7 Kasım 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

7 Kasım 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

tefrikası : 23 İTTİHADve TARAKKİDEONSENE HARAARER — Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen — KEREREN v —a ——— Talât Millt Hükümetin varlığını derhal kabul etti, ! halbuki Enver.... İtthat ve Terakkinin sivil lideri Talât fani ihtiraslardan ne kadar uzak idiyse, Enver de bu fan? ihtiraslara kendisini o kadar çok kaptırmıştı. Şöhret istiyordu, Hâkim olmak istiyordu,günün birinde devletin bütün idaresini eline almak istiyordu Enver beyle Edirnede ilk defa ola ".k Uzunca konuştuğum gün gayet TiZ surette anlıyordum ki o ordu ile Yalnız Edirneye kadar gelmiştir, fakat, :Yuxene orada kalmak fikrinde değil- iri daha ileri, kabil olduğu kadar ileri Kidecektir. Meselâ, alel'umum, askeri aidelere göre, harb zamanında bir Bâzetecinin umumi karargâhtan izin Maksızın ileri giden bir kıt'anın peşi- m! takılıp oraya gelivermesi hoş görül- ,_:'"'îk icabederken o benim gelişimi Bi Börmüş, benimle uzun uzadıya ko- Kalmiya, bana hareket hakkında iza - mek, “Meğe, hattâ benimle beraber ye- "îd Yemeğe vakit bulmuş, sonra da tirmiln telgrafi telsizle İstanbula çek- map 'i Gazeteci bu gibi hareketlerin ın_.ııı'sıını iyi anlar. Bunun için, bir olu; t Ao.nrı Enver bey, Enver paşa ı...,'î ı:"h'” nazırlığına geçtiği za - n hiç hayret etmemiştim. Enver Paşanın gayesi hl"-hkfı şöyle idi ki Enver paşa, Na- Yon gibi, kendisine büyük bir istik- l Yapmak istiyordu.İttihat ve Terakki eketine girdiği günden mi başlar, :f'll_ı bu fikir ona sonradan mı gel - Btir) Bunu bilmek benim için ka - vi değildir. Fakat, sivil politikacılar a» m Ndan Talât bey nasıl yavaş yavaş doğı:: etrafında toplıyarak — yukar B ve İttihat ve Terakkinin sivil lderi olmuşsa Enver de, aynı Tetle, Yavaş yavaş yukarı çıl;ııı;ıklo!rlî düyu ele almış ve bu suretle İttihat ve k;ml:kıy: askeri bir lider değil, mem- i"el; hâkim bir kuvvet olmuştur. E - ı ]-:ızı muhal olarak, biz Cihan Har- imiyaz_nfnnış olsaydık, onun asıl hâ- 'etini o zaman görecektik, ı,Hü?'î'iyc'in yavaş yavaş onun eli - Beçişi şöyle olmuştur: Enver Paşa hakimiyeti eline nasıl aldı Ni doı":î“l. ve Terakki, memleket için - lar,, Pdisini tutacak bir halk kitlesi bu- day B1 için ordu kuvvetinden başka .“.;::'î'k bir yer kalmadığına kanaat elin 'i gün bütün kuvvetile orduyu '_l' nak ve onu yeniden tanzim ve :' edip şunnnlu memleketi tutmıya k Vermişti. Bu işi bir kere Mahmut ı“ Paşa ile yapmak istedi. Sonra, w»'.l ile tecrübe etti. Her iki tec- ; F:ı lk_ın merkezi umumiyi, hem 'lhiılcv"-ı.n tarafında toplanan genç _Hhıı Zümresini tatmin edemediler. Tinde, sa Mahmut Şevket paşanın kat- tine " *Onra İttihat ve Terakki kendi- ıun:îkîndeodaeayıkın veo- İanl G nüfuzlu birini daha bulamı- İnteği” Bunun için gençler istettiler, o tk Enver de harbiye nazırı ola- b ::dnç arkadaşlarını etrafına topla- İa 'Uyu gençleştirmeğe ve yeniden Ve teşkile teşebbüs etti. Ve GASt ve Terakki için, yeni; kuvvetli kan disiplinli bir ordu yapmak, Bal- _ü“:lıhınbuinden sonra artık en TMuşt el Ve mübrim bir zaruret ol - hh:" Vâkıa, Rumelinin imparator - "lilli: b p gitmesi ile gayri Türk ,'hğ;"î; T Meselesinin bir kısmı ken- Ka halledilmiş oluyorduysa da hi müteıaııha aynı mâhiyette yeni ye- E’hı "'_'leler ayaklanıyordu. — Ruslar, p,.:“' Meselesini ellerine almışlardı. “—mü"î— ngiltere, İtalyanın da lürlü hesapları olduzu görülüyor ve Enver Paşanın Adapazarında bir bu hesapların hareket ve faaliyet ha - linde bulundukları da pek güzel hisse- diliyordu. Ordunun günlük siyasetle meşgul olması bir memleket için en büyük fe- lâkettir.. Osmanlı İmparatorluğunun Yeniçerisi, Ramanın Pretorienleri, Ab- basiye saltanatının Türklerden mürek- İkeb orduları gibi, hükümdarı, yani yük m|*ek otoriteyi zayıf bulduğu zaman siya | sete karışırlardı; Nizamı-cadiekleri'sönü; |ra bir aralık Osmanlı ordusu siyatete karışmamıştı.. AbdÜlşoiik! sön z < manlarında ordu, İttihat ve Terakki ile beraber siyasete karıştı ve bu hal bir müddet devam etti. Bu siyaset ordu -| nun başına Enver paşa ile arkadaşla- rını çıkarmıya kadar gitti, fakat, onlar oraya geçtikten sonra tedricen orduyu siyasetten çektiler. Ondan sonra ordu | siyasete karışmadı, fakat onun siyase- te karışmadığı nisbette de memleket hükümet nüfuzu Enver paşanın eline geçmeğe başladı. Yukarda anlattığım gibi, ben Enver paşayı az tanırım. Kendisi ile yukarda naklettiklerimden başka, harb esnasın- da topu topu iki defa daha görüştüm ve bir defasında Türk gazetelerine Almanyadan gelen kâğıtlar için o za - mana göre ileriye gitmiş sayılan bir münakaşa yaptım. Bunun haricinde kendisini bazan fırka içtimalarında, bazan da köngrelerde söz söylerken dinledim. Onun şahsiyeti hakkında e- dindiğim fikir şudur ki, İttihat ve Te- rakkinin sivil lideri Talât, fâni ihti » raslardan ne kadar uzak idiyse o da kendisini bu fâni ihtiraslara o kadar çok kaptırmıştı. Şöhret istiyordu; hâ- kim olmak istiyordu; günün birinde devletin bütün idaresini eline almak istiyordu. 'Enver ve Telâtın ayrı düşünceleri Bunun içindir ki harb kaybedilip | başlıca ittihatcılar İstanbulu terkedince Enver paşa ile Talât paşa derhal yolla- rını ayırdılar. İlerde harbden nasıl çık- tığımızı anlattığım zaman etrafile hi- kâye edeceğim vechile Talât paşa ken- İdisi ile onun arasındaki ahlâk ve gaye |farklarını nihayet anlamıştı. Onun için İstanbuldan hep beraber vapura- bin - dikleri günden itibaren eski başku - mandanla talihsiz sadrâzamın yolları ayrılmıştı. Öküz ölünce ortakların ay- rılacağını söyliyen Türk darbı meseli bu ayrılışı ifade için tam yerinde kul- lanılacak bir sözdür. — küşat resminde alınmış fotoğrafı O kadar ayrıldılar ki evvelâ biri şar- ka, diğeri garba gittiler. Sonradan Ta- lât, Ankaradaki Milli Mücadele hükü- metinin varlığını derhal kabul etti, ona karşı hiç bir hak iddiasını düşün - medi, bilâkis kendisini yalnız vazife i- le mükellef bildi. Buna mukabil En - ver Anadolu işlerine müdahale teşeh- büslerinde bulundu. Düşmanla pen - Bi çeleşen ve henüz her türlü teşkilât kuv: vetinden mahrum, yoksulluk — içinde yeniden yeniye bir ordu yapmakla meşgul olan bu insan kuvvetinin üs - tündeki hamleyi düşman karşısında raBat brakmak lüzum ve zaruretini takdir edemedi (Arkası var) Hasan Tıraş Bıçağı Çeliğin en serti ölduğundan çol kolaylıkla ve tatlılıkla bir dakika- da tıraş eder, Dünyanın en kuvvetli ve hassas mikroskop âletile müker. rer surette tetkik olunduktan sonra piyasaya çıkarılmışlır. Ne frangız . lar, ne İngilizler, ne de Amerikalı. lar, ne de bütün dünya aynını yapa- maz. Alâmeti farikası ile ihtira be- ratı vardır. Paslanmaz Hasan tıraş biçağı ra - kiplerini şaşırtmış ve her tıraş bıça. ğı fabrikası paslanmaz yapmak iste. miştir. Fakat bu iş kolay olmadığın- dan hiçbir fabrika müuvaffak olama- mıştır. Yalnız Almanyada Fazan ve 'Türkiyede yalnız Hasan tıraş biça- ğı muvaffak olabilmiştir. Mutlaka Hasan markasıhı arayınız; israr e- diniz. Fiatı: Paslanmaz Hasan Traş bıçağı |0 adedi 50 kuruşa, Hasan Traş biçağı 10 adedi 35 kuruşa, Ha- san deposu: Ankara, İstanbul, Bey- oğlu. ——— — rHllzâye İ SAFO Beyaz ve büyücek bir bezden olan elbisesini sol omuzunun Üstünden ata- rak sol koltuğunun altmdan dolaştır. - mıştı. Sedeften yontulmuş gibi olan o- muzu ve güzel kolları açıktı. Dalgalı kara saçlarıhı ensesine sarkıtmış, ha - fif hafif esen akşam rüzgârının elleri - ne vermişti. Safo kendisi gibi iki genç kadınla birlikte kumsalda geziniyordu. Arzu- larını kalbine gömüyordu, çünkü ara- dığı aşkı bulamamıştı. İşte gene aşksız kalmanın acılarını söylüyor; bu acıları tabialin güzellik - lerine hayranlığile avutuyordu. Güneş Midilli adasınm yeşil tepe - leri ardında gittikçe kızarıp sararıyor ve batıyordu. Yirmi adım kadar ileriye bir kayık yanaştı, kumsala baştan kara olmuştu ve içinden bir delikanlı Ççıkmıştı. Bu, uzunca boylu, kumral saçlı, gü - zel vücutlu, dinç ve yakışıklı bir genç- ti. Safo, durdu. Güneşten yandığı için akşam aydınlığında parlak bir tunç ren- gini almış olan delikanlıya baktı ve hem sustu, hem de çalgısını kesti. Safonun arkadaşlarından biri ona döndü: — Bu, kayıkçı Faondur. Dedi, Faon kayağın ipini kumsalın Berisin- deki çalılardan birine bağladı ve da - ha ötedeki küçük kulübelerden birine doğru gidecek oldu. Safo hiç bir şey tasarlamaksızın, iç- ten gelen bir hisle ona seslendi: — Faon, bizi sandalınla biraz gez - dirmez misin? Delikanlı üç genç kadına gelişi gü - zel baktı ve yoluna devam ederken ce- vap verdi: — Evde anam bekler. Çabuk döne- cekseniz kendiniz gezin... Safo dalgındı alının, yürürken — büsbütün e erkek olan tunç rengi vücu - Ş ybolup gitti. fo, ha dnız gezelim. Daha iyi. Deniz © kadar Genç ve içli ka- dinneden sonra kendisine bir şey söylendiğini du - yabilmiş ve arka- Bgüzel ki... Yarınki nushamızda : Yükseklik rökoru Yazan: K ircan Kaflı sürgün edildi ve Sici , ya gitti. Piti Bgos ( Vürgundu vu dillidek gaşalığı bastırarak bu;: geçti. Safo « ya: — Geliniz, burası sizindir. Diye haber yolladı. Safo döndü, fakat Pittakosun olma -| dı. Onun uğrunda kendisini ölüme bu adamdan tatlı bir bakışı bile esir « gedi. İşte en sonra aradığır bulmuştu Artık şüphe etmyordu: Kayıkçı Faonu & ık elbisele deki bu y tunç delikanlıya vurulmuştu, * Faon, kayığınla beni biraz gez-. dirmez misin? - Anamı bekletemem, Yarın geleyim. Belki yarın da işim çıkar, Sen: kendin do — Kürek çekmesini bilmem, Hem ellerim tutmuyor ki... — Yalan söylüyorsun, Midilli: rek çek: bilmiyen insan y Ne kaba bir adamdı bu!. Ruhu da vücudu gibi tunç renginde mi? Hattâ tunçtan mı örülmüş?. Safo yırtık elbiseli kayıkçının v nü kaç defa kesti. Kaç defa )ssız salda kollarını onun boynuna n onun dudaklarma yak — Niçin bana bakmıyorsun? Ba kıver,.. Bir defa bakıver! Diye yalvarmıştı. Fakat bütün yalvarmalar boşa çık « muştı. Nice zenginlerin, nice asil gençlerin aşklarını alaylı bir gülümseyişle & şılıyan bu ateş gibi kadın şu tunç deli- kanlının kalbini yakmak şöyle ( onda küçük bir akis bile ya: mıştı. Evine kapandı; avunamadı. elerde, kırlarda, yılarda dolaştı. Son derece alan şiirlerini haykırdı. Kalb uğultulu derdini köpüklü — denizlere, rüzgârlara v lâkin kurtule gmna — Bakafak Yı;uıı: Llion Feuchtwanger sormuştu. ' — .Ne diyor « | Ceviren: İbrahim Hoyi gel!... Vaktile be- dun?.. nim böyle y Arkadaşı gülümsedi. — Aşk tanrısı Erosun oklarile vürul- muş gibisin! Dedi. Safo aldırmadı ve çalgısını çalarak şarkısını söylemekte devam etti. Fakat hiç şüphesiz onda artık eski coşkunluk ve derinlik yoktu. Bunlar milâttan en az altı yıl önce 0- Tuyordu. Bütün gece düşündü: — Onu seviyor muyum? Diye kendi kendine sordu, Faonun hayali gözlerinin önünden gitmediğine göre sevdiğine şüphe yoktu. Öyle bir erkeği hiç hiç görmemişti ve hiç bir erkeğe karşı bu hisleri duymamıştı. Geçen zamanları hatırladı. Eresos köyünde doğmuştu. Asil bir ailedendi ve babası Skamandronymos- la annesi Kleisin Safodan başka üç o- ğulları vardı. Onlar da hisli ve zeki, yakışıklı gençlerdi. Fakat Safonun en- gin duyuşları hepsinden — üstündü. Bunun için Midillinin o'sırada pek ta- nınmış şür ve musiki mektebine de - vam etmiş, parlak zekâsını, coşkun ka- rakterini hemen göstermişti, Fakat on dört yaşına gelip te baba - sınm zorile Andros adasının zengin - lerinden Kerkolosla evlenince tasalı ve yaslı bir hayat başlamışlı. Yalnız para ve yiyecek düşünen bu adamın evi genç kadın için kayalık bir vadiden başka bir şey değildi. Bereket versin ki pek kısa bir zaman sonra Midilliye dönmüş ve orada hiç olmazsa eski de- kor içinde yaşıyarak avunmuştu. Safo kocasile yaşıyamadı ve inzivaya çekildi. Onun ruhu aşk arıyordu, Midillide bir kargaşalık oldu. Bir çok tanınmış ve asil ailelerle birlikte rışlarıma dayanamamış, babanın ışık- lar saçan sarayından çıkmış, bana doğ- ru inmiştin.» «O zaman bulutlar arasından beliren senin güzel arabanı çok hızlı uçan iki güzel serçe çekiyordu. Onların kanat- ları karanlık dünya Üüzerinde hızlı vu- irpiniyor, seni boşluk içinde üyordu.. «Pek az bir zamanda önüme gelmiş- lerdi ve sen ey aşk tanrısı, o solmaz dudaklarının ölmez gülüşlerile bana: -«Ne var, beni hiçin çağırdın?» diye sormuşfun.» Safo o zaman söylemek istediği şeyi bir türlü hatırlıyamamıştı. Fakat bi yordu ve son şiirini şu satırlarla biti « riyordu: «İşte asıl bugün gel. Beni aşkın bu derin ağrılarından kurtar, Ruhumun dileklerini yap ve beni köru...> Safo rübabını çalıyor, yalvarıyordu. Saçlarını rüzgâra vermişti. İ Aşk tanrısı gelmiyordu. — Beni tam kalbimden vurdu yüzüstü bıraktı. Diye mırıldandı. Rübabını göğsüne bastırdı ve göğ » sünü tırmalıyan, onun içindeki ağrıyı söküp atmak istiyen parmaklar yalnız bir kaç kanlı çizgi yapabildi. / balıyor ve bir katran karanlığı göî!)e )-cnîı arasını dolduruyordu. Rüz- gâr hızlanmış ve deniz bir canavar gi- bi kayalıkları dövmeğe başlamıştı. Safo hıçkırdı, sonra doğruldu. Ka - ranlıkta yakamozlar yapan korkunç denize baktı — İçimdeki ateşi belki sen söndü - rürsün!.. diye haykırdı. Kendisini kayalıkların tepesinden a- şağıda gittikçe büyüyen köpüklü dal - gaların arasına attı Gd ar K ee İ ve

Bu sayıdan diğer sayfalar: