29 Ağustos 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

29 Ağustos 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

6 — Sıyfı Tarihten .ıayfa!ar : “Püsküllü belâ,, sözü halk arasına nasıl yerleşti ? Herkes içtimat mevkiine göre değişen ığırlıktı püskül taşımıya mecburdu, bunları taramak için kundura boyacılarına benzeyen çocuklar sokaklarda dolaşırlardı Lütfü tarihinden 1845 (Hicri 1261) yılı vakayiini gözden geşiriyorum : Yransa Kralı Lüi Filip'in oğlu Dük dö Monponsiye seyahate çıkmış, İstan- bula da uğramış, Abdülmecit Fransız prensini Bevlerbeyi sahilsırayına — da- vef ederek iltifatta bulunmuş. Sonra bir takım — aziller, tayinle Hi€ şüphesiz' ki bugünkü konuşmamnı gdâ, Filibe nazırı Abdülahad ağa - ile e- niştesi olan Diırama kuymakâmı Şerif ağanın azilleri, ve sabık: Konya - valisi Hamadi paşanın Karahisar Sahipte ika- mele memur edilerek Bekir Sami paşa> nın ;Konyaya tayini bizi alâkadar ede- merz, Kvürud zadei kral: Framâaip ve «ba- z lesicihat» diye - nükledileii — bu / iki benüden sonra karşmirra şüşde bir'baş- .hk' çıkacaktır: Püskül nizanı!n. * Bu ön ön beş satıri okurken. bir-te- İşsakiri ınumuıu u_ yüu“ ve'aşağı sadüfü hatırladım: Geçenlerde baba- İcinsten fet giyen umum bendegün -ve mın bir dostu ile onun oğlu ve benim (halkın feslerine taktıkları . püsküller, bir kucmş arkadağım ölan Yusufa râst- |bükülmemiş ipekten yapılmıştı. Rüz- ladım. Bülün gün dehiğden çıkmayan | gârdah yahut yağmurdan veyahut sair ve yanık derisile balçık'dan bir “atlet(len küçük bir şeyden telleri dolaşır, her heykeline benzeyen bu Çöcuk; üzerine|gün püsküllerini taraktan —geçirilmesi titreyen şâir bir babanin yi yetiştiril- İlâzım gelirdi.. Hattâ püskül taramak miş olgun bir yavrusudur. için, şimdiki kundura boyacıları — gibi Vapurda oturuyoruz, bir küçük ar-İşokaklarda ve Çarşı pazarlarda,; «Püt- tist ve bir küçük mütefekkir olarak ta-|küller tarayalım!» diye eksetisi yahu-« nıdığım Yusuf, ne oldu bilmem, elinde-|di olmak üzere çocuklar dolaşırdı. Bir ki gazeteyi bıraktı, bir müddet gözleri|çok ahali bununla geçinirdi. Kadınlar bir noktaya saplandı, ve sonra gü da bu kalıba dökülerek tablalı fesler ü- seyerek zerine taranmış ipekleri takarlardı. Ve Bak ağabey, karşıda ne var! de-|başta kolay durması için feslerin içine teller ve üstüne kâğıt yerine gümüşten yapılmış paftalar takınırlardı. İşte bu ipek püsküller halkın başına m- di. Kadın erkek, çoluk çocuk, Haydar- paşa hattındaki bir buçuk vapurunun mahşeri kalabalığı içinde Yusufun|âdeta püsküllü belâ denmeğe seza o- göstermek istediğini bulamadım , lup bilhassa asker tayfası, yolcular ve — Bak ağabey, fesli adaml.. Fesli bir ecnebi, benim sevgili Yu- karşıda be canım,|hademe için tekellüflü şey olduğundan ümera ve zabitan ve neferlere tayin e- dilen dirhemler miktarı örme püskül sufu güldürmek için kâfi bir mevzu-|takılması, ve askeri teşrifat mucibince dur. Kalıpçı dükkânını — hiç ı,ür' feslerinin tepelerine «ferahip memiştir. — Püsküle gelince, — evin- madenden yapılmış imtiyaz alâmetleri de, kanapelerde, perdelerde, — yas- kunulması ve diğer bütün halkın da tel tıklarda Tenk — renk — ve- -- çe İıpekh püskül yerine örme püskül kul- namile çeşit sallanmaktadır; ve Yusuf, «püs-|lanmaları usul ittihaz kılındı.» küllü belâ» tabirini muhakkak ki bilir. Reşad Ekrem Koçu Fakat «püskül nizamı» nı, Türk in- ——— kalâbının yaşıdı olan Yusut değil, ne çocukluğunda bir müddet fes giymiş o- lan bizim nesil, ne bizim büyüklerimiz, bilir. Şu on on beş satırda geçmiş günlerin tarihe mal olmuş âdetlerini ve tarihin bize buğün garip gelen sahnelerinden birini okuyacağız ; * «Püskül nizamı - 1261 yılına kadar CÖNÜL İSLERİ Oğlum, klzı Görülüyor ki bu delikanlı ne hatalı :'ı' vaziyete düştüğünün farkında değil- . ir. Misafir oları liği ev Yerinde rahat ĞİT Bırak! Cei e. Keiki kda vi «M. M M in — seyyallerini - kul I—MWMW lanan bir delikanlı bana Ankaradan bir mektup yazmış, diyor ki: Kamyon - tramvay müsademesi Dün Tokatliyan önünde bir kam - yon, tramvay müsademesi olmuş, 3931 numaralı et kamyonu 145 nu « daralı tramvay arabasiyle çarpışmış « tır. Kamyon ve tramvay ehemmiyetli surette hasara uğramıştır. Nüfusca hiç bir kaza olmamıştır. $ «Bir ay evvel İzmire - gitmiştim. O- Kendisine oğlum diyeceğim, bir gö- yada çok sevdiğim Geki bir imektep arm — Yüşte sevmek ancak romanlarda görü- kadaşıma rastgeldim, İzmirde bulundu- — İör. İlk gördüğü kızın eline mektup w- ğum müddet zarfında besi “evlerinde — kıştırmak da dürüst hareket - eden bir misalir etti. Bir gün arkadaşımın akra- — gencin harcı değildir. Hata etmişsin; 6- balarından bir sile onları ziyarete gel — İabilir. Fakat artık kızı yerinde — rahat mişti, yanlarında 18 yaşlarındaki kızla- — bırakmalısın, Fakat şayet maksadın eğ- m da vardı. Kızı görünce kendisine kar- a bir meyil hissettim. İkinci gelişlerinde üşaretle hisslmi anlatmağa çalıştım. Ü- güncü tesadüfümüzde de eline bir mek- — Bun için de henüz vakit gelmemiştir. tap sıkıştırdım. Bu mektubumda yakın- Çünkü henüz askerliğini yapmış — deği- da Ankaraya döneceğimi söylüyor, ad- resimi veriyor, bana cevap yollamasını istiyordum. Aradan bir ay geçti, haber çıkmadı. Yakında askerliğimi yapmağa baylıyacağım, bir daha İzmire gidemem Bu kızla konuşmak öçin ne - yapmalı- yım u * İzmirde Bayan (K.C.) yet: Maksadınızı anlayamadım, eski mü- I bir buçuk metre lözımdır. SON POSTA Aıuılos Yarım aselık'Tü k resım sergisinde neler gör B e c Birinci kat merhum san'atkârlara ayrılmış. Ziyaretçileri en fazla oyalayan bu kat oldu. İkinci katta, yaşayan klâsiklerin ölenlere erişemediklerini iflâsa başlıyan alâkadan anladık. Üçüncü kat ( D ) grubuna mahsus. Ziyaretçilerin dörtte üçü meydanda Yazanı Naci Sadullah İştihasının bereketile meşhur bir sayla- Yımiz, Üzeri pastalar, çikolatalgr, — tuzlu tatlı bisküilerle dolu olan upuzun- masayı gösteterek gülüyor: —— 'Benca &n nelis tablo bü. Yanindaki urkadaşı gülüyor: * —- Anlaşıldı.. Sen “de Realisilerdensin! Dün, Güzel San'atler Aksdemisinin &- tölyelerinde açılan yarım. ağırlık “Türk sim ve -heykel sergisinde — ilk kulağıma çalman nükte bu oldu. İlk dikkatime çarpan cihet le, uııı zi yaretçilerinin çokluğu idi. Çünkü, Güzel San'atler A.hdıııdıln v dünkü kalabalığı, hiç bir esim ve heykel sergisinde görülmemiştir. diyebilirim. — Hem öyle kuru kalabalık da dohl İnsan adım başında bir saylavla, bir bü- kanla karşılaşınca, kendisini bir resim #er- gisinde değil, içtima halinde bulunan Ka- mutayın ” koridorlarında sanıyor. Bu kaebil yerlerde, açılış « merasiminin başlamasım- beklemek, ayazlı .bir.. günde tramvay beklemekten de işkenceli. Bir tarafta büfe var. Onun etrafında kimseler yok. Anlapılıyor ki herkea, pasta yerine arız damgam- yemekten — kaçıyor. Sıcaktan terliyenler bile, yanan midelerine taş basıyorlar da, büleye yan gözle oleun bakmıyorlar. Bittabi ben de onları taklide mecbur kalıyorum, ve büfeyle aramda da- ima fena tefsirlere yol açmıyacak kadar u- zun bir mesafe birakıyorum. Ve elim şaka. kımda düşünüyorum: Nereye gideyim? Vükın orta yer bom- boş. Fakat haddiniz varsa — çıkın, Bütün gözler üzerinize dikilir, ve derhal fısltılar başlıyar: — Varyete de var galiba? — Galiba nutuk söyleyeceki — Bu da kim? Kapıdan girince tam karşıya gelen kö- te bomboş. Fakat orası da nedense yasak edilmiş. Herkes, taşlığın yalnız bir köşesi- Salâh Cimcoz... Ressam, saylav, Şev. ne, yani büfenin tam karşısına — birikmiş. ket... İbnülemin Mahmut Kemal... Nep- —e eessenrensenercee (et Halil, Saylav Hakkı Tarık, ve Mehmet 'lar... Ressam Münif Fehim... Şâ- » Ve nihayet bizim meslek- daşlar: Suad Derviş... Refik Ahmet Se- wengil, Fikret Adil, Peyami Safa... İlk bakışta bu sergiyi bir tuvalet meş- heri zannetmek te mümkündür. Çünkü ba- yanların hepsi usta terzi elinden yeni çık- mıiş gibi. Hiç birisinin de tablolara baktıkları yok. Hepsinin gözleri biribirlerinin — kıya- fetlerinde.. Birinci kat merhum san'atkârlı ay- nlmış. Ziyaretçileri en fazla oyalayan bu katta, hakiki şaheserler var. Herkes, imza- gz tabloların önünde biribirine soruyor: — Bu tablo künih? — Bunun da mi imzas yeki — Bu Halil paşanın galiha? Mete dargın sanırsnız. Vükia, medhal hayli tenha, Fakat ere- da de dürdünüz mü, gelenler sizi teşrifat- çılardân sanıyorlar, Ve tanımadığınız bir insanla tokalaşıp acayip acayip — ba- kışmaya mahküm oluyorsunuz. Ben, bütün bunlardan kurtulmak — için oradan oraya dolapırken, merhum Namık İsmailin genç halefi Bürhan Toprak'ın se- vi imdadıma yetişti. Bürhan Toprak kısa bir nutukla, ser- gideki eski eserlerin toplamlışında çekilen zorluğu anlattı, ve pek haklı olarak bir ve- sim galerini açılması İüzumundan bahset- ti. Onun uzun uzun alkışlanan bu temenni- sinden sonra, Bayan Âfet, sergi kapısında- Ki kırmızı kordelâyi mükasladı, Ve ziyaretçiler, salonlara doldular. İn- san, tablolardan gözlerini alıp ta etrafına bakınca, kendisini bir resim sergisinde de- Hil, bir meşhur adamlar sergisinde — sanı- yer: Hem elbise, hem tayyör İkinci katta müstakil yessamların — ve yaşayan eski klâsiklerin eserleri var. Hep oturan, yatan, uyuyan, gezinen, esneyen kadın, kız, çocuk, ihtiyar portre- leri. Bu hareketsiz eserlerde insan bu kat- taki tabloların kıymet bakımından alt kat- taki eserlerden geri kaldıklarına — bakılır. da, 6 neslin ressamıları da eserleri gibi e- memişler, gezinmişler ve uyumuşlar!... YVaşayan klâsiklerin, merhum klâsikle- yin küablarına erişemedikleri, ziyaretçiler- de iflâsa başlayan alâkadan da. belli. Yüzler değil, sual bile değişmiş. Herkes: —— Bu table kimin? evalinin yerini: — Bu kadın kim? sorgusu almış. Her- kes daha ziyade seyyar ve canlı tablolarla meşgul —Kim bu zat? — Şa sanşın bayanın şapkasına — bak. Ütülenmiş şeytan külâhına benziyor! En üst katta yani tavan arasında da meşhur «De grupu. Orada bir tahammül müsabakasının finali — gibi, dörtte üçü eksilmiş. Resimde — gördüğünüz tayyör, tayyör değildir. Yanda görülen elbise üzerine giyilmiş cekettir. Hem elbise, hem ceket, ikisi de gayet şıktır.. Her ikisi de ince yünlüden yapılmış- tır, Elbiseye bir metre kırk santim e - nindeki kumaştan iki metre otuz san- tüm kâfi geliyor. Ceket kollu olduğu için ona gene ayni endeki kumaştan ziyaretçilerin Ben, oradaki tabloları, yağlı boya ka- tikatürlere benzettim. Ressam Halil paşa, hiç bir şeye ben- zetemediği acayip acayip vesimlere olanca ördüm yoktu. Parti Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya sergiyi geserken Bittabi arkalar büfeye dönük; hepsini ni-|dikkatiyle bakıyor, Gözleri ı—luııN Sokuluyorum : — Aceleye gelmiş de ıııııılıyıni' mışlar tabloları galiba. Ressam Saylav Şevket ayni vaziyetiei — Ya ben resimden anlamıyorum, yt d yor. Ne yapmak istediklerini anlamak Kİ? nafile bunlar resim yapmasını — bilmiyorlari kendimi skıp duruyorum — âmma, Biraz daha zorlarsam çatlayacağım. Fâvurili bir yort — Siz bu tablolarda manâ — aramayı! diyor, ve ne aramamız lâzım geldiğini 4” latmak istiyor, fakat resasam Şevket detle kaşlarını çatıp, onun sözünü kesiyotl — Ben manâisız şeyden anlamam! d yor, ve uzaklaşıyor. Fakat fütürist, Kübik, empresyonik azimlerini kırmıyor. Zaten en kuvvetli v€ şayanı hürmet tarafları da bu kırılmaz zimleri. Her yakaladıklarma — ayni nul veriyorları — Klâsik resim iflâs etmiştir artık. Re” me yenilik getirmek lâzım. Bu resimle: manâ ma., Fakat güzel ya, ona bakın siz. kide manâ arıyormuyuz? Resimde n arayalım? Hem bunları anlamak bir meleke selesidir. Zamana bağlıdır. Bakın ©& istihfafla karşılanan empresyonizm aldı yürüdü, Şu beğenmediğiniz kübirtif mimariye nasıl yerleşti. Bugün kübikleşmi” miş bir ruhlarımız kaldı. Bunlar da 09 Ve bir münakaşa, bir münakaşa, münakaşadır gidiyor. Muhakkak ki, ilk katta başlayan ** at, orta katta tedenniye, yor, ve tavan arasında tam bir acz hu alıyor. Bir dost: — Bunlar, diyor, hayli güç olan &i san'atin kâaabına erişemeyince ne yal caklarını şaşırmışlar. Fakat böyle gider de, tavan arasından kurtulamazlar. İkinci bir konferansa tutulduğum 'da, Suad: Derviş kolumdan çekiyor: — Haydi haydi... Anlayamazsın bü ven. Bir derste öğrenilmez. Fakat Sund Derviş bir ıoı..n.ıııı':,' mı? de ı*’ türiet ressam bir kolumdan çekiyoti Bit — Haydi yürü! diye beni kurtarı çabalıyor, öteki habire anlatıyor: — Klüsizm iflâs etti. Resimde kik lâmm. Bu gördükleriniz; yeni ğar açmağa çalışanların ilk enıludll-"’ ni bir araştırma devresindeyiz. Yakamı güç kurtararak: — Şimdilik diyorum, bit şey madım, Maamafi temenni ederim ki rayış devri, hayırlı semereler versit: Uzaklaşırken Suad Derviş gülüye? — Arasınlar bakalım. Arayan — M” sını da bulur, belâsını da! Naci SadullaP ani ressam yanımıza — sokulü! tün bu istiskaller, Sürrealieir Tessamlar? anmaz, Renklerin armonisine bE” kın siz. Şu ispati birlisile, kavun kabuğtf nun yanyana getirilişine bakın. Belki #f mudun ispati birlisile yanyana gelişi saf' Mut* eyt mt U. tereddiye Wf ysik jer a e m! # & , f

Bu sayıdan diğer sayfalar: