20 Ağustos 1933 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

20 Ağustos 1933 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA ; AîerBeynelmilelBirKal- Gâvur Mehmet Kara Yürek Çetesi Tefrika No. 95 Bu Gâvur Mehmet denilen herif yer yarılıp ta yere girmedi ya!... Vakıâ, iyi bir vaziyette değiliz. Fakat.. Ümidimizi de kesmemeli- yiz... Sen. şu lâmbayı bulamarz- mısın?.. Arşak, biraz kendine gelmişti. Yattığı yerden doğrulmuş, otur- müş, için için hiçkırıyor, uzun müddet ağlayıp ta susan bir çocuk gibi durup durup içini çekiyordu. Gâvur Mehmedin - son sözleri ona adeta yeniden bir ruh ve hayat verdi. Artık, kendine gel- mişti... Kalktı, lâmbayı aradı, buldu. Gâvur Mehmede sordu: — Kibritin varmı?. — Hayır.. Senin yokmu?.: — Hayır... Vardı. amma, o telâş —içinde — kimbilir. nereye atmışım... Gâvur Mehmedin fena halde canı sıkıldı. o, lâmbanın ışığı sa- yesinde, mutlaka çıkaçak bir yol bulacağını ümit ediyordu. Fakat şimdi?... Gâvur Mehmedin vücu- du, yavaş yavaş buz kezildi. CAdetâ, tüyleri örperdi. Kendi kendine: i : — Bu saf adama yapmak is- — tediğim şaka; galiba hakikat olu- yor... Öyle zannediyorum ki, bura- sı bize bidden !bir mezar olacak. Diye söylendi. Bu esnada, el- leri gayri ihtiyari olarak beline gitmişti. Belindeki tabancaların “sert kundaklarını okşadı. Kendi- lerini ıstırap ve meşakkatli bir ölümden kurtaracak | olan — bu korkunç halaskârları, bütün avuç- Jarile kavradı ve sonra, belinden bir tanesini çekti, çıkardı. * Beşiktaş muhafızı Hasan Beyle diğer zabıta memurları, baraka- larda ve siperlerde teslim olan Hırvat ve Karadağlıları toplamış- lar.. ikişer ikişer bağlamışlar; kuvvetli bir müfrezeye — terfik ederek doğru zaptiye müşürlü- güne yollamışlardı. Barakalarda yapılan taharriyatta, birçok kalp paralar ele — geçmişti. Bunlar, Osmanlı devletinin sikkelerinden olan gümüş mecidiyelerle beraber muhtelif devletlerin ve ekserisi de Papalığın altın para taklitlerinden ibaretti. Bu sırada asilere teslim teklifi için Rus ve Karadağ sefaretle- rinden gönderilen heyet te gel- miş ise de, iş işten geçmişti. Heyet azaları daha yolda iken, o korkunç tarrakayı| işitmişler... Fakat buna hiçbir mana verememişlerdi. Şimdi vak'a mahalline gelip te koca bir tepenin alt üst olduğunu görünce hayretlerinden dona kalmışlardı. Heyete riyaset eden Rus sefa- reti ikinci kâtibi Velâdimir Ayva- "nof derhal tahkikata girişti. Va- rılan netice şundan ibaretti. her iki taraf ta - yani, Türkler ve Hırvatlar - kendi siperlerinde ol- dukları halde şiddetle müande- meye devam ederlekken, herhangi meçhul bir sebeple barutlar ateş almış ve müthiş bir infilâk husule gçlerek emsalsiz bir facia yarat- ü mıştı, . — Bu yölda ee l tanzim edilen bir zabıt varakasını gerek heyet ve gerek zabıta memurları müştere- ken imza ettikten sonra heyet azaları atlarına binmişler; meyus ve müteessir bir halde avdet et- mişlerdi... Teessürleri, sebepsiz değildi. Çünkü berhava olan te- pede dolaşırlarken, birçok parça- lanmış — cesetlere bundan büyük bir acı hisseyle- mişlerdi. Sonra, barakalarda ta- harriyat yapan heyetin meydana çıkardığı paraları görmüşler.. Ve Artık asilerin — beynelmilel bir kalpazan kumpanyası olduğu bu suretle tahakkuk ettiği için bun- ları müdafaadan âciz bir hale gelmişlerdi. Daha sonra.. Asiler tarafından tepenin birine çekilen ve şimdi de zabıta memurlarının eline geçen Rus ve Karadağ bayraklarının, kalpazanlığı tahak- kuk eden asiler tarafından ne su- retle istimal edildiğini bizzat görmüşler ve bundan büyük bir hicap hissetmişlerdi. Hulâsa, iki sefaret memurlarından mürekkep olan heyet azaları, buraya birçok hamilerini kurtarmak maksadile geldikleri halde şimdi maküs bir netice ile geri dönmüşlerdi. Heyet azaları geri dönerken artık, güneş gurub ediyor, ortalık yavaş yavaş kararıyordu, Beşiktaş muhafızı Hasan Bey tekrar emir verdi:- — Mevcut zaptiyelerle tebdil- ler, tamamen ava yayılsınlar.. En küçük bir taş dibi bile bırak- madan her tarafı tarasınlar. Bu, Gâvur Mehmet denilen adamcağız yer yarılıp ta yere girmedi ya... Bunun, mutlaka ya ölüsü, ya dirisi bulunacak, Dedi. Orada mevcut olan — bütün zaptiye efradile tebdiller, derhal uzun bir hat teşkil ettiler; bara- kalardan itibaren bütün çalı dip- lerini, en küçük taş ve toprak kovuklarını arıya arıya mağara- lar istikametine doğru ilerlediler. Ser teftiş Hüsnü efendi ile deli Kerim efendi önde gidiyor; or- tada görünmiyen Gâvur Mehme- din bir faciaya kurban gittiğini düşünerek büyük bir iztirap ve teessür hissediyorlardı. Deli K efendi, birdenbire Hüsnü inin kolunu tutarak onu durdürttu. Büyük bir hele- canla mağaralar tarafını — gös- tererek: g — Duydun mu?, Dedi. Hüsnü Efendi, henüz cevap vermemişti ki; derinden bir silâh sesi daha işitildi. Hüsnü Efendi, büyük bir hayretle irkilmişti. Deli Kerim Efendinin yüzüne bakıyor, şaşkın- liktan titriyen bir sesle söyleni- yordu: — Fakat, bu silâh sesleri ne olabilir?.. Nereden — gelebilir?.. Bunda öyle anlaşılamıyan bir sır var ki... Deli Kerim Efendi, onu ko- lundan tuttu, bir daha sarstı: K ( Arkası var) rastgelmişler; | | daha genişti | mektepleri ayni vaziyettedir. Bu- — Hergün güneş banyosu | yapar.. — Vücudunu karartmak için | mi ?.. Mekteplilerin | Suallerine Cevaplarım Boluda tabaklar M. İhsan Beye: Eylülde leyli meccanilik imti- hanı açılacaktır. Maarif müdüri- yetine müracaat ederek şeraiti anlayınız. Şi K İki kardeş imzalı mektup sabiplerine: Oturduğunuz yere en yakın ortamektep ve İiselerden birine | giriniz. Liseyi tercih etmenizi tavsiye ederim, Çünkü vesaiti Vekâletin bütün nun için tercih meselesi yaktur. * Ayvalıkta hükümet caddesinde Ne- cati Bey tamirhanesinde Osman Beye: Yaşınız ilerlemiş, Tahsile mü- sait değil, — sevdiğiniz san'atte ilerlemiye çalışınız. * Galata'da Lüleci Hendek caddesi No. 77 de Ahmet Beye: Siz. OÖrtamektebi - bitirdikten sonra üç sene okudunuz amma, mesleki ders okudunuz. Liseyi ikmal- etmediniz. sizi onun için kabul etmiyor. Bu iş müsamaha, rica ve tavsiye ile halledilemez. Bu işin yegâne çıkar yolu şudur: Vekâlete müracaat ediniz ve lise bakaloryasını vermiye talip olunuz. Vekâletin — göstereceği herhangi bir lisede bakaloryayı vermiye muvaffak olursanız lise mezunlarının hakkına sahip olur- sunuz. Ve doğrudan doğruya Üniversiteye girebilirsiniz. » Kulelinin Kayıtları Kapanmadı Kayseride lise üçüncü 456 No. Bürhan Beye: Kuleli lisesinin kayıtları henüz kapanmamıştır. Hemen müracaat ediniz. sım ftan * Lüleburgazda Nuri Beye: Çocuğunuz askeri orta mek- teplerin birinci sınıfına girebilir, Kaydü - kabul müddeti - kapan- mak üzeredir. Hemen müracaat ediniz. Sene ortasında da mek- teplerin kadrosunda münhal ka- hırsa talebe alınır. Fazla malü- mat almak için askerlik şubesine müracaat ediniz, * Kiliste M. E. A, Beye: Tahsil seviyesi itibarile lisenin dokuzuncu sınıfına kabul edilme- niz lâzımdır. Fakat yaşınız çok ilerlemiştir. Maamafih bir kere teşebbüsj ediniz belki bir |kola- yanı bulursunuz! * Galatada Nordister Han Kahveci Ahmet Beye: İlkmektebi bitirmiş — olmanız lâzımdır. Askerlik şubesine mü- racaat ederek şeraiti öğreniniz, Mektepçi Ka Teti a smek için yirmi Yazan: ŞARK HİKÂYE Bu SütundaHHergün a. Reski Tercüme Eden : Hatlce RUHU Vikontes de Ramille misafir- | dik. Aman yarabbi Haliçteki lerine, büyücek bir çekmeceden çıkardığı küçük ve âdi bir ka- mayı göstererek : — Bu silâh benim için çok mukaddes bir yadigârdır, dedi. Ve her yadigâr gibi bunun bir hikâyesi vardır. Genç kadın bir koltuğa yer- leşerek kamanın hikâyesini anlat- mıya başladı : — İstanbulda bulunduğum son günleri bir dost evinde misafir olarak — geçiriyordum. Misafiri bulunduğum bu aile fevkalâde kibar ve iyi insanlardı. Evleri Haliçte idi. Köprüye kadar git- dakikalık bir kayık yolculuğu yapmıya mecbur oluyordum. Her sokağa çıkışım- da, muhibbem benim yanıma emniyetli bir uşak veriyordu. O, bana şehirde — rehberlik ederdi. öğleden — sonra Beyoğluna gitmek — istedim orasını - bildiğim için yanımda uşağa ihtiyacım yoktu. Yalnız ona, akşama Cibaliye dönerken yanımda bulunsun diye bekleme- sini tenbih ettim. Bir müddet Beyoğlunda dolaştım. Dükkânlara girip çıktım. Nihayet Tophane civarında oturan dostum N... Ha- nimin evine gittim. Muhibbem çok hoş bir kadındı. müteaddit ecnebi lisanına aşina ve son de- recede zarif bir insandı. Farzla olarak ta bir şairdi. Onun yanın- da uzun müddet kaldım. * Bir gece evvelisi bulunduğum Rus sefarethanesinin balosundan bahsettim. O da bana Fransa sefaret — ataşerlerinden — birinin kendisine bıraktığı bir manzumeyi gösterdi. Sonra eline mandolinini alarak tatlı ve güzel sesile bir şarkı okudu. Dostumun enfes ha- hlar ve ipek örtülü bol yastıklı sedirlerle — süslü — olan — odası © kadar güzel o kadar hoş bir oda idi ki, bütün hayatımı mem- nuniyetle bu yerde bu tatlı musi- ki nağmelerini dinliyerek geçir- miye razı idim. Açık pencereden Asya sahil- lerile, mavi denizin emsalsiz zen- ginliklerini seyrederken birdenbi- re akşam olmuş olduğunü far- kettim. O zaman hakiki bir te- lâşla yerimden fırladım. Uşağın beni bekliyeceği büsbütün aklım- dan çıkmıştı. Şüphesiz artık ara- dan böyle birkaç saat geçtikten sonra gelmiyeceğime hükmederek buluşacağımız yerden gitmiş ola- caktı. * — Acele ile yürüyerek ona tesa- düf edebileceğim birkaç yere uğra- dım. Fakat bu beyhude bir zah- met olmuştu. Adam meydanda yoktu. Tek başıma Cibaliye av- dete mecburdum. Vakit geç ol- duğu için artık tünel işlemiyordu. Yüksekkaldırımdan yaya olarak Galataya indim, ve Köprüye git- tim. Kayıkların olduğu yere koş- tum. Ortada sandalcı görünmi- yordu. Ben telâşla etrafıma bakı- nirken karşımda bir adtım peyda oldu. Eline bir kenardan bir çift kürek alarak kayığa atladı. Ben de kayığa atlayarak: — Cibali!.. Dedim. Ve sakin sular üstünde ilerlemeye başla- Bir bu sükünet ve kimsesizlik ne idi! Gündüzkü o kalabalık va canlı — Haliç ile akşamın bu sessiz ve kimsesiz Haliçi arasında ne büyük bir fark vardı! Nerede idi birer kuş gibi sür'atle suların üstünde kayan kayıklar, sonra ©o küçük vapurlar o kaynayış? Derin bir sükünet içinde ağır ağır siyah sularda ileriliyorduk bu sükünet, bu karanlık içerim- de tuhaf bir ürperme yaratmıştı. Biraz cesaretimi toplamak, yalnız- lığımdan korkmamak için kayık- cının yüzünü görmiye uğraştım,. Bu adamın yüzü küçük ve kemikli idi. Bu yüzde hiçbir hususiyet yok- tu. İri gözlerinin bakışlarını daima gizliyor,insanın yüzüne bakmaktan çekiniyor gibi idi. İlk nazarda bu adamın bir Türk bir müslüman olmadığını anlamıştım. Bir rum, bir ermeni, bir ya- hudi, yahut ta ne olduğu belli olmıyan ve İstanbulda yaşıyan bir takım insanlardan olabilizdi. Fakat muhakkak ki Türk değil- di. İçimde bir korku vardı. Beni bilhassa bu adam kor- kutmıya başlamıştı. Neden oldu- ğunu kendim de bilmeden bu da- ima nazarlarını saklıyan yabancı- dan korkuyordum. Birden farket- tim ki Cibaliye doğru yol almıyor- duk. Bütün vücudum dehşetli ür- — permişti. Biz İstanbul — tarafına doğru değil, Galata tarafına doğ- ru gidiyorduk. Bu adam beni nereye götür- mek istiyordu? Biraz evvel ağır ağır gitmekte olan kayık, şimdi cehennemi bir sür'atle beni Ha- Hicin karanlık ve meçhul bir sahiline doğru kaçırıyordu. İmda- dıma kimse gelemezdi!. Benim için ümit yoktu! Bu adamın beni öldüreceğinden emindim. Yapa- cak hiç bir şey yoktu! — Nihayet bir yere yaklaşmıştık. Birden bu sahilde, taşların üs- tünde sigara içen bir adam gör- düm, ve bir an içinde ümitle kendimi topladım! Yalnız değil- dim. Kayık şimdi ağır ağır iler- lediği için birdenbire yerimden fırladım, ve yan yana sıkı sıkı duran sahildeki kayıklara atlıya- rak sür'atle karaya çıktım. Siga- ra içen adama doğru koştum. Bu adam hiç — şüphesiz ki bir Türktü. Bu üzerindeki elbiselerden, başındaki fesinin biçiminden ve çehresinden belli idi. Lisanımdan bir şey anlayamıyacağını bir lâh- ze bile aklıma getirmeden ona haykırdım: — “Beni kurtar, Allahaşkına, ananın başı için beni o adamın elinden kurtar!,, Şiddetle koluna - sarılmıştım. Ona yalvaran ve korkan — gözle bakıyordum. Çünkü bu erkeğin de pek vahşi bir çehbresi vardı. Çenesi iri ve çıkık, gözlerinin bakışı sert ve haşin, kaşları ka- hn ve gürdü. Fakat Benim bu çılgın heyecanım karşısında taş gibi sakin duruyordu. Acaba ötekinin beni öldürme-: sine mani olmıyacak mı idi? Kayıkçı sakin ve telaşsız adımlarla bize doğru yaklaşıyordu. Ötekinin beni mü- ( Devamı Hinci sayfada )

Bu sayıdan diğer sayfalar: