4 Ağustos 1933 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

4 Ağustos 1933 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

I Boş Sözleri Diye haykırıyorlardı. Şövalyenin gür ve amirane sedası, bütün bu karmakarışık ı sesleri bastırdı : — Çocuklar!. Susunuz. Şaka zamatnında değiliz. Çok nazik bir vaziyet karşısında bulunuyoruz. Birdenbire hepsi de susmuşlar, ciddi bir tavur alarak Bonellinin etrafına — toplanmışlardı. Bonelli, sözüne devam etti: — Şimdi gardiyan Alfreddo ne haber getirdi, biliyor musunuz? — Hayır.. Hayır... — O halde, öğreniniz. Meğer, hepimiz birden satılmışız. — Kime, nereye?.. — Kime olacak?. Sultana... — Ne münasebet canım. Şu- nu, adamakıllı anlat... — Anlatılacak şey o kadar uzun değil... Osmanlı müstantik- leri gelip bizi 1stintak ettikten sonra, kapitülâsyonlar mucibince kendi memleketimizde muhake- memizin icrasınâ karar vermiş- lerdi, ya?... — Evet. — İşte biz, bu karar muci- bince burada vapur beklerken.. meğer dışarda da aleyhimizde birçok fırıldaklar dönüyormuş. — Ne gibi? — Ne gibi olacak?.. Bu ka- dar işler yaptıktan sonra hiçbir €eza görmeden buradan — çıkıp gitmemiz, Sultanın gururuna do- kunmuş. Bizim büyüklerden icap edenleri elde etmiş. Bunlar, bizi hükümete teslim etmiye muvafa- kat etmiş. Yarın sabah bizi er- keüden çıkarıp asacaklarmış. Mevkufları, derin bir hayret we korku almıştı. Şimdi, leri- ni değil, nefeslerini bile çıkarma- dan Bonellinin gözüne bakıyorlar ve onu dinliyorlardı. Bonelli sö- züne devam etti: — Bu, okadar gizli imiş ki, asıl büyüklerden ılşı“hüçm:.ıçıden başka kimse bilmiyormuş... Be- reket versin; bizim kalpazanlık şubesi kaptanı Mihalaviç bu me- seleyi vaktinde haber almış. Şim- di, beni kurtarmak için su gibi para döküyormuş. Mevkuflardaki. korku ve telâş artmıştı. P_qu Coi, dişleri biri- birine ak sordu: — çA.:::;: kurtulacak mıyız ?,. Bonelli cevap vermeden evvel birkaç mevkuf söze atıldı: — O halde ne duruyoruz ? Buradan kaçmaktan kolay hiçbir şey yok. Bir bahane ile gardiyanı içeri çağırırız. Ellerini bağlarız. Anahtarı alır kaçarız. Bonelli, sert bir cevap verdi: — Budalalar.. Türkleri ahmak mı zannediyorsunuz ?.. - Bizi top- layıp buraya tıkanlar.. Ve şimdi de asmıya hıııılıııâlır. bunu düşünmemişler mi ? Üç den- he:i. kensoloshanenin eğü:hnü sivil memur dolaşıyor, bizi taras- sut ediyormuş. Sonra da, liman- daki bütün — vapurlar, kayıklar kontrol altında bulunuyormuş. — Eh, o halde ne olacak -—L; asıl mesele orada... Kara Yürek Çetesi Tefrika No. 79 Bırakın Da Şimdi Beni Dinleyin Bu Gece O—mılık K:ıüıi;; sonra Bize | İkişer Tabanca Getirecekler Ve.. Bereket versin, Kaptan Mihala- viç, bütün —bunları düşünmüş; şöyle bir plân yapmış.. Evvelâ Moskoviç ismindeki admını bizim gardiyan Alfredoya göndermiş. Büyük bir para mukabilinde onu elde etmiş. Şimdi, gardiyan da bizimle beraber. — İyi.. çok iyi, — Bravo, Kaptan Mihalaviç — Zaten o, şeytan gibi kur- naz.. Hergül gibi kuvvetlidir. Bonelli, kizdı: — Bırakın boş sözleri.. şimdi beni dinleyin size, — hazırlanan plâm — anlatıyorum... Bu — gece ortalık karardıktan sonra evvelâ Moskoviç,| gelecek, bize ikişer tabanca getirecekmiş, — Âlâ.. âlâ.. sonra?,. — Bir saat sonra da, zaptiye dört zaptiye neferinden mürekkep bir devriye, bu civardan geçecek.. evvelâ, bizi tarassut eden o iki hafiyenin üstüne hücum edecek. Ellerini ve ağızlarını bağlıyarak bir köşeye çekecek. Sonra da ka- pıda bekleyen Alireddoya işaret verecek. Alfreddo kapıları aça- cak. Bizi dışarı çıkaracak, Serbest bırakacak, sonra da kapının kilidini bozacak, öylece bırakacakmış... Biz dışarı çıkınca devriye — bizi kı acak. — Elli ıdılııy ileride İ::lli;’;cek olan arabalara götürecek. Üçer üçer arabalara bineceğiz. Arabaların üstüne de birer zaptiye neferi oturacak, Buradan doğruca taş ocaklarına gideceğiz. Şayet, yol- da başka devriyelere rast gelir- sek, bizimle beraber — bulunan zaptiye çavuşu, elindeki emri österecek. Bizi bir meseleden olayı Büyükdere karakoluna gö- türdüğünü söyliyecek. Mevkuflardan biri atıldı: — Taş ocaklarına niçin gidi- yoruz. Bonelli, derhal cevap verdi; bir — Bunu, çok iyi düşünmüşler. | Çünkü orası, en emin bir yer... | Tabüdir ki biz buradan kaybo- lunca ortalık - biribirine karışa- cak.. Her taraf aranacak.. Şehir- de kalırsak, belki bir ip ucu bulunacak ... Fakat taş ocakları... Orası, kimin aklına gelebilir?.. — Sonra ne olacak?.. — Sonra.. Birkaç gün orada kalacağız. Mağaralarda saklana- cağız. Ortalık biraz yatıştıktan sonra, bir gece sahile gelecek olan bir üi ile savuşacağız. Papas E::ll yine söze Şti : — Yalnız bir şey düşünmiyor- sunuz, çocuklar... Acaba bu zap- tiye çavuşu ile o dört nefere na- sıl emniyet edebiliriz?. Bunlar, bizi bir pusuya düşüremezler mi?, Bonelli, bu suale de derhal cevap verdi : — Hakkın var, Coi.. Onu söy- lemiye unuttum ki, bu zaptiye çavuşu; kaptan Mihalaviçin gön- dereceği oviçten.. Ve zaptiye neferleri de Moskoviçin dört oğ- lundan başka kimse değil... — E bunlar, zaptiye elbisele- rini.. ellerindeki emri nereden bulacaklar ?.. ( Arkası var 3 çavuşu — kumandasında | | | | Gözleri miyop kadın: affeder- sin hanımcığım, çocuğunu kuca- gına al da; Oraya ben oturayım! , San'at Mekte- binde Neler Öğrenilir ; İstanbul mımtaka — sanat mük- tebine, İstanbul, Kocaeli, Zongul- dak, Samsun, Ordu vilâyetleri halkından olmiyanlar leyli meccani olarak giremezler, Bu mıntakaya dahil olmıyanlar, ücretli leyli ve nehari olabilirler. Üğretli talebe- den senede 150 lira alınır. Yeni alınacak talebeler, ilk mekteplerde okunan türkçe, riya- ziye, tarih, coğrafya, yurtbilgisi ve resim dersleşinden müsabaka imtihanını vermelidirler. Türk ta- biiyetinde olan 12- 15 yaşındaki talebeler kaydolunur. Sanat mekteplerinde tedrisat ikisi ihzari ve üçü mesleki olmak üzere beşsene devam &der. Ameli olarak şu sanatlar gösterilir: Elektrikçilik, tesviyecilik, demir- cilik, sıhhi tesisat, marangozluk ve modelcilik, * Kabataşta Suphi Beye: Daha iki defa bakalorya im- | tihamna girmek hakkınız vardır, Çalışınız muvaffak — olursunuz. Bedbin olmayınız. * Bayazıtta Lâmia Hanıma: Elinizdeki kitap çok mükem- meldir. Yalnız ifadesi biraz ağır- dır. Dikkatle ve sindire sindire- okursanız, kolaylıkla anlıyacaksı- nız. Size başka kitap tavsiye edemiyeceğim. * Babiâlide Bizim kahvede Ahmet Beye: Hava makinist mektebine gi- rebilmek için ortamektep seki- zinci sınıftan mezun olmak lâ- zımdır. Yaşınız henüz müsaittir. | Mekebinizde bir sene daha oku- | duktan sonra arzunuzu yerine getirebilirsiniz. * Kakişehirde R. Nadir Beye: 18 yaşınızda olduğunuza göre ortamektebe kabul edilirsiniz. Mü- | racaat ediniz. * Tekirdağında Flibeli Mehmet Emin Beye: Herhangi bir liseye girebilir- siniz. Bu hususta hiç bir tavas- suta lüzum yoktur. Yalnız askeri liselerin kayıt müddeti bu ayın başında bitmiştir. Eğer kadroda münhâl kalırsa yine talebe alına- caktır. Deniz lisesine de girebi- lirsiniz. Kasımpaşada Bahriye mat- baasına müracaatla bir şartname isteyiniz. Bunda şerait yazılıdır. * 'Tokatta Türkoğlu M. H Beye: Örtamektep — bakaloryasında dönen talebelerin tekrar imtihana tabi tutulmaları bir tesavvurdan ibarettir. Henüz bu hususta müs- pet bir karar alınmamıştır. — - Mektepçi » ğ . O HİKÂYE Bu Sütunda Hergün Yazan: NW. S. Küçük Dersler İrfan Âkıl yirmi dört yaşında idi. Mektebi yeni bitirmişti. Çalışmıya, hayata karışmıya karşı içinde bitmek bilmez bir aczu kaynaşıyordu. Ve o, bu ; ayreti, yalnız bilgisine değil ta- Hitine, meşrebine uygun bir sa- da sarfediyordu. Fakat acaba . hiatine meşrebine uygun gele- eck meslek hangisiydi? Bunu tayine çalışırken diği tereddüt ona yavaş ıstırap vermiye başlıyor'du. O gün akşam üzeri yolda mektep — arkaşlarından Süreyya Salime tesadüf etmişti. Süreyya Salimle dostlukları mektep sıra- larından başlamıştı. O, — şimdi büyük bir avukat yanında kâtip- ti. Kolkola epey yürüdüler, ve mütemadiyen istikbalin projelerini münakaşa ettiler. Fakat hasbihal uzun sürmedi, arkadaşı bir mü- lâkata gidiyordu. Çabuk ayrıl- dılar. İrfan Akıl ilk yoluna çıkan temizce bir birahaneye girdi. Kapı yanındaki köşede ma- salardan birine ilişti. Bir şişe şarap ısmarladı. Sigarasını tüt- türdü ve gözlerini etrafında do- laştırmıya başladı. En ziyade nazarıdikkatini celbeden yamnıba- şındaki masada oturan genç ve güzel bir kadın olmuştu. Oradaki içkilerin en ucuzunu içen genç kadın yanındaki ken- disinden çok daha yaşlı ve bula- şikbezi suratlı bir hatunla konu- şuyordu. İrfan Âkıl alâkadar olduğunu hisşettirmiyerek yanındaki muha- vereyi dinlemiye başladı. İhtiyar soruyordu : — Görüyorum yavrum, “sen sözünde durmuş ve vaktinde gelmişsin, fakat o ne oldu? * — Geldi amıma çabuk savdım. —E, iş ne oldu? — O bana namuslu bir vazi- feden çok başka tekliflerde bu- lundu. Hamdolsün ben daha onun o tekliflerine boyun eyecek kadar aç kalmış değilim, Hatta ona, içtiğim bir fincan kahvenin ücretini ödemesine bile müsaade etmedim. İrfan Âkıl bu konuşmadan, alelâde bir zevkle giyinmiş bu zeki görünüşlü güzel genç kızın namuskâr bir iş bulmıya uğraştı- gını anlamıştı. Genç kızın zeki gözlerinde göze batan safiyetin temizliği, bayağı tekliflere pek alışkın ob- madığını gösteriyordu. Etrafta dolaşan bakışları ara- da bir de İrfan Âkılin köşesine uğruyor. Hatta orada her nokta- dan fazla duruyor gibi idi. İrfan Âkıl, şıklığile, yüzünün sevimli ve ince erkek çizgilerile her hangi bir kadının dikkatini behemehal üzerine çekebileceğine bir defa daha ı;ındı İçeriye, kucağında insana ölü hissini verecek kadar hareketsiz bir çocuk taşıyan bedbin çehreli orta yaşlı bir kadın girdi. Az yerlerini açıkta bırakan çok kapalı ve çok eski çarşafı mahcup, sessiz yürüyüşü sefalete yeni düşmüş acemi bir dilenci olduğuunu anlatıyordu. Şi Masaların arasında kucağında- geçir- yavaş ki çocuk kadar sessiz dolaşiyor, nasırlı avucunu, yüksek bir ma- kam reisine istidasını vermekten çekinen mahcup tecrübesiz bir hayat ürkeği gibi korka korka, yarım açıyor, yarım uzatıyordu. Sırnaşık, bulaşık, pişkin dilen- cileri bile savmıya alışmış insan- lar, bu gölge gibi, cenaze gibi dolaşan kadının — varlığını bile hissetmiyorlardı. Bütün salonu dolaşan biçare kadın, bir meslek seçmek için düşünen İrfan Âkılin önüne gel- mişti. O başını kaldırdı, elini yele- ğinin cebine soktu, ve dilencinin avucuna kırk para attı. Dilenci, mütereddidane, kapı- nın yanındaki sonuncu masada oturan genç kıza sokuldu. * Bilinemez hangi hissin tesi- rinde genç kız İrfan Âkıle istih- fafla baktı. Sonra asabi bir hareketle eski çantasının bütün muhteviyatını masanın Üzerine boşalttı. Masanın üzerine dökülenler ufacık bir mendilden, bir pudra bıraktı. İrfan Âkıl genç kızın bak- şındaki ve manayı anlamıştı. O, rahat rahat şarabım. yü- dumlayan bu şık, müsterih gen- cin, biçare bir in avucuna hakaretle bırakılan — kirk para ile çıkan merhametini ve insanlı- ğini istihfafla süzmüş, yaptığı hareketle: — Siz, siz ki, herkesin şık, herkesin “beyefendil,, diye, her- kesin zengin ve kibar diye hür- met ettiği ve önünde hürmetle eğildiği tiplerdensiniz, işte İnsan- merhametiniz! Bunu hissedemiyen bir an için Vicdanı: — Evet diyordu, hakkı var. İnsanlar, kendi menfaatlerile bo- ıstıraplarımna karşı körleşiyorlar sağırlaşıyorlar, e Kalk sana bu 1::' şu önünde itiraf et...., İrfan Âkıl bu vicdan sesinin okadar tahtı tesirinde kalmıştı itaat için lâzım gelen maddi e BE vi Z SERE genç kız yerinden kalktı, ve onu daha acı, ilkinden daha istihfafkâr bir dü, uzaklaştı. y dudal istihza ile büktü: İ - Â kıyafetine İM dile- ir Beyazıtta sadaka verir,, der- nl;;Behddı.bııııınlıkıı- J

Bu sayıdan diğer sayfalar: