8 Mayıs 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

8 Mayıs 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

MA rar PİRE A. MER e FAR i İ nin M: Zana Meklepları— Ler) Behçet Rezal Londra köprüsü Londra 2-5-934 Londrada sabah hırsız adımla- rile ağır ağır gelir ve (oakşambir haydut çetesi gibi birdenbire bas- tırır. Eğer ufuk sarışın gök mavi | kalsa, akşam saati (için, tabiatin İngilizleşmesi diyebilirsiniz... İşte; gene böyle şehrin sis içinde yavaş yavaş eriyip dağıldığı, şekillerin köşelerini kaybettiği ve © eşyanın hendesenin zulmünden kurtulduğu bir akşam saatidi.. Taymis, yakım- da zuhur edecek bir korkunun göl- gesini andırıyordu. Sisten yakın- laşmış umuklar, geniş bir buz dal- gası gibi görünüyor ve göz kırpan ışıklar, hareket edemez olmuş bir takım Avare sandallardan işaretler gibi göze batıyordu.. Karşı kenar- da taş gibi katı,soğuk ve ağır göke kara mukavvadan yapılmışa benzi- yen ince bir bina hattı yaslanıyor- du... Bütün şehir buz üzerine kö- mürle çizilmiş bir silüete, Taymi- sin nefesile dağılacak şekillenmiş bir dumana benziyordu. Daha yere düşmeden çamurlu görünen kara, koyu bir yağmur çiseliyordu.. Ve ben Taymise bakarak mırıl- danıyordum: Ey Taym!s! Ben ne “Ganj,ın ne “Sen,,in çocuğuyum ; Hızını “Dardanel,de kesenin ço- ; Körükörüne ne tebaan ne dos- tun na düşmanın; Çocuğuyum kırk gün al akan o Sai tl. Ganj sence mavi kansa, öğren kiz Al kan odur; Azdığın gün sana tek meydan o- kuyan odur! Gözyaşile Nil gibi taşmak bile boş emek; Zulma isyan demektir, Tâyrmis Sakarya demek? Ve dört Türk talebesi, bir Türk memuru ve ben, Londrada Türk ol manın gururunu gezdire gezdire “London Bridge,i görmeye gidi- uk... Bu, Taymisin iki kıyısını birleş- tiren köprülerin'en ürü ve en eskisidir; üç parçadır; ortadaki kı- sım, gemilere kömür veren büyük mancınıklar gibi iki yana kalkabi- ke meni ie. zaman iki ribibirinden ayıran bu parçanm Ellerini avuçlarımdan kurtardı ve masanm bir kadeh kaparak bir imam içti. Onunla ir iğ 7 la ey lursan, beni dinliyemezsin. . — Merak etme. .. Daha dayana. bilirim. -— Ben; sana, bir genç kız ema- — Bir zavallı aile kızı. . — Senin neyin oluyor? seviyo musun? Mahzun mahzun güldüm: — Ferah kızım olur, belki de to- tunum olur. z Germaine, yavaş yavaş sinirleni- yordu: — Çabuk söyle, bu kız, senin ne- | yin? | — Hiç bir şeyim de; FEYZİYE MEKTEPLERİ Cemiyeti menfaatine Bu akşam saat 9da MELEK. sinemasında Fevkalâde Bir Müsamere Çekle Enis Hanım, Dardibedayiden Feriha Tevfik anım, Muammer Hey ve Şevkiye FL, eTanburi Refik Hey ve refikası Hanım. Edusrdo Bianco orkestrası Münir Norettin Beyin hiç görülmemiş tangoları, Şort muzikal Necip Bey Orkestrası vesair bir çok momaralardan mürekkep fevkalâde bir müsamere Hem eğlenmek hem Maarife hizmet etmek Biletler 50 ve 100 kuruştur. İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında (© Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. ” Tel, Beyoğlu : 4887. <Giliğ>2469<gi © Milliyet'i in edebi tefrikası: 71 KANLISIR iki yanında.büyük saat kulelerini andıran iki geniş ve uzun kule var- dır; bu iki kuleyi i mir köprücük biribirine bağlamak- tadır, Eski zamanlarda, muayyen bir saatten sonra alt kapaklar açı- larak iki kıyı biribirine geçit ver- mez olduğu zaman bu yüksek köp- rülerden belki yalnız beş on asil geçmek hakkını muhafaza eyler- lerdi; Seyrek © örülmüş saçlar ve yassı halatlar halinde ku kuleleri köp- rüye bağlıyan demir potrel tertip- leri, köprüye en ; we iki geçitte ... Cihan gemi sini Londradan idare etmek için yapılmış olacak “diye | gülüşüyo- ruz ve içimizden biri nüktedan bir tedai ile bu fantaziyi tamamlıyor:,, Fransa,Eyfelden tarassut ediyor ve İngiliz kaptan ona göre (o hareket emirleri veriyor.. Dümeni ellerin- den kaptırdılar mı nedir?,,.. Alta üste maşa gibi değil de iki yana makas gibi ayrılabilen İstan- bul gözlerimizde tütüyor.. Yalnız İstanbulu anmaya gönlüm razı de- lerliyor ve onları da beraber sürükliyorum, Ankara kalesini hiç bir cepheden bir yerine benzeye- ekin daha kuvvetli hatırlatan Londra kalesini seyre gidiyoruz. Haç biçiminde mazgallar, gaz de- posu şeklinde bürçler, kahramanlı- ğa tevekkül ve hileyi karıştırmış göründüğü için bizdeki kalelerin bir acemi taslağı hissini veriyor.. İsli bürçlerin kenarları, son şöval- yelerin boşuna akmış kanlarile si- linip demizlenmiş gibi beyaz ve siv- ri parlıyor. Bu taşların hiç birin- de elinin ——— mi el gurup ve kan sinmiş kızı ların- daki esrarlı ve munis görünüş yok... Köprünün üst geçitlerinden şeh- ri görmek hevesile dönüyoruz; w zun boylularımızm bile başmı kal- dırarak Yüzüne baktığı polis, iste- diğ seyi yapamamanın mürai azabını yüzüne Sğüükerselei için menküp prens tavrını bırakarak İ- zahat veriyor: 1918 denberi kimse çıkmıyormuş, her sene bir taş sökü- yor ve yeniden kaldırılryormuş.. İ- izden biri, “tıpkı imparator- ık..,, diye mırıldandı. Behçet KEMAL Sinema gişesinde arayınız. Yazan: Mahmut YESARİ Hap Sırrı Nevresin, çamu- Ri etiği bir kez! iösemmken, bir çığlık koparmış- — Ne? Sırer mı? | Evet. . Fransız kadını, yüzüme baktığı halde, beni görmüyordu. Elini ma- saya uzattı, bir kadeh aldı: — Sonra? — Sonrası bu, yavrum. .. Kızı, ailesinden ayırıyor ve gizli evler- den birine atıyor, Germaine'in elinden kadeh dü- şüverdi, yumruğunu ağzma daya- dı, ısırdı: — Ah, Kanay!... Sayıklar gibi tekrar ediyordu: — em İm « ondan umarım, şeyi umarım, Birden bire, bana döndü: — Simdi bu kız nerede? — Bir oda arıyor... Sırrı. hâlâ kızın peşinde mi? ———. MİLLİYET SA SALI 8 MAYIS 1934 E—eir Sinema sanattir Sinemanm sanat olmadığı iddiasını hâlâ ortaya atanlar, öyle sanıyorum istihkarı eski bir itiyattır. Ve sinema- nın sanat olduğunu il etmek iste- miyenlerin inadında itiyadın da büyük bir hissesi vardır. Sanat, insanm üzerinde bedii heye- canlar uyandıran bir vasıta (sanat va- sıta ve bedii gayedir) oldu- göre sinema bunu tam mânâsile ve şimdiye kadar hiç bir sanatin mu- va gibi her film de sanat eseri değildir. Ve hattâ itiraf edelim ki sanat eseri olan filmlerin sayısı cidden azdır. | kat bu keyfiyet bir sinema sanati mevcut olmasına mani teşkil etmez. Sanat, tekniği ve vasıtaları bakımın- dan mütalea edilemez, yapılış ve ya- radılış şekilleri asla mevzuuba! lamaz, sanât ancak vücuda ge! eserlerin bıraktığı tesirlerle ölçül k için ayni vasıtayı ni kalemle mürekkebi veya matba kullanan edebiyatçı ile kötü yazıcı a- rasında farkolduğu gibi ayni stüdyoda çalışan, ayni kordela üzerinde resim- İer ve sesler tespit eden iki sinema re- jisörü arasmda da sanat. noktasından büyük farklar bulunabilir. Beyaz perde üzerine resimlerle şi- ir yazılabileceğini, en kuvvetli piyes- ler, vücuda getirileceğini bi- xe Pabat gibi, Renâ Clair gibi, F. Lang ve Chaplin gibi rajisörler ispat etmiş- lerdir. Sinema, unutmıyalım “ki, henüz ©- mekleme devresindedir, — henüz bize beklediğimiz büyük dâhilerini verme- ye vakit bulamamıştır. Fakat şimdi- den vermiş olduğuna © bakarak iddia edebiliriz ki bu sanat büyük bir istik- bale namzettir. İçinde tiyatroyu, romanı, mus'kiyi, raksı ve hattâ yemi renkli filmlerile resmi cemeden sinema, en geniş bir i- fade vasıtası olmakla © sanatların en- başerisi sanatine de liyakat kazanmış- a zabıta romanlarından kıymet- li edebi romanların ayrilması gibi sa- nat eridişesile vücuda getirilmiş ler de diğer bezirgân dan ayrılacaktır. Ve daha şimdi den gö gö ze çarpan temayüllere bakarak yarın, vverler için, ancak yüksek kültür imanların anlayabileceği kadar a- ğır filmler vücuda © getirileceğine de inanıyorum. Fakat bu terakki, edebi- yatçının kendi zevki için yüksek sa. nat yapması kadar kolay olmıyacak- tır. Unutmamalıdır ki “setmâyedarın kazanç endişesile mahduttur, Ve Sov- yet Rusya gibi rojisörü ticari kontrol. dan kurtarmış olan memleketlerde ya- pılmış yüksek kıymetle eserler de gös- teriyor ki devletin himayesi sinemayı ticari endişeden uzaklaştırmakla bir kat daha sanatlaştırabilecektir. Kıymetli Fransız romancısı Andrö Malraux diyor ki: “İptidai İ sm yerine bugünkü sanatimizin geç- | mesi gibi neden © edebiyat ta yerini başka bir sanate terketmesin? Biz sine mayı resim unsurundan çıkarttık, fas £ resim sinemanım en zayıf tarafı. dır, Raksı yazı öldürdü; ve da yeni bir yazmak şekli, kelimelerden şeyle yazmak şekli vardır ki biz- zat yazıyı da öldürebilir: Ralesı öldü- re kelime gibi, kelimeyi öldüren $6- Ben, kendi hesabıma, sinemanın ro- manı ve edebiyatı öldürebileceğine i- nanmamakla beraber sinema sanati. nin yarın bugünkünden çok daha ge- niş mikyasta halk kütlelerini istilâ e- deceğine ve terbiyevi bir sanat halinde kullanılarak bu sahada BE eri ve ME kitaptan daha muvaffakryetle tutacağına inanıyo- rum. Bunun içindir ki sinema ve ede- biyatın kendi sahalarının tayin ederek biribirlerinin hudutlarını gene kendi menfaatleri abe Çünkü vaka ve hareket olan sinemanm karşı- sında edebiyat ancak vaka ve hare- Dİ Gece saat on biri az bir şeyler | geçiyordu. Tanınmış müverrihle- rimizden Rifat Recai Bey sessiz, geniş kabinesinde hâlâ çalışıyor ve (Asyadan İniş) isimli bekleni len büyük eserini bitirmeğe çalışı yordu. Rifat Recai Bey 48 yaşma gel- miş olmasına rağmen evlenmemiş ti, Cabi sokağında yeni yapılmış bir apartımanın ikinci katında o- | turuyordu. Muazzam bir kütüpha nesi vardı. Buradaki geniş masa- sında okumak, yazmak, çalışmak en mühim meşgalesi idi. Rifat Recai Bey birden başını kaldırdı, Apartımanın kapı kili - dine anahtar sokulduğunu kapı - nın açıldığını duymuştu, Bu ge - len sanki kendi evine geliyormuş gibi, hiç bir şeye aldırış etmiye - rek şırrangadak kapıyı kapamış - tı. Antişambrda ayak sesleri du - yuldu, az sonra kütüphane kapı sının çerçevesi içinde bir kadın gö ründü, Kadın evvelâ bir sayha ko pordı: — Ah, dedi, eyvah, yanlış gel - mişim. Korkusundan âdeta titriyor, düş memek için kapının pervazına da yanıyordu. — Affedersiniz efendim, diye bildi, ben katı yanıldım. Rifat Recai Bey ayağa kalkmış, kadinın yanına gelmişti, Onu elin ven tutup bir koltuğa oturttu: - Sükünet bulunuz hanımefen. di. Böyle bir şeydir ki herkesin başıma gelebilir, dedi. — - Doğrusu şaşırdım kaldım e- tarım nasıl sizin ka öyle kolaylıkla açı yordu. Ki , benim için şimdi neler düşünüyortunuz? — Hüdise çok ehemmiyetsiz Hanımefendi. O kadar mütehey « yiç olmayınız. Şöyle biraz istirahat buyurunuz, rica ederim, Kadın koltuğun kenarma iliş ti. Hakikaten ayakta duramıya - cak kadar bacakları titriyordu. Başında kırmızı küçük tokun al - tında bol ondüle saçları, yüzünün gayet zarif bir profili vardı. De- di ki: — Efendim, ben üstünüzde ü « çüncü katta oturuyorum. Nasıl bu kadar dalgınlaşmışım, hayret! Kendi evim gibi tarı sok - tum, kapı açıldı, girdim, Bilseniz ne mahcubum. Kadın ayağa kalktı, kapıya doğ ru yürüdü. Rifat Recai Bey de komşusunu teşyi etti. İçinden: — Doğrusu enfes kadın, diye dü şündü. Ertesi gün kapıcıdan tahkikat eti Anahtar yaptı: — Evet efendim, Yeni taşındı. Süeda Hanım.. Avukat o merhum Affan Beyin dul zevcesi.. Galiba çok zengin bir hanımmış. — ———— kett larak yalniz fiki ve felse m ye ceğine ve bu rakip sanatle rekabet 6- debilecektir. “Asya üzerinde fırtına, Troyka,, , “hayat yolu,, gibi filmlerin gündelik şeritler gibi seyredildikten sonra he- men unutulmayan, fakat tıpkı büyük edebi eserler gibi üzerimizde unutul. mayan tesirler bıraktığını düşünmek sinemanın indi mülâhazalarla inkâr e- dilemiyecek kadar kuvvetli bir sanat olduğuna kâfi bir delildir. Yaşar NABİ Rifat Recai Bey ertesi güne - vinden çıkarken, yukarıki merdi vende bir amelenin çalıştığını işit ti. Yukarıda baktığı zaman Süeda Hanımın kapısma sağlam yeni ki lit geçirtiğini gördü ve kızdı: — Budala kadın, dedi, benden mi çekiniyor, nedir? Rifat Recai Bey müderris arka daşlarından Hilmi Beyin ziyare- tine gitti. Söz arasında Hilmi Be yin karısı Ulviye Hanım dedi ki: — Size iyi bir komşu geldi Recai Bey değil mi? Süeda Hanım. Biz © aileyi eskiden tanırız. Bilseniz ne kibar bir kadındır. i Kilit meselesini bir türlü izzeti nefsine yediremiyen Rifat Recai yi: Evet, öyle bir kadın gelmiş, dedi, fakat ben kendisini pek aca ip buldum. dedi. ve macerayı an- lattı, dediler, fakat kadın öyle zannettiğiniz gibi aca- ip değildir. Bilâkis gayet ciddi ka rakterdedir. Onu iyi tanımamışsı- niz. — Doğrusu hiç te fazla tanımak istemem, Ev sahipleri ısrar ettiler. Niha- yet bir davet sofrası kararlaştırıl dı. Rifat Recai Bey şimdi üçüncü defa Süeda Hanımla konuşuyordu. Üçüncü defasmda yalnız idiler. Pek çabuk anlaşmışlardı. Rifat Re İ cai Bey Suada Hanımı artık acâ- ip değil; bilâkis zeki, güzel ve spi- rütüel buluyordu. Hattâ bunu genç kadma da söyledi. Kadm bu erkek iltifatı karşısmda gözlerini eğdi ve sesini çıkarmadı. Öyle süküt- vardır ki ne kuvvetli sözlerden daha kuvetlidir. Artık her sey tatlı geçiyordu. Fakat Rifat Recai bir türlü kilit meselesini hazmedemiyordu. Gü - | eği birinde içindeki bu ağırlığı | da boşaltı. Neden Süeda Hanımın kendisine karşı kapısını böyle ka le divarına çevirdiğini anki tiyordu. Süeda Hanım bir kahka ha kopardı: — Hem de öyle kilit vurdum ki.. dedi. — Bana karşı mı? — Belki.. Benim anahtarım si- zin kapıyı açtıktan sonra, asizin anahtarmız da pek tabii olarak. — Fakat benim öyle bir şey ya ey i nasıl tasavvur etti - niz — Bilmem, şimdi artık kimse - den korkum yok. . Rifat Recai Bey öyle müteessir — Hiç li mı? Adım adım tale ediyor... Ondan kurtarmak inle; elini alnıma vurdu: — Bu da Sırrı'nın bir kolposu ol- maşımn.... — Haye! — Bu kadar kuvvet ve emniyet- le, hayır! demenize şaşıyorum. — Bu genç kız, yalan söylemiyor — Peki, sen, bu kızi nie maksat- la koruyorsun? — Onu Sırrı 1 bir Al larak eklem Ae a Çünki Beri TET, Şimdi de akra - bamdan bir kıza göz koydu! Germaine, tekrar yerinden fırla- müşta: — Peki, onu evinize nasil soktu- nuz? Bu kadar gaflet olur mu? 3 — Kızm babası da kumarbaz. ir, Fransız kadını, elile omuzumu tuttu ve eğildi, saçlarımdan ö) — Pardon, bey... Demin, sizin için biraz sert bulundum... Bilmi- yordum ve necabetinizle alay et- mek küstahlığını gösterdim. i idiniz, bana bu kada: bi Te “Kolundan çekti, masaya doğru » Yeni baştan sofra Siz, yarın, bana, anlatırsınız. mak isterim. Şu Kan donjuana bak! Ona bir ders vermeli... — Haketti, sanırım! rim. Şimdiye kadar elim kolum bağlı idi. Fakat bugün kuvvetli - yim. Sizin gibi bir ortakla çalışa - bilirim, Sesimi yavaşlattım: e; Yalnız, bunu Sırı hissetme - — Şüphesiz. Gafil avlanırın, da- ha zevkime gider, Germaine, garsonu (o çağırmış, buz ve beyaz şarap (o emretmişti, Yüzüme tuhaf tuhaf baktı — Pek mi fazla teklifsizliğe vur- dum? — Hayır, yavrum. Böyle şeyleri hiç düşünme... neyi isterse emret.. Aklından küçük bi bir endişe, tereddüt geçmesin. O kadar samimi söyliyordum ki âdeta Deri ya Si bir. gülümseme ile — Hâlâ devam ediyorsun! © Başımı kaldırdı; bana, uzun u- zun baktı. Beyninin içinde uzalan ve kısalan mesafeleri tahmin edi- yor gibiydi. Acaba, neyi ölçüyor du? Senelerin, benim o yüzüm vücudum üzerindeki kat'i, hakiki izlerini mi arıyordu? Fakat emil hüsnü niyetimden emin o olmak! beraber, benim hâlâ gizli maksat- larla hareket ettiğimi mi düşünü- yordu? — Yarn, etraflı konuşaca; Bu gecelik, son bir sual? ae — Sor, yavrum. — Bu kız, fransızca biliyor mu? Ferhundenin hayali gözümün ö- nüne gelmişti: — Pek zannetmiyorum. Germaine, düşünceye varmıştı: — Bu fena... Türkçem, çok za- yıftır, hattâ bilmiyorum, desem da- ha doğru... Kızcağız, benimle otur. maktan sıkılacak... Ona, benim kontrolum altında, iyi bir yer bul- — Bir Fransız ailesi tanıyorum. Eskiden beri İdadırlar. Madais Priisiğ güzel izkek bib3 Gayri ihtiyarı yerimden sıçramış Orkestrunın devamı 20: Plik. 2045: (Melle Dorothy Ünivermite de Konferans. 21: T. Hamphreys.) 21,20: Beşriyat. 'KONIGVUSTERHAUSEN ya? 22 simli yat 2125: Demizciliğe dair 34 Ezine Bi tarafndan piyame ko, MOSKOVA, Aşl90: Dlutükli maşriyat 2; Sole gitar, BELG Vi a T, 437 m. 20; Plâk. — Reklâm, 20,20: Piyano “e seri, Zidö: Kere konseri, 2330: Radyo koztrmar, ROMA, NAPOLİ, BARİ 22: Oparadan naklen Boitemun “MEFİ$' FELE, oporam (4 perdelik) SIMALI İTALYA 2145: “Madame di donun operet temi PRAG, 4T0m. 19,28: Almanca. 2020: Plâk 21: O ekle Şanı “etler zevk Ta ERESLAU, 36 m. senle kanca. 2 Mi oç pana musikisi, 2216; Tayyare bomb aganni, 2330: al VA YA AE e 20: Kışa haberler, 20,15; Ecnebi, ların eserlerinden kansar, — Mhteljf. İngilizce konferans. 2425: Dani müsikisi, IRTIHAL Tüccardan, Şehir Meclisi Ticaret Odası azasından Hav Hacı Recep Dai le ği etmiştir. nazesi bugün d başındaki hanesinden kaldırıl: Fatih camiinde öğle namazı deleda ısındaki âile perine defnedilecektir, FRANSIZ TIYATROSU Bugün saat 14, 16 ve 18 de Mumlli Beylerle talebe efendilere mahsus 3 tine Salsburg Kuklalar Tiyatrosunun da müsemereleri . Umumi duhuliye ve 30 kuruştur. Akşam suare saat 21 de Veda müsameresi, 4 SATILIK BAĞ VE BAHÇE; Yeniköy ile Tarabya ortasında 9-! dönüm miktardaki bağ ve bahçe halli satılıktır. İçinde kuyu, tatlı sw, lumba, 200-250 kadar yemiş ve ağı leği vardır. Daha ziyade malümat: ni Postahane karşısında No, 20 s0 Ohannes Papasyan emen sl yalliyet Lanml Asrin ümdesi “ MİLLİYET” ör ABONE ÜCRETLERİ : Türl ça) içim Hariç « K. 1. a u HA Galen ev Pe matbaaya ait işler üçlü müdiriyete vaat edilir. Gazetemiz ikale mes'üli, tini kabul gimez bir tavır aldı ki, Sücda Hanım men ilâve etti: — Fakat kilidin. anahtarla gift yaptırdım. vx o | ğırlık olmazsa, biri biri bende .. şaşırmıştı. iN — Ne oldu? Yoksa Madam FP”, 80is'ı tanıyor mısın? ij — Bundan on beş, on altı 8 evvelisi, belki de daha ziyade ol” Bursada idim. Kaplıcalarda Fransız baba kızla (tan di Kızın ismi Fransois'di. ş — Babasının adar? — Mösyö Raymond'dı. Bu sefer, Germaine sıçı Onlar. i — Onları bir daha da gö Ne oldular, bilmiyorum, He: Fransois, çok değişmiştir. i Fransois'e tekrar tesadüf den e, Z |: —Sen, hakikaten anlaş garip bir adamsın! a güveniyorsun ! ğ — Ne gibi? .. .

Bu sayıdan diğer sayfalar: