12 Aralık 1929 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 19

12 Aralık 1929 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 19
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No 1739 -54 Arap, bize kocaman bir kutudan sigaralar ikram etti. Bleeker'le ben, niçin redettik bilmiyorum, fakat Remington kemali memnuniyetle bir tane aldı ve dumanını savurarak umursuz bir halde koltuğa gömüldü. Şu oğlanın soğuk kanlılığına şaşmamak işden değildi hani! Herif, ayrı ayrı yüzmüze baktı ve büyük bir sır tevdi edecek inenler mahsus tavurlar takınarak an- latmağa, koyuldu — İsmim: Richard Ballymair'dir. Sigarasını dişleri arasında sıkıştırdı. Kavuşmüş ig kollarını çözdü. Eldivenlerini çıkardı: Tepeden tırnağa kadar kuzguni siyah olan Arabın elleri, evet, ella elleri, bem- beyazdı.. sizin, benim, onun, ötekinin, vel- hasıl hepimizin, yani biz bütün beyazlarınki gibi bembeyaz!!!,.. Ve sonra sanki bizim şaşkınlığımızı büsbütün arttırmak istiyormuş gibi, şü tafsilatı verdi : — Ensemden topuklarıma kadar bütün vücudüm bembeyazdır. Yalnız yüzüm... işte, o: gördüğünüz gibi, * * * Annem bana gebe iken büyük bir korku geçirmiş. Bu yüzden her tarafım siyah, ellerim beyaz doğmu- şum. Hiç şiipesiz şimdiye kadar benim gibi bir tanesi- ne daha rasgelmemişsinizdir. Bu hal, bende bir elem, bir emel hasıl etti, Elemim: siyah doğmaktı! Emelim: beyaz olmakdı! Kendi kendimi tarttım, gördüm ki, hilkatin sair benzerlerime takdir ettiği zekâ parçasın- dan benim kafatasıma biraz daha fazlası isabet et- miş.. Ben, bu işin kolayını bulurum, dedim ve verdim kendimi okumağa, Bu hevesle mütaaddit Darülfünun- lar bitirdim, şahadetnameler aldım. Gayem, her ne pahasına olursa olsun yaradılışımda esaslı bir inkılap yapmak, yani, fıtratla mühim, müstesna bir mücade- leye girişmekti. Hocalarım, bendeki büyük istidadtı , keşfetmişlerdi. Çok büyük bir adam olacağımı &öyli- yorlardı. Evet ama, bir noktada yanılmakta idiler : Unutuyorlardı ki, benim hiçbir sun'u taksirim ol madan siyah yaradılmam, terfiime mühim bir engel olabilirdi... Beşeriyet: Sen siyahısın, beyazların iri- şeceği mertebeye, mümkün değil irişemezsin, haydi yıkıl oradan, mundar fellah ! diye suratıma haykı- racaktı!... İşte bu akibeti düşündükçe kudurmuşa dönüyordum. Bu hakareti affetmek, yaradanın bu kör hatâsını hazmetmek nefsime giran geliyordu. Umumi harp başladı. Ben de askere alındım ve bir bahriye yüzbaşısının emirber neferi olarak sefere iştirak ettim. Yüzbaşı, tanıdığım insanlar arasında en seçmesiydi. Bir kaza dolayısiyle onun hayatım kurtarmağa muvaffak olduğumdan bana ebediyyen minnettar kaldı. Mütarekede terhis olunarak serbest hayata kavuşacağım zaman, zabitim, hizmetimin mükâfatını vermek emelile Oklahoma'da sayısız maden ocaklarını muhtevi bulunan binlerce dö- nümlük arazisinden bir kısmını bana bağışlamak istedi. Tescil muamelesini yapdırmak üzre bir gün beraberce Notere giderken, sokakta, şu gördüğünüz Doktor Straub'a rasgeldik. Doktor zabitimin çok can- dan bir arkadaşiydi. Harpte yanyana dögüşmüşlerdi; UYANIŞ 31 onlar, kardeşane bir muhalesetle el sıkışırlarken ben- de hürmetle esas vaziyetinde bulunuyordum. Mütare- kenm doğurduğu fenalıklar hakkında atıp tutuyorlar, zamanın kötülüğünden demvuruyorlardı; —Kendimi avutmak istiyorum. Seninle Papua'ya giderek arslan avlıyalım ! Doktor, yuzbaşıma : — Saçmalıyorsun, dedi. Papua'da arslan ne gezer? Orada, istediğin kadar timsah, bol bol yaban domuzu var. Eğer arslan avına çıkmak istiyorsan Kongo mansabına gitmelisin, o zaman ben de gelirim... — İşte buâlâ... Peki, Kongo'ya gidiyoruz. Oradan Papua'ya giderek yaban domuzu avlarız. Gelecek hal- ta yola çıkmalı, Rick, sen de geleceksin değilmi? Ora- da haylı işime yararsın. Bittabi kabul cevabı verdiğimi söylemeğe hacet yok. y Li Mi Kendimi Kongo ormanlarında bulduğum zaman eskidenberi beslediğim fikir beni tekrar meşgul et- meğe başladı. Bu diyarın sakinleri olan siyahlarla kendimi mukayese ediyordum: Hınzırlar insan eti yiyorlardı, mağaralarda yaşıyorlardı, tamamile iptidai bir halde idiler, yani çırçıplakdılar:; Âdemle Hava gibi. Halbuki ben böylemiydim? Aynı cinsten oldu- &uma bin şahit isterdi. Onlarla (Veçhi şebel)im yal- nız renkteydi, siyahlıkta... Evet ben de siyahtım, si- yalıtım ama, dışım kara, içim beyazdı. Manen yüzba- şımla doktor Straub'tan ne farkım vardı? Ben de on- lar gibi konuşuyor, onlar gibi düşünüyor, onlar gibi tahayyül ediyordum. Sırtıma bu kara gömleği geçi- ren hilkate tanetmeyeyim de ne yapayım diyordum! Yüzbaşı, arslanile karşılaştı, ateş etti, fakat... Onun hayatımı bir defa daha kurtarmağa muvaffak oldum. Arslanı haklıyan bendim, bendim ama, bu uğurda ehemmiyetli surette de yaralanmıştım. Bacağımdan elayası kadar bir parça, canavarın kanlı pençesine takıldı, gitti... Doktor Straub tedaviye girişti. Açılan yaraya, başka bir insanın derisinden bir parça ekle- mek lâzımgeliyordu. Etrafımız it sürüsü kadar siyah- larla dolu olduğu halde, vücudundan bir deri parça sı çıkartmağa razı olacak hovarda bulamadık. Doktor burada büyük bir nefis feragati gösterdi ve kendi kaba etinden yarama lâzım olan kapağı çıkardı. Ben, bu beyaz deri parçasının benim kara vücudumda kömürleşeceğini zannederken, doktor aksini temin etti, yani ellerimle vücudum arasındaki fark gibi, bu ameliyat mıntakasının da santraçlı olacağını anlattı. Sevinmemiş değildim, öyle ya, şu menhus vücudüm- da küçücük de olsa bir beyazlık tabakasının daha bus lunması erişilmez gibi görünen emelime beni biraz daha yaklaştırmış oluyordu. Doktor, bu ameliye esnasında bana bu tıbbi hadiseyi, yani beyaz olarak yapıştınlan derinin nasıl olup da esas rengini muhafaza edeceğini ilmi delillerle uzun uzadiye anlattı — ki ben bunları tekrar ederek sizi yormak istemiyorum —o dakikadan itibaren hüviyyetime hakim olan arzu şu idi: Bu ame- liyatı mütemadiyen tekrar ettirerek, yavaş yavaş, saha saha beyazlaşmak ... i 5 Fransizca'dan nökili: Hâmit Re — Devamı gelecek nushada —

Bu sayıdan diğer sayfalar: