23 Mart 1935 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

23 Mart 1935 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Üç ay yatakta © M. Turhan'ın yeni | kitabının en büyük kısmını teşkil eden ve kitaba adını veren (hikâyede, Üç ay yatakta'da hiç kismenin a- dı yok. Valkanm kahramanı: “Ben, sevgilim, oğlum, edebiyat merak- lısı doktor, v. 8.,, diye anlatıyor. Bu tarz muhakkak olan bir ku- suru vardır: anlatılan ovakanm hatırda kalmasını zorlaştırır, bel- ki de irskânsız kılar, Şür, sanat, “müşahhaslar,, âlemidir; o kadar ki sanatkâr, en mücerred mefhum- ları bile ancak teşhis, intak yolla- rı ile kendine mevzu edebilir. nun için kurtulamaz; bunlara baş vurmıyacak bir sanat eserinin ta- savvuru dahi hayli zordür. (Gü - zelliğin ancak mecaz ve istiare i- le elde edilebileceğini söylemiyo- rum; bazan bunlardan kaçan, her şeyi yalnız kendi adı ile anacak kadar sadelik gösteren eserler de çok güzel olabilir, hattâ asıl hü - ner budur. Fakat bunların hari - kulâdeliği gayeye hiç umulmadık yollardan varabilmelerinde, kul - landıkları vasıtaları belli etmek - sizin bizde heyecan üyandırabil - melerinde değil midir? Sanatte asıl gaye (o canlılıktır; bize okuduğumuz eserde gerçek bir hayat bulunduğu “vehmini, vermektir; teşhis ve intaka baş - vurmadan mücerred bir mefhumu gözlerimiz önünde canlandırabi - len sanatkâra ne mutlu! (Fakat bu kudret istisnaidir.) Bugün böyle yazılan, yani kah- ramanlarma birer ad verilmiyen romanlar nadir değildir, o Fakat bunlar © bilhassa şu “psyeholo- gigue,, denilen nevidendir; bu ne- vi ise ilimrile (psychologie pure) sanat arasmda, her iki tarafın da icabatını tatmin © edemiyen piç, sahte bir tarzdır. (İçlerinde çok hoşuma gidenler olduğunu inkâr etmiyorum). Hiç bir zaman bü - yük bir kari kütlesini alâkadar &- demiyecek, bunun için daima “en marge,, kalacaktır... M. Turhan'ın kitabı bu soy hikâyelerden değil- dir; yani sadece bir ruh (o haleti tasvirine kalkışmıyor. O, bize bir ders vermek, içkinin sıhhate mu- zur olduğunu anlatmak istiyor. Hikâyenin eşhasına birer ad veril- memesi de belki bundan geliyor; neticesinin, yani hastalığın adları var, Fakat içkinin neticesi hastalık olduğu keyfiyeti, bir roman mev « zuu olabilir mi? O olabilirse her hangi bir hendese davası niçin ©- lamasm?... İçkinin, benim pek de kabul etmediğim mazarratı hak - kında makasleler yazılır, okonfe- ranslar verilir, alkolun insan vü - cudunda yaptığı tahribat fotog - b rlar ve Keler İİ Öz dilimizle | Kısa sözler * Burnunun doğrusuna giden a- dam, doğruyu göremez. * Doğru ol, ama, kavak ağacı gibi değil, sırasında söğüt gibi e - Zilmesini de bil? e * Geneloy (efkâri umumiye) un kötü düşünceli insanlar elinde o- yuncak olabildiği ülkelerde, ge - neloyun yeri yoktur! * Batıdaki soysal ilerleyiş, uzak- ları yakın etti, fakat gönülleri bir. birinden ayırdı. * Her çocuk toprağa gelişi güzel atılmış bir çekirdektir. Bu çekir - dekten olgun yemişli bir ağaç tâ yetişebilir, dokunduğu yeri dala - yan bir ısırgan otu da... * Güzel misin? Aynaya sor.. Fo toğraf yalancıdır. * Evlilik sevginin ölümü oldu - ğunu söylerler. . Belki doğrudur. Fakat ölen sevgiye karşı, ölmiye- cek sevgi, evlilikten doğar. * Çocuk, ana ve babanın, baş ka bir halıpta kendi öldükten son- ra yaşayacak olan örnekleridir. # Özlediğimiz şeylerin çoğu, eli- mizin eremediği yerdedir. * En büyük gerçek olan ölüme en geç ve en güç inanırız. Salâhattin GÜNGÖR şair hayali!,, demek kabil olmaz... Romanın frengi, veremle mücn - dele edebileceğine, nüfusun art - masında hizmeti olabileceğine bu- nun için kani değilim, Neyse ki M. Turhan'm hikâ yesi bununla kalmıyor; bazı kim- selerin o tibba fazla inanmaları - nım ne tuhaf neticeler verdiğimi de anlatıyor. Bu kısmı çok eğlenceli, Keşke bunu uzaisa ve hastayı iyi- leştirmek © şöyle dursun, bilâkis daha fazla muztarib eden bu he- kimlere, kendilerini hafızaya bak. şedecek, tipleştirecek birer ad ver- seydi... Biliyorum ki M. Turhan hiç bir zaman buna razı olmıyacaktır, çün kü oda yazık ki fenni beşeriyet için, sanatten faydalı bulanlardan ve romanı, ancak “ilmi bir baki - kati,, yaymak şartile ciddi sayan- lardandır. Bu kanaat birçok gü - zel olabilecek eserleri tahrib etmiş- tir, Üstadımız Hüseyin Rahmi Gür- pmarın bazı romanlarını, insanı İs- yan ettiren osayıfalarla bitirten de bu kanaat değil midir? “Üç ay yatakta, yı, (Dağda başladı, bağda bitti) adlı bir hi - kâye takib ediyor. Hiç bir e ilmi hakikat £ isbatına kalkışmıyan bu hikâyede ince alaylar, geç kal - mış bir âşıkm ruhi hallerine dair güzel müşahedeler var. Narullah ATAÇ (1) Semih Lutfi kitabevi, 35 kuruş. (2) Cintmatographic, Sinema da bir sanat olduğu ve şu veya bu ilmi hakika- ti yaymağa yarıyamıyacağı için — ha - feket eden resimle “filen” i biribirinden ayırdığın anlaşılan diye — kinematoğ- rafin dedim. Telgraf | Bay Naci giyindi, kuşandı, ay- nanm karşısına geçip çeki düze- nine baktı, Kendi kendine: — Mükemmel! dedi. kadar bozulmamışız. £ Kırkından sonra bu ne güzellik yahu! Hakikaten Naci o gün kendi - sini güzel, yakışıklı, tam erkek gö rüyordu. Belki de öyleydi, belki de değildi. Fakat insanm içinde se vinç olunca öyle olur. Naciye bu neşe nereden mi geliyor diyecek - siniz, bir gece evvel verdiği karar dan.. Bu karar on beş senelik ev - lilik hayatında bambaşka bir ye- nilikti. Kırkını geçkin adam, bo - şuna giyinip kuşanıp ta aynanm karşısına geçmez ya.. Kararı an - İsdniz. Karısının Gstüne gül kok- layacak! Ama nerede, nasıl, ne vakit? Orasını kendisi de (o bilmiyordu. Yalnız emin olduğu bir şey varsa o da kararmın mutlak surette tat- biki cihetine gideceği idi. Naci bir gün evvel bu bozuk ni yeti kafasına yerleştirinceye ka - dar günlerce düşünmüş, üzülmüş, sağını, solunu tartmiş, enini, bo - yunu ölçmüş, en nihayet: “Adam, sende!,, de karar kılmıştı. Bunun ayrı bir sebebi daha var dı. Karısı Şaziment bir kaç zaman dır kendisine karşı soğuk davra - nıyordu. Bu sofu kadın yıllar geç - tikçe daha sofulaşıyor, elini tesbih ten, başını secdeden ayırmıyordu. Sanki karı koca değildiler. Halbu- ki Şaziment kocasmdan on yaş kü çüktü. Her hangi erkekle evlense kocasını mesut edebilecek bülü; İ evsafı haizdi. Fakat ne çare ki, çükten aldığı terbiye, içinde Jeşen taassup, yavaş yavaş acayip bir haya telâkkisi haline girmiş ve Bay Naciyi de çileden çıkarmıştı. O da düşüne düşüne bir gece ev - dığımı, dışarıda aramağa hazırlan- muşta. Lâkin bu işi de nasıl yapacaktı? Bir defa kılıbıktı. Sonra yabancı kadından kaçardı. Haydi verdiği karardan bir cesaret alsm diye - Tim, fakat bu işe para da lâzım de- ğil mi ya? Evin idaresi bayanın elinde ol- duğu için, Naci her sabah işine gi- dirken karısından ancak tramvay ve sigara parasından başka on pa ra alamazdı. Evine sadakati de aşağı yukarı bundan ileri geliyor- du. O gün aynanın karşısında ken- disine çeki düzen verirken vazi- yeti öyle değildi. Cebinde kerr. sınca geyri malüm < elliadet vardı. Maaşı haricinde birisinin i- şini görmüş, bu parayı oradan cüz danına yerleştirmişti. Naciyi asıl sevindiren taraf ta, karısını o gece evden uzaklaştır - mak için bulduğu çare idi. Çok geç Daha o | velki karara varmış, evde bulama- itibaren Filmin TEPEBAŞINDA ŞEHİR | TIYATROSUNDA üç era ece saat 20'de ehir Tiyatrosu MUFETT - 5 perde ii İM) yaza erol 21 mart çarşam- badan itibaren Unutulan Adam Yalnız bir hafta 1607 1 Fransız Tiyatrosunda Gece saat 20 de UÇ SAAT 3 perde Yazan : Ekrem Reşit. Besteli- yen: Cemal Reşit. 1784 e — —— — meden karısına şöyle bir telgraf gelecekti: “Çok hastayım, sana ih- tiyacım var, aman, gel. İmza — Mevlüde, Mevlüde, Şazimendin halasiy- dı. Ona, annesi öldükten sonra kü çük yaşından beri analık etmiş bir kadm.: Böyle ara sıra hastalandık. © Şezimendi yanma çağırır,o da koşa koşa tâ Kadıköyüne, ha - lasma giderdi. Naci bu seferki sahte telgrafı Kadıköyünde oturan bir arkadaşı- na çektiriyordu. O sabırsızlık içinde beklerken, ikindiye doğru kapı çalındı: Pos- tacı. Naci postacınm getirdiği tel - grafı açtı ve mümkün olduğu ke- dar heyecanımı belli etmemeğe ça- lışarak, karışma seslendi: — Şaziment, yine Kadıköyün den davet var. Halan hastalan- Kiişes & Şaziment şaşırdı. Telgrafı a - lg o'da okudu. Birden sapsarı ke- sildi. Elleri titredi. Durgun bir ta- vırla: — Yam! dedi. Ö zaman Naci de şaşırdı: — Ne var,ne oldun? dedi. Ha- lan hastalanmış değil mi? Nacinin bu acele sözlerinde ka- rısı bir şeyler sezdi. Birden koca - smın ayaklarına kapanarak ağla- mmağa yalvarmağa başladı: — Affet Naci, dedi, affet beni.. Töbe.. Bir daha yapmam.. Zaten onu sevmiyordum. Ne yapayım, herif beni kızlığımdan tanır, peşi- mi bırakmazdı. Bir daha gidersem kör olayım. Naci'nin hemen aklı başına gel- di. Hiç yüzünü görmediği, sadece adını işlttiği bu Kadıköydeki ha - lanın kim olduğunu anladı. Telgraf oyununun mânası şimdi kafasında büsbütün canlanıyordu. Fakat sonunda ne (oldu, bilir misiniz? Kırk yılda bir ceviz kı - racaktı, onu da kıramadı. SENENİN EN MUAZZAM Meksiken orijinal BUGÜN Matinelerden Şarkılı P-E.R iki safhası birden — Fiyatlarda zam yoktur. Sinemanı» şöhretini hiç kaybetmiyen ismi GRETA GARBO Oz Türkçe ile Bilmecemiz Osmanlıca karalıklarını yazdığımız kelime lerin öz türkçe mukabillerini yazarak sekli- Masülerine yorleyillikie. va: ibisik murlağuna) gönderiniz. mizin bı 5 Pazartesi günü akşama kadardır. Yeni bilmecemiz 1234567891011 dai —.omaanReN SOLDAN SAGA 1 — Adet 4, Bir rakam 4, 2 — Beygir 2, Radyo 6, 3 — Bir meyva 3, 4 — Büyük 3, 5 — Dem 3, hetifham 2, 8 — Hücum 4, Bir vapurumuzun adı 4, 7 — Nota 2, Çok değil 2, Çif değil 3, 11 — Rür vaka 3, Köpek 2, YUKARDAN AŞAG. 1 — Milliyetin yeni adı 3, Buş 4, 2 — Cet 3, Bir kümes hayvanı 3, İsimleri sıfat yapan bir edat 2, 3 — Bir içki & Az sicak 4, 4 — Löhim 2, Valide 3, Rabit edat 2, 5 — Mahsul 4, 8 — Yet 2, Nota, 7 — Ayı yuvası 2, Bayat değil, genç 4, 8 — Başına bir harf koyunca iyileşir 2, 9 — Tazyik göremüş 4, Beyaz 2, 10 İstifham 2, 41 — Felç 4, Lâz kayığı 4 Telefon 1 — 1935 SENESİNİN BEN HUR'u ViVA ViLLA ( İSTİKLÂL UĞRUNDA ) Metro Goldwyn Şirketinin 1935 senesinde Yegâne Fransızca sözlü ekstra süper filmi - DER rün Ez . oya İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. 4.4887 Sinemasında Bugünkü | program ISTANBUL 17,30 İnkılâp dersleri: Üniversiteden nakil CMLF; genel yazganı Recep | Peker, 1830 Jimnastik Bayan Azda, 1850: Hafif musiki. 19/30; Haberler. © 1940: Spor » Eşref Şefik 20 Üniversite nama konferanı, Doçent Nur ri Adil (Sevr ve Lozan.) 20,30: Bayan Bedriye Tüsim Demircaz. 21416: Son haberler. 21,304 Radyo orkestrası, 22, Radyo caz va tango or” kestenları 475 Kiz. M 70; Gürler, 1890; Baykal Skam Almanca yayım. (Sual #erca yayım. 24,05: İavaç 832 Ka. MOSKOVA, (Stalin) 361. 18,30: Moskova aperismdan nakil, 2245 Dans musikisi. Zâ: İspaayolen yayım, 823 Khr BÜKREŞ İm. 13 - 15 Gündüz plâk yayının, 18: Dans, İt Haberler. 1948 Danamm sürümü. 20: Konfe- 20,20: Plük. 20,45: Konferans, 208: 138: Sözler, 2185: Balâlayka orkestrası, 2,15: Konser (nakil) KER 7 1G dem 1010: gvçit resmi marşları) 20: Da plükleri, 20,30; Aktüalite. 2040: Sözler. Zi Duyumlar, 21,101 Üç perdelik “Jnloka,, ope" reti (Johann Strauss). 2320: Haberler, spor duyumları, 2340: Dans musikisi, Kh.BELGRAD, 20,15: Duyumlar. 2030: Ulusal yayım, 218 Sa 21,30: Mizah. 22; Orkestra, — Kah» vabaneden nakil. 585 Kır. BUDAPEŞTE,Sö0m. 18.48; Amele korom tarafımdan © konser. 20,201 Gitar konseri, 20,50: Konferans, 71,201 Opersilerden parçalar, 22,50: Haberler, a ire ai çingene orkestrası; 241 #4HAMBURG,33Zm. 5: Plâk. 19,30: Askeri yayım, 19,550: Have duyumları. 20: "Fanler Zamber,, adlı şen rad yo piyesi, 2i: o Düyumlar. 21,10: Vagner Vevdinin eserlerinden opera parşaları, 234 Son duyumlar, 23,251 Masilüli 24: Dams musikisi, 1031 Kh. KÖNİGSBERG, 2815 1850: Şimal 204 Film dünyası. ler. 201 Ban zika. 21: Duyuml Arkadaş esi 20 Danılı, yen yayım. 23: Son duyumlar, 2520 *oKr. BRESLAU,3İ6M. 19,50: Kundan, bundan. o 20,401 Hafta de yazmları. is Günün kısa — duyumları. 21,10 “Sevmek “-.ş olmak İlrrmder.. adlı mü ak e 2 257 Son duyumlar, 25,30: Dana 574 Kiz. STUTTGART (Mühlneker) 525 1430: Dan ve akfif musiki, 20,15; “Kitek radyo revüsü, Zi: Du - Duyumlar ve kumpanyası,, ndir yumlar. 21,10: Karışık yayım 235 2530 Dan. İç Gece musikirl, Yarınki program ylâvı Yusuf Kemal, 1 18,50: Aida operası (birinci perde) plâk, 1940; Kore - mayistro Goldenberg ida resinde, 20: Zırant Bakanlığı mamma koni” vans, 20,30: Gitar solo - Şrayber, 20550: Ses ve saz musikisi soloları (plâlk) 21,20: Son ha” berler, 21,30; Radyo orkesiruir. caz ve tango orkestraları, 22: Radyo Gi paradan yana hiç sıkıntı çekmiyor- lardı. Ve o zindanda tam on bir se- eri Sl arkadaşları tarafından iki senede hazırlanabilmişti. Bunlar- dan biri bir o mühendisti, Altı ay, zindan etrafında dolaşmış, topra- ğı, binayı tetkik © etmiş ve yaptığı plân santimi santimine doğra çık- maşa. Zindandan kaçınca odarbirso kakta küçük bir eve girip on daki- ka kadar kalmışlardı. Onlar orada birer kat elbise ve iç çamaşırı bul- muşlar, yıkanıp giyinmişlerdi. Son- ra iki gün bir başka evde, dört gün bir köyde saklanışlardı. Nazminin ağız açmadığını gö- Çi ele E be birader. — diye bağır- gül biraz... Bu ne surat! Se- Müellifi: etmek istiyorsun? Hem kalk da yı- kan.. Kaptan seni görürse bizi ge- izan almayacak... Nazmi Şahab mi tek kelime burnuna amonyak şişesi dayatılmış gibi Nazminin dal- gınlığını dağıttı ve yayına basılmış gibi çevik bir zıplayışla (o ayağa kalktı: — Sahi mi? gidiyor muyuz? Dört zindan kaçağının en kalın enselisine gözlerini dikmişti. Bu onların en uzun boylusu idi.. Ve galiba, reisleri idi de. Tatlı bir gü- lümseyişle; — Evet.. — dedi — gidiyoruz. Hem bir saat sonra denizde olaca- ğız, — Beni de alacaksınız ya. kantinin düğük olyerom be çocuk? Bu söz deşu bulgarın ağ- e im kadar yerinde ola - Şu Nazmi, tam (bir Kanberdi. Ve onsuz hemen hiç bir düğün ya- prlamıyordu. Nerede bir netameli iş varsa tali onu evirip çeviriyor, dağlardan bayırlardan, denizler- den aşırıp mutlaka o işin içine s0- kuyordu. « Netekim tam bir saat bu gemi- nin içine de sokuvermişti işte... Çiftlik kıyısmdan o motörlü bir sandalla denize açılınca yarım sa- at kadar yol . GemiKr rım istikametinden belirmiş ve 5 törü yordalarken yavaşlamıştı. O zaman Bulgarlardan biri bir yeşil bayrak göstermişti. Bu yeşil bay- rakta herhalde bir keramet olacak- tr ki işte «İğne Ada» önünden bo- ğaza doğru ilerliyen koca şilebin salonunda ha bre ha çakıştırıp du- ruyorlardı. Bu adamlar nereye gidiyorlar- dı? Bu şilebin kaptanı bunlarla denizde karşılaşmak için kimden emir almıştı? Alabildiklerine geve- zelik ettikleri halde, hattâ iki kör kandil sarhoş olduğu halde buta- en hiç meydana vurmıyorlar- — Serefine Nazmil . — Şerefinize Beyler! Votka dolu kadehler boşalıp do- larken bir “gurr gurr!,, şt. Kaptan ingilizce bir şeyler söy- ledi. Bulgarlardan biri: — Horra! — diye bağırdı — İs- tanbula geldik. Demirliyoruz. Nazmi uçar gibi güverteye çıktı. İhsaniye sırtlarında gölgeler ya- vaş yavaş ( koyulaşıyordu. Sultan Ahmedin altı ve Ayasofyanm dört minaresini gördü. Gurubun son renkleri altındaki İstanbula içi tit- reyerek baktı. Sonra, Kızkulesin- den Dolmabahçeye, Haydarpaşaya, köprüye kadar denizi benimseyen gâvur gemileri gözüne ilişti gözle- rine... Geri geri çekildi. Bu sırada kalın enseli Bulgar güverteye çıkıyordu: — Nasıl? genç adam.. — dedi — bizden ayrılacak mısm? Kelimeler | gırtlağından kendi kendilerine fırladılar: maz dememiş miydin gospodin? — Peki çocuk başımız üstünde yerin var. Nazmi gözlerini yumdu ve sanki gözkapaklarının ihanetinden kor- kuyormuş gibi kolunu da üstlerine bastırdı. Görmemek istiyordu. . Düşman salgını altında bir ? ha- İ yar. bunu görmek” istemiyordu. Bin bir ihanete uğmdığını da, ta- Hünin sayısız aksiliklerini de, hat- tâ etrafını saran şüphelerin ve it- hamların onu bir istiklâl mahke- mesi kararile üç direk © arasında bir yoğurt torbası gibi sallandıra- bileceğini de unuttu. Anadoludan bir kaçakçı motorile kaçtığına, za- feri mış inkılâp safla- rından uzaklaştığına utandı. Dostların şüpheleri, arkadaşla- rın ihaneti, taliin özrü, hiçbir şey, hiçbir şey bu saftan kaçışı özürlü gösleremezdi, — Benim yerim orada idi.. ora- da olacaktır, hâlâ oradadır.. — di- ye söylendi — Belki bir firar için- ev fakat orada. Belki bir zindan- da,belki bir menfa yolunda... fa- kat orada. Gururu belkemiğinden kırılmıştı. Kamarasıma koştu; bir ayıbı sak- lar gibi kendini İstanbuldan sakla- dı. Ancak bir gün sonra gemideki ler onun saatlerce ağlamış gibi şiş miş gözlerini uğuşturarak kamara- smdan çıktığını gö rebildiler. Bulgar kara sularından az ötede yali bandrasile m Sd rma bu yordu. Midilli açıklarında, güver- tede dolaşan Nazmi hayretle gördü. ki İtalyan bandrası altında seyahat etmektedir. çiz Kim demiş ki Akdeniz Kar denizden bin kere daha yavuz v8 bin bir kere daha kudurgandır. , Kudurgandır. Çünkü dümdüz saldırmağa başlarlar. Teknen sağ” lam değilse yandın efendi kaptan! Ge Yandık. Ea a ynanıyordu. Günlerde” bari taşilzonden! Gali ma > e gibi gözüken kan m sa, n saniyeye artan yalpalara a: dayanamamış. Elinden yal Bu sözler ağzından ze katılmamış bir İstanbullu ahengil? çıkmışlardı. Nazmi, yalpayı da fir tmayı da unutmuştu. Bu adam mü aka bir Türktü. Türkçe plâva ti

Bu sayıdan diğer sayfalar: