11 Nisan 1934 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

6 Süyt SON- POSTA — Ça ’_ b Çiçekçiler Kahvesinde Tavukçuluk Bahsi « ——— — Kari Mektupları Bir Karitin | Düşüncesi — Otuz Beş, Yok Mu ?. Satıyorum, Otuz Tabit Kuluçkanın Gübresi Kuluçkaya yatack tavukların sıhhatleri yerinde olmalı. S.hhati yerinde olmıyan tavuklar yumur- talarından civciv çıkarsalar bile bakamıyarak ve yahut hestalıkla- rını sirayet ettirmek suretile yav- rularını — öldürürler. Kuluçkaya yatırılacak tavuk bir buçuk ya- şından aşağı ve 3 yaşından yu- karı olmamalıdır. Vücudü geniş ve kanadı uzun, tüyleri çok olan yerli tavuklarımızın cinslerini eyi çıkarıp büyüttükleri görülmekte- dir. Kuluçkada — yatan tavuk, hindi umumiyetle inkibaz halinde olduğundan onlara serinlik verici yemler vermek suretile inkıbaz ile dikkatli ve devamlı bir mücadele açmalıdır. Yalnız - bu.. fenalığı defetmek isterken - ishali mucip daha büyük bir fenalığa düşmek- ten sakınarak yeşillik çok verme- melidir. Tavuk ve hindiler zamanında hümma neticesi türlü yemleri yemeyerek kuluçka her zayıf kalırlar ve bu zafiyetleri dolayısile | yumurtaları tam bir hararet ver- miyerek cinslerini çıkaramazlar. Bunun için —kuluçka tavuğunu hergün ayni saate günde iki defa olmak şartile yumurtalarını havalandırmak için (5) dakikadan (15) dakikaya kadar kaldırıldığı zaman yiyecekler kadar iyi cins- ten buğday vermek çok iyidir. Arasıra suda ıslatılmış mısır kırması yeşillik, ekmek soğuk havalarda az kenevir — tohumu, arpa kömür tozuna karıştırılmış yülaf kırması vermek, iki üç günde yemin çeşidini — değiıştir- mek te çok iyidir. Yemlerin çok kızdırıcı ve yahut bilâkiş çok serinlendirici — olduğunu — haber verecek yine gübresidir. Ku- luçka tavuğunun gübresini göz- den — kaçırmıyarak'- muayeninesi yem intihabmın ve sıhhatinin korunmasında iyi bir sebeptir. Kuluçkaya oturan tavuk ve (hindilerin) hindinin gübresi diğer hayvanların gübrelerinden daha fena kokacağından günde bir defa kuluçkaları ürkütmeden be- hemehal bu pislikler temizlenmeli ve odaları havalandırılmalıdır. Kuluçkaların bitlenmelerine mani olmak için de: Oadasınin münasip bir köşesine elekten geçirilmis mangal kömürü külünün içine onda bir nisbetinde tahtakurusu tozu karıştırarak bir toz hamamı yapılır. Kuluçkalar kaşındıkları ve bitlendikleri za- man bu toz hamamına girerek kaşinı ve bitlerini giderir; kulüç- kasında rahat oturarak ne yumur- talarını sallar ve ne de cinslerine bit sirayet ettirir. Erenköy: Bereket Tavuk Çiftliği (!) Tavuk - ve Tavukçuluğa ait olan ratişküllerinizl sorunuz, mütehassıs size cevap verecektir. —H0T B G L AT SA N L GY MA 6 6 O0 G CA 6 B & 4 .. ... * f_—— — — TAKVİM — | Gün ÇARŞAMBA — Kasmım 30 11 NİSAN 934 155 öi Arabi Rumi PiT 26 Zilhtece 1352 | — 29 -Mart-1350 [ —RARAAA, Vakit (Ezan! İyasat Akşam |4 — î .Ej Yatmı | 1 36 (20:19 İmsak ( 90014 34 Vak't [Etxni Vasati “'Güneş 1046 | 5 27 Oğa 53) 1215 Hklüdi - | V 12 | 15 56 Beeeeş!.. Satıyorum, Saaaaattım!.. Tıraşı Uzamış, Sıska Bir Rum Arkasındakine Sordu: — Piyosleys?. Diyo Ki Misi Mazdokomu?.. Haydi 20 kuruş |. Yirmi beş |. Yirmi beş kurüş |. Yirmi yedi buçuk !. Yok mu, yirmi yedi buçuk! Otuz |. — Otuz kuruş, mu 7. Otuz . — Otcuz beş!. artıran yok — Otuz beş kuruş!. Yok mu? | " Otuz beeeeş!. Haydi. Satıyorum. z | Otuz beeeeş, satıyorum.. — Sati- yorum.. Saaat - tımİ. Al hayırını gör. : Yenicami meydanına giriniz.. Sola, hazır elbisecilere sapınız, tekrar sola dönerek, bir sürü teneke dükkânlardan tam, Mısır- çarşısının arka ufak kapılarından dan birine varmadan, karşınıza geniş bir kahve gelir. Her per- şembe bu kahve hıncahınç dolu- dur. Bütün çiçekler, bohça boh- ça, çuval çuval, sepet sepet bu kahvenin önünde ve içinde yığıl- mıştır. Uzaktan: — Haydi yok mu?. On beş!.. Satıyorum on beş, Saaaaattımi.. Seslerini düyar duymaz « Çi- çekciler kahvesi » ni bulmuş olur- sunuz. * Kahveden derin bir uğultu Rumca ile karışık yırtık, acayip Türkçeler arasında, kahveci, ya- nıma sokuldu : — Sana ne yapalım beyim? Afalladım: — Nasıl ne yapalım? Ne ya- pacaksın? — Yok hani, burada “ayakta duranlar da oturmuş gibi kahve. içerler de.. — Ayakta kahve mi? Peki şu köşeye getir bir okkalı. — Başüstüne beyiml!. Köşeye çekildim ve müzaye- deyi * seyrediyorum. Ta dipte, kahve ocağımın yanında bohça boça çiçekler arasında ayakta duran ihtiyar beyaz fırça sakallı bir adam seslendi ; — Yorgooo |.. Sıra sen del. — Oriste efendisiz |. İhtiyar adam, bir yığın çi- çek” sepeti içinden bir tanesini çekti : — Bu mu seninki ? — Hi, o?. İhtiyar adam sepet içinden üç demet şebboy aldı, elinde tarttı. Etrafta halka olan bir sürü ters kasketli, traşlı, palabıyıklı, yassı burunlu adamlara döndü: Uyan — bel.. — Ha bıbhm'hqî._; Mala bak - Çiçekçiler kahvesinde alış verişlerden biri bel, Haydi sat- yorum. Ön kuruş! — Ön beşl, — Ön beş kuruş ! — Ön yedi buçuk! — Ön yedi buçuk kuruş! — Yirmi.? — Yirmi kuruş!. Yok muz?. Yirmi kuruşl. Yok mu yirmiü, haydi yirmi kuruşl. - Satıyorum yirmi kuruş!. — Bağırma be ihtiyar!. Yirmi beş!. — Yirmi beş, haydi, yirmi beş kuruş!. Yok mu yirmi beş, yirmi beeceşl.. Satıyorum.. Yok mu?.. — Satıyorum.. — Satıyorum, Saaaaaaat-tım!.. — Yaz Ahmet efendi.. Hiris- to mihalopulos.! Yorgodan!. 25 kuruş.. Üç demet.... — Anladık bel İhtiyar adam, bu sefer başka bir sepetten dört gonca gül, üç gonca leylâk çıkardı. Şöyle bir hayaya kaldırdı, sonra keyifle, zevkle bağırdı: — Altmış kuruş!. Arkadan gevrek bir kahkaha koptu: — Çüş de, bel.. İhtiyar aldırmadı: — Alan yok mu?, altmış!. altmış kuruş!. Bir türlü çiçekçiler — cesaret edip pey süremiyorlardı. Etrafta mırıltılar başlamıştı. Tıraşı uza- mış, sıska bir rüm, arkasındaki şişman, kelli felli adama döndü: ; — Piyosleys?. Diyo kimisi nazdokomu? |(i)| öteki koç bur- nunu parmakları arasına aldı, bir iki çekiştirdi ve mırıldandı? — Dostovre, dempesanimo |2)| tıraşı uzamış, sıska Rum, baş (1) Ne dersin?, iki buçuk. daha ve- welim ; mi?, - KS i2) Ver h;_, ölııâ_qîgyız; yal, — Yaz Ahmet Efendi.. Yorgoya dörl dutl.. — Alan yok mu 30.. Satıyornm otuz kuruşl. parmağını burnuna sürttü — ve uzandı': ı — AÂtmis iki busukl. Arkadan yine gevrek bir ses çıktı : — Varda, kaldir !. Dellâl bir mevlevi şeyhi gibi döne döne bağırıyordu : — Altmış iki buçuk, yok mu? Dört gül, üç leylâk Aaltmış iki buçuk kuruş!. Altmış iki buçuk, haydi yok mu? İleriden bir ses patladı : — Kizina koca araorsun ? — Haydi altmış beşl. Yok mu altmış beceeş!. Tıraşı: uzamış sıska Rum yine arkasındaki adama döndü: —Piyosleys? diye sordu. Öteki yine “ dosto , dedi. Yine art- tırdılar : — Atmış yedi buçuk!.. Arkadan yine bir ses: — Oha de.. Altır mı ıkimiyor- sun be!ı. | — Yok mu alan, atmiş yedi buçuk!. Haydi satıyorum, altmış yedi buçuuuk! Satıyorum — altmış yedi buçuk!. — Sat tı bire, sat tıl. Bu sırada son pey kalan sıska, tırşı uzamış Rum, elini uzatmak, çiçekleri kapmak, arttırılmadan eline almak istiyor, parmaklarını burnundan havaya, havadan bur- nuna çekip uzatıyordu.. Nihayet tellâl nezlesiz bir sesle: «Saaaaattım!» Dedi ve sıs- ka Rum hemen öne atıldı demet- leri kaptı. Koca kahve çiçek kokusu içinde.. mermer masalar, çiçek yığınları etrafına sıralanmış, siga- radan sapsarı kesilmiş yığınları, fersiz gözleri, ihtiyar — vücutları de, ard ayağını Arasıra gazetelerde okuyaoflı sonra da avuç dolusu para vere“ rek bar ve tiyatro ve sinema sahs nelerinde seyrediyoruz. Kâh karas renkli bir kadın ecişbücüş vücut kareketleri yapıyor, kâh bir trup; bir takim numaralar gösteriyor ve neticede keseler başalıyor. Bu neden? Bizim memleketis mizdeki dans enstitüsü ismini tas şıyan müesseseler, konservatuar“ lar, Darülbedayideki dans mek-s tebi bu ihtiyacı karşılayacak sa- ııı'tkârla!__'ı yetiştiremiyor, bu vüs — “ehntları terbiye edemiyorlar mı? Bir amâ piyanist, yahut bir kadın musikişinas, yahut bir Jo- zefin Baker neden bu kadar çok — fazla rağbet görüyor. Bu memle- kette © kudretlerde san'atkârlar yok mu? Ben var olduklarım, fakat İne kişaf için zemin bulamadıkların! tahmin ediyorum, çünkü muhtelif avrupa ve Amerika şehirlerindeki sahnelerde muvaffakıyetleri dik- den dile dolaşan Türk artist * ve hanımları görüyoruz. Kumkapı: Mustafa İnsull'ün Tercümanı Hakkında — Aldığımız mektuptur: Efendim, 4/nisan/934 çarşamba günü intişar eden 1325 numaralı nüs- — hanızın onuncu sayfasının birinci — sütununda «İnsull,, tercüman tas yin edildiğinden bahsolunan mü- ekkilim Alber Taragano Efendis- dinin eroin kaçakçılığından maz- nun olduğu gösterilmekte ise de mumaileyhin böyle bir fiil ile alâka ve münasebeti olmadığı da ilk nüshanızın ayni süfünuün tekzibini rica ederim efendim. Avuka!': Kenan Ömer Cevaplarımız Bursadan San'at Mektebi hakkımd — mektup gönderen karilerimize: - Ö — Mektubunuzda adres ve — imzalarınız olmadığı icin dercedis — lemedi efendim. : 4 Firuzan Edip Hanıma: : — Mektubunuzu bizim neşret- memiz muvafık değildir. Ayni mektupla ve bir istida ile Maarif Vekâletine müracaat etmeniz da“ ha isabetli olur efendim. BER A A S ee ni etf ile bir sürü ihtiyar masalara çök- müşler, kollarının altında, dizleri üstündeki boş sepetlerle bekleşi- orlardı. Kahve sigara dumanıns ıoğulu.. ta karşı köşede, birkaç — delikanlı, başbaşa vermiş konu- şuyorlar, ara sıra gevrek gevrek kahkahalarla gülüyorlardı. Dellâl, beyaz bir patiskayâl sarılı çiçek boğçalarından birini çekti.. içinden bir sürü menekşt çıktı. Hepsini birden aldı, havayâ kaldırdı: — Bu kucak doksan kuruş!. — Doksan beşl!, — Patlama bel. Yüz!.. — Ölsem sana bırakmam — Yüz kuruş, var mı?.. — Yüz beş.! — Yüz on! — Yüz on beşl. — Var mı daha? — Yüz yirmi?. — Hay vire diyavolol.. Pet brel.. ai Yüz yirmi... Yok mu?.. Sa” tıyorum.. Yüz yirmiüi, alan yok | mu?, — Satıyorum, — satıyorüme — Saaaaattım |. ; * İstanbulda hiç böyle bir Ki udundan ha : borsasının vüc mıydınız? — Şr;

Bu sayıdan diğer sayfalar: