23 Nisan 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

23 Nisan 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

açams D t $ 4 ÜTT T RE AR TT 10 Sayfa SON POSTA Cenup Denızlerınde Bir Seyahat Macerası Altın Pe şınde Üç Serserix Uç Mılyoner Akrep ve Kırk Ayak Ertesi sabah — kahvealtıda çatık kaşlı arkadaşlardan mürek- kep bir zümre teşkil ediyorlardı. Hiçbir gecenin hadiselerinden bahis açmadı. Bizzat kaptan ( Hul Jun azim iştihası bile halele uğramış gibiydi. Yemekten sonra Hagton ile Tiüman gezintiye çıktılar. Sabah güneşi ağaçların arasinda parlı- yordu ve bütün Papular kauçuk toplamıya çıktıkları İçin meydan- da kimse yoktu. İki genç, köyün ortasından geçerek ormanın kenarına kadar İlerlediler. Orada Hagton yıkılmış bir ağaç Üzerine oturarak pipo- sunu doldurdu ve yaktı. Düşün- | celi olduğu görünüyordu. Tilman da arkadaşının yanına oturarak piposunu cebinden çı- kardı o da endişeliydi. Nihayet Hagton: — Ben bu işi iyice düşün- düm, diye söze başladı. — Evet! — Makar doğru hareket et- miyor. — Ne demek İstiyorsunur ? — Bizi aldatmıya teşebbüs etmiştir. — Define münasibetile mi ? — Evet, para gösterdiği yer- de gömülmüş değildir. Terçelling adını taşıyan yel- ken gemisi hiçbir zaman buraya kadar gelmemiş ve hiçbir veçhile derede batmamıştır. — Gölün dibinde gödüğümüz - bir ge- mi teknesi yok mu , bence buraya altını getirmiş olan gemi odur. Buna kat'iyyen eminim! Tilman : yerinden fırladı. — Vallahi düşündüğümü söy- Muharriri; Stakpool ü d3 Ilki Arkadaş Vaziyeti Tetkik Ettikleri | Zaman Makarın Kendilerine Oyun Oynadıgı Kanaatıne Vardılar | disini tanırsa Kiyorum, İsterseniz biraz muhake- | me edelim. Land adını taşıyan adam Terçelling yelkenlisini ve içinde bulunan — altınları — zaptetmiştir. Bü mubiti, bu dereyi ve buranın halkını tanıyordu. Burada emin bir ilticagâh bulacağından emindi. Fakat bittabi hiç kimsenin bu altınlardan haberdar — olmasını istemiyordu. SON POSTA Havadlı. ve Halk etesi lstanbulı Eski lı'g. Çatalçeşme sokağı İdara: Telef v İstanbul - 20203 Yo va kutusuz İstanbul - 741 Telgrafı İstanbul SONPOSTA ABONE FİATI Gelen evrak göri verilmez. İlânlardan mes'uliyet alınmaz Cevap lçlı moktuplara 6 kuruşluk Bi | de kabilede bir 1 miştir. | demektir. — 'No diyorsunuz ? Nidasile | teblikelidir. | bele etti. Şa İslGğ€ Tüktlüng Yilml den bu kadar uzağa getirecekti? Hayır. Bence gemiyi sadece kü- çük göle kadar getirmiş, orada mürettebata büyük bir çukur kaz- dırmış ve bu suretle altınları gö- | meceği yeri hazırladıktan sonra mürettebatı gemiye götürerek bir bir hile ile ambara kapatmış ve gemiye de ateş vermiştir. Bu işte kendisine yardım et- mesi ve nihayet gemi battıktan | | istediği takdirde bütün onunla - birlikte kadar gelmesi için bir adama muhtaçti. Bu adam Makardır. Tilman piposundan bir nefes çekerek : — Devam ediniz, dedi. — Eve,t Con Land yanında Makar — olduğu halde — buraya gelmiş, burada yerli — bir kadın ile — evlenmiş, bu — saye- edin- sonra sandalda kürek çekerek buraya mevki Eakat Makar bu vazi- yete bakarak ve kendisine altın- lardan hiçbir hisse düşmiyeceğini düşünerek günün birinde onu öldürmüştür. Sonra Con Landın karısının şüpheye düştüğünü gö- rerek buradan kaçınıya mecbur kalmıştır. Tilman : — Birarz yavaş! Dedi, eğer gölün dibinde gördüğümüz ankaz Terçelling gemisinin ise altınlar © civarda bir yere gömülmüş Fakat bu takdirde bizi — neden Muhit — kendisi — için Con - Landın - karı- hayattadır. Ve fenalığı Makar getirdi? sı el'an dökuna- bilir. — Size Makarın bu. defina münasebetile bizi aldatmıya ça- lıştığını söylememiş müdim? Makar bizi buaraya fena bir tuzağa düşürmek için getirmiştir. Bundan eminim! Belki de bir gece savuşmak, dere boyunca inerek altınları gemiye yüklemek ve cad- deyi tutmak arzusundadır. Ceki ile arası iyidir. Lisanını da az çok anlıyor. Kendi hesabıma ben zencinin dürüsti- sinden emin değilim! Tilman bu mütaleaya: — Mümkün, cevabile muka- Fakat Makarın gemi- yi sade Cekinin yardımı ile yü- rütebileceğini aklım almaz! — Yanılıyorsunuz! — İki - kişi bu tonda bir gemiye kâfidir. Tek başına devri âlem seyahati yapan (Solkum ) u düşününüz! Alelhusus Makar bu kadar uzun bir yolcu- luğa girişecek değil, meselâ Ma- kassar gibi yakın bir yere gide- cektir. — Düşüncenize mukabil hatıra gelen başlıca iki nokta - vardır. Bunlardan - birincisi Makar - ile Cekinin biz yetişmeden evvel bütün altınları gemiye taşıyamı- yacak om:ılırdıır İkinci fikirde Makarın meselâ Sıkrit gibi bir adamdan yardım görmeden bu altınları sarfedebilecek kabiliyet- te bulunmamasıdır. Hagton gülmiye başladı : — Bunları ben de düşündüm. Size kolaylıkla cevap verebilirim: Sikrit kendisinin yardımı - olma- dan ele geçecek altınların kul- lanılmıyacağını düşünmekle hata etmiştir. Makar bize oyun oynamak defineyi almaz, içinden meselâ iki bin al- tın gibi taşınması kolay bir mik- tarı ayırmak ile iktifa eder.'Bu para ile Makassara yahut başka bir yere gider, yerleşir, kendisi için küçük bir mevki yapar. Bir ev satın alır, bankada bir hesabı cari açtırır. Ondan sonra burada ikinci defa olarak gelip paranın üst farafımı alması işten bile de- ğildir. (Arkası var ) Gandinin Hocası Hindistan, İstiklâ- line Kavuştuğu Gün Konuşacak buralara- | —© ken- | İ Meher - Baba Hint milli cereyanının pişlvala- rından olan Gandinin bir hocası vardır ki ismijSiri - Meher - Baba- dır. Bu adam, Gandiye bugünki manevi terbiyesini “veren adam- dır. Onun iradesini çelikleştiren bu Mebher - Babadır. Meher - Babanın — akidesine ne derece sadık bir insan oldu- ğunu ve bunu dini bir esas ad- dettiğini anlamak için bu adamın yedi senedenberi hiçbir. kimseye tek bir kelime söylememiş oldu- gunu bilmek kâfidir. Meher - Baba, ilk sözü, Hin- distan istiklâline kavuştuğu — 2a- man - söyliyeceğini ilk — sustuğu gün söylemiştir. Nisan — ——— —— —— M e Ka ÂYE Bu Sütunda Hergur. Yazan : PALAVRA HASAN Lişede ona ( Palavra Hııın) derdik. Hiç calışmazdı. Ona 80- rarsanız hepimizden zeki idi. Şey- tanı suya götürür, kupkuru ge- tirirdi. Fakat hocanın karşısında, her nedense, ağzını bıçak açmaz- dı. Tamam beş sene ayni sı- nıfta sıra arkadaşlığı — yaptık. Bir kere kitap açtığım görme- dim. İşi gücü kopyecilikti. Gün- ler, aylar, seneler geçti. Durgun havalı bir ilkbahar günü mek- tebin büyük salonuna toplandık. Müdür kısa bir nutuk söyledi ve hepimize diplomalarımızı da- ğıttı. girdim. O da mülkiyeye kapağı — atmıştı. Fakat diple- maların dağıldığı günden sonra geçen on sene zarfında kendisini hiç görmedim. Ben fakülteyi bitirdim. Hâkim oldum. | Müddetimi bitirdim — ve — istifa ederek avukatlığa başladım. İşler buhranlı gidiyordu, Di- kiş tutturamadığım için muhar- rirliğe başladım. İyi kötü geçi- niyorum. z Aradan geçen on sene için de bizim palavrayı hatırlamadım | | değil. Fakat ne yapıyor, ne edi- yor — diye okadar merak etme- dim. Bir gün eski arkadaşlardan biri onun maliye müfettişi oldu- ğunu söyledi. Mülkiyeden çıkın- ca evvelâ maiyet — memurluğu yapmış. — Fakat sonra maliyeye geçmiş. Vaziyeti iylimiş. Dün akşama kadar onun hak- kındaki malümatım işte bu kadar- cıktı. Fakat dün akşam Beyoğ- lunda kendisini gördüğüm zaman hayret, hayret, hayret ettim. Ben Doğruyolda dalgın yürü- yordum.. Saat gecenin on birini biraz geçmişti. Parmakkapıya ge- diğim zaman bir ses beni çağırdu — Beyim, görmeden geçme. Kafamı çevirdim. Bizim palav- ra tam karşımda değil mi? — Vay, sen hal.. — Ben yal El sıkıştık, öpüştük ve Hk' cümleleri sarfettik. Ben : — Yahu nerdesin? Müfettiş olmuşsun. Tebrik.. Sözümü kesti: — Hayır, dedi, Tasfiyeye tâbi oldum . Ben tecasürle: — Ne münasebet Senin gibi dipdiri adam, 0: birader. — Yoo, diye omuz salladı. Beceriksizliğim sabit olmuş, He yet tasfiyeme karar vermiş. Maa- mafih ... Ben atıldım: — Fakat sen... O lâkayt: — Evet, ben şimdi üç lisan konuşuyorum, — Bir yığın da iş beceriyorum, Ben içimden: Bizim palavra eski palavra, dedim, hiç değiş- memiş. Fakat o, içimdekini keş- fetmiş gibi anlattı: — Evet, kardeşim, dedi, on sene bana çok kısa geldi. Neler yapmadım. — Mülkiyeden çıktım. Maiyet memuru, sonra nahiye müdürü oldum. Maliye müfettiş- liği cazip geldi. İmtihanı kazan- dim, Anadolunun - dolaşmadığım Ben Hukuk Fakültesine | yeri kılmıdı. Oldukça suiistimal meydana çıkardım. — Takdirler, tebrikler, ikramiyeler.... — Fakat günün birinde başmüfettiş ça- ğırdı ve bir kâğıt uzattı. — Hayret, diye bağırdım. Fa- kat Beyefendi benim beceriksiz- liğimi ne çabuk anlamışlar?.. Başmüfettiş garip bir adamdı! — Ne yapalım, dedi, öyle tensip buyurulmuş. Emre itaat lâzım, Bununla beraber alâkadar makama hakkı itirazınız bakidir. — Bari itiraz ettin mi? — Hayır, hayır. Ne lüzum Mademki — beceriksizmişim, dedim, derhal meslekten ayrıla- var, ! cağım, İtiraz hakkımı da kullan- mıyacağım. Başmüfettişe ayrıldım. — Peki şimdi... — Dur birader, ncele etme, Dinle. Müfettişlerin Üücreti çolk- tur. İyi para alıyorduk. Ben pek masraf etmezdim. Oldukça para biriktirmiştim. Bir sene kadar boşta kaldım. Canım sıkılıyordu, Kendimi lisana verdim. Fransız- cayı bir senede epey ilerlettim. veda — ederek | Tan gazetesinin makalelerini ko- layca anlıyordum. Şimdi Alman- ca ve İngilizceye — çalışıyorum. Onları da iyice söktüm, Bizim palavra boyuna anlatı- yordu ve ben alâka ile dinli- yordum. — Gel — Allahaşkına, — dedi, bir bara gidelim. Sana hepsini anlatayım. Yürüdük. İsli ve dumanlı bir bara girdik. Viskileri getirttik. | Bizim palavra tekrar başladı : — Birader, dedi, Fransızcayı bir senede kıvırdıktan sonra bir gün kimseye görlünmeden trene atladım, doğru Parise. Orada tam bir sene kadım. Girmediğim delik, çalmadığım kapı kalmadı. Bütün bankaları, ticarethaneleri, iş adamlarını do- laştım. Nihayet becerdim. — Neyi ?.. — Sözümü kesme birader, dinle, Pariste zengin bir malt müessese ile işe giriştim. Onlara bisim memleketi şöyle bir anlat- tım. Herifler bana emniyet etti- ler. İstanbulda bir şişe Fabrikası kurmak hususunda mutabık kal- dık. — Derhal senetler, sepetler imzalandı — ve ben ilk posta ile buraya geldim. Hükümet Ffabri- ka - teklifini — muvafık — buldu. Gündüz oturmadım, gece uyumadım. Tam bir ayda işi adam akıllı becerdim. Edirnekapıdaki şişe Fabrikası yok mu bani., — Evet... — İşte o Ffabrikayı 'biz, daha doğrusu ben kurdum. Şirkette ortağım, Ayni zamanda — idare meclisinde — murahhas — arayım. Aylık kazancım — şöyle, böyle iki bin lira kadar tutuyor. Ben gayrühtiyari! — Bıravo Hasan, dedim. — Dur, daha bitmedi. Şimdi de bir domuz sucuğu fabrikası kurmak Üzereyim. Bulgarlstana, Yunanistana,Suriyeye mühim mik- tarda şişe İhraç ediyoruz. Avrupaya da sene de 300 bin kilo jambon yollıyacağız. Biz de, hükümet te, millette kazanıyor. Allah bereket versin,

Bu sayıdan diğer sayfalar: