1 Ocak 1942 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 9

1 Ocak 1942 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hüseyin oGahitin « Servetifünun » u Ziyareti Çok eski ve sevgili arkadaşım, Hüseyin Cahit Yalçın, 29 Birinci Kânun 1941 tarihli «Yedigün» de «Servetitünun» için bir başmakale neşrefti. Kıymetli arkadaşım, maka- lesinde matbaayı ve beni ziyaretini çok yürekten duygularla yazıyor. Bu makalesini tatlı bir hatıra ola- rak «Servetifünun» a naklediyorum; ve onun duyduklarının benzerlerini bende o günkü görüşmemizde, şü- reğimin içinde bulmuştam. Hey, gidi zamanlar! Beraberce neler gördük ve neler geçirdik ve ne büyük fikir ve edebiyat inkılâpları- nın içinde, ben Hüseyin Cahit ile muhferem arkadaşlarına bekçilik ettim. «Servetifünun» o daima onların sadık ve fedakâr arkaşı olmuştur. Abdülhamit zamanında bir casusun jürnaliyle 1901 de «Servetifünun» kapatılıp biz mahkemeye gönderil- dikten sonro o eski ve çok tatlı edebi birlik hayatı dağılvermişti. Hüseyin oCahifin dediği gibidir: Ben bunları ne zaman düşünürsem bahsolunan a zamanda bize ideal zümresi vermiş olan, birliğin tek- rar parladığını bugünde duydum. Hüseyin Cahit arkadaşım, 52 inci yaşına basmak üzere olan <Serve- #fünun>» umuzun şimdiki matbaadaki halikleri olan gençlerden de bahse- diyor; #sanki bu gençler» bulun- dukları ölü muhitte seslerini yükselt- mekten çekinen gibi yavaş konuşu- yorlardı diyor. Mazi ölmüş bir zamandır, omuz- larına çok yılları yüklenenler onu böyle görürler, gençlikte ise görüş başka türlüdür, böyle olmasa cihon- da yaşamanın tadı kalmaz. Hüseyin Cahit Yalçın, bizim matbaadaki birinci kattaki <Serveti- fünun> odasını bütün hatralarile çok duygulu bir surette tasvir edi- yor ve mafbaanin şimdiki süküne- finden mahzun görünüyor. Hisleri- miz birdir, evvelâ cihon harbinin tesiri sonra benim omuzumdaki sayısız yılların ağırlığı matbaayi şim- di sakin yaşatıyor. Matbaanın kapısından çıktıkca sağ iarata baktığım zaman ben, hemen her defasında, ayni hisleri duyarım, ve derhal 25 sene evvelki hali görürüm. Matbaomızın sağındaki bina, 25 sene evvel yapılmış alan <Tanin» gözetesi motbaasiydi. Hüseyin Cahit «Tanin» in başında daima ruhları tahrik eden ateşli ve canlı kalemini kullanırdı. Şimdi orası sükünet için- dedir ve haraptır. Bir kısmı yine boş- ka matbaodır ama, Hüseyin Cahit'in *Tanin» parlaklığı nerde? Hüseyin Cahif'in <Taninri maziye karıştı. O binanın vaktile Tanin için yapıl- mış olduğunu gençlerde bilen oz olsa gerek | «Servetifünun» yaşıyor ve bero- ber yaşadığı arkadaşlarını unutmaz ve unutmayacaktır. Bugünkü genç arkadaşları da bağrında yer tutar. Nasıl ki, Hüse- yin Cahif, “Servetifünunr un en eski ve en sevgili arkadaşı olmak . ifibariyle gazetenin benim, ve mat- baanın yüreğinde yüşiyor. A. İ. TOKGOZ Servetifünunu ziyaret Kapıya vardığım zaman, tgred- düt ile durdum. Acabe tatil mi vardı Bir zamanlar makineleri- nin uğultusu Tanin matbansında- ki odamın içinde hiç dinmiyen Serveti Fünun matbaası derin bir sükün içinde idi ve o her zaman tenha ve kasvetli sokak şimdi bü- tün bütün metrük, mülhmel ve hü- zünlü görünüyordu. Kapıyı âdeta çekinerek ittim, Açıldı ve beni yorgun ve Iâkayıt bir taş korido- run kimseaizliği içine aldı. Çekine- rek yürümeye başlamıştım. Ben burada yabancı mıydım ? Bilmem Fakat bir yabancı gibi salondan girdim. Loş ve kasvetli bir hava boğazıma tıkandı. Parmaklıklı bir bölme ile ayrılmış küçük odada aydınlığı çıkmayan bir lâmbanın loş ziyaları altında, galiba bir iki genç vardı ve salonun birikmiş ve katileşmiş süküt ve zulmetini ra- halsız etmemek ister gibi fısılda. şarak konuşuyorlardı. Bunlar Ser- veti Fünunu bugün yaşatan genç arkadaşlar olacaktı. Gavsi Ozansoy beni tanıyarak, nâzik ve gülümser, yanına koştu. Ahmet İhsan bey yukarıda, kitap odasında idi ve yanına gidilebilir. di. Yukarı çıkılacak merdiveni zor buldum. Bn merdivenden ben hep böyle ağır mı çıkardım ? Ahmet İhsan yetmiş yaşını ge- çen parmaklarının arasından Ç&- lışkan ve genç kalemini bırakarak ayağa kalktı ve kollarını açarak beni karşıladı. Beni göğsünde sık- tığı zaman, muhakkak, ki, tam el- li senelik bir dosluk hatıragını ar- tik üzerine akşamın alaca karan- lığı düşmiye başlamış hüzünlü manzarasından duyduğu teessürle sesinde bir titreme hisşediliyordu. — Nasılsın Cahitciğim $ dedi ve konuşmıya başladık. Ne harpten bahsettik, ne buh- randan, ne ihtikârdan. Bu salon- da Serveti Hünün yaşıyordu. Bu- rada bir ömür geçmişti, bir nesil yaşamış, düşünmüş, çalışmış ve nihayet, ne olacak, sönüp gitmişti işte ! Evet, şimdi karşı karşıya iki arkadaş ve iki ihtiyar, dışarda ya- şıyan, çırpınan ve didinen dünya- nın aktüalitelerinden, insanların: dan, düşünce ve hislerinden uzak, kendi ufül etmiş dünyamızda, ah- rette birer ruh gibi, yaşıyor ve konuşuyorduk. Edebiyat savaşın- da silâh arkadaşlarımız, dostları- miz ve sevdiklerimiz mi hayattan ebediyyen uzaklaşmışlardı, biz mi onları terkederek başka dünyalara ızttrap ve hicranlarımızı götür- müştük ? Onlar mı ölü, bizlermi ölü, bilmem * İşte böyle konuşu- yorduk ve onları anıyorduk. Onla rı, Ekremi, Hâmidi, PFikreti, Ce- nsbı, Süleyman Nazifi, Raufu, Sü- leyman Nesibi, Ahmet Şuaybı, ilah. anıyorduk. Ahmet İhsan beni elimden tu- tarak odanın bir duvarı önünde durdu. Burada fotoğrafilerden ter- tip edilmiş bir grup vardı. Ekrem ve Hâmidin zarif sakalları, ağır ve kibar tavırları ile biraz tezat teşkil eder gibi gençlik hisleri, ü- mit ve ideal ile taşkın Edebiyatı Cedidenin birçok simaları vardı. Ahmet İhsan hepanin birer birer isimlerini sayıyor ve bana &Orü- yordu : — Devamı 83 üncü sahifede — 79 — Servetifünun — 2367 :

Bu sayıdan diğer sayfalar: