21 Şubat 1933 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

21 Şubat 1933 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

di SÖON POSTA, İTTİHAT ve TERAKKİ — Her hakkı mahfuzdur. — Tefrika No. 71 Nasıl lıidı Pa Nasıl Yaşadı?.. Nasıl Öldü?.. Doktor Nazım Bey, Tütüncü Yakup Ağa İsmile Tütüncülük Yapıyordu Yoksa, bugün İstibdat Idare- sini yıkmak çok kolaylaşmıştır. Arlık bu iİdare, bir çürük dala dönmüştür. Biraz kuvvetli bir sarsıntı, onu koparmıya kâfidir. Doktor Nâzım Bey, bu suale ga cevabı verdi: — Haaa., Bakınız. Biz, yak mz inkılâbı. yapacağız. Ondan sonraki vazifemiz, yalmız meşru- tiyete vigehban olmaktan ibaret kalacak. İçimizden hiçbir fert memuriyet ve makam talebinde bulunmıyacak. Millet, kendi ken- dini meb'usları vasıtasile Idare edecek. İçimizde, birçok münev- verler var. Bunlar, milletin birer ferdi — sıfatile, dediğiniz — işleri görebilirler. Daha, söylenildiği gün, sarı bir not defterine kaydedilmiş olan Nâzım Beyin bu sözlerinde garip bir tezat vardı. Biz, bunun muhakemesini karilerimize bıra- karak sadede devam ediyoruz. Hüseyin Lütfi Bey cemiyetin teşkilâbı için, tütüncü Yakup hoca ( Nâzım B. ) ile çalışmıya başladı. ( Hadikai Maarif ) mektebi cemi- yetin merzkezi idi. Evrak ve def- terler, orada saklamılacaktı. Ge- celeri, ( Damlacık mahallesinde, Köprübaşında ) Hüseyin Lütfi Beyin oturduğu harap |İve kir ta- rafa iğrilmiş evde içtima oluna- cak.. Tablifler yapılacaktı. Hüseyin Lâtfi Bey, — Bursalı Tahir Beyin Dr. Nâzım Beye ver- diği cevaptan ümitsizliğe düşme- mişti. O gece, - Henüz İzmirden hareket etmemiş olan - Cambolat Beyi de beraber aldılar. Üç ar- kadaş, Tahir Beyin evine gittiler. Teşkilâta muavenet ricasını tekrar ettiler. Tahir Bey, İzmirdeki va- ziyeti icabı olarak filen çalışmak- tan fayda yerine zarar çeleceğini söyledi : — Ben, yine çalışmaktan, pro- paganha — yapmaktan geri dür« mam. İcap ederse, ayaklarıma demir çarık giyer, diyar diyar gezerim.. Şimdilik kendi askeri muhitimden birkaç Mürit tedarik edeceğimi zannediyorum. Dedi. Ve cemiyetin muvaffa-. » ( kiyeline dua etti. (Dr. Nâözim B. bu büyük adamı lâyıkile tanıya- mamış ve dediklerini anlıyama- mıştı. Zaten Nâzım Bey, birçok şeyleri de pek iyi anlıyamazdı. İlk görüşte, Dr. Nâzım Beyin an- hyamadığı Bursalı Tahir Bey, Aydın vilâyeti taşkilâtının çeniş- lemesinde büyük bir âmil olmuş, Rumelide ve Selânikte olduğu gibi, Anadoluda da cemiyetin ilk Alemdarları arasında bulunmuş- tur. ) Hüseyin Lütfi Bey, bu mülâ- katın ertesi gönü, işe başlamışlı.. Ena evvel, mektebinin iktısat mu- allimi Veli Bey ()i bir tarafa çekti. İcap eden sözleri söyledi. Zaten ihtilâlci bir ruha malik olan bu zeki ve ateşli genç, teklili “derhal kabul etti... Lütfi Bey, — Akmci olarak belediye mühendis- — derinden Cemil Beye teklifte bu- Jundu. O da, bilâ tereddüt ce- y ;&îyelî'—. dahil oldu, Ondan sonra ) aları, Hauriclye hukuk müşaviri olmuştur. Meşratiyetten evvel (Osmanlı Terakki ve Tstihat Cemiyeti) min İstanbul — şubesini teşkil edenelerden (Hamdi Beybaba ) Lütfi Bey, ( Uşakt zade Muam- mer Bey) e gitti. Muammer Bey, esaşen zeki, münevver bir gençti. Ayni zamanda Hadikai Maarif Mektebi binasının da - sahibi idi. Muammer Bey: Teklifinizi derhal kabul ediyorum. Andak, babam beni çok sever ve bir tehlikeye maruz kalmamdan da korkar. Onun için böyle tehlikeli bir işe girdiğimi duyarsa mani olur, ona duyür- mamıya gayret ediniz. Ben gerek fikren ve gerek nakten muave- nete hazırım. Cevabını verdi Hayatınızda gülmediğiniz kadar gülmek... Eğlenmediğiniz kadar eğlenmek... Kahkabalarla eğlenmek isterseniz Yarın akşam ELHAMRA Sinemasında Dünyanın en meşhur komiği HAROLD LLOYD tarafından temsil edilen LUf SİNEMACI filmini görmelisiniz. Bu Fransızca sözlü bir kahkaha tufanıdır. Coşkun belde filminia unutulmaz yaratıcısı, büyük tenor JEAN KİEPURA sesli sinemanın bir harikası olan BİR GECENİN ŞARKISI bediası ile tekrar geliyor. DENİZ KAH TOMY BOURDELLE, GRAZİA Yarın akşam OPER A Sinemasında Fransızca sözlü ve şarkılı filmi başlıyor. Baş rolterde: Bu tilmin bir çok sahaoleri deniz altında 50 kulaç derinliğ'nde alınmıştır. ğğ Muammer Beyin de, teklifi kabulü, artık İzmir şubesinin te- şekkülünü temin etmişti. Bu su- retle, ( Osmanlı Terakki va İtti- hat Cemiyeti - İzmir Heyeti Mer- keziyesi ) bu beş 2zattan mürek- kep olarak teessüs eyledi: £ — Tütüncd — Yakup Ağa (Doktor Nazım Bey ) 2 — Hüseyin Lutfi Bey 3 — Veli Bey 4 — Cemil Bey 5 — Muammer Bey Maamafih, Cemil ve Muam- mer Beylerin içtimal vaziyetleri, Latfi Beyin evinde yapılan içtima ve tahliflerde bulunmıya müsait değildi. Onlar, yalnız Lutfi Beyle mektepte temas edecekler, cemi- | yete ait işleri orada görüşecek- lerdi. Doktor Nazım Bey, ( İki çeş- melik — caddesi) nde ( Asmalı Mescit )in karşısındaki köşeba- şında küçük bir dükkân tutmuş, kapının üstüne de çarpık bir yazı ile ( Tütüncü Yakup ) yazılı kırık bir levha kondurmuştu. Hem aktarlık, hem de tütüncülük edi- yordu. (Altı sigara) yı bir ( Mete- lk )e verdiği için, epeyce de müşterisi vardı. Dükkânım üstün deki harap tavanlı küçücük odada, yatıp kalkıyor.. sefil ve perişan bir hayat yaşıyor.. ara sra da, komşularına gösteriş yap- mak için aptest alarak Asmalı meçitte namaz da kılıyordu. ( Akası var ) ——— © | Her şeyden evve) menfaat Akıllı olanlar fırsittan İstifadeyi bilir- lor. Galatada Lazaro Franko Ücarethas nesindeki likidasyondan bilistifade ha- nunlara çamaşır ve cihax lakımları, “itriyat, tuhafiye Tevazımatının şayanı hayret dun fiatlarından müstefit olma- Ba çalışmalırlır. — Bu akşam Bstarbul Belediyesi 21,30 da ŞIWTI! ltl'"ll RENKLİ FENER | Nakledi Ertuğrul Muhsin B. Piyes 3 pertie NN 'Talebe gacasi mü evese e senamerseranceRae AA LAELEKESALEREAEERARERAnnAe Yarından itibaren ALKAZAR Sinemasında Tirk sermayesi ve Türk san'at. KArlari'e Türk studyoarında ya- pılan ve memleketteki ve tarihteki mili kurtuluşumuzun — kısa fakat alev.i bir destanı olan BiR MiLLET UYANIYOR Türı çe sözlü, vö şarkılı film. Heyeti temsiliyesi başında 1 ERCÜMENT BEHZAT, EMİN BELİG, NAŞIT, FERDi TAYFUR Beyler ve EMEL RIZA Hacım. Her Türkün görmesi lâzım bir şaheser, RAMANLARI DEL RiO veJEANNE HELBLİNG Krlükthnlaa-_ : taların Yanıbaşında.. ( Baştarafı 1 inci sayfada ) dairelerden heyeti sıhhiye muaye- nesine gönderilenlerin göz mua- yeneleri yapıl:ıyordu. Bütün bunlardan sonra ameli- yathaneye girdiğimiz zaman saat on birdi. Buçün üÜç ameliyat vardı: İkisi perde, birisi trahum. Ameliyatlardan birisini kıymetli hoca bizzat yaptı. Diğerlerini dört asistandan birisine yaptırdı ve kendisi yardımcı vaziyetinde kaldı. Haocanın ameliyat ettiği bir Ana- dollu idi. Mısırda esarette — iken trahum ka mış, şimdiye kadar yapılan tedaviye taannüt ettiğin den bu sefer gözü üzerindeki dumanı sıyirmak için göz karasr nın etrafiı dairenmadar - kesilmek süretile kaalı bir ameliyat yap:ldı. Bunun adı Peridek Domi imiş. Hoca ameliyatı yaparken asistanlara bu hastalığın mutat- tan fazla taanbüt ettiğini, bina- enaleyh bu ameliyeyi kitapların tavsiye ettiğinden başka bir şe- kilde yapt ğını anlatıyordu. Ameliyatlar bittikten sonra yine Poliklinike dönmüştük. O zamana kadar toplanmış yirmi otuz hastanın muayeneleri bittiği zaman saat bir buçuk — olmuştu. Doktor — muayenesinde altı yedi hastanın muayenesini bitir- diği zaman ortalk kararmıştı. Sonuncu hastadan sonra sualle- rimi sıraladım. Muhterem Doktor: — Evet, dedi, birkaç sene- denberi tıp hakkında bilgileri kıt bazı muharrirlerin garip nep riyatına sık sık rast geliyoruz. Bu zevat ©o satırlarile hedef edindikleri birkaç refah sahibi doktorumuzun kazançlarına belki bir nebzo sekte vermiş olabi- lirler. Fakat —unutmasınlar ki, yine aynı satırlarla memlekete yaptıkları büyük zararlar yüzlerini ateş gibi kızartacak, kalplerini elemle sızlatacak derecededir. Beyenilmiyen Türk doktorları son senelerde geçirdikleri dört büyük —muharebede, harplerde görülmesi — mutat salgınlardan zubur edenlerini ellerinde çok az vesait bulunmasına rağmen çok azx zamanda, çok az zararla ber- taraf elmişlerdir. Şunu da istit- rat kabilinden söylemeyi bir va- zife bilirim. Bugün apartmanları ve kazançları bazı muharrirlerin ağızlarının sularını akıtan üç beş doktorumuz. bu mücadelelerde uğraşmışlar, vazifelerini yapmışlar ve bugünkü Şşöhretlerini o xa- | manki gayretleri sayesinde ka- zanmışlardır. Bizde yanlış anlaşılan bir nok- | ta vardır ki tashihe — mühtaçtır. | Doktorlar bastalıkları mutlaka şifabahş eden peygamberler de- ğildirler. Hastaları ellerinden gel- diği kadar hastalklarile mücade- le edebilecek bir hale koymiya çalışan fertlerdir. Bu itibarla bir noktaya temas etmek istiyorum. Faraza tabip kurtaramıyaca- ğına yüzde yöüz kanaat getirdiği gayri kabili şifa bir hastaya: — Atzizim, — senin iyi olmaz. Sen öleceksin, git va- siyetini yaz, mezarını, kefenini ölçtür biçtir hazırlal mı desin! Buna imkân yoktur. Tıp kk tapları ona: İyi edemiyeceğin — hastanın mümkün olduğu kadar fazla ya- şamasını temine ve onu teselliye çalış! diye emretmektedir. Peyami Safa Bey doktorların b PÜ ea Glrir d T E AD | bu hareketlerini bir — menfaat maksadına hamletmiş. Ben yarım asırlık hayatımda, en cahil köy- lüden en bayağı külhanbeyine kadar bu hareketi bu maksada bamleden bir tek kişi daha gör- medim. Bunu yalnız böyle düşünmekle kalm:ıyacak — ve bunları âleme bildirecek kadar fena ruhlulara insanlık tarihinde tesadüf edildi- ğini zannetmem. Bazı nankörlerin iddiaları hi- lâfina ben iddia ederim ki Türk doktorluğu Türkün ulüvvücenap ve samabatine yakışacak bir şe- kilde, hasis ve maddt menfaat- lerden uzak bırakılmıştır. Lâlettayin etibbanın — husust muayenehanelerinde Ücretsiz te- davi ettikleri ahbaplarının, kom- şularının, hocalarının, — talebeleri- nin ve ahbaplarının düşmüş ah- baplarımın adetlerinin ücretle bak- tıkları hastalar yekünundan çok defa fazla olması da bunu ispat eder. Eğer bu iddiamı teyit ede- cek bir istatistik arzu edilirsö doktor arkadaşlardan — toplayıp verebileceğimi — şimdiden vade- derim. Fakat korkarım ki bu cetvelde birçok mankörlerin isimlerine de tesadüf edilecektir. Fakat hemen ilâve edeyim ki doktorlar bundan müşteki değil memnuudurlar. Türk tabiplerinin yegâne ka- bahatları, sanırım ki: Türk tababetinin bu ulüvviü- bını kendilerinin hasit menfaat ve hırslarına alet ittihaz etmek iste- yen bazı hali vakti yerinde has- talara arasıra isyan etmeleridir. Şimdiye — kadar; haksızlığını ispata çalıştığım — bu neşriyatın memleket ve milletimize yaptığı fenalıkları da hulâsa edeyim: £ — Bu, evvelâ halkın Türk tababetine karşi olan itimadını sarsmış ve bunun neticesi olarak her yüzlerce insanın yüzbinlerce Kirası lüzumsuz yere harice git- miştir. 2 — Yine bu neşriyatın tev- Kt ettiği ademi itimat yüzünden, gayri kabili tedavi bir maraza müptelâ olan çok kimseler var- larını yoklarını — satıp savıp git- mektedirler. Tabil kendileri ölü- yorlar, fakat — geriye — yoksul bir silsileyi bırakıyorlar. Bunlara İnanmıyanlara da — isim — vere- bilirim. 3 — En fenası da bu neşri- yatın bizzat doktorlarda husule getirdiği Ürkeklik ve çekingen- liktir. — Bunu iki üç kelime ile anlatayım: Doktor birçok vak'alara pek az şifa ümidile müdahale eder. Neticede pek az mevcut olan Omit tahakkuk etmeyince bunun günlerce gazetelere sermaye tep> kil edeceğini düşünmek doktorun cesaretini sarsmaz mı? Bu terddüt müdahale ile kurtulabi- lecak bir hastanın kendi haline birakılması bir memleket - için zarar teşkil etmez mi? Hulâsa tababet çok ince bir san'attır. Böyle önüne gelenin kendisile .'nıııııııdıuvrııddı olur, zarar fet ve rikkatı kaybolur. Herkesin bir gün ona muhtaç olacağı» ondan şifa ve üÜmit dileneceği muhakkak olduğuna göre onun tezlil ve terzili hiç kimse içil faydalı olmaz sanırım. Bu neşriyatın yalnız bir fay” dası oldu: Etibbayı zengin göster” mek kaygusile yapılan bu neşriyat — ( Devamı 9 uncu sayfada ) ğ İ

Bu sayıdan diğer sayfalar: