30 Kasım 1934 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

30 Kasım 1934 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Kurak Yerler Ziraate Elverişsiz Midir? Geçenlerde bir meb'usumuzun orta Anadoludaki tetkikleri mü- nasebelile ( Son Posta ) da çıkan Ki yazıyı şüphesiz hatırlarsınız. Gezintis nde, köylümüzün henüz lâzum olduğu kadar refaha erişe- Memesi — gebeplerini — araşlıran muhterem meb'usumuz bu - işin can damarını — onların - borçlu olmalarında ve topraklarından bugünkü piyasa ile karınlarını doyuracak kıymette mahsul kal- dıramamalarında bulmuş.. Bu iki büyük kengele çare olarak ta köylünün gerek deylata va gerek Bair yerlere olan birkısım borç- arını azaltmayı ve geçim yerleriİni de bu karak yayladan vergili î;rlere kaldırmayı ileri sürmüştü. u fikre göre köylünün borcunu ödeyebilmesi için onu affetmekten başka ve kezalik onu bereketli ve emniyetli bir mahsule kavuş- turmak için de orta Anadolu yaylasından uzaklaştırmaktan baş- n çare yoktur. ? erçekte çok değerli bir noktaya- el atan meb'usumuzun fikirlerini yabana atılmaz buldum. Yalnız orta Anadolu yaylası kurak olduğundan vergisiz ve emniyet- siz şayarak ora köylüsünü başka yerlere iskân etmek fikrini biraz garip gördüm: Bugünkü ziraal ve iktısat düşüncelerinde orta Anadolu yaylâsı bilakis yurdumu- zun çok kıymetli bir ziraat sahası olmıya namzettir. Eğer kurak iklimler bugünkü ziraat fenninin elinde mahsuldar ve emniyetli birer saha olamasuay- dılar dünyanın birçok parçaları boş yatacak ve şimdi oralardan fersahlarca uzaklardaki yerlere kadar birçok memleketler aç ka- lacaktı. Yapılan hesaplarda senevi 250 milimetredan aşağı yağmur düşen yerler kurak iklimden sayıl- maktadır. Dünyanın *6 25 i bu suretle 250 milimdireden aşağı yağmur düşen mıntaka içindedir. ** 30 unda ancak 300 milimetre ve 96 50 sinde de 500 milimetre yağmur yağmaktadır. Dünyaya buğday — anbarlığı eden Amerikanın & 35 arazisi kuru iklime dahildir. Bu memle- ketin umum buğday hasılâtının 4 601 yağış miktarı- 500 den aşağı olan yerlerden alınmakta- dir. Daha — şayanıhayret — olan Cihet te Amerikanın en meşhur buğday — tiplerinin. bu kurak sahada yelişmekte olmasıdır. Bun- dan anlaşılıyor ki bugün kurak- lığından dolayı mahsol vermiyen ve bu yüzden bırakılıp gidilen hiçbir toprak — parçası yoktur. Bilâkis dünyanın bu kurak iklim- lerinde milyonlarca nufus doyuran ea bereketli mahsul alınmaktadır. Birkaç senedir, ihracına başladı- ğımız sert yayla buğdaylarımız da Anadolunun sadece bu - parça- sına bağlanmış bir tabiat ver- gisidir. Müstakbel ziraat siyasetimizde nadolunun bu parçası Türkiye- nin en kı;metli parçasıdır. Çünkü dünyanın her tarafında hububat Zraati böyle kurak ve geniş sa- alara atılmakta toprağın daha yağışlı yerleri diğer nebatlara bırakılmaktadır. Kaldı ki (Dray Farming) ziraati diğer neba'ların &a bu yerlere geçmesini hergün bir zafer olarak kaydetmiye baş- lamıştır. Buğün Türkiyeyi doyurup ta- gıran — buğdaylarımızın, arpaları: mizin yarın çok - yazak elleri do- yurması ve bu yüzden memlekete milyonlar getirmesi artık tahak- uk etmek üzere bulunuyor. Orta — Anadolu — yaylasında oturan Türk kövlüsü belki bura- diA yerleşmiş olmak yüzünden refaha kavuşacaktır. Bipâenaleyh orta Anadolu onu bırakıp gide- teğimiz bir yer değil belki üze- ritde bugünkü ziraat fenninin Gerçek Hüvi yetlerin Yap macık Hüvi yetlere Ka rıştığı Mem lekette Bir Gezinti “Aşağıdaki — satırlar, bir tetkik — seyahati geçenlerde yapmak len Fransis dö Kurvas- set'nin kaleminden çıkmıştır. Bu acun hakkında size bilmediğiniz birçok geyleri öğretecektir.,, Hollyyvood ( ikinci teşrin ) — Arkadaşım Florey beni muhite alıştırmak U: re hergün bir başka stüdyoya — götürüyordu. — Orada, hiç kimsenin beğenmediği gar büfelerini bile aratan “ayaküstü,, lokantalardan — birinde — yemek yiyor, bütün cihanın gıpta ettiği yıldızlarından da, burada bir dilim ekmek, bir salkım Üzüm ve bir yaprak salata ile, iki — seans arasında alelâcele karın doyur- malarına bakıyorduk. Arkadaşım Florey beni tanınan veya tanınmıyan, geçen yıl diller- de gezerken bu yıl unutulan, yahut ta gelecek yıl şöhret ka- zanacak olan birçok san'atkârlara tanıtıyordu. — Kendilerini — bana takdim ederken hâkim, doktor, polis müdürü veya rahip olarak birçok unvanlar da sayıyorda : — Hello doktor, geliniz size bir Fransız mubarririni tanıtayım, diyordu. Bu hâkim, doktor, polis mü- dürü veya rahip efendilerin sayısı çoğalınca merak uyandı,. Burada bu kadar çok doktorun, haydi bir. bakışa — göre de p('ıİiı müdürlerinin bulunmasını anlaya- bm, fakat hâkimlerle rahiplerin işleri ne? Ne yapıyorlar. Arkadaşım: — Ne mi yapıyorlor? Diye tekrar etti. Sinema çeviriyorlar! — Mazur görünüz, diye mırıl- icap ettirdiği tarzda çalışacağı- miz bir sahadır. Bizim hor gör- düğümüz Bozkırların buğdayını Amerikalılar ( Weheat Turkey ) namile kendi Bozkırlarında yetiş- tirmeye uğraşırken ve cihan bu parça — yurdumuzun — mahsulünü kapışır dururken orta yaylasından bir adım uzaklaşamayız. Kaldı ki bu, bir fikirden ibarettir. Türk Cümhuriyetl kurak iklimlere mah- sus ziraatin temel'erini" Türkiyede kurmuş ve bu yolda bir hayli ilerlemiş bulunmaktadır. ( Dray Farming ) ziraatinin ne demek clduğunu bir başka yazımda anlatacağım. Çiftçi ©) Zirsat hususundaki müşküllerinisi serunuz. Soa Posta'nın (Çiltçi) el aine cevap — verecektir. Dünyada Olup Bir Öğle Yemeğinde Ne İşitilir ? dandım, hakikaten hâkim, doktor, polis müdürü veya rahip olma- dıklarını düşünmem lâzımdı. — Bu sınıf san'atkârlar şöhret kazanmış olmadıklarından ve bel- ki 15, 25 yıldanberi aynı rolü çevirmekte olduklarından herkas kendilerini yaptıkları rolün temsil ettiği mesleğin unvanile anmıya alışmıştır. Zaten onlar da yaptık- ları rolün adamı halini almışlar- dır. Hakikt adlarını muhitlerinde bilen bile yoktur. * Ho_llyvobd'u bıraktım, (Şikago) ya gidiyordum. îl(ıl.fomiyı) nın 188IZ ve sıcak çüllerinden geçer- ken yolcuları dondurulmuş et gi- bi, hararetten muhafaza eden soğuk hava depclu trenlerden birinde tek yataklı bir komparti- man tutmuştum, Yerleştikten son- ra yemek gsalonuna geçtim, se- naryocu Mak Fyan iri çapta bir adamla karşı karşıya yemek yi- yordu. Tanışırdık. Beni görünce yanındakine takdim etti: — Komiser Efendi size Fran- siz dö Kurvasset'yi lıklzd:n od:r.im. unun na | GElDUN Vet yi söylemesine hiç lüzum yoktu, mesleğinin ne olduğunu ben de tahmin edebilirdim, halinden tav- rından akıyordu. Senaryocu bir aralık bana: -. lgorıılıel Johnes — bütün Beş dakikada — kargılaşılan —muhtelif manzaralar.. Amerikada tanınmıştır, komiser- lerimizin şabıdır, dedi, Komiser — mütevazı yordu: — Mubalâğa etmeyiniz, diye görünü- sözü kesti. Tanınmak meselesidir. Sordum. — çok zamandanberi mi bu meslekte bulunuyorsunuz? — On dokaz sene oluyor? Gülerek: — Kim bilir bu müddet zar- fında kaç tane haydut yakalamış- sınızdır. Mak Fynn söze karıştı; — Son muvaffakiyeti Los Angeles'te çocuk kaçıranları tut- maktır. Yine sordum: — Peki çevirdiğiniz bu yeni filim bitti mi ? Ikisi birden, çok garip bir şey söylemişim gibi gülmiye baş- ladılar. Ben de yemiye koyul- muştum. Söz arasında Johnesden bir talih nlı-" ( Hollyvood )dan ( Şikago ) ya Gi derken Bir Fran sız Muharririni Hayrete Düşü ren Bir Hâdisel hayatının en büyük muvaffakiyeti ne olduguıııı öğrenmek istedim: — Söylemesi zordur, dedi: Daha ziyade, beni çoktan tanı- yan (Mak Fynn) e sorunuz ! — Iyi amma ben nasıl söy- liyeyim, muvaffakiyetlerinin sayısı yok kil Bir defa ellerine bakınız! Komiser uzat bakalım pençelerini! Uzattı. Hakikaten pençe de- nilecek kadar kocaman şeylerdi. Bir tanesinin ortasında da iki yara izi vardı. — Nasıl oldu bunlar? Diye merak ettim, — Rovelverle ! — Demek silâhın içine yan- hıhŞı hakikt kurşun koymuşlardı? anımdakiler yine Gerçek kahkahaya sevkedilmesi kolay insanlardı. Mamafih Johnes: — Ben hiçbir adamdan kork- maml Diye söze başladı, fakat kadın ile oyuna girişmekte hoşuma gitmez, eğer coşarlarsa yapacak- larının ne olduğunu Allah bilir! Ve dudağının altında bir yara izini gösterdi. — Bu da mı revolver yarasıdır? Diye sordum. — Hayır, bir yemek çatalı ile yapıldı. ü '© anrlattı: — Karşıma çıkan Klark ismin- de bir genç kızdı, melek gibi Idi — Galiba bir müptedi olacak! dadim. — Evet, aşağı yukarı, fakat efendiler, saat dokuzu geçiyor, kobineme çekilmeliyim! — Ne aceleniz var? — Yok amma, yanımdakini uzun müddet yalnız bırakmak işime gelmez. Vâkıâ iyice bağ- hdır. Fakat ne olur ne olmaz ! rabının son kadehini içerek çekildi. O gidince (Mak Fynn) e sordum : — Bir köpekle mi seyahat ediyor ? — Evet, hem de azılı cins- dendir. Eğer vakti olsaydı size hikâyesini anlatırdı. — Yazık! Gelecek hafta (Nevyork) ta bulunacağım. Bir öğle yemeğine birlikte olarak bana gelmek ister misiniz ? — Hay, hay! Giderken arka- daşıma da söyleyiniz ve gününü tespit ediniz, bitişik kamaradadır. Çıktım, —kamarasına gittim. Kapı açıktı ve Johnns yalnız de- gildi. Bayağı yapışlı bir adamla gevezelik ıdızordu. Köpeği de yanında değildi. — Rahatsız ettim, fakat sizinle ( Nevyork ) ta bir öğle yemeği yemek isterim, doğruca (Nevyork)a mı gidiyorsunuz? Beni hayrete düşüren bir sesle cevap verdi: — Evetl Arkadaşımın biraz Geçen Bilmece- mizi Doğru Halledenler Birer büyük sulu boya alacak- barı İstanbul kız lisesi 101 Pukize, An- kara Yenihayat mektebi 4 üncü sınıf 627 Sesai, İstanbul Kâtipsinan Çobança« vuş medrese sokak No. 21 de Koma- lettin, Vezirköprü inhisarlar memuru Talât Bey oğlu Sabahattin, İstanbul kız Hsesi 1693 F. Erten, İstanbul er- kek lisesi 819 M. Ragıp Bay ve Bayanlar. Birer küçük sulu boya ala- cakları Salihli Alunordu — mektebi 5 inci sımf 697 Küâzım, İstanbul kız Hisesi 134 Cavidan, Kastamonu P.T.T. Başmüdürüyet ayniyat memuru Hida- yet Bey kızı Şükran, Erenköy Etheme elendi caddesi 106 No. Cıhat, Kadıköy erkek lisesi 896 Mücip Bay ve ba- yanlar. Birer lâstlik top alacakları İstanbul kiz lisesi 6 Şükrüye, Kuleli askori İisosi 873 Şofik Sabib, — Futih Altay — mahallesi No. 11 de — Cemal, 44 üncü İlkmektep B-3 den 185 'Tur- güt, İstanbul kız Lisesinden Yıldız Has nım ve Beyler. Birer muhtıra defteri ala- cakları Salihli Altınordu İlkmektebi 11 inci sımf 619 Ertuğrul, — İstanbul 2Tinci —İlkmektep 3 üncü — sınıf 658 Merfua Kâmil, Samsun Tatiklâl mek- tebi Sinci sınıf 243 Halide, Tİstanbul mühtelit rum İlkmektebi 6 ıncı mn:ftan Eleonar Zaruka, — İsparta — Camiüatik mahallesi No, 27 Şehime, İstane bul Rum kıiz. İlkmektebi & üncü sınıf Despina Amaksopulo, Zonguldak Ortamaektep 2 inci sımf 280 Abdullah, EKumkapı Rum kız İlkmektebi 6 ıncı #ınıf Fofo Mesinezi, Tapkapı İlkmektebi 68 Nevzat. Birer boya kelemi alacakları Deverek birinci İlkmektep £ inci sınıf 196 Salâhattin, Feneryolu Selâmiçeşme Hakkımanço sokak No. 15 de Nurten Osman, Sıvas erkek lisesi 8-A da 236 wedat, Kartal Ülkmektebi sınıf 8 ten 20 İsmail, Beşiktaş Koltukçular sokak No, 4 de Birsen. Birer kart alacakları İstanbul san'at mektebi Hüdiye Avni, Ankara ticsret lisssi 1-4 ten S1 Kemal, Salihli Altınordu İlkmektebi 4 üncü sınıf 407 Günhan, İstanbul Yenikapı — İncebel sokağı No. 9 da A. Mithat, Tarsus Hayat eczanesinde Hasan, Mersin Sa. karya lokantamında Yusuf, Bursa Ca« miikebir oıvarında Lâle perükür salo- nunda Selâhattin, Kayseri K. O. evrak müdürü Nuri Bey kızı Fatma, Eszkişe. hir Millizafer mektebi $ üncü sınıf 146 Zehra, Konya Akıfpaşa mektebi No. 620 Havva, Uşak öortamektebi 1 inci saınıf 268 Süleyman, Bursa Kavaklı Burçüstü No.?de Osman oğlu Muammer Konya Akifpaşa mektebı ö81 Sırrı, Küs tahya İiresinde 339 Salıh, Salıhli Pas« tacı Kümm vasıtasile Ayhan, Konya Akifpaşa mektebi 27 Kadriye, Buca 3 üncü mektep 5 inci sınıf 2909 Nezihe, Balikesir Dumlu İlkmektep Orhan, Ak- hisar mahkeme başkâtibi oğlu Dürrü, Bursa sıtma mücadele kütibi Hâdi Bey kızı Kâmran, Konya İsmetpaşa meke tebi 627 Kemal, Konya Ürtamcktep 3.C den 653 Mahmut, İzmit Ulugazi mektebi 823 4 üncü sınıf Mehmet Ömer, gerErSaSETAERSERSREEESENEEERESERERERELERREEEDEENEEN Ce acelesi var! — Fakat yemeğe o da gele« bilir! Johnns hayretle bana baktı, arkadaşı ise: » — Pek lütufkârsınız! diye ce- vap verdi. Fakat birkaç aya ka- dar serbest kalamamaktan kor« karım! Johmms söze karıştı: — Birkaç ay diyorsunuz, bir« kaç yıl demeniz lâzım! Anlamadım, şaşkınlıkla birinden öbürüne — bakıyardum. O zaman Jobenns'in — dudaklarından — bir tebessüm belirdi ve hafifçe elbise kolunun — yenini — kaldırdı. O zaman iki adamın yekdiğerine bu kadar yakın oturmalarının sebe- bini anladım. Ikisinin kolunu yek- diğerine bağlayan bir kelepçe vardı. Manasız birkaç ke- lime mırıldanarak yemek salonuna döndüm. Mak Fyna henüz ora- daydı, anlattım, dinledikten sonra: — Yemeğe —davet ettiğiniz adam kimdi bilir misiniz? Diye sordu. — Hayır, öğrenmek te miyorum, diye cevap verdim. iste-

Bu sayıdan diğer sayfalar: