16 Şubat 1935 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

16 Şubat 1935 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

. — Gama Yo dünle) KİTAB ÜZERİNE Dostoyevski diyor, daha doğru- su romanlarındaki kiş'lerden biri- ne dedirtiyorki : “ Kitabı oku- makla kitabı cildletmek : bunlar medeniyetin, biribirinden çok baş- ka iki konağıdır. Bir ulus önce, yavaş yavaş okumağı öğrenir ve bu — söylemek ister mi? — bir- kaç yüz yılda olur; ama daha ki- taba özenle bakmaz, önu ciddi bir şey saymaz, Kitabı cildletmek, bu kitab saygısına bağlıdır ve bir u- İusun okumağı sevmekle kalma- yıp bundan başka onun ehemmi- yetini de anladığını gösterir. Rus- ya daha bu çağa girmedi. Avrupa ise çoktan beri kitablarını cild. letiyor., , Büyük romancı bunu yazalı alt- mış yıldan çok oluyor (fransızca- ya Les Possödös veya Les Demons adı ile çevrilen, türkçede de ise ne ad vermek (gerektiğini bir türlü tkestiremediğim roman 1871 de bitmiştir); şimdiki Ruslar kitab cildietmeğe başladılar mı? bilmi- yorum. Bizim okumak çağına girmiş olduğumuz bile çok su gö- türür. O kadar okumuyor ve oku- mağı o kadar ciddi saymıyoruz ki başkalarının okuduğuna da bir türlü inanmak istemiyoruz. Ta- nıdığım, sevdiğim, fakat yazıla- rından hoşlanmadığımı bilen bir şair, benim şimdiye lar yirmi otuz kitab bile okumadığıma, haf- ta'rk fransızca gazetelerle geçinip gittiğime sımsıkı inanıyor. Böyle sanmasının iki kaynağı vardı mesi : biri kendini beğeni elbette ki en ül ül ben biraz olsun Homeros'u okumuş olsaydım kendisi ile onlar arasın- da pek fark olmadığını görür düm; mademki görmüyorum, de- mek ki onları da okumadım (ken- disi onları elbette okumamıştır; cünkü fransızcadan çevrilmiş bir “Yyatro piyesinin üzerinde adı var- sr da, işi bazan Paul Valöry'den dem vurmağı kadar götürürse de swa dilinden başka dil öğrenme- miştir). Benim arasıra olsun oku- Zuma inanmamaşsınm bu kay- t üzerinde durmağa değmez; çünkü pek şahsidir ; kendisinden bnska kimseyi, beni bile alâkadar etmez. İteki kaynak ise daha genel dü- şünceler çıkarılmasına elverişlidir. Anadan doğma köre rengi anlat- mak niçin olamazsa o da benim, veya herhangi bir kimsenin oku- ,masma onun için inanmıyor, Ken. disinde bulunmıyan bir istek baş- kasmda niçin bulunsun? Hem o- kuyup da ne olacak? Kendisi okur madan da güzel şiirler yazabil. miş, kendisini tanıtmağa erebil- İmiş ya! Bir yığm kitab okuyan- ların başı göğe mi yetiyor? Ha- yır, hayır, kimse okumaz; okuyo- ruz diyenler gösterişi seven, her- kesi aldatmak istiyen bir takım züppelerdir. (Ne yalan söyleyim? ben de, aldandığımı pek iyi bil mekle beraber içimden, tâ içim- den,den, musikiyi sevenler için böyle düşünmekten pek uzak de- ği im.) Burhan Toprak, “ Kitab seven- ler cemiyeti .. günlerde : yan bir kimse saygıya değmez ,, gibi b'r seyler söylerdi. Belki tam böyle değildi de buna benzer bir sözdü; herhalde bunu üzerine ala- BİM tefrika: 104 beş on satır üst “aynasında bir yarık vardı, oradan uzattı. Sonra rahat bir nefes alarak yatağına uzandı ve bir haftadanbe- ri ilk defa olarak kirpikleri biribi- rine değdi uyudu: Müstantiğe yazdığı o mektubun son cümlesi şöyle bitiyordu: “.. Binaenaleyh, İstanbuldaki teşkilâttan hakkımda aranacak ma- lümat meseleyi aydınlatmış olacak- tır... Bu vesile ile de hürmetlerimi tekid ederim efendim... Evet İstanbul onu biliyordu. 1s- tanbuldaki gizli teşkilâtın , hakkın- da göndereceği malümat bu mese- leyi, bir tırpan gibi kökünden hal- ledebilirdi. Bunu iyi düşünmüştü. Herhalde epey uyumuş o'acak- tı. Zira uyandığı zaman horos s€s- | cak birkaç kişi tanırım, ileri gitmek sayılabilir; o ancak büsbü- tün yanlıştır da diyemeyiz. Çok ileri gitmektir, çünkü bir ütübhane sahibi olmak bir para işidir. Büyükçe bir odan dört du- varını kaplıyan raflarda irili faklı, yumuşak veya sert cildli ki- tablar... Tanrı bilir ki bunu hiç bir manzaraya değişmem. Ama dünyanın en pahalı otomobili bi- le, böyle bir kütübhanenin yanın- da güldürecek kadar ucuz kalır. Büsbütün yanlıştır da diyeme- yiz ; çünkü Ber sözü olduğu gibi almak gerekmez ya! “ Kütübha- nesi olmıyan kimse,, demek hul- yalarında bile ona sahib olmuyan, kitabr sevmiyen, onun değerini anlamıyan kimse demektir. Böyle- lerinin sayılmasını ben de doğru bulmam. (Bunu söylerken kimse- yi gücendirmekten korkmuyo- rum ; çünkü kendilerini saygıya değer bulmadığımı öğrenip de gücenebilecek olanlar zaten bu yazıyı okumazlar. Ben de kendi- leri ile konuşurken sayar gibi gö- zükmesini bilirim.) Kitab okumasını severim ; her alman kitabı okumağa borçlu ol madığrmızı da bilirim. Hattâ oku- mıyacağımı pek iyi anladığım hâlde aldıklarım da vardır; cok değil, gücümün yetebildi Elimden gelse okuyabileceğimin yüz mislini satn alırdım. Kant'ı da, onun ancak elli sayıfasını oku- yabildiğini söyliyen Spencer'i de (belki W. James) okumak öyle kolay, her babayiğitin göze ala- cağı işlerden değildir. Ama bir kütübhanede onların bulunması gerekmez mi? Benim gibi onları daha almamış ölanlar utanıp ağ- yeridir. Onları, bilmediği- niz bir dilde bile bulsanız alm : kendi kendinize karşı saygınız artar. Az şey mi? Medeniyetin cild merakı mer- halesine daha eremedim; umudu- mu kesmiyorum, Ancak kötü kâ- ğıda basılmış kitablardan nefret ederim : bir insan göz nuru dö- küp yazdıklarının kirli gibi duran bir kâğıt üzerine basılmasına na- $ıl razı olur? Kitab, okunsa da, okunmasa da, yüze gülmelidir. Ça- mura düşmekle elmasın değeri a- zalmaz mış; doğru, doğru ama onu çamurlu çamurlu alıp takmas- sınız ya! Silersi: platin, altın üzerine geçirtirsini: mal, şiirlerinin kendisinde! siz basılmasından çok kötü bir bi- çimde basılmasına kızdı; belki şiirleri kadar değerli bir düşünce. karşısında o duydukları- in Eseri me değil, şahsı beslediğim saygı ve sevgiyi unutmağa çalış. tığrım bu günlerde bile o kaygu- sunu haklı bulmaktan kendimi alamıyorum. Çok sevdiğim Dostoyevski'nin Les Possödös'sini şimdiye kadar okumamıştım. Kitabın, asıl konu- dan belki uzak (iyice bakılırsa pek uzak değil) bir sözü beni bu darmadağın düşüncelere sürükle- di. Kitab kenarına yazı yazması- nı sevmem, onun için buraya yaz- dım. Nurullah ATAÇ Bö ir NAZ vi Şahap leri kesilmişti ve memurlar daire- ye gelmiş bulunuyorlardı. Yatakta tenbel tenbel gerinerek bir iki kere esnedi. Gözlerini tava- na dikmişti. Sağ elini | kaldırarak saydı: > i altı tane... ne daroda ya dei İmaz e ümid, bir nikbinlik belirmişti. Bir zıplayışta yataktan kalktı. —— Aaa.. ne arayorsun sen bura- da? Gözüne, yatağın başucu ile cere arasındaki boş Dadak gömel, miş oturan ve iki eliyle yüzünü ka- payan Süleyman ilişmişti. Onu a- yağile dürttü: — Heey.. ne arayorsun burada? Kalk bakalım... ayağa kalk!.. kadar. | MİLLİYET Eğlence ve boğaz derdine düştük! Sinemalar, hemen hergün ağız ağıza dolu... Operet de erken gelin mezse boş sandalye bulunamıyor. “Şehir tiyatrosu,, da kalabalıktan yana ötekinden aşağı değil. Beyoğlunda, bu yakınlar birkaç eğlenceyeri daha açıldı. - Barlar, gene eskisi gibi işliyor. Ayakta is- pirtolu içki içilen yerlerde akşam- ları omuz omuzu sökmüyor. Balık pazarındaki “meyhane,ler : — Ah, on bire kadar açık kala- bilsek... diye dizlerini dövüyorlar. Şurada burada, yeniden mezeciler ortaya çıktı. Geçen gün, kilosu 18 liraya havyar satan bir dükkânın önünde alıcılar, arka arkaya dizil. miş, sıralarını bekliyorlardı. Yağcılarda tüle lüle kaymaklar, pazarlıksız, kapış kapişa «gidiyor. Kısacası lüks dediğimiz malların satışında, eğlence adı verdiğimiz şeylere karşı düşkünlüğümüzde hiçbir değişme yok. Üç adımda bir aş evi varken, yeni yeni piyaz- cılar, köfteciler ortalığı kapladı. Ancak öteyanda,sözgelişi, kundura yapıcıları, ayda yedi gün, kendile- rine zor iş buluyorlar. Geri kalan günleri, sırtüstü yatıp, yahud eller cebde dolaşarak geçiriyorlar. Terziler; ateşsiz mangallarının külünü eşeleyerek, arpacı kümruzu gibi düşünüyorlar. Manifaturacı- lar, üstüste yığılan çeşitlerin önün- de, uyku kestiriyorlar. o Soranca hepsinden şu karşılığı alıyorsunuz: — İş yok!... Pek iyi amma,kara havyarcı, me- zeci, meyi i, aşçı, neden iş yok demiyor. Ben bunu çok düşündüm, en sonunda buldum: İnsanlarda bo ğazlarına ve eğlencelerine düşkün- lük arttı: Büyük savaşta dört yıl süren aç- lağın acısı bugün çıkıyor. En züğüz dümüzün evinde bile kaynayan bir çorba ve bir fasulye tenceresi var. Elimize geçeni gırtlağımıza veriyo ruz. Üstü başı düşünenlerimiz, git. gide azalıyor. Kazanç (o yollarının fıkandığım söyleyerek, önüne gele- ne derd yanan satıcılar, hiç meden giyim kuşam satıcılığını bı- rakıb işi yiyim içim — satığılığına dökseler, iyi ederler. N Bir kunduranın, altına pençe vu- rab dayanıklılığını arttırmak, bir kumaşı, tersine çevirerek bir ö ka- dar daha giymek, kolaylığı var. Fa- hat kursaklar, hergün yeni bir azık (ARTESİ 16 Tr. 1935. ve a LİLİ Yananı allâh görür... Bugünlerde, ya yanar bir kibrit çöpünden, ya devrilen bir mangal- dan, ya söndürülmesi unutulan bir sigaradan, ateş alıb yanan ihtiyar kadınlar çoğaldı. Bir ay kadar ön- ce böyle birisi, diri diri yanmıştı. Geçen gün de bir başka ihtiyarcık, ağır birkaç yanık yarası ile güç belâ ölümden kurtuldu. Arkadaşlardan biri: — Bu ihtiyar hatunlara böyle ne oluyor? diye sordu. Birisi atıldı: — Ne olacak? dikkatsizliğin kur banı oluyorlar. Sen yanar mangalı odanda bırakıb uykuya dal... ya- had, titrek ellerinle ateşin yanın- da, kibrit çakmağa kalkış... Sona budur e'bette... İlk söz açan arkadaş mırıldan- dı: — Yananı Allah görür, derler ama, bugünler oda görmez oldu galiba. Öteki atıldı: — Yananlar, kerli kendilerini görüb gözetseler daha iyi ederler. Kulakmisafiri Bugünkü program 175 Kis, MOSKOVA, İTİ m. 1730: Sözler. 18,30: o Kızılordu meşi ler, 2ir Konseryatuvardan 832 Kür. MOSKOVA, (Stalin) 3öl m, 17; Oda musikisi. 1820: Bir operndan nakil, 22,0: Dana musikisi. 2405: Sorguları cevap. 223 Kr. VARŞOYA,IMS m. 18 Popüler orkestra kemseri, 18,30) Sarkı lar, 18,80: Sözler, 19,15: Piyano konseri 3 — Konleram. 20-301 Piyana - virolonsel ken m nakil, Şarka, dana . Sen fonik konser. — 23,15: Dans. — Sözler. — Dansı 686 Kh. BELGRAD, $7m. 19,30: Orkestra popüler garkelar. 20; Reklâm, plâk. 20,15: Haberler. 2030: Ulu- #nl neşriyat, Zi; Radyo orkestrası, 21,30; Plâk. 2140: Sırb şarkıları. 23,10: Haberler. 24: Plâk Kb. PRAG M0 m. Sözler, 22; Operet Plük. 23,30. Hafif Khz. LEİ alışan emi 216, 3028. nakil 19,50: Haftanın ba- . Genel yaşayışa ald. Zi: Haberler. 21,10: Karmaval neşriyat. 234, Haber- ler. 23,30: Dans musikisi. 56 Ku. BUDAPE ŞTE, 608. 2 Sö: 10,30: TEAYETİ Tam takır Murad Çakır Ali, mahalledeki kahvede fincanın telvesini de temizledikten son- ra, yanmdakine: — Ben gidiyorum Murat, dedi, böy- le durmağa gelmez. Bakalım bugün de hangi enâyiyi işleriz. Çakır Ali yaman yankesicilerden - di, Onun için, hursızlığın çeşnisi ve çe- gidi de yoktu. Hangisi işine gelirse 0- nu yapardı. En kalay çalıştığı saha, Karadeniz. den posta vapurlarının geldiği günler- di. O gün vapurdan çıkanları birör bi- rer gözeiler ve tam bir mütehassıs si- #atile her birine numarasını ve ondan sonra da kendi kararımı verirdi. Istanbula gelen yolculardan Çakır Alinin gözüne kestirdiği adam kimse, zavallının. kurtuluşu yoktu, Hiç aklına gelmediği bir zaman ve mekânda cüz- danı cebinden sirrolur, o meden sonra farkına varıp polise haber | verse ve Çakır Ali yakalansa dahi, üstünde saç delili berakmaz, - mahkemelik olmaz- dı. Ogün gene kahveden kalktı, rihtı- ma uzandı Karadenizden © vapur gü- nü... Rıhtıma geldiği zaman geçiktiğini anladı: Çünkü vapur çoktan yanaşmış, yolcularını boşaltnış, tayfalar temizliğe bile başlamışlardı. Tam o sırada yaya kaldırımının ka- narında bir adam gözüne ilişti. Haline bakılırsa, o gün vapurdan çıkmış yol - culardan biri olacak. Mübarek zat, öyle de oturmuyor, kuşağından çıkardığı yeşil kâğıtları herkesin gözü nünde bi- rer birer sayıyor. Çakır Ali adama bir baktı, Olur mu bu be? Sokak ortasında para saymak ulu orta küfür etmek gibi bir şey. Bir münasebetini getirip yaklaştı: — Merhaba hemşeri, yolculuk nere- den? Oleki Lâz şivesile cevap verdi — Bırak Allahı © seversen, demin vapurdan çıktım, mallar bir tarafta kal. dı, ben bir tarafta kaldım. Bilirim bu İstanbul ne uğursuz yerdir. Hani pa- valar da eyvallah diye selâm verip gi - derlerse... — Sen korkma yahu... Dediğin gibi sahiden Iötanbulun iti, uğursuzu çok- tur. Benden arkadaş nasihati istersen paranı emniyet altına al... Kuşaklı hemşehri Çakır Mehmede bön bön baktı. Gözlerinde para lstan- bulda nasıl emniyet altma alınır gibi “ İl. —i pa a DE) de paralarını muntazam senetle VE ler, ondan sonra şehir sokaklarındi gütlerini açarak püfür püfür, hat gezerlermiş. — Adım ne? diye sordu. — Murat, tam takırlıydan rate — Amma da tam takır ha vg çığın, sen ne iyi soy adı seçmesiliiğ yorsun be7.. Murat, saf bir adamdı. “Te. kır,, uydurmasını kendisi de öksürükle karışık bir gülme işi rini sallayarak: — Dur, dur, gidelim oraya, ti. Üstümde üç yüz elli lira kadi a var. Yalnız bir şartım : Ne ne kadar kendi paramdan istermi KES EB EĞİ İSA ME e O ak — Elbet. senin paran değil ği Onun alacağı emanet parası... Y? © liradır, ya iki liradır. sl Kahveye vardılar. Murat alt yalanmış, birer liradan yüz Biralğ5 paket çıkardı. Kahve sabibin? Acele bir kâğıt imzalandı. Ça” de kahve sahibi de bu işe pek Dİ olmuşlardı. Fakat dünya bul OMÜ) olur? Ne çeğit insanlar var? Çakır Ali kuşaklı hemşehrini! yetini bozmamak için beraber çıkı « / — Sana ne zaman, ne kadaf eyl lazımsa, gel al paranı... Bu 4 j TE EEE semtte on paralar yok.. Gideyim ©. ri yirmi lira kadar bir şey alayım” Çakır, adamcağızın fikrinde “4 mesi ihtimalini hesaba katarak, ” atıldı: / — Yirmi Tira lizmsa ben yahu... Biz namuslu insanlarıZ, mehi, ih | Çakır Ali üç yüz liraya bedel Trayi gözden çıkarmıştı. Elini yl lon cebine attı, İki adet onluk “ik Oleki bu işe pek mocmınun olmu ZİL — Hay Allah sizlerden rast “ĞU, diye uzaklaştı... vere döndüğü Çakır Ali kahveye dö sormağa vakit kalmadı. Kabvedi kiz px — Ulan, ben de seni uras Sİ Mim Li biz öryeri TEPEBAŞINDA bir sual vardı, Fakir. Çakır Mehmet, * | sanırdım. Avlandın E İ Zell düyek biye | okan, ŞEHİR HN Ye | ça yün kiden eranları tok .. sırtları pek | ŞehirTiyatvosu a — Sen kalk; benimle Beraber gel. | rin yalnız üründe ve altında bi olunca, ınsanlar MAZ” " " Bi İri iş Gözünü lardı. ak MAYI (üremi m öce bite | lke ba vi; Şimdi ise, tok bir karın, bütün | Saati 20 da | e een Gel almak | Çakar Ali gözünü öüct Ge eksiklikleri amuttarayor. Bir Tok: | UNUTULAN © | ün © talâkatini diline vermişti 1- | Yüzlük dentelerin öçinden boş MEİN ma've bir hırka çağın arkâya bes | AM > ale zel düştüler. z > ” 6 Tablo tanbulda bankalara bile emniyet olmüz- | birer birer yere düş Mm bilki ali azan? miş, Dışarıdani gelenler, imal mülk sa-"| O — Vay amam, dedi, be SEŞİ u lo: ister suda tılmış : m br kuru ekmek lokması, isterse, hav- NN vaazı SUEMEK bibi adamlara ufak bir faiz mukabili | baskın git, r yara bulanmış taze francela o'sur. e > Salâhaddin GÜNGÖR Peâğmki Piyüiröyldükin İ DELİ DOLU li Dr. Hafız Cemal püreli oynayacatır. l Dahiliye mütehassısı Del Türk Sigorta Şirketi m Dj - . .. Gan öz) in sai GÖZ Hekimi mai Hür yehert ein Divanyolu No. 118. ig Pr. S. Şükrü Ertan || Siz bl ig lk ger | Birinci smıf reütehası Merkezi idaresi * Galatada Ünyon Hanında ğ Muayenehane ve ev telefonu: | ki e ele, il N aranmaktadır. (ii Köni; ©“ Veli teketome ERİM (Bâbiali) Ankara caddesi No. 60 (İİ Acentası bulunmayan şehirlerde acenta > 811 2 Bim Telefon : 4.4887 © 314 / —— - a di larak şapır şapır kunduralarını öp- | Seni ömürlerinde bir defa bile ha- | rengi seçmez oluverdiler. gap e meğe başladı: tırlamağı lüzum © görmezler. Gel | | — ismet. İsmet! ||| — Seninki artık böbür — Aman Nazıni... Aman Nazmi! | keyfim gel yaşarlar, Yook eğer pa-| (Diye kendini yüzü | vazgeçti. — Kendine * N — Canım nereden geldin 7 ran — O zaman sürüne sürü- | koyun yatağıma attı. MN Pa sonra kendi 4 — Geceyarısı buraya naklettiler. | ne ölürler. e Herhalde Şehab Bey | nı çeviren , arkadaşazli i a Sebebini bi kendilerine bakmaz. Sere be yoksulluğu ile bozulan | o — Hep böyle oluyorlar, gi Gayet hafif bir sesle söyleniyor. | £ Şaşı sırtını duvara (dayayarak | sinirleri, bu hatırlayışla en son tar | bağırıb çağırıyorlar. Sort” İz İşitilmekten korkuyordu gali- Mm sustu, sonra derin bir, e de kaybedivermişler. | vekkül geliyor üstlerine“ ; z yi »» çekerek; li, m Genç geri geri çekilerek ayakla. | — Eğerismet (sağ olsaydı — | © Bir geceyarısı evinden çok uzak. müdürünün * #0 rını kurtarmen onu kollarından | aah.. İsmet sağ olsaydı! — diye | larda, karanlık bir sokakta kalmış | girdikleri zaman o kâtibi”) gifi tutub zorla kaldırdı. O zaman şaşı | mırıldandı — beş yaşında bir çocuk gibi hüngür | ğrnm doğurduğu | tayda” yi nm yüzünde dünyanın en sefil ağ- — İsmet mi ? hüngür ağlamağa başladı. mekle meşguldü. Yüzleri"* iş layışını seyretti, — Evet. ne iyi kızdı İsmet. O dı bile.. Yalnız; n — Canım.. ne var? (ne oluyor. | onları sokak ortasında bırakmazdı Ikindiye doğru nöbetçi polis oda — Paranız varsa tesli9* sun? fakat ne çareki bomba onu alıb gö- | kapısını açtığı zaman onu yatağın- | — dedi — fi — Aman Nazmi.. Benim karı | türdü. Şimdi onlara kim yardım e-| da uzanmış ve şaşıyı yerde oturur | © Nazmi bu sözleri | duf”” | mın, iki çocuğumun hayatı senin | der? buldu: Süleyman kulağına eğilidi elindedir. İsmet... — Haydi efendiler. — dedi — | © “Bizan varmı? Gayet hafif bir sesle söylemişti | & Nazminin birden bütün sinirleri Doeyinis cöndalin bu sözleri de... ve nefes alır gibi de- | gevşeyivermişti. Nazmi son derece lâkayid bir ses bu cüzdanı ve ©eP” WİN vam etti.: İsmet... le sordu: kardığı bir kaç lirayı mü” — Eğer çantanın benim olduğu. | & Mevkuf bulunduğunu da, dünya) o — Müstantik mi çağırıyor? iü nu öğrenirlerse beni öldürürler. | | nın en iğrenç hir zannı altında bu. | | — Hayır... tevkifhaneye nakle | || Sayınız efendim, ei Nazmi güldü; lunduğunu da, hayatının tehlike. | diliyorsunuz. Polis elindeki defteri Nil — Benim olduğunu mu söyleme- | de olduğunu da, bu şaşı Süleyma- | — Yaaa. zalatıb odadan çıkerk"i 0 mi istiyorsun? O zaman dabeni | nın göz göre göre yaptığı alçaklı- Gayet tabit bir iş yapıyormuş gi- özlerini özük el. öldürürler. Kanun bu işte gayet sa- | ğı, ve sırf onun namussuzca inkâr- | bi battaniyesi ile paltosunu ve kü. | SötLeCm. pencereden & yogi rihtir. Harbde casusluğun cezası i-| ları yüzünden başımın bu £ belâya | çük valizini aldı. Süleymanın arka. | yet konağına dikeniş a kes damdır, girdiğini unutuvermişti. sından yürüdü. Öyle dalgmdı ki, | dırmış gitmişti, od oi — Ya çocuklarım.. ya karım on- Ismet. onu gören uykuda yürüyor zanne- kün oldu. Müdür pat di ların hali ne olur? Yeşil iki büyük göz belirdi göz. | debilirdi. Polis, bu durgunluğunun | rükleye tükürükleye P*”. — Orasını bilmem. — Çok paran | lerinin önünde... ve gözleri, birden- | farkına varmıştı. Müdürlük bina: | dıktan sonra; : varsa hiçbir fenalığa uğramazlar. | bire hiçbir şekli görmez ve hiçbir | sından çıkarken nöbetteki arkada- ei

Bu sayıdan diğer sayfalar: