5 Temmuz 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

5 Temmuz 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

5S Temmuz “Doktor, beni güze Avrupada yüzüne bakılamıyacak kadar çirkin birçt_)_k kadınlar bedit cerrahi ile meşgul doktorlara Venüsün resmini götürüyor ve ona benzetilmelerini istiyorlarmış Kadınlar güzelleşmek için ne ıstıraplara katlanıyorlar ! Güzel olmak bütün insanların istediği|konuşurken kadıma da bir. kompliman veydir. Fakat Allah çok defa insanın gön-| yapmak istedim. Küne göre vermez. Ya çirkin yaratır yahut da vaktinden evvel çirkinleştirir. Avrupada bu yüzden bedil cerrahi bü- Yük hatvelerle ilerlemiş, ve bugün çok re- Vaç gören bir tıb şubesi olmuştur. Aşağıda okuyacağınız yazıyı Fransız — gazetelerin- den ahyoruz: — * *Bedil cerrahi ile meşgul operatörlerin muayenehaneleri ağrına kadar — doludur.» — Doktor ne kadar mahir . olumsa ol- sun, sizin kadar güzel bir çehre meydana getiremez de Meğer büyük -bir pot kırmışım, kadın güldü: — Bilâkis dedi, ben eskiden çok çir- kindim. Kendimin de itiraf ettiğim güzel. liğimi şu karşınızda oturan doktora borç- kuyum, Ben ancak ameliyat olup da güzel- Bir Fanastı muhsrril b münasebetle | İsttikten sonra evlenebildim. Kocami kar- Na getirmektedir. Zira dünyada gü- zi n Mevcudiyetini anlamak için çirkin- Eğin ne olduğunu görmek ve mukâyese et- mek lüzimdir. Şimdi, herkes ayni burunlara, ayni du- gıda oturuyor, Eikiden tanışırdık. Beraber okuduk arkadaşlık ettik, ben onu sevdim. fakat-o bana lâkayd kalır. Ve hattâ Flörd etmek istediği kızları bile benim vasmtam- ha tanırdı. Nihayet işin böyle sökmiyeceğini layınca gidip ameliyat oldum, bu sefer ba- na tamamiyle bigâne olan şimdiki kocam, daklara, ayni çehreye sahip olabilecek ve (â*mpati duyarak bani sevmeğe başladı ve Mukayesesizlik yüzünden zevklerimiz kör- lenecek.n a Bu sözlerin isabetini takdir — ederken, işte görüyorsunuz ki, bir ameliyattan bir izdivaç doğdu. Yemekten sonra doktoru tebrik eder- girkin oldukları için koca bulamayan bed. |P © bana yu cevabi verdi: baht genç kızları düşünüp de onlara hak vermemek te elden gelmiyor. Bir zivafeşteydim. Sağ tarafıma, — gık, Zarif, ve bilhasaa fevkalâde tenasübü olan bir genç kadın düşmüştü. Hokka gi d, çekme gözler, düz bir burun.. yani bir kadını Büzelleştirecek bütün vasıflar onda Vardı, du. Bu doktar bilhassa bedit cerrahide #öhret kazanmıştı. Söz tabiatiyle bedii | Kendisini — Madam S.., 'in ameliyatı çok kolay oldu, biz nelere tesadüf ederiz. Ne vak'a- İlara rasgeliriz? Bakın bir tanesini size an- latayım. Burnu yana çarpılmış, bir metre 35 bo- yyunda zayıf ve yaşı da 35 e gelmiş bir ba- - İyan elinde Venüs'ün rtesmi ile geldi ve: «Doktor dedi. Beni şu fotografa benzete- ceksin eğer muvaffak olursanız — size bin Karşımızda da bir doktor oturuyor- | frank veririm.» Çarünâçar ameliyat masasına yatırdık. lduğundan çok güzel yaptım. Serrahiye intikal etti ve ben de doktorla'fakat Venüse pek benzemedi. Sargılar çö- ——— — ——— — Amerika plâjlarında yeni bir moda Holivutta son günlerde yeni bir moda meydana çıkmıştır. Bu modaya u- yan kadınlar plâjlarda bacaklarına birer çiçek resmi yaptırmaktadırlar, Bu yeni modanın bir çok muhitlerde intişar edeceği anlaşılıyor. Çiçekler sular- dan bozulmıyacak bir şekilde bacağın üzerine basılmakta ve bir müddet öylece kalmaktadır. SON POSTA zülüp de âynaya bakınca Venüs'e benze- mediği için fevkalâde kızdı ve beni taah- hüdünde durmamakla itham ederek mah- kemeye verdi. Kadının mantığı işlemek — istemedi mi onunla gökten Allah inse uğraşamaz. Ben de bizim, bayana eski resimlerini göster- dim yeni çehresiyle mukayese yaptım. Hiç biri tesir etmedi. Haftalarca evine kapanıp kederinden ağladı. ; Yine bir gün muayenehaneme genç bir kız geldi. Burnu çok yassı idi. Burnunu siv- İriltmek istiyordu, onun elinde — de Greta Garbonun resmi vardı, kendisine: — Ebeveyniniz var mı diye sordum. — Var dedi. — Öyle ise onlardan müsaade alın da gelin! — Anneme söyledim kıyameti kopar- dı. Babam da razı olmadı diye cevap ver- di. Onun üzetine ben de: — Öyle ise ameliyat yapamam dedim. Bir hafta #onra genç kızdan şu mektu- bu aldım. Doktor cebinden esans kokan küks bir kâğıt çıkardı, genç kızın mektu- bunda şu satırları okudu: «Seygili doktor... Niçin bu kadar gad- darsınız bu inadınızla istikbalimle oynadı- ğınızın farkında olmuyor — musunuz. Bir hafta evvel evde bir çay vermiş ve sevdi- ğim genci de diğer arkadaşlarım arasında davet etmiştün. Mahremi esrarım — olan Mariye tenbih ettim ve tarafımdan Roberte açılmasını ve bu çayın da bir nişan mera- simi halini almasını rica ettim. Mari, Roberti benim bulunduğum oda- ya çekti, ben perdenin arkasında kalbim titreyerek mülâkatı dinliyordum. Şuradan /buradan bir hayli konuştuktan sonra, niha- yet Mari: — Robert dedi. Bak yaşını başını almış- sın kazancın da fena değil.. Zanneder- 'ıaın bizim Jülyet'in de sana karşı sempati- si olabilir. Gel onu sana yapalım. Robert güldü: — Jülyet iyi kız amma, onun burnunu Gmrümün sonuna kadar nasıl görmeğe te- hammül edebileceğim dedi. Sanki dünya başıma yıkılmıştı. Bir ta- Tafıma nüzül inecekti. İşte görüyorsunuz ki doktor, benim burnum beni çok bed- baht ediyor. Ebeveynimin arzuları hilâfına ameliyat için bir çare düşündüm. Sizin muayenehanenin önünden geçerken mah- sus yere yıkılıp burnumu çarpacağım. Siz de acele bir müdahaleye lüzum varmış gi- bi derhal burnumu ameliyat — edeceksiniz. Olmaz mı? Benim şeker doktorcuğum... ilâh...» Doktor mektubu cebine yerleştirirken #özüne devam etti: Kız şimdi Robertle ev- lendi. Ve çok mes'ut. İstetik ameliyat dünyada — mühim bir yer işgal etmeğe başladı. Bir saat bir çey- rekte buruna istediğimiz şekli — verdiğimiz gibi iki saatte de yüzün derilerini jçekerek kırışıklıkları izale ediyoruz. En sevmediğimiz ameliyat göğüs ame- liyatıdır.. 3 saat bir çeyrek devam — eder. Kadın da fazla tirap çeker. İşimiz kadınlarla olduğu için mahke- melere çok düşüyoruz. En birinci düşma- namız aynalardır. | Tatili uzuv falan. gibi şeyler başımıza gelmez. Bu nevi ameliyatların uzvi tehli- H elerj yoktur.Fakat kadın, yüzündeki band- lanı çıkarıp ta bir kere aynaya baktı mı, hiç bir zaman memnun olmaz ve niçin da- ha güzel olamadım diye kıyameti kopanr. O daima hayalinde yaşattığı kusursuz tipe yaklaşmak ister. Ve muvaffak olamayınca da çileden çıkar.» Sayfa —7 İleştir!,, | Eski İmparatorluğun yabancı ellerde boynu bükük bıraktığı Türkler Göçmenler gelirken düşünceler Romanyadan, Yugoslavyadan ve Bul - garyadan kafile kafile göçmen geliyor. Gazeteleri okurken, bu göçmenleri, Os- manlı imparatorluğunun son asırlarda bir- biri arkasından uğradığı — birbirinden acı bozgunlardan sonra canını İstanbula at « maş. v& ağlarca, yıllarca önmi avlalarında barınmış muhacirlerle — karıştırmamalıdır. Bu yeni göçmenler, Ozmanlı imparatorluğu yıkılırken, Rümellerinde serpilmiş kalmış Türklerdir ki, evlâtlarının yabancı ellerde boynu bükük bir azlık halinde yaşamaları- na gönlü ve büyüklüğü razı olmıyan Tür- kiye Cumhuriyeti Hükümeti, —onları bir program dahilinde anayurda getirtmekte - dir. Bu göçmenlerin ehemmiyetli sayısını ve hükümetimizin göçmen işine verdiği ehem- miyeti göstermek — üzere iki senedenberi mühtelif — tarihlerde — topladığım - gazele kesikleri bir yığın halindedir. Bu yığın, — göçmen — işinin” — ehemmiye- tini, yabancı ellerde serpilmiş kalmış olan Türklerin anayurda kavuşması için sarfe- dilen gayretin bi günü, ve bu işin ol dukça çetin bir memleket meselesi olduğu- nu gösterir, On yedinci asır sonlanında, 1683 Viya- na bozgunu, 1920 de Osmanlı imparator- Tuğunu inkiraza sürükleyen bir gerileme ve başlangıcı — ölmüş- tu. Viyanayı geçtikten, az sonra Türk top- raklarına giren ve Karadenize kadar bu topraklarda akan Tuna, sınırlarımızın di gında ve bizden uzak kaldı. Tuna memle- ketlerinden Macaristan yüz elli yıl, Roman- ya, Sırbistan ve Bulgaristan dört yüz yıl Türk hâkimiyeti altında yaşamışlardı. Tu- na 'boyundaki Türk hâkimiyetinin son ha- tırası da Adakale idi. Adakale, Osmnanlı İmparatorluğunun Tu- na üzerindeki eski hâkimiyetinin bir tarihi nişanı gibi, Cihan harbine kadar Osmanlı $- daresine tabi oldu. İstanbul vilâyetinin bir nahiyesi addolumur, buradan seçilen bir müntehibi sani İstanbula gelir, reyini kul- lanırdı. Adakale Orta Tüna,da, Hırşava — Or. sova ile Severin arasındadır; Demir Ka - pılar Boğazını geçtikten sonra gelir. Tuna- nin bu kısımı Cihan harbinden evvel Mac ristanda idi. Harpten sonra, Adakı ile beraber Romanyaya geçti. Karşı yakası ise Yugoslavyaya aittir. Macar âlimlerinden Doktor İgnace Ku- noş gençliğinde ve 1876 (Hicri 1292) Rus harbinden sonra, Türk halk edebiyatı nü- munelerini toplamak üzere Tuna yolu ile Türkiyeye gelirken Adakale'ye uğramıştı. Macar Doktor hâtımalarını tatlı Türkçesi ile ne güzel anlatıyor: » UZ gittik, dere tepe düz gittik, her günümüzü gün ettik... Tâ ki günlerden bhir gün Kazan derbendi'ni geç- tikten sonra Adakale dedikleri bir Türk w dacığı önüne, yani iskelesi olan Hırşava şehrine vardık. Türkleri ilk defa olarak bu münasebetle gördüm. Bazıları diz çöküp, bazıları el pençe di- van durup veya bağdaş kurup sıra sıra sü- Kütler gibi Tuna kıyısında oturur, müşteri beklerlerdi. Bu adamların Türkçe konuş « tuklarını can kulağile dinlerken birdenbire Adakale gençlerinden birisinin ağandan hazin bir nefha çıktı. Ohi.. O yüreğimdeki sevinç, o gönlümdeki ferahlık!.. — Söyle hemşeri, söyle © şarkıyıl.. di- ye yalvarırken, o: parçalanma devrinin — Söylediğim beyit şarkı değil, türkil- dür, türküt.. dedi. — Ne gibi türkü? diye sordum. — İşte, Badin türküsü,.. de — Daha hoş ya.. daha iyi y Çok se« vindim, benim de istediğim budur. Dört gözüm olsaydı hepsile bakardım, kurt kulağım olsaydı hepsile — dinlerdim. Gencin söylediği Budin türküsü şöyle idiz Ötme bülbül ötme, yaz bahar oldu, Bülbülün figzamı bağrımı deldi, Gül alup satmanın zamanı geldi. Aldı Nemçe bizim nazlı Budini... Budinin içinde serdar kızıyım Anamın babamın iki gözüyüm Kafesde besili kınalh kuzuyum Aldı Nomçe bizim nazlı Budini... — Nasıl efendim, bizim Adakale tür « küsünü beğendin mi?.. — Çok hoşuma gitti, dedim, minnet ol du canıma, teşekkürler olsun size, bu türe küden başka daha neler bilirsin? — Bizim Ada'ya çıkar isen söylerim. .« Çok düşünmeksizin pılıyı pırtıyı alıp he- men vapurdan indim. İskeleye çıktım. İşte benim Peştede tasarladığım Türk halk ede- biyatını toplamak işi şimdi başlıyor diyee vek iskelede duran bir sandala bindim; ve yelken açarak Ada'ya geklik. © vakitler bahar idi, güller yeni açılıyor« du. Tuna'nın suyu çağıl çağıl çağlıyordu. .. Benim genç gönlüm de ferahlanıyordu. Beş yüz uüfusu olan Ada'ya çıkar çıke maz kasaba halkı beni karşıladılar ve yakın bir kahveye götürdüler. Kahve ve cigara ikramdan, nereden gelip nereye gittiğimi sorduktan sonra tatlı tatlı konuşmağa baş- ladık. Benim de asıl merakim — Adakale türküleri idi. Onları sordum: «Kalenin ö« bür ucunda gençlerin kahvesi var. Akşam Üstü oraya git, hem türkü, hem şarkı varlw dediler. Alçak bir kulübe olan bu kahve, viran bir yerde, kalenin en son bucağında bulunu. yordu. İçinde gençler oturmuştu. Beyitler söylendi, cünbüş edildi... Benim kayıkçı beni görür görmez başlamasın mı türküyeş Şu Adadan gelüp geçtim, Acı tatlı suyun içtim, Ben yarimden ayrı düştüm, Aman Ada, şirin Ada!... Kal selâmet şirin Adal!,., . Şalvar giyer adamları, Pek dayıdır oğlanları, Aman Ada, şirin Ada Kal selâmet şirin Ada!... Ben: — Haydi bakalım bir daha!.. dedim. Kayıkçı biraz düşündükten sonra yine başladı.... Otuz kadar beyit söylendi. Bun- lan yazdım. Ezberledim. Gece ilerledi. A- dayı karalar bastı. Kahve de kapandı. Hır« g#ava otelinin bir odasında tatlı tatlı uyku üyürken tatlı tatlı rüyalar görüyor, ve: “Aman Ada, şirin Ada Kal selâmet şirin Ada!... Seslerini işitiyordum..» (D. Kunoş. Türk Halk Edebiyatı,18 - 231 (Devamı 8 inci sayfada) NL B

Bu sayıdan diğer sayfalar: