11 Mart 1935 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

11 Mart 1935 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Manyetizmacılar ve Hekimer Bilmem gazetelerde gördünüz mü? Fransada saylavlardan biri oradaki Ma iye bakanmdan bir sorgu sormuş: Man- yetizmacılardan kazanç vergisi alınırken onlar hekimlerle kıyas edilerek, manye- tizmacıların hekim diploması olmadığı halde, kendilerinden hekim diye vergi a- İındığı doğru mudur? demiş. Fransız Maliye Bakanı haberin doğru olduğunu tasdik ettikten sonra, sebebi- ni de anlatmış: — Bu son yıllarda, demiş, memlekette manyetizmacılar, bakıcılar, muskacılar ve daha her türlü büyücüler pek çok türedi. Bunlar eek dolusu para kazanıyorlar. Onların kazancından devlet için bir ver- gi alınamak, devlet hazinesini bu paradan mahrum birakmak doğru olamazdı. Fakat ve büyücüler hatıra gelmemiş, onlar için bir sıf ayrılmamıştı. Maliye memurları düşündüler, bunlara gelen- hasta olmasalar bile, " astaları olduklarını an» meşgul olan kazanç s1 olduğu için manyetizma üleri hekimlerin kazanç Vakiâ, ha siler bak- mak için doktor diploması almak lâzım olduğunu biliyorum. Fakat hastalara ba- kan kimselerin ellerine diploma olup ol- madığını aramak vazifesi maliye memur- larına sit Fransadaki manyeti rinin böylec- hekim sınıf malarından pek ziyadı gerektir. Kazanç vergisi makbuzu dok- tor diploması demek olmasa da, gene hü- kümet kralından. verilmiş bir vesika sayılır. Maliye memuru bir adama dip- lomatı olmadan hekim deyince o adam hekimlik yapmakta büsbütün haksız sa- bir vaka işitilmişti: Genel savaştan önce kendisini yalancı hekim diye tanıtınış olan bir adamı seferberlikte yanlışlıkla #ahici hekim diye askerliğe alırlar, Sa- voş bittikten sonra, yalancı hekim evinde | mahsus yaptırdığı güzel bir camlı dolap içinde sakladığı üniformasını doktor dip- laması yerine koyarak, sahiden hekimlik yapmağa kalkışır, Bereket versin ki, sağ- hik müfettişlerinin yaptıkları bir yokla- mada yalancılık meydana çıkar da mavız hekimin muayenehanesi Çehadan yapılmış ö Lui çuhasmdan olsa da, zanç vergisi makbuzunu diplomadan vırmak kolay olmayacağından, Fran: daki sağlık müfettişleri manyetizmacıl. rın ve büyücülerin dükkânlarını kapat- mak isteseler bile güçlük çekeceklerdir, sanıyorum. Zaten manyetizmacılar, kendileri dip- Tomasız olsalar da, pirleri olan Mesmer'in diplomalı bir hekim olduğunu, onun da bu sanati icat ederken büyük riyaziyatçı Newton'un keşfetmeiş olduğu “cazibei arz,, kanununa dayandığını iddin edebi- İirler, Vakiâ, bütün manyetizmacıların ilmi hâlini teşkil eden meşhur Mesmer rizma'arının birincisi İngiliz. âliminin ğini söylemiştir. de arasında, kendisini taklit edecek olan- arın bir hekim diploması almaları lâzım olacağını söylememiş olduğundan, şimdi- ki manyetizmacılar, pirlerinin unutmuş I olduğu bu kaideyi kendileri icat etmeğe cesaret edememişlerdir. Manyetizmayı icat eden Mesmer esna. sen Almanyalı bir hekim olmakla be: i memleketinde icadını beğen- ediğinden 1778 yılında Paris'e gel- in yerleşerek pek çabuk şöhret a raya ekellei tr. İlk zamanlarda hastalarını birer birer tedavi ederdi. Bunun için de bastayı kar- gısma oturtur, kendi ayakları ve dizleri — “Ettlü fi sakilgusün ke lülü.. ün, Ratben biyüsafihilünneşim fe N yeskuti u, Ettayir yekra, Elgadır Sahifeten, Errih yektup, Vessehap yünekkita,, Sonra bir Fatih dersiamı gibi, kolunu kaldırıp şahadet parmağını sallayarak; — Manâ murat olundukta... — © dedi— tercümesi de ayıen şu imi “Yaprakları içinde inci taneleri gi- bi duran çiğler, yaprakları sallan- dıkça düşüyorlar. Nehir kâğıt gibi... gârın yazdığı satırlar bulutlar. - dan düşen damlalarla noktalanıyor > we kuş okuyor.,, Kolunu kaldırınca ipek entarisi- min bol yeni dirseğin kadar © sıysılmıştı. Öyle çapkın bir hali wardı ki gsnç Kiran nerede bulun- mutlaka hastanın ayaklarına ve dizlerine dokunmak lâzımgelirdi. Bundan sonra iki elinin parmaklarını hastanın midesi- nin üzerine götürür ve baş parmaklarının ikisi de sabit kaldığı halde, öteki parmak- larla hastanın midesi üzerinde daire çi zer ve hastayı yavaş yavaş okşardı. Bu sırada tatlı bakışlı gözlerini de hastanın gözlerine dikerdi. Ameliyat tam kıvamı na gelince, hastaların bazısı bir acı, en çoğu büyük bir keyif duyar, fakat her- halde hastalık geçer... yahut geçmiş sa- ydırdı, Yakışıklı manyetizmacının şöhreti art- tileça her hastayı ayrı ayrı tedavi etme- ğe vakti kalmadığından, — toptancı tüc- carların yaptıkları gibi çalışmağa mecbur olmuştu, Toptan tedavi de şöyle olurdu: Büyük bir çamçağın dibine cam kırıkla- rı ve demir parçaları © konulur, onların genom boş şişeleri, içerlerine su le üzerine de, mi çağin le pr uzatılmak izne Çamçak yarısına kadar su ile dolduruk. | duktan sonra, üzeri delikli bir kapakla kapanır, fakat (deliklerin her birinden bir tel çıkardı. Çamçağın etrafına sra- lanan hastalar bu telleri acı duydukları yerlere tutarlardı. i leylâk. renginde bir elbise giymiş, en ağır tenteneden boyunbağiyle süslenmiş olduğu halde, hastaların etrafında dolaşarak kumanda eder ve hep o tatlı bakışlı gözlerile her birini ayrı ayrı süzerdi. Bütün ameliyat sırasında makineli bir piyano da en bay- gm havalar çalınırdı. Mesmer'in yetiştirdiği manyetizmacı- lardan biri bu çamçak usulünü galiba kin gördüğünden, Paris meydanlarından birindeki büyük bir ağaca manyetizma yapmıştı. Hastalar o ağaca bir ip sararak İpin ucunu — İstanbulda bazı kimselerin vaktile çarşınm Nuruosmaniye ka- pısmda, kırmızı uzun kuşağı ilkin ağaca, oradan da kendi bellerine doladıkları gi- bi — kendilerinin ağrılı yerlerine dolar- lar ve böylece hastalıktan kurtuldukları- nı sanarlardı Paris'de şimdiki © manyetizmacıların gamçak usulünü mü, yoksa ağaca ip do- lamak usulünü mü tatbik ettiklerini ga- zeteler söylemiyorlar, Fakat halkın da manyetizmacılara inanmak âdeti değişme dikçe, şimdi Almanyadan gelecek manye- tizmacıları istemeselerde, Hindli veya Meksikalı diye | gösteren türlü türlü manyetizmacıların her taraf- tan oraya gidecekleri şüphesizdir . kendilerini xx -————— | Öz dihmizle | Adlarını ne çabuk unuttuk? İçine ara sira bizim gazetenin de karıştığı birkaç gündeliğimiz Yunan ayaklanması başladığı denberi, sözü geçen yerlerin adını yanlış yazıyorlar. Kondilisin ordu- Su Siramca suyunu geçerek ilerili. yormuş, Ksanli de sessizlik (sü- kün) varmış. Larisa, ayaklananla- rın eline düşmüş. Stramcanın Bulgar Makedonyasin da küçük bir kent olduğunu; ne de çabuk unuttuk. o Geçilen suyun Strumca değil Stroma suyu oldu- ğunu anlamak için haritaya şöyle bir bakmak yeterdi. Ksantinin bil- diğimiz İskeçeden başka yer olma- dığını Larisaya, Tsalya yenişehiri demez mi idik? Dün denecek kadar kısa bir geçmişte, bu saydığınız. yerler, Türklerle dolu idi. Üzerle- rinde, bayrağımız dalgalanırdı. Na- sıl oluyor da; bu kadar aykırı yan- lışlıklar yapabiliyoruz? Anlaşılan dünü çabuk unuttuk. İyi bilelim ki, dünü unutan, yarına kendini sağ- ilamca bağlayamaz. İçimizde yaşa- yanlardan eski “Rumeli,,yi karış karış tanıyan kimseler var. Stro- mayı, Stramca; İskeçeyi o Ksanti yazmağı bu yaşayanlara karşı bir saygısızlık saysak, yeri değil mi- dir? Salâhaddin GÜNGÖR Oz Türkçe ile Bilmecemiz Bilmecumizi doğru hall çekiyor ve k-rananlara be Müddet; Bugün akşama kadardır. Yeni bilmecemiz 2245678097011 Fransız Tiyatrosunda BU AKŞAM Saat 20 de UÇ SAAT 3 perde Yazan : Ekrem Reşit. Besteli- yen: Cemal Reşit. 1784 i | Spahi Ocağından: Ocağa Başkan seçilmek için 29-3-035 cuma günü saat 16 da toplantı yapıla- caktır. Saygılı âzamızın buluntnalarını liye Asrın umdesi “MİLLİYE T” tir. ABONE ÜCRETLERİ : 4— 28 — evrak geri verilmez.— Müddeti Müellifi: Nazmi Şehab duğunu unuttu. Bu eli kokladı, Son ra dudaklarını bileğinden ta dirse- ğine kadar kızın ılık derisine sür- — Adin ne senin? — Zahide, — Fakat ne yapıyosun? oGö- rürlerse mahvoluruz... kalk.. çekil! Ve birdenbire kitabını yere çarpa. rak sinirli sinirli — Ne bedbahtım! ne bedbahtız! — dedi — biz mekteple cemiyet a rasındaki mücadelenin, düşmanlı- ğm ve gizli harbin kurbanlarıyız... Öyle enerjik bir sesi vardı ki Naz minin hovarda tarafı derhal kay- LA arkadaşlık damarları kabar- g7 perde perde yiik'e; & rek devam edivordu: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 I ı SOLDAN SAĞA Mala (10) (2), Şam (2) Çok değil 2, Nesir, Sersem 4, Kabahat 3. 6 — Amca 3, Beyaz 2. 7 — letifham 2. Hançer 4 Düp 3, 8 — Genişlik 2. Aks 2. 9 — Ekilecek yer (5) 10 — Mumu 4. Rakrt edatı 2 1 — Ap 2 Hayret midas 2. YUKARDAN AŞAGI 1 — Gurup 5. Katiiham 2. Haka 2. sefat yapan bir edat 2. 5 7 — Trakyada bir mehir 4, Para dolabı 4 8 — Şart edatı 2 Nota 2 10 — Rabat edatı 2, Küçük sw 3, Beyne 2. 11 5 Gişa 3. Bol değil 3. Köpek 2. ğudur derler gönderirler, Ayva danıdır derler gönderirler.. Bilmem ne fasilesinin en güzel kokulu çi- çeğidir derler gönderirler. Ve bun- | ların hiç birisi tutmaz Nazmi Bey. —?1? — Evet.. Çünkü nümune bahçe sinde yetişen fidan büyümek ve meyve vermek için nümune bahçe- | sindeki toprağı ve oradaki alâkayı ister. Halbuki nerede o bahçe. ne- rede buranın tarlaları?.. — Bizim için de meseleyi bu ba- kımdan görmelidir. Bir takım ide- | alistler iktidar mevkiine geliyorlar. Bize mekteplerde bir başka yaşayış | tarzı, öğretiyorlar. Başka bir göz- | le hayatı görmeğe başlayoruz. Baş. . ka bir kafa ile-ve şüphu bugün. kü cemiyetin çok iyisini idealize &- derek çıkıyoruz mekteplerden. Fa- | kat sonra; — Sonra bizi başı boş bırakı- yorar, At köpeği denlie, yüzmek Bğrensin diyorlar. Ve biz köpekler bir türlü yüzmek öğrenemiyoruz. Hayır.. bizi serbest bırakmamalı. Biz, çok pişinceye kadar bir kon- Itında kalmalıyız.. Genci di- *iz. 'rsatsız bırakmak demek | ildürmek demektir, Nuwmi o bu kim ağrım Kulede bir fucu Ben, Mekanisyen ve bir de tel- siz telgrafçı Saygona gidiyorduk. Yolda tayyarenin makinesinde bir | arıza oldu. Karaşiye inmeğe me”- bur olduk. Paristen istediğim par- çalar gelinceye kadar, en aşağı on | iki gün mecburi burada kalacak- tık. Bristol otelinde oturuyor, vakti- mi tayyare istasyonu ile otel arasın- da gamlı gamlı geçiriyordum. Be- reket versin, üçüncü gün, oturdu- ğum otelin barında tayyareci Ted- preise'a rastgeldim. Beni görünce o da sevindi: — Madem ki daha on, on iki gün buradasın, Karaşide hiç kalmıya- lım, Bombaya © gidelim. Burada insanı eğlendirecek bir şey yok. Seyahatimiz topu topu dört gün sü- rer, Benim de Karaşide kalmağa hiç ! mecburiyetim yoktu. Arkadaşla. | rım pekâlâ tayyare ile mukayyet olabilirlerdi. Teklif de cazip bir şeydi. Hemen ertesi gün şafakla bera- ber Endos nehri üzerinden uçuyor- duk. Te tayayresi iki kanatlı ve iki kişilikti. “wörü sessiz oldu- ğundan içeride rahat rahat konu- şabiliyorduk. Arkadaşımın yol üs- tündeki yerler hakkında verdiği malümattan çok güzel istifade edi- yordum. İlk uğrağımız Ahmied Abaddı, orada bir gece kaldık, Arkadaşım dedi ki: — Yarın Bombaydayız. Tam kok tey saatinde Tacımahal otelinde o- lacağız. Bombaya inmeden “Si küt kulesi, nin üstünden uçarız. rasmı da görürsünüz. “Süküt kulesi, Hindistanda Zerdeştilerin ölülerini çırçıplak bi- raktıkları etrafı & yüksek duvarla çevrilmiş bir mezarlık! Arkadaşım izahat da verdi: — Bunlar bir zamanlar İran- dan Hindistana © hicret etmişler. . Kendi ırklarına başka unsurları ka- rıştırmak istemezler. Hep kendi pa kız alıp verirler. Musevi- erde olduğu gibi iş kabiliyetleri | rikulâdedir. Çalışkan, girgin ve zekidirler. En büyük ticarethaneler opların elindedir. Bütün bu asrilik- lerine rağmen, en iptidai ananeleri- | ni de muhafaza ederler. Ölülerini kartallara, kargalara, çaylâklara yedirirler. Dedim ki: — Bu usul herhalde Hindulerin ölülerini nehirlere atmalarından daha iyi.. — Evet ama, ne de olsa bizlerin tuhafımıza gidiyor. Ertesi gün saat ona doğru Bom- bay görünmeğe £ başladı. Şehrin alçak kısmı deniz kenarlarını sar- mıştı. Daha arkada tepemsi gördük. Arkadaşım: — İşte Süküt kulesi! de: Az sonratam kulenin gelmiştik. Alçaktan turlar yapıyor- | duk. Yukarıdan (o bakınca tersine çevrilmiş bir kuyuya benziyordu. Fakat aydınlık bir kuyu? Güneşin tepeden gelen bütün ışığı içerisini aydınlatıyordu. Ted dedi ki: — Taliimiz varmış, bir defin me- da, Tekirdağındaki genç erkân bare yüzbaşısı konuşuyormuş san- , Gencleri saran derdi ve mek- e fışkıran yeni kudretlerin ranlık mücadeleyi düşündü. Bizzat kendisi bu mücadele - 'nin kurbanı değil miydi?. Diplomasını eline alır almaz mektep onunla alâkasını kesmişti. Ve tecrübesiz genç cemiyet adı ve- rilen lâğımn içine girince bir (o kulaç almağa (o bile mu- vaffak olamamıştı. Düşünün bir ke re? Anadoluya niçin gelmişti ve Anadolunun neresinde, niçin bulu- nuyordu? Erkânıharp yüzbaşısının sözle- rini tekrar işitir gibi oldu. “Nazmi bey ben denize atılmış köpekleri, de bir tanesini bil- miyorum ki yüzmek öğrenebilmiş olsun.. Onlar boğulurl, Zehidenin — birdenbire kolunu kavraması onu dalgınlığından kur- | tardı. Ve kız başını gence yaklaş- tırarak; — Beni kacıramaz mısın? — de- — Kaçır beni!.. At var.. param da var... Kacalım Nazmi Bey bu- radan. Bos durmak istemiyorum. B'» gümüs merdiven mi benim.na- sihim ve kıymetim canım?.. Dört çocuklu bir köyde olsam gam ye- Fransızcadan — rasimine rastgeldik. On, on beş kişilik bir kafile, ön- | lerinde bir sedye kuleye doğru ge- İ liyorlardı. Ted anlattı: — Şimdi bunlar cesedi papasa verecekler ve artık ölüyü düşünme den evlerine dönecekler. Papas ta cesedi çırçıplak soyacak ve zaval- lı bir iki dakika © sonra kartal ve çaylâklara ziyafet olacaktır. Tayyareyi tam kulenin hizasına getirmiştik. Orada ömrümün sonu- na kadar unutamıyacağım bir man- zara ile karşılaştım. Gördüğümüz şey bir kadın cesedi idi. Etrafta duvarlardan ve ağaçlardan yüzler. ce yırtıcı kuş, bir anda kuleye doğ- yu hücum ettiler. Besbelli bir cese- din geldiğini anlamışlardı. İlk dav- ranan kuş cesedin üzerine bir kur- gun hıziyle atıldı. Bir de ne göre yim? Ceset kımıldanıyor. Üzerine saldıran kuşlara karşı kendini mü- * dafaa ediyor. Fakat bu müdafaa çok sürmedi. Bi lar vücudun üzerine üşüşmüşlerdi. Herbiri de ağzıma birer parça et al- dıktan sonra oradan uzakl Arkadaşım da bu manzarayı gör- dü: — Vay canına! dedi, kadın ölü değilmiş.. Tam süratle Bombaya geldik. İlk işimiz telefona koşmak oldu. Fakat iş işten geçmişti, değil kadı- nı kurtarmak, cesedinde fethimeyt ameliyesi bile yapmak kabil değil- di. Çünkü kuşlar bir defa saldırdı mı, on dakika sonra vücutta kemik. ten başka bir şey kalmıyordu. Bana bu hikâyenin sonu “ Kara- şiden tekrar geçişimde gene Ted- preisene anlattı — Meğerse, dedi, kocasının in- tikamı imiş. Karısının ken e ihanet ettiğini öğrenmiş. Bir gün arkotik ilâçlarla uyut- ölü gibi bir hale getirdik- Puçünkü program ISTANBUL 18 Frammzen dere, 1R0! pike 19,104 Opapa Preiehatz Habarler, 205” Kömen sela - Bülent Tarcan “ ole « 21,15: Son haşerler. 2130 iye Tüzin Radyo caz ve tango or” Dans musihisl. Eber plâk. 19, 1: Ingilizce konfe MOSKOVA, I734 m. 17.30; Firkn neşriyatı. 19,30: Karışık kom 2105: Moskovadan nakil Khr LELPZİG,3özm, Okonomik seşriya 41 Khz, Berlin 357 m 19: Sözler. VA80: PU 2026: Karaş i 20,440: Aktümlite. ÜNGENBEBERG 458m aberler ve aktünlite. 2! il orkestrası. 23,88ı Gece kon 686 Kis, BELGRAD,A7m. 18: Orkestra birliğile popüler ezgiler. Sözler. 19/30. Almanca ders. 20; Reklimlar. ve plâk. 20,15: Haberler, 20,30) Ulusal neşri: Org konseri. Yarınki projram ISTANBUL: 104 Alenen d Azide, 18, peronlar > 20: 1. Bö: Radyo az ve tane BE kesiraalrı » ten sonra bu tecrübeyi tatbik et- miş. İlk kuşun bücumunda kadın kendisine gelmişse de, o zamana kadar iş işten geçmişti. SEM Perşembe Matinelerinden itibaren «mı IPEK sinemasında Şarkın şimdiye kadar sinema perdesinde görünmiyen yeni bir diyarı... Sihirli bir sema altında bir aşk macerası... BOSNA SEVDALARI Türkçe sözlü ve şarkılı şir ve musiki itibaren Bu film Perşembe gününden ile yoğrulmuş bir eser... İzmir ELHAMRA sinemasında da gösterilecektir Büyük bir sabırsızlıkla beklenen TANGOLITA ( Savoy Olelinde Balo $ filmi GALA müsameresi önümüzdeki Çarşamba akşamı MELEK sionasında Musikisi PAUL ABRAHAM tarafından hazırlanmış olan bu şahane temelli yaratanlar Senfoni'nin GİTTA ALPAR ve HANS JARAY Sehubert'i ) dir. Bilet satışına başlanmıştır. Tel: 40868 ( Bitmemiş çevrilmiş muhteşem bir eserdir. hayı hem aid “hakiki vekayii musavverdir. rijinal, ihtiraahı, heyecanlı bir filmdir. Memleketini kurtarmak için harbeden bir kadının hakiki tarihçesidir. Hakiki, muazzam Bu Perşembe akşamı » İşte direktif yoksullu- ğunun fenalığı. Hiç olmazsa bir di- rektif beni buraya gelmekten alı- koyabilirdi. Belki gene bu traflara gönderilirdim. Fakat hiç olmazsa i kilometre ötede hocasızlıktan inim inim inleyen bir köye gitmiş olurdum. Köyde çocuklar hoca bek leye dursunlar, mektebin yetiştirdi- ği hoca “Ettayrü yekra,, diye diye gümüş merdivene hazırlansın. Ah, al arkadaşma © uzatır gibi elini u- zattı. Zahide bunu sıkar sıkmaz ki- tabını alıp yürüdü. — Bu akşam... — Bu akşam hemşire., O akşam, beni yatsıdan sonra, ağanın evinden çıkarırlarken kay. makam; — Ben. — dedi — biraz dolaş« mak istiyorum.. ne dersiniz? — Ne diyeceğim. kaçma derim; Sanki kaçsan arkandan kovalayan mı olacak? Hayır.. yalnız bana bir fenalığın dokunur; atıverirler işim. den.. Artık südüne havale.. — Korkma kaymakam korkma... İyi süt ermmişizdir biz. . Ve kaymakamı aliira tıkinca ev- velâ biraz açıklarda dolasmış son: .ra yavaş yavaş taş eve yaklaş"ı'1. ve emsalsiz SARAY sinemasında gösterilecektir. ME bir eserdir. Zahideden sarih bir randevu al- dığı için ne yapacağını, nerede rek dudaklarına iliştirdi; yaktı. anda binanm ikinci katmdaki kü- şük bir pencereden bir kibrit ye Acaba o mu idi? ifen bir başkası da yaktnıf olabilirdi bu kibriti.. Ne yapayım diye düşünürken, ağzından, kendi side nasıl olduğunu anlamadan bir; — Ettayrü yekra.. — fırladı — Pencereden derhal cevabı gel di: — Elgadir Sahifetiin.. Bir sas gomenk © Ve Zahodenin kafası çekildi pencere kapandı. O anda her kolu na ikişer elin yapıştığını, kocaman ve nasırlı bir avucun, ağzını k8” padığıı, ve ahirin ye sürükleniğim — gördü rabildi, ne a we fayda geldi. Beş dakika sonra $l ayda geldi. Beş e i ç dört İmei ii atin kin 05 (Bimel gi

Bu sayıdan diğer sayfalar: