17 Aralık 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

17 Aralık 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tarihi Fıkra Mersiyenüvis! Vaktile bir vak'anüvislik me- muriyeti vardı, hicri onuncu asrın ortalarına doğru ihdas olunmuştu. Bu memuriyete getirilenlerin va- sifesi, padişahların icraatım, dev- letin vekayiini yazmak ve teseb sül edön bir tarih zücuda getir- mekti. Evvelce bunlara “ şehna- meci , derlerdi, sonradan isimleri vak'anüvisliğe çevrildi. İlk şelr nameci Fethullah Efendidir. Lok- ma», kâtip Mehmet ve Hükmi Ef, ler de o isimle Osmanlı im- paratorluğunun kısmen türkçe ve kısmen acemce - tarihini yazınış- lardır. Vak'anövis adile ayni tarihi parça parça yazanlar da sırasile ganlardır * Nişancı Abdurrahman Paşa, Halepli Naima, Raşit, Çe- lebi Asım, Sami, Şakir, Suphi, Azmi. Şefik, Kırımlı Rahmi, Hâ- kim, Çeşmi zade, Musâ oğlu, Behçeti, Süleyman Molla, Trab- zonlu Enver, Edip, Enderoni Nurl, Reisülküttap Vaâsıf, Pertev, Amir Bey, Antepli Şani zade, Esat ER, Recai Ef., Nail Bey, Cevdet Paşa, Lütfi Ef, , Abdur- rahman Şeref Efendi. Ben Lütfi ve Abdürrahman Şeref efendileri şahsen tanırım, meclislerinde bulundum, sohbet- lerinden — müstefit oldum. Lütfi Efendi, l::rkııi metetmekten hoş- lanırdı ve kalemine en büyük İlbamı gazetelerin tevcihat sütu- nundan alırdı. Bir valiye vezaret mi verilmiş. Koca vak'anövis he- men karihasını seferber eder, bir mücevher tarih yumurtlardı. Nişanı iftihar olsun sana bu cevherin tarih : Röşit Bey sa'deder rebbim veziri bi- Dazir oldu! Gibi, o yeni vezir ile tanışık- hğı olup olmamak, böyle bir ta- rih yazmasına tesir icra edemez- di. Nişan alanlar, evlenenler, çocuğu olanlar - İş başında ve sarayın gözünde olmak şartile - Lütfi Efendiden mutlaka birer methiyecik alırlardı. n Abdürrahman Şeref Efendi, wak'anüvis tayin edilmekle bera- ber bu vazifeyi filen ifa etmedi, zamanında — vak'alarını — kaleme almadı. Yani taşıdığı unvamıı bu asra göre manasızlığını — ispat eylemekten çekinmedi. Cümhuriyetin — ilânile birçok manasızlıklar — ortadan kalktığı gibi bir nevi kasidecilik olan *vak'anüvislik te tarihe karıştı. Fakat şimdi bir mersiyenüvis yetişiyor. Edebiyat ile uzaktan yakından alâkası bulunan herhan- gi bir zatın mezarında bu fahri mersiyenüvisi — görürüz. — Yalnız yeni ölenlerin değil, mezar taş- larındaki yazılar, uzun yılların yağmurlarile, karlarile silinen eski ölüler de muhtelif vesilelerle bu zâtin mersiyelerini dinlemek zev- kine eriyorlar. Bütün hayatında kimseden tatlı bir söz işidemiyen, ömrünün her gününü sitemler hazmetmekle geçiren Abdullah Cevdet Bey de geçen gün toprağa gömülürken ayni mazhariyete nail oldu ve Filorinalı Nazım Beyin parlak bir mersiyesini dinleye dinleye öbür âleme yürüdü. Eh, bir kısım tarihçiler, vak'- anüvisliğin göçüp gitmesini belki bir zıya sayarlar. Fakat edebiyat ile uğraşanlar, Türkiyede fahri bir — mersiyenüvis llı;ıdığiı en memnnun olmalıdırlar. Çlııkn Na- zım Bey berhayat iken ölenler, “Dilsizin dili elinde, — kulağı gözühdedir. , Bu söz gize garip gelmesin. — Biz kafamız - kızdığı zaman dilimizle cayırtı -koparır, ortalığı allak bu- lak ederiz. Fakat dilsizlerin sessiz şamalaları insanı sesli gürültüden daha fazla kızış- tırıyor, Binirlerine alev veriyor. Dilsizlerin bol hareketli, fakat çıtsız, — çatırdısız. — hayatlarında görülecek ve öğrenilecek öyle çok şeyler var kl. Geliniz de sizi kalemimin ucuna takıp onla- rin Haralarında şöyle bir gezdie reyim. Diüli insanların — çeşit çeşit cemiyetleri, birlikleri ve dernek- leri var. Dilsizlerin de kendi dertlerini döktükleri biricik kuz rultayları mevcut. Şehzadebaşında Letafet apartımutının üst katında tertemiz bir oda. İçeri girer girmez karşınızda cemiyetin pel- tek dilli umumt kâtibi Süleyman Sırrı Bey sizi alâka ile karşılar ve hemen dert dökmiye başlsr. Cemiyet odasında beş kişi gelişi güzel oturmuşlar. Bir ta- neri masa başında birtakım kar» şik hesaplarla uğraşıyor. Öteki- ler de alışık işaretlerle hararetli bir muhavereye dalmış, durma- dan gevezelik ediyorlar. Süleyman Sırrı Bey çak pebk tek ve çok hafif çıkan Tehçesile dert yanıyor: — Şu mektep işini bir türlü halledemiyoruz. Mektebin müdür- lüğünü evvelce Cevat Zekâi Bey isminde bir doktor kabul etmişti. Şimdi o da çekildi. Ne yapaca- ğımızı şaşırdık. Başka doktorlara baş vurduk, Vekâlete müracaat ettik, — bakalım sonu nasıl çıkacak ?,, Umumi — kâtibin — şikâyetleri, arzuları ve tememnileri — bitip tükenecek gibi değil Ben gözü- mü öteki — dilsizlere —kaydır- yorum. Bunlardan iki tanesi işa- retleşiyor. Hareketin fazla oldu- guna bakılırsa herbalde ehemmi- yetli bir meseleden bahsediyor- lar. Birişi evvelâ elini göğsüne vurdu, sonra kahve içer gibi yaptı, öteki elile de karşısında- kinl göstererek yumruğunu yere doğru açtı, başparmağını orta- dan büküp tekrar arkadaşını İşaret etti, ve nihayet avucunu tavla zarı fırlatır. gibi hareketli- yerek durdu ve sözüne ()) niha- yet verdi. Ne karmakarış şey değil mi? Bu işaretlerle şunları anlatmışmış: Kendisi kahveye gidecekmiş, ya- rım saat sonra İşini bitirip öteki aa M mutlaka ebediyetin eşiğinde onun bir mersiyesini dinlemekle müba- hi olacaklardır! Bunun kıymetini, dıygıılınıı hıyhııınyıı ölülere I.llılıı L1 8ON POSTA DİLSİZLER ARAS]NDA_' İki Bin Dilsiz Büt lara Meydan Okuyorlar Sigara Ve İçkı Gibi Şeyler Kullanmadıklanna Göre Şam- piyonluk Hususunda Herhalde Güçlü k Çekmıyeceklerdır I de gele bilirmiş de beraber tavlâ oynarlarimış... Felek, şu dil mahrumiyetini ka- dınlara vermeli imiş, Şimdi kılıbık kocasını dayak korkusile uslandr rın bir haton, OMtakdirde mutla- fi'iyata geçerdi. Allah bizi hu biçim kâza ve belalardan sak- lasın. Maamafih “kadınlar dilsız disalardı neler olurdu!,, diye uzun uzua düşünmiye lütum'yok. Eğer maazallab öyle bir şey olmuş ok saydı cümlesi birden: — “Çat, t, t, U, diye çatlar- lardı. Kadın dediğin konuşmadan yaşar mı biç? Açlığa belki on gün dayanabilirler, amma dilsizliğe eminim on dakika katlanmazlar. Aklıma bir bikâyecik geldi: Meşhur Fransız muharriri Molye- rin bir komedisinde eşhastan bi- rinin — karısının dili — tutuluyor. Adam doktora muracaat ediyor. Doktor ona: — Bir kadının hazır tutulmuş dilini açmıya çalışmak kadar bü- yük belâhet olamaz!,, diyor. Karilerimize diyemem, — zira sabahtan akşama ve geceden fecre kadar sesi, soluğu çıkmıyan put gibi bir mahlukla beraber yaşamak pek keyif verici bir iş değil, fakat kain valideler için böyle bir şey temenni etmiyorum dersem samimiyetsizlik etmiş olu- rüm. Dilsizler, balâ konuşuyorlar, yüzlerindeki çizgiler oymıyor, du- dakları açılıp geriliyor, dişleri sıkışıyor, elleri parmakları habire kıpırdayor. Odalarının duvarlarında acaip, garip, ve mason işaretlerine ben- ziyen bir sürü el işaretleri, tab- lolar asılı. Bunlar dilsizlerin imiş. İçlerinde kolay kolay taklit edi- lemiyecek şekiller var. Alfabele- rinden size bir iki harf ifşa ede- yim: Meselâ iki parmak yukarıya doğru olursa “V,, sayılıyor, sıkılı bir yumruktan yalnız bir parmak- :Wısılı bırakılıverdi mi * A ,, Dilsizlerden birisine hayatının ııııp bir. bikâyesini anlatmasını rica ettim. Evvelâ düşündü, son- raçaradığını — bulmuş — insanlar n keyfile birdenbire silkindi. Beş altı dakika, kurulmuş bir makine gibi, ellerini, kollarını, ağzını, burnunu, — kaşlarını, — gözlerini, ayaklarını ayrı ayrı oynattı dur- du. Süleyman Sırrı Bey - kelime caizse - tercüme (!!) etti: Bu dilsiz zat, bit gece Tak- simde bir dar sokaktan geçiyor- | Sporcü- muş, birdenbire arkasından — bir polis düdüğü öt- Mmüş, “dur!,, diye bağırmışlar, Za- vallı — korkmuş, « kaçmıya başlamış. Bau sırada bir iki el ıllllıpıuı- mış, Dilsiz, kor- kudan yere ka- paklanmış, ayağı kırılmış. Yetişen polis ve bekçi ifadesini almak için onu karakola götürmüşler. Dilsiz olduğunu an- latıncıya kadar anasından emdiği süt burnundan gelmiş, üstelik te tam dört ay hastanede yatmış, Abırkapı rejisindeki işinden de olmuş. Onun işaretlerinden bu vak'a- yı değil, bu vak'anın kırkta biri- ni, hatta bir cümleciğini anlıya- bilene benden bir tabak nefis dil haşlaması var. Öyle bir anla- tış ki, sinema şeritleri ancak bu kadar hızlı geçer. Dilsiz, meselâ kaçışını anlatırken, iki elinin — iki —parmağını — masa Üstünde Ööyle bir — koşturuşu varki — bayılırsınız. Söyledikleri- ne nazaran dilsizler çok kuvvetli adamlarmış. Spora çok düşkün- müşler. Hatta* İzmir'de Hikmet Bey isminde bir dilsiz, birkaç senedir. bisiklet şampiyonluğunu muhafaza — ediyormuş. Bundan başka dilsizlerin içinden birçok boksörler de yetişmiş. Kâtibi umum! Süleyman Sırrı B. diyor ki: — Eğer hükümet bize yar- dım etse, biz Türkiye futbol şampiyonu bile olabiliriz. Çünkü içimizde hiç birimiz, ne içki içe- riz, ne de sigara kullanırız. Ben bu iddiaya hak vermedim değil, dilsizler çalışmış - olsalar, muhakkak ki bizim, Çinin Ara- şimo takımlarına yenilecek dere- keye düşmüş olan meşhur futbol- cularımızdan fazla muvaffak oluar- lar. Dilsizlerin bütün şikâyetleri, kendilerine yardım - edilmeyişidir. Yapılan bir istatistiğe göre Tür- kiye'de 2000 i mütecavüz dilsiz varmış. Bunların büyük bir kısmı burada imiş. Halbuki parasızlık yüzünden cemiyete aza olama- makta imişler. Dilsizler hayatlarından mem- nundurlar. Sinemayı eğlenceyi çok severler. Okumak yazmak bilenlerine gelince onlar kitap ve gazete düşkünüdürler. Konuşuşlarında, — dertlerinde, neş'elerinde, hayatlarının bütün safhalarında uhrevi bir — sükün havası içinde yaşayan bu adamlar bence bizlerden — bahtiyardırlar. Dilsizlerin s#ahbet meclislerinde bulunmak ta zevkli şey. Fakat insan bunun kiymetini — ancak çenesi düşük insanların lâf kala- balığında bunaldığı zaman anla- ya bilir. Wpş Şirketi nin Vapur Saatler Şirketi Hayriye vapurları ev- velce sabahleyin Üsküdardan 7,30 da bareket ediyor ve biz iş sahipr leri vazifemize gelebiliyorduk.Şime di kış münasebetile vapurlar da- ha geç hareket edeceğine bilâkis 7,20 indirilmiş ve kırk dakika gibi mühim bir fasıladan sonra diğer vapur saat sekizde hare- ket ettiriliyor. Gerçi mektepliler için bu tas rife münasip ise de aradaki fası» layı kısaltarak sekiz vapurunu 7,40 ta hareket ettirirlerse bilue- mum iş sahiplerinin teveccühünü kazanmış ve işlerini teshil etmiş olurlar. Üzküdarda yüzlerce iş sahibi namms Mıbran Terzibaşyan Düzce'de Mühmel Bir Cami Düzcenin muazzam bir- camil vardırki bugln içindeki nakış h- tanbul camilerinde bile nadir te- sadüf edilen bir nefasettedir. Ca mün yüksek kıymetine Tağmez etrafındaki medreseler birer mez- bele halindedir. Cami mukaddes bir mabet olmaktan çıkmış, avlar sundaki havuz otomobillerin ve tekerleklerin yıkanmasına tahsis edilmiştir. Evkafın nazarı dikka» tini celbederim. - Düzce: T.U “ Cevaplarımız Moagenin Beşler köyüade mürettip Cemil Et. ye: — Şikâyetiniz evvelce gazete- mizle yazılmıştır. Tekrarına Vü- zum görülmedi. * Hukuk Faktiltesinden Hasun Basri Beyo: — Mektubunuz evvelce de gazetemize gönderilmiş ve o xa- man neşredilmiş, alâkadarların nazarı dikkati — celbolunmuştur. Bize yazdığınız mektubun aynmı Maarif Müdürlüğüne gönderiniz efendim. H;ğriye- Yeni Neşriyat: Şark Tütünleri İktısat Vekületi müşavirlerinder Habip EdipBeyin <Türk- Şark tütünleri ve ihracatır bakkında mühim bir esöri çıkmıştır. Eser 'Türk - Şark tütüncülü- günü etraflı ve ilmi bir şekilde mev« zubahis etmektedir. Şimdiye kadap tütün bakkında yazılmış olan eserlerin hemen hepsloden dahba kiymetli ve yüksek olan bu eserin Almanca, Bule garca ve Yunancaya tercüme edilmesi tokarrür etmiştir. Zabitan İçin.. Londfa büyük elçiliği müsteşarı A. Lütfallah Bey tarafından « Zabitan için muaşeret usulleri » islmli bir eser yazılmıştır. Tavsiye edoriz. METE Halk Evi temall komitosi tafafından temsil edilen Yaşar Nabi Beyin Mote isimli, mevzuunu Türklüğün 2100 sene evvelki tarihinden-alan, manrtım piyes Muallim Ashmet Halit kitaphancsj tarar fından güzel bir olt halinde neşradil- miştir. Tavsiye ederiz. Sosyalist şefler #e Sosyalizm — Bsnt ÂAdil Bey bu İsim altında Kuliçerin bir etüdünü lisanımıza nak- letmiştir. Bu etod” ( ilim ve hayat ) temi altında çıkacak bir serisin ilk eüz'ünü teşkil edecektir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: