaklılardan evvel arkasına 100 yazılı bileti uzatıyorum: i, diyorum, ineceğim, du paranm Biletçi biletimi alıyor. Paranın üstünü takır tıkır sayıyor, bende şıkır şıkır alıyorum. Sonra alacak- lılardan en geçe kalan yolcunun acıklı hali gözümün önüne geliyor, dafanamıyorum, tramvaydan ini- yorum. *.* Bunu dinledikten sonra arkada şımın kolu kolumda ağırlaştı. Bir bahane bularak hemen ayrıldım. Bir daha rastlarsam, görmemez- ( Ecnebi gazetelerinden ) Arabistanda sulh > İbnissuut ile İmam Yahya arasındaki müzakerat — İngiliz heyetinin Sana'dâ bulunuşu İmam Yahyanın verdiği kârarda m “Near East and İndia,, dan: Geçen hafta Arabistanda, şimdiye kadar mevcut olandan daha devamlı bir es £ eden bir sulhun tesi i mühim adım atılmıştır. Sudi Arabistanla Yemen arasmda uzun za- mandanberi mevcut olan gergin vaziyet, iki hükümdar arasında telsiz telgrafla cereyan ettiği bildirilen müzakereler - den sonra bir anlaşma ile neticelenmiş- tir, dostane bir anlaşmaya vüsul gayesile Yaptığı teşebbüsatında sebat etmeğe muvaffak olmuş, ve fakat ayni zaman- da da son çare olarak harbe ACMA kararmı vermeğe tamamile müheyya olduğu hususunda imam Yahyayi tama- mile ikna etmiş olsa gerektir. Aden protektoratınm © hudutlarını müzakere etmek üzere Sanada bulunan İngiliz heyetinim mevcudiyeti İbnisuu - dun şartlarmı kabul etmek hususunda üessir oldu mu? imam Yahyanm verdiği kararda müe#* sir olup olmadığı tahmin edilemez se de, mumaileyhin eski tavır ve var ziyetini, gerek şimal gerek conup hu dutları hakkında daha makul bir hatlf hareketle tebdil etmiş olması kendi İe hine kaydolunacak bir noktadır. Yemen ile Aden protektorası ara * sındaki hudut meselesinde bir anlaşma yapılmasını müteakip şubat on bi * rinde Zaidi İmame ile İngiltere ara * sında bir dostluk muahedesi imzalan * muştır. Bundan dört gün evvel de İ- mam ve kral İbnisuut müşterek hudut“ betmiş gibi gözüken İdrisinin ve ailesi" min İl edileceği mahallin | intihabi letmek hususunda anlaşmışlardı. Anlaşmanın teferrüntmi mevkii tat yin zakerata başlamaları muhtemel mektedir. Nufus siyaseti Almanyada bir Ayda 30.000 Kişi evleniyor hükümetin vermekte olduğu bük oali talenler o kadar fazla olmuştur ki, maliye nezareti bir be. yanname erek namzetlere sabırlı olmalarını tavsiyeye mecbur olmuş - tur, Geçen haziranda, kabine tarafımdan kabul edilen kanun, ayda yirmi bin ki- şiye nakti mükâfat itasmı tahtı temine almıştı. Fakat ağustos ve kânunusani ayları arasında evlenenlerin adedi ay- da vasati 30,500 ü bulmuş, ve şubatı ilk on günü zarfında tahminen 10,000 kişiye nakti mükâfat verilmiştir. Bin- netice, bu maksat için bekârlardan tahsil edilen paralar elyevm tülcermiş olup, nüfusu arttırma siyasetinin bu şu- besinde 3i marin kadar bir tatil yapıl. mast zarureti hasıl olmuştur. Bu ta- rihten sonra, senede 250,000 çifte nak- ti mükâfat verilmesi mümkün olacağı ümit ediliyor. ümetin, nüfusun tezyidi husu- sunda açtığı müci amele ve aşağı orta tabakaları arasmda âde şa- dir, Zengin sınır ayni hahişi gönter - miyorlarsa da, önümüzdeki mali sene afenda icra edileceği ilin edilen vergi A a yola sevkede | ceki ümit edilmektedir. Dahi san'atkâr, Viyolanist ERİCA MORİNİ 14 Mart Çarşamba akşamı SARAY ( Eski Glorya)da Büyük Bir Konser verecektir. Biletler şimdiden alınabilir. Fiyatlar 75 100- 150 ve 200 kuruş | (1323) meşhur | Yafa pörtliğinin Avrupaya i iki Milyon sandıktan Fazla ihracat 3 şubata kadar Yafadan Tagilterey? doğrudan doğruya 1,531,000 ve vast” ti Avrupaya 785,000 ki cem'an ye kün 2,316,000 sandık portakal ihraç © dikmiş olup, bilvasıta ihraç edilen mi” tarı da ilâve etmek lâzimdir. Geçen sene ayni müddet zarfmda İngiltereye yapılan ihracat miktarı 1,723 000 samdık idi ise'de, şu sıralarda İm giltereye külliyetli miktarda mal sev kedilmekte olduğundan, bu sene ibra catınm netice itibarile geçen senede fazla olacağı anlaşılmaktadır. Şayanı memnuniyet olan ret, YAFA portakallarının Avrupa piyasasını mü* tezayit bir surette istilâ etmiştir. G€ çen seneki ihracat miktarı o 661,000» 1031 « 32 de ise 394,000 sandık idi Bundan da görüleceği veçhile Yafa po” takalları İngiltere haricinde de ese” İı surette rağbete mazhar olmaktadir miktar» erişeceği, yani 5 milyon sandığı bula" cağı anlaşılmaktadır. yilliyet Asrın undesi “ MİLLİYET ” ör. ABONE ÜCRETLERİ: Türkiye için Hariç içi LK LK b geri verilmez.— Mi geçen nüshalar 10 kuruştur — ii ya sit işler için müdiriyete racaat edilir. Cazetemiz ilânlerm mes” Tiyetini kubat etmez. * — Kararlarından dönerler! — Onu, hiç zannetmiyorum. — Yarın, annem, bu meseleyi halledecektir. « Mesture, acır gibi bakıyor: — Vakit geçirmeğe gelmez, de- miştim sana, Hüsrev! reddüdümle yalnız kendime değil, etrafıma da fenalık ediyorum. İçimde, isyan halinde bir uyan- mak, kımıldanmak arzusu var. Lâ- kin bu, isyan halindeki arzu, he- ves, hareket şeklinde sinirlerimi, damarlarımı kaplıyamıyor. Kendimi ne kadar rüyaya, hül- yaya kaptırmıştım! Aylardanberi bir şiir, bir hayal âleminde yaşıyo- rdum! Gül dallarında bağrımı yırta yırta çileyen bülbüller, ben- den daha az gafildi!. Dünyaya, hayata, hakikata göz- lerimi kapamıştım. Gündüzleri gök yüzünde güneş varken, Mesture, |. benim mehtabımdı! Mehtaplı ge- celerde, o, benim güneşimdi! Çi- çeklerin renklerini, kokularını in- kâr ettimdi. Hakikatin, bir balyoz gibi bey- nimi dağıtıp parçalamasını bekle- J “Halimi Sirete niçin kabahat bur luyorum? O olmasa, başka biri çı- kacaktı. Evet! Bütün kuvvetlerine muhtaç olduğu bir zamanda, ken- dini bir rüyaya terketmiyen biri” çıkacaktı! Anneme söylemekten korkmuş- tum. Çünkü onun kısa bir tereddü- dü, beni can evimden yaralaya- caktı! a Annem; peki! demiş, Mesture- yi istemeğe gitmiş olsaydı, muvaf. fakiyet yüzde yüz müydü? Mesturenin babasile kon anlaşmak ihtimali de yoktu. O, ka. rısının sözünden dışarı çıkmayan, uysal, koyun ruhlu bir adamdı. Biz, kendi kendimize gelin güveyi ola. o kadar... Aylardanberi, o halde, ne bek. lemiştim? Mesturenin bir feda. kârlık yapmasını mr: istiyordum? Ne gibi fedakârlık? Bu zavallı kı. zın elinden ne gelirdi? — Benimle kaçar marsın, Mestu- enn ik re? Mesture, başını kaldırdı, uzun uzun baktı: Sİ sü — Nereye? i — Nereye istersen? Neresini gözümüz keser, canımız isterte, oraya... Sen, yalnız muvafakat et, Mesture, ellerini kilitledi, içini çekti: ,7> Kaçamayız; Hüsrev! — Nasıl kaçarız? Nereye kaç?” riz? Nerelerde barınırız? Memufi" Yelten istifa etmemiş olsaydın. am m ve rdu, ie Bu incecik kaz, benden Geli “e doğru düşünüyor, daha iyi yor. Ben, ebedi bir cennete d! muşum gibi, bakiki hayatla ol? bütün bağları kesmiş, koj tım. Annemin yanında, hayat e endişesi çekmeksizin, rast düşüncesiz yaşıyordum — Memuriyete girerim, bif tutarım. hepsi olur, biter. Mesture, ellerimden tutu, 4 — Hüsrev, senin çok Ti çeş bin var. Fakat ne yazık ki kt gibisin.. Evet, bir çocuktan çer yok... Dalıyorsun, rüyalara Eyi kattan fazla inanıyorsun. dert daha ileri gideyim, hakiks' hiç inanmıyormusun... Kalbim, bir nişterle yarağa. belki bu kadar acı duymaz” gf. Bunu, söyleyen Mesture mi “vi Bu ağır hükmü, onun ağzın işidecektim? a (Bite

Bu sayıdan diğer sayfalar: