6 Eylül 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

6 Eylül 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“Sepakat intibaları : 13 Otomobille Avrupada 9000 kilometro İnsan farkına varmadan gümrüğü at- larsa yolun yarısından nasıl çevrilir? İsviçre hududunda bir tevkif tehlikesi — İstasyon, polis, jandarma, tahsil memurluklarını ve hapisane müdürlüğünü üzerinde toplayan adamla bir çekişme — Hapi- sane yerine pansiyon... Avusturya yolları nasıldır? diye | bir sual karşısında kalırsam ne ce- vap vereceğimi kestiremiyorum. Bu memlekette dokuz bin kilomet- relik seyehatimizin en iyi yollarına tesadüf ettiğimiz gibi, en fena yol- larma da tesadüf ettik. Avusturya- lılar büyük şehirler arasmdaki yol- ları asfalt yapmağı kararlaştırmış- lardır. Fakat mali | vaziyetlerinin darlığı içinde yol yapma programı- nı kolay kolay tatbik edemiyorlar. Şimdiki vaziyet £ şudur: Uzun bir yol üstünde parça parça asfalt kı- sımlar vardır. Binaenaleyh uzun bir mesafe nazarı itibara almdığı zaman bir Avusturya yolunun iyi veya fena olduğu söylenemez. Bir yol üstünde iyi olan (kısımlar da vardır, fena olan kısımlar" da var- dır. Misâl olarak İnnsbruck şehri ile İsviçre hududu olan Feldkirch ara- sındaki 184 kilometrelik yolu ala- kım: İnnsbruck'tan hareket ettikten sonra Telfs kasabasını geçinceye kadar yirmi sekiz kilometrelik ge- niş bir asfalt yol vardır. Bundan sonra İmst kasabasina kadar yirmi beş kilometrelik dar, bozuk ve taş- hı bir yol geliyor. Sonra İmst'ten başlıyarak Landeck şehrine kadar yirmi kilomtrelik iyi yol var. Bunu altmış kilometrelik fena bir yol ta- kip ediyor.Sonra da gene hududa kadar iyi bir yol geliyor. İnnsbruck'tan İsviçreye geçmek için bizim takip ettiğimiz yol bu i- di. Landeck ile Bludenz arasındaki fena yol üstünde yüksek dağlar ve Arlbez geçidi vardır. Bu yolun fe- na olan kısmında otomobil sürme- ği müşkülleştiren bir âmil de şu- dur ki çok kalabalıktır. Italya yol ları da dahil olduğu halde şimdiye kadar bu derece kalabalık yol gör- memiştik. Her saat yüzlerce ©- tomobile tesadüf (o edilmektedir. Çünkü İsviçreden cenuba İtal yaya, şimale Almanyaya ve. yahut taşarka Viyanaya gi- decek olan yolcular buradan geçmek mecburiyetindedir. Tesa- düf ettiğimiz otomobillerin büyük ekseriyeti yabancı (otomobilleri idi. İngiltereden, Fransadan, İs- viçreden, İskandinavya'dan gelen otomobiller bir nehir o halinde bu yoldan akıp şarka doğru gidiyor- lardır. Avusturya hükümeti bu yo- lun ehemmiyetini bildiği içindir ki fena olan kısımların tamirine baş- latmıştır. Yolda binlerce yol tamir- cisine tesadüf ettik. Fakat henüz İnnsbruck İsviçre yolu tamam ol- maktan uzaktır. Yapılmamış olan kısımlar, yukarıda izah ettiğim ka- labalık dolayısile tehlikelidir. Dar dağ geçitlerinde, uçurumlarda kar- şıdan gelen otomobillere yol ver. mek için dakikalarla beklemek i- cap etti. Bunun içindir ki Innsbruck ile İsviçre hududu arasındaki 184 ki- Mil lometrelik yolu tahmin etliğimiz ka dar kısa bir zaman içinde geçeme- dik. Dalmaçya'nın dağ yollarını bi- rakarak Italyaya geleli, bir şehir- den diğer şehire kaç saatte gidece- ğimizi dakikası dakikasına bili. yorduk. Şimdi seyahatimiz tekrar intizamını kaybetti. Bin müşkülât ile son Avusturya şehri olan Feld- kirch'e geldiğimiz zaman karanlık basmıştı. Ancak bir Şilin mukabi- linde hududu her zaman geçece- ğimizi bildiğimiz için endişe etmi- yorduk. Feldkirch şehrinin hudu- dundan çıkar çıkmaz, Avusturya gümrük kulübesine geldik. Âdeta şehrin içinde denilecek kadar ya- kındı. Burada pasaportları kaydet- tirip bir Şilin mukabilinde otomo- bil karnesinin muamelesini de yap- tırdıktan sonra Avusturyadan çık- tık.Sabahleyin Italyadan hareket et miş, öğle yemeğini Avusturyada İnnebruek şehrinde yemiş ve akşa- ma da Âvusturyadan : çıkarak İs- viçreye girmiştik. Eğer İnnsbruck ile Feldkirch arasında yolların bü- yük bir kısmı bozuk olmasaydı, ak- şamdan evvel, İsviçreden de çıkıp Almanyaya girebilecektik. Maa- mafih esanen İsviçreden böyle ça- ayrılmağa niyetimiz yoktu. Feldkirch şehrini çıkıp ta Avus- turya gümrük kulübesinde muame- leyi bitirdikten sonra geniş bir as- falt yola geldik. Biz İsviçre hudu- dunun Buchs kasabasında olduğu- nu zannediyorduk. Bunun için bu- radaki İsviçre gümrüğüne müm kün olduğu kadar erken varmak için yüz kilometre üzerinden sür- meğe başladık. Etrafı orman olan geniş ve güzel bir asfalt yol. Hem sürüyor, hem de iki gümrük kulü- besi arasındaki mesafenin uzaklı- ğa hayret ediyorduk. Bir müddet sonra bir köye gel. | dik. Burada üniformalı bir adam, elinde bir fenerle sokağın ortasın- da bizi bekliyordu. Otomobili gö- rür görmez, büsbütün önümüze ge- çerek elile durmamızı işaret etti, Derhal durduk. Zor anlayabildiği- miz bir Alman şivesi konuşan a- dam: — Evrakınızı görmek isterim de- di. Derhal verdik, Ince uzun bunla- Yı tetkik etti, O evrakı tetkik eder- ken, ben de kendini tetkik ediyor- dum. Üniformasından anladım ki şimendifer memuru olmalıdır. — Hepsi tamam dedi. O halde neden Şanwald gümrüğünden kaç mak istediniz? — Şanwald neresi oluyor? Biz Feldkireh'ten çıktık £ İsviçreye Buchs gümrüğüne gideceğiz. Memur, geri gitmemizi emretti. İçime bir şüphe geldi. Acaba yolda fazla süratle gittik de bizden ce- za mı istiyorlardı? — Bir kabahat işlemiş isek bil- miyoruz, dedim. Cezası da varsa yet'in Edebi Romanı 4 Simi MM sağmal ATEŞ BÖCEKLERİ Yazan: Nezihe MUHİDDİN gairin hususiyeti vardı. Kendi elile cilâladığı koyu kahverengi iskarpin lerini bozuk kaldırımlardan sakma- rak taştan taşa seke seke tramvay caddesine en yakın çıkacak yola saparken köşe başmda (genç bir kızla karşı karşıya geldiler. Bu te- sadüf, mektepli kızm esmerce çeh- resini pembeleştiriverdi. Necat bü- tün telâşına rağmen geçip gideme- di. Kısa bir müddet hiç &öz söyle- meden, hattâ selâmlaşmadan biri birine bakıştılar. Kızcağızın iri si- yah gözleri mahzun, derin ve içli görünmesine rağmen yüzünün hat- ları azim ve iradeli olduğunu gös- teriyordu. İlk söze onun o ahenkli sesi başladı: — Bana verdiğin sözü unuttun | mu Necat?.. Bugün benaber sinema ya gidecek değil mi idik?.. Tam bir hafta evvel kararlaştırmıştık... Hat- tâ seni bekletmemek için mektebe giderken sabahtan giyinmiştim... Necat bütün istiğnasına rağınen yi Ne çare... — diye kekela - yaz Genç kız onun sözünü kesti: — Demek bugün gidemiyeceğiz öyle mi?.. o Daha mühim bir yere söz verdiğin anlaşılıyor!?. — Evet çok mühim... Maatteesüf bugün seninle beraber gidemiyece- ğim Hacer!.. Genç kız müthiş bir surette kr- rılan izzetinef: ezginliklerini belli etmemek için başmı çevirdi ve şaşırmış adımlarla hızlanırken: — Pekâlâ... Güle güle. — diye ilerledi — Necat dudaklarına ilişen müsteh- zi bir gülüşle fırladı, arkasına bile bakmadan dönemeci saptı... Fakat: Hacer beş on adım attıktan sonra birdenbire dönüp arkasına baktı. Gözleri yaşarmıştı. Hacer, Necatın evinin karşısm- daki eski konağın sahibi Ta- hir Paşanın torunu idi. İkisi de o mahallede © sokak- MİLLIYET PERŞEMBE Mehmetçik geçerken... Geçen gün “Milliyet,, in pencere- sinde birkaç arkadaşla önümüz- den geçenlere (o bakıyorduk. Der. ken ansızın bir boru sesi duyuldu. Izciler geçiyor sanmıştık. İzciler değil, Yavuz bakışlı, arslan yapılı Mehmetçikler geçiyormuş. Hep bir. den göz ve kulak kesildik. Yürüyüşleri o kadar sert, duruş- ları o kadar babayiğitçe, idi ki göğüslerimizin kabardığını duyar gibi oldak. Anlatıdamaz bir çoşkunluk için. de idik. Güneş altında yüzleri tun. ca çalan bu seçkin (1) erlere bak. makla doyulmuyordu. En ulusun. dan en küçüğüne kadar bütün ordu nun tek bir baş ve tek bir gövde gibi niçin “atd!,, denilince atıldı- ğını, “öl!,, denilince öldüğünü an- lamak için herhangi bir Mehmeliçi- ğe göz ucu ile bakmak yetiyor, O. nun bu yavaşlık içinde öylebir çetinliği, bu sevimlilik içinde öyle bir korkunçluğu, bu susmuşluk için- de öyle bir konuşkanlığı olur ki ar. tık eski Mehmedi o göremezsiniz, Arar çöllerinde bugün bile aransa çarığıçın izceri bulunur. Üstüne bastığı toprağın kendi toprağı ol- duğunu bilirken de gene çekingen. liğini bırakmayışına kimse “izlilan. masın. Bu gördüğünüz Mehmedin ataları, 300 yıl önceye kadar Macar ellerinde at oynatır, sularını Vistül ırmağında içerierdi. Mehmet hep o Mehmettir, Deği. şen biziz. it? Gazi ve Gazinin yolundakiler Mehmedi en iyi anlayanlardan ol- dular. Bir Mehmet başlı başına bir or- tediyeye hazırız. Fakat vakit geç- tir. Yağmur da başlıyacak. İsviçre. ye geçeceğiz. Vakit kaybedemeyiz. — İeviçreye girmiş bulunuyor. sunuz. Fakat hudutta gümrük mu- amelesi yaptırmadan, bunun ağır cezası vardır. Derhal Şanvwald'a dönünüz. Memurun sözünü kestim. Elim- deki harita İsviçre - hududunun Buchsta olduğunu gösteriyordu. . Bu haritaya o kadar itimadım var- dı ki: — Beyhude uğraşıyorsunuz de- dim. Geri gitmeğe hiç “nifetim yoktur. Memur meram anlatmağa çalıştı. Muvaffak olamayınca vekarliii” — O halde dedi maateessüf sizi tevkif etmek mecburiyetinde kala- cağım. — Ne hakla? dedim. — Lihtenştayn (Liechtenstein) develti namına. Lihtenştayn, Lihtenştayn, huku- ki vaziyetimi anlamak için tarih ve coğrafya malâmatımın yardı- mma müracaat ettim. Vaktile mu- kaddes Roma imparatorluğuna sonra da Alman konfederasyonuna dahil olan küçük bir devlet vard Arazisi 75 kilometre murabbar, nü- fusu on bin kadar. Gülmeğe basla- dım. İtalyada, Almanyada olsa in- san tevkif edilebilir. Fakat böyle küçük bir devlet, Lihtenştayn. — Bir defa dedim üniformanız- dan anlaşılıyor ki siz * şimendifer memurusunuz. Ne hakla bir seyya- .bn yolunu kesersiniz. . — Ben istasyon memuruyum a- ma, jandarma ve polislik vazifesi- ni de yaparım. — Belki hapishane müdü danberi Necatı tanıyordu. | eski konağına bırakıp çoktan eski mutasarrıflardan © Miri rütpeli Tahir Paşanın oğlu Niyazi Bey Allehirk bir adamcağızdı. Yir- mi senedenberi Divanrmuhasebat hulefalığından mütekaitti. Babasm dan ancak bu köhne konak miras kalmıştı. Konağının yarısından al- dığı kira ile tekaüt maaşı bu aileyi senelerden beri geçindirip duruyor» du. Niyazi Bey bu mahallede evlen mişti, Aldığı kız Necatım annesinin kapıkomşu bir arkadaşı idi. Iki ka- dın aralarından su sızmıyacak ka- dar kafadardılar. Iki aile içli dışlı görüşürlerdi. — Akşamüstü Niyazi Bey Şam hırkasımn altından çıkan beyaz patiska paçalarını sallıya sal- Iıya kapın önüne çıkarak Şaban Efendiye seslenirdi. Beriki bir ho- ca oğlu olduğunu arkasına geçirdi- ği aba ile de ispat ederdi. Bazan be raber kahveye çıkarlar, bazan da tahtaboşta sıralanmış fesleğenleri, ortanca ve berberiye saksılarını su- larken karşıdan karşıya yarenlik &- derlerdi. Ikisi de çiçek ve kuş me raklısı idi. o Şaban Efendi sık sı uğradığı Salıpazarmdan nadide çi. çek fideleri r, bir kısmı da kom 6 EYLUL 1934 Ölüme mahküm adam Hikmet Naci kabineden © çıkarken, doktor sesini tatlılaştırarak dedi ki: Nihayet ben de Allah değilim. Al- mabilirim. Temenni ederim ki öyle ol- sun. Hikmet Naci sokağa çıkmca, doğruca bir meyhaneye kapağı attı. Bir kadeh ra kı ısmarladıktan sonra, şöyle bir zihni- ni toparladı: — Doktor ne demişti? Bu hastalık - tan kurtulmak imkân yok. Nihayet bir | sene daha yaşarsa, yaşıyabilecek. Dok- tor bunu söylemek için hayli tereddüt geçirmiş, Fakat geride korunacak aile var, Ona göre evde tedbirler almak lâ- zamn. Hikmet Naci birinci kadehi yuvarla- dı. İlinciyi ısmarladı. Bu suretle aylar. dan beri tatbik ettiği rejimi bozmuş olu- yordu. Bir sene sonra ölecek olduktan sonra ha altı ay evvel, ha altı ay sonra. | Karısı Müjgânı düşündü. Şimdi ber şey gözlerinin önünde başka bir canlı- Lık peyda etmişti. Müjgân kendisini se- viyor mu idi? O zamana kadar gözünden | kaçan, yahut ehemmiyet vermediği bin türlü ufak şeyler şimdi Hikmet Nacinin kafasında #hânâlar alıyordu. Müjgânı öp sek isterken karısının başını çevirmesi, | işlerinden bahsederken gösterdiği alâka» sızlık, arkadaşlarla bir yere gidec: man Müjgânm kendisine o kadar çı düzen vermesi, daha bir çok şeyler Hik- met Naciye hakikati, orada, meyhanede, öğretmişti. Karısı kendisiri sevmiyordu. mm du değer. Çünkü orduları doğuran odur. Mehmetçiklerimizi öğelim ve on- larla öğünelim. M. SALAHADDİN (4) Seçkin — Güzide karşılığı —— — ——————— nüz de. — Hapishanemiz yoktur. Fakat birisini hapse koymak icap ederse, bir pansiyona yerleştiririz. Lihtenştayn devletinin şimen- difer memuruna, jandarmasına, po- ine, kimbilir belki de vergi tah- sildarma ve hapishane müdürüne itaat etmeyip te o geceyi rahat bir pansiyonda geçirmek te mümkün- dü. Fakat ortada bir yanlışlık ol. duğuna da inanmağa başlamıştım. — Pekâlâ dedim. Mademki bu kadar sıfat ve salâhiyeti haiz bir memursunuz. Sizin emrinize itaat ederek geri döneceğim. Memurun koltukları kabardı. -— İtöasyona kâdar gidelim de oradan telefon edeyim dedi. İstasyona Oradan Şan- |, wald gümrüğüne bir şeyler anlatı. yordu. Ben yalnız “Das autoist hier,, sözlerini anladım. (Otomo- bili yakaladım). Jandarma, polis, hapishane mü- dürü ve vergi tahsildarı olan zattan ayrıldık. Şanwald gümrüğüne var. dığımız zaman anladık ki Isviçre ile Lihtenstayn arasmdaki bir an- laşma üzerine İsviçre gümrük mu- amelesi evvelden olduğu gibi Büchs'ta yapılmıyor, Şanwald'da yapılıyormuş. Seyahlara karşı dai- ma nazik olan İsviçre memurları yanlışlığı kindeleri yapmış gibi, iti- i ( yıllanmış bi iskete kuşu gönderdi- zar ettiler. Muamele bir kaç d. ka içinde bitti. Sonra tekrar Lih- tenştayn devletinin arazisine gir- dik ve geri çevrildiğimiz köyden geçerken bu defa jandarma, polis, hapishane müdürü ve vergi tahsil- darmın bizi uğurlamak için feneri- ni salladığını gördük. A.Ş. ği zaman aralarmdaki dostluk çok kuvvetlenirdi. Tahtaboştan tahta» boşa yapılan müsahabe cidden ha- raretli ve keyifli olurdu. Yaman bir kuşbaz olan Niyazi Bey: — Aman birader - derdi - demin gönderdiğim kuşa dikkat et... Sab- riye Hanım hemşiremin kedisi Sar- man yaman avcı... İşitmesin ama © bir kedi değil âdeta bir canavar!... Bizim kuşların etrafında sinsi sirisi fırdönüyor ama, bereket versin bu dalaveralar benim gözümden kaç- mıyor... Lâf değil bu! o Tam kırk beş senedir bu mübareklerle uğraşı. yorum... Yedi yaşındanberi!.. Ye - nicamideki meşhur kuşçu Hacı Ab- bas Efendi bile (benim hünerime parmak ısırır... Öyle bir iskete yetiş tiririm ki kanarya haltetsin yanın- da... İşte sana gönderdiğim iskete © cins isketedir. Bu sabah tecrübe et... Kafesi mor salkıma as, sonra karşısına geç bir kahve iç. . Şakı- mağa başladığı e ei Ba- ğı İremde zannedersin! > cm erkekleri yukarıda muhab- bet ederlerken, hanımlar da ve bulup biribirlerine gidemezlerse ii kd d it Sevmeyince de doktorun söylediğini Müjgâna anlatmakta mânâ ne? Ne olar ne olmaz, ihtiyarlık günleri için tasarruf ettiği paranın da artık kıymeti kalma - mıştı. Daha yaşıyacağı şu kısa aylar i- çinde bu parayı adamakıllı yemek lâ - zumdı. Müjgânm istikbaline gelince, ken disini sevmiyen bir kadını ne diye bu ka- İ dar düşünsün. Yirmi sekiz yaşmda bir kadın, hem de güzel bir kadın için istik- bal korkusu olur mu? Müjgün gibi bir kadın içim. Hikmet Naci ikinci kadehi de yuvar. dadı, Müjgünm kendi hastalığı ile alükasız- lığmı da düşündü. Doktordan geldiği zamanlar karısı hiç te: “me oldu? doktor ne diyar7,, tarzında bir sual dabi sorma- mıştı, Bilâkiş kocasına hastalığını izam ettiğini söyler, dururdu. Sonra Müjgü - nın kendi hususi meşguliyetleri vardı. Mermoz podrası tenine daha iyi gidi - yormuş. Aynanın karşısında dudağına Tuj vermesi bir çeyrek saatlik mesele idi. Ertesi gün Hikmet Nacinin yemekten #onra bir kadeh şarap yuvarladığını gö- rünce karısı: — Doktorun tavsiyesi mi? diye sordu. — Evet, ben artık O rejimi bıraktım. Herkes gibi her şeyi yiyip içeceği O kadar... Bu bahis üzerinde fazla bir şey konuşulmadı. Yalnız Müjgân ko- casının halinde bir değişiklik başladığına dikkat etmişti. Eskiden yazıhanesinden çıktıktan sonra kumpasları, pergelleri, gönyoleri ve sairesile doğru eve gelen mimar Hilemet Naci şimdi işine hiç ehem miyet vermez olmuştu. Karısmı tamami- le serbest bırakıyor, kendisi de serbest kalmak istiyordu. Şişlide evvelce bir mecliste tesadüfen tanıştığı Blanche Montenvers ismindeki bir Fransız kadını hatırma (o geldi. Bir mü üni getirerek bu kadımla tek - rar görüştü. Hattâ cesareti haylı ileriye yüri Bir gün karısı Müjgüna İzmir- de mi bir işi çıktığından bahsederek evden yürüdü. Blanche ile Büyükadaya — geçtiler. Yirmi, yirmi beş gün beraber kaldılar, Bu müddet zarfmda İstanbula bir defa olsun inmedi. Ne yazihaneye uğradı, ne de evel , dans, kumar, içki, kadın... Hepsini bir araya topla - mıştı. İhtiyarlığı? için sakladığı parala- ri bir seneye göre hesap etmiş, bu mezu- va dahilinde sarfediyor, ediyor, ediyordu. Bu başdöndürücü hayat içinde Hikmet İ Naci bazan daha bir sene ömrü kaldığını aklına bile getirmiyordu. Bazan da çılgın bir eğlence gecesinde başını almış yürü- müş cazbandın neşeli kakafonileri içinde dönen çiftlerin üstünden ölümün yükse * len hayaletini görüyordu. Bir sabah gözü takvime ilişti. Mayıs İ. 5 Doktorun kehanetine göre deşrini - evvele kadar beş ay kalmıştı. Bu beş ayı daha iyi geçirmek için İzmirden geliyor» | muş gibi evine döndü. Bu defa da Anka- rada büyük bir işi üzerine aldığını ve bel-| ki rondan Kayseriye, hattâ Çemişkezeğe gitmek te icap edeceğini söyliyerek ba- | vulunu tazeledi. Tekrar o Adayagitti. | Blanche ile birlikte emsalsiz bir hayat ya-| #iyor ve ölümün böyle bir insanın haya» tana o kadar kısa bir zamanda e Eİ dedebileceğine inanamıyordu. Sonbaharın ilk günleri... Blanche evine © da kendi evine döndü. Bir kaç gün sonra © doktorundan bir | mektup aldı. Doktor bu mektubunda mut laka gelip kendisini görmesini rica edi- yordu. Son günlerinin tamamile yaklaştı- ğını bilen Hikmet N. doktorun bu daveti sevinç ve tereddütle karışık bir has leti ruhiye hâsıl etti. Acaba ne var? He- men o gün doktora gitti. Doktor Hikmet Naciyi görünce; ağır ağır yerinden kalktı, hastlasmı şöyle bir süzdü. Sonra bir koltuk göstererek: — Oturunuz Hikmet Bey, dedi, hasta- lığınız hakkında doğruyu öğrenmek için ne kadar ısrar ettiğinizi biliyorsunuz. Bu ısrarınız karşısında ve vazifem itibarile benim de ne kadar müşkül vaziyette kal- disleri diğerinden alırdı. Sık sık u- fak tefek dargınlıkları aldırış et - mezlerdi. Anaları babaları nasıl canciğer- se çocukları da biribirinden opek hoşlaşmıştılar. Hacer doğduğu za- man, iki komşu arkadaş aralarında âdeta bir beşik nişanı yapmışlardı. Çocuklar küçükken kapı önünde daima beraber oynarlardı. Tahir Paşanın konağının aikasındaki bal dıranlı kuytu bahçede incir, dut a- ğaçlarına beraber çıkarlar, Şaban Efendinin kuyu başındaki çardağı nın üzümlerini beraber yerlerdi. Bayram günleri mahalle içinde ku- rulan atlrkarıncanm arabasma yan yana kuruldukları zaman Hacerin gurur ve sevinci minimini kalbine sığamazdı. Hacer munis ve küçük kızlarm sıcak (o sokulganlığı ile Necatın her şeyile meşgul olurdu. Onsuz iyi bir şey boğazmdan geç- mez, en sevdiği elbiselerini, korde- lâlarımı evvelâ ona göstermeden İçi içine sığmazdı. Necat ta Haceri severdi. Aralarmdaki bu muhabbet mektebin son sınıflarına kadar de- vam etti, Hacer mektebe Necattan üç sene sonra başladığı halde do « 'kuzuncu sınıfta erkek arkadaşına Kız seneler geçtikçe ağı ı oluy “ISTANBUL : 1430 plâk meşriyatı, 1920 Al stüdyo orkestrası. 223 Khs. VARŞOVA, 1345 m. K rayı. vu lar. 22: Konferans. 22451 Seni konamri. 23: Konferant; 1215: R: X 345: Kah , 470 m . 21,10: Piyano ve keman konsey Khz. PR 2130 yi ye piyesi, 22: Haberler. 22, sahabe 23,15: Caz eri 823 Ke. 13 « 16 Gümdi ler konser, dis cax takımı, 696 Khz. BELGRAT, 437 m 21. Plak, 21,30: Seray | take 23: Haberler. vehane konseri, ROMA - NAPOLİ - DARİ, . gesi 21,10: Plâk. - Musahaba, Z1,48* seri. 22, 592 Khz. VIYANA 507 m. gif 2036 Holser radyo, orkestrely Şünlite 22 Genç sana'tkürlar orka Haberler, 25,50 Tantenheyn i Dans musiklal, 960 Kika, BRESLAU, 316 m. dut 20 Yayli sazlar konseri, 21 HA Mizah, meyli musikü, 22-0 Nür Kh. KONİGSBERG 291 ir 20 Oda musikisi, 20,30 Gençler, yat, 21 Haberler, 3116 Karık e riyat, 23 Haberler, 23,30 Altünlil” burutan naklen dans musikisi, YENİ NEŞRİYAT Yeni adam > 36 ıncı sayisi çıktı. Içinde / kı, Cami, A, Tevfik, Sait Çelebi V. Gültekin, mühendis N. rin makaleleri vardır. MEVLUT KIRAAT, Samsun meb'usu merhura ES ruhuna ithaf olunmak üzere E e Hafız Rıza ve Hafız Fahretti” tarafından mevlidi şerif korsat' Ginden bütün sevdiği arkadaf baplarmın teşrifleri rica olumu" Samsun Meb'usu d Gelen evrak geri verilmez gifi aşan süs Te kreşte GEZİ matbaaya nit ijler için müdirifti enat edilir. Gazetemiz ilânları5 tini kabul etmez. Mein vi örğumı hatırlaramnz. Fakat bus ni bir hakikati anlatmak mecl yim, Biliyorsunuz ki radyoğ”” if yapmadım. Hastanede yaj li (| tanlardan biri bana haber yi Zerlerinizin bana gönderdik # fisi sizin değil, bir başka hast de ona bakarak ne Sah BE f dim. Zaten bir kaç defa sizi "eği, Göğün zaman, bünyenizin Me gani deb? olduğunu anlamış ve bana rafiye hayret etmiştim. SiZ değil, yüz sene yaşarsınıZ. / yordu. Necat bilâkis zeki rağmen haylaz ve Hacer liseyi bni lisede bir sene daha ii bur olmuştu. Fakat ömrü "ir vam eden bir mecmusdi intişar edince bu muvi d sonra genç çocuğun “ bir İ5 bakışlarında alelâcayiP ri lik başlamıştı. Hacere gibi samimi sörünmüy ve müstağıri davran! Pi kız liseyi bitirdikten ni / evinde istirahat etmek İ* fem" gizli maksadı Necat! beka başka bir şey değildi- ikisi beraber Darülfünti, ler. Necat güç halle ten sonra ie Hukuk ni tercih etti Necsl ş Şubesini. . Şimdi Hacer. Şubesini bitirmesine birkez iv . Halbuki Necat Yür Slam muvaffak it. da Artık darülfununa © sada ols Di tahsili MİS

Bu sayıdan diğer sayfalar: