29 Aralık 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

29 Aralık 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Amerika mektupları: Amerikada yerleşen Türk nasıl yaşar ve ne düşünür” Oradaki vatandaşlarımız bilhassa himayej etfal ile alâkadar oluyorlar, Türkiyeden Amerikaya talebe getirterek okutmak istiyorlar, kendilerile Anayurd arasında rabıta tesis edebilecek bir adamı dört gözle bekliyorlar Spring Field (4 kânunuevvel) — İz- tanbuldan ayrılalı dört gün olmuştu. Bu müddet zarfında aynada gördüğüm kendimden başka bir Türke tesadüf e- demedim. İnsan memleketinden uzak- laşınca ilk özlediği şey, kendi cinsin - den, kim olursa olsun bir insan gör - mek ve kendi lisanını duymak oluyor. Arkadaşlarla Nevyorka gelince ilk işi- miz hemen Türkleri bulmak oldu, Fa- kat onlarla konuşmağa başlar başla - maz, derhal inkisarı hayale uğradık ve bir ayrılık hissettik. Buradaki Türkler türkçe bilmiyor... Hele burada doğup büyüyen çocuk - lar... Bir kısmı türkçeyi Türkiyedeki Amerikalılar kadar bile konuşamuyor. Bir defa <evet» kelimesi ortadan kalk- Mmış, evet, hayır, hiç yok filân demi - yorlar... Oh, yes, şur... kelimelerini a- gızlarında sürükleyip duruyorlar. Bizim meşhur Koca Hasan burada, Hasanlıktan çıkmış Hâğsın olmuş, yal- nız ismile değil, altındaki lüks otoma- bili, temiz ütülü elbisesi, bevaz kolalı gömleği, Amerikan gözlüğü ile de ta SON POSTA 4 bulunan Türklerden bir grup rim de türkçe alışmamışım ohuyami- rim.» Amerikanın Türkü, Amerikaya her gelen Türkü bulmak ve onunla konuş- makla yurnd hasretini tatmin et » meğe çalışıyor. Onlara — sorunuz. Amerikada — kaç 'Türk var, kaç talebe — gelmiş, hangi mekteplerde okuvorlar, hangisi muvaffak — oluyor. Yazanı Naci Sadullah Birincikânun 29 Plak doldurma fabrikasında bir saat Alaturkadan nefret ederken alaturkaya tiryaki olan İngiliz ses operatörü Şarkı söyleyen her san'atkârın yambaşında öksürük tehlikesini karşılamak için bir bardak su bulunduruluyordu. Buna rağmen kadaş öksürdü, bütün san'atkârlar hep birden “Eyvah!.. dediler plak mahvolcu,,, nihayet bizim fotoğrafçı ar- Plâk dolduran makineler ve muharririmize izahat veren Ingiliz ses operatörü — Bir şarkının plâğa nasıl alındığı- nı görmek istemez misin? Bir kaç gün önce, tesadüden karşılaştığım eski dos- tum Osman Nihat Akının bu sorgu - suna, hiç tereddütsüz: — Tabil! cevabım verdim. Genç ve değerli bestekâr Osman Nihat: — ©O halde, dedi, cumartesi günü Sirkeciden Yeşilköye kalkacak - olan on üçü yirmi trenini kaçırma! * Dün, dostumu, — kaçırmamaklığımı öğütlediği trenin birinci mevki kom- partımanlarından birinde buldum. A- laturka musikinin erkekli dişili olan - Ca meşhur üstadları da oradaydı. Tre- Türkler spor yaparlarken Her biri ne kadar çalışıyor, size mü - kemmel malümat verirler. Bizim gençterden — bahsederlerken mamen Amerikalılaşmış. 9 Evi kaloriferli, banyı Kulağınız hasretle bekliyor. Halbukl «Bilirsin, ben Amerigaya on dohuz yaşumda geldum, geldum amma, mem leketimi birgün hadırumdan çıharma- » Her şey dım, oralarda ne var ne çoh değişmiş dirler. Ellerine bakıyorsur z, ellerile konuşması arasında bir mü Ö- |Yi etfale. rür gibi oluyorsunuz, ağır «Buradaki balaştırdığı, hırpaladağı, ötesini, be »|©i Tisini çizdiği #ki kocaman el.. Burada yerleşen Türkfert ameledir. Garajlarda çah «Eski türkçeyi zati bilmezdim, me yenisini öğrenmek istedim olmadı geçer, ohi -| bulmadığını merak ediyor. arada sırada elime gazete rim emme yazamirin u, bu medeni kıyafet ve muhit içerisinde karşınız - | daki ağzını açınca, ahenktar temiz b türkçe duyacağınızı zannediyorsunuz... bu şöyle söylüyorlar. — Biz cahil insanlarız, geri döndü -| ğümüz zaman götürecek bir şeyimiz yok, ümidimiz sizde... Size buradan memlekete götüreceğiniz şeyleri bul -| makta yardım edehilirsek — vazifemizi yapmış olur, kendimizi teselli e Bunu öyle içten gelen bi bir memleket sevgisile, sö duyanların gözlerinin ya: ir Ş masına imkân yok... Hepsinin en çok alâka ile sordukları şeylerden biri de «Hima -| onlar gibi çalışıyor mu?» Sabahlara kadar makine başından, fabrikanın dan den verdiği paranın yerini kirli havasından ayrılma - ıbir meşakkatle kazanarak gön: bu'up ( Devamı 13 üncü sayfada ) “GÖNÜL İŞLERİ! Karşılıklı Fotoğrafların Doğurduğu bir aşk Ankarada oturan bir okuyucum, Bay «Ş. T.» henüz yüzünü görme - diği bir genç kızı sevmektedir. D yor ki: Dayımın bir kızı var, Tarsusta o- turuyor, kendisini şimdiye kadar bir defa bile görmedim, yalnız resmi ile tanıyorum, o da beni öyle biliyor. Buna rağmen uzaktan, mektupla anlaştık, yekdiğerimizi çılgınca se » viyoruz. Kurduğumuz plân şu: Yazın yıllık - tatil!mi kullanarak Tarsusa gideceğim, kızı dayımdan istiyeceğim, Fakat dayımın ve yen- gemin bu gönül macerasından he - nüz haberleri yok. Talebimi - red - detmeleri ihtimalinden korkuyo - rum. Çünkü kız benden bir yaş bü- yüktür. ! — Dayımın kabul etmesi için ne yapmalıyım? 2 — Kabul etmezse nasıl hareket etmeliyiz? Sizden bu suallerime cevap ver - menizi İstiyorum, * Bana öyle geliyor k! bu okuyu - cum biraz istical etmektedir. Çün « kü bir defa Tarsusa gittiği ve al - mak tasavvurunda bulunduğu genç kızı gördüğü zaman bu tasavvurun- da sebat edip etmiyeceği bell$ de - ğildir. Bir resmi görüp beğenen a - dam sahibi ile karşılaştığı zaman fikrini değiştirebilir, sonra aşkı do- ğuran sadece sima güzelliği de de - ğildir. Nice güzeller vardır ki, tek kelimeleri ile buz tesiri yaparlar, fakat bedbin olmıyalım, farzedelim ki fikirde sebat edildi, bu takdirde aileye bu aşkın bir resimden doğ - duğunu söylemekten çekinmek, on- lara çocukça bir macera üzerinde yürünüldüğü fikrini vermekten iç- tinap etmek lâzımdır. Tarsusta iki üç hafta kalınız, talebinizi sonra ya- pınız, bizde yaş kayıtları eskiden Muntazam tutulmazdı, arada — kızın aâleyhine fark olmadığını söylemek mümkündür. Bu okuyucumun bana verip te, benim buraya kaydetmiye Tüzum görmediğim izahattan anlıyorum ki gerek kendisi, gerek dayızade sevi- yece yüksek gençlerdir, ikisi tara - fından ısrarla ileri sürülecek bir ta- lebe muvafakat edilmemesi ihtima- li yoktur. TEYZE nin hareketinden az sonra, Osman Ni- hat, yolunu tuttuğumuz mahal hak - kında izahat vermiye girişti: — Daha bir kaç sene evvel, bizde, plâk doldurabilmek için lâzım gelen alât ve edevat yaktu. Senede bir defa, bir İngiliz ses öperatörü, makinelerile aber İstanbula gelir, istenildiği ka- rur, çıkıp giderdi. peratö: meakinelerin — buraya gelip gitmesi, okunan şarkıların, İn - giöterede bildiğimiz plâklar şekline ko- nulup ta buraya gönderilmesi, hem güç, hem hayli masraflı oluyar - Halbuki, bir kaç senedir, Yeşilköy * el bir plük dolduma atel- yesi var, Bütün makineleri son sistem. Başında datma bir de set öperatörü bulunduruyorlar, Bu sayede de, ş:rkı—l lar daha az masraf, ve daha az zah - metle, burada plâğa çekilebiliyor. Şimdi göreceğimiz yer de orasıdır! Bu izahatı not ederken, plâk doldur- maya giden san'atkârlara bakıyorum. Kimisi udunu, torbasından, kimisi ke- manını kutusundan, kimisi darbuka - sını mahfazasından çıkarmış. -Oynak | bir şarkı tutturmuşlar, Bir konser ve- rirken, bir gazino sahnesinde okurken duyamıyacakları kadar coşkun bir ne- $e içinde çalıp söylüyorlar, Osmanın kulağına eğiliyorum ve: — Yahu, diyorum, bu tren değil, seyyar gazino... — Evet... Hem diğer bazı gazinolar kadar masraflı da değil. Kompartimanların kalabalığını gö - rüyor musun? Floryanın mahşere dön- düğü yaz günlerinde bile bu kadar ka-| " |lahalık otmaz. Bu tren bir çok kimse -| ler, plâk doldurma günlerini tahkik e- dip, san'atkârların bindikleri trenle Yeşilköye kadar gidip dönüyorlar. Bir| bilet parası verip neşeli bir konser dinliyorlar. Mükemmel bir gezinti yapmış oluyorlar. Hem, sanunda bu - runlarına kabarık bir hesap pusulası da dayanmıyacağı için, arada bir cep- lerinden çıkarıp yuvarladıkları kadeh- ler de burunlarından gelmiyor. Güldüm: — Desene? Eğer bu plâk doldurma atölyesi daha önce açı!saymış, Şark şi- mendifer şirketi iflâsa sürüklenmiye - cekmiş! n * Ses operatörü Mister Bost, bir ta- raftan makinelerile uğraşıyor, bir ta - raftan anlatıyor: ğ — Şimdive kadar, hiç değilse, dört bin plâk döldürdüm. Bu plâklar için- | de on bin tane basılanlar, yani satı - şüktür. Çünkü orada, maruf san'at - kârlar tarafından Okunan, çalınan |. plâklar içinde bir, bir buçuk milyon satılanlar var... Maamafih, şimdi, plâk satışları ora- da da düşkün. Çünkü sesli filmin ica- dı nasıl tiyatroyu sarstıysa, radyonun keşfi de, plâk satışlarını azalttı. ZH Klârnet çalıyor Yalız yavaş yavaş radyo sahibi o- lanlar bile, plâk satın alıyorlar. Çünkü radyoda dinleyiciler, okuyucuların ke- yiflerine, programlarına tâb! kalıyor- lar, meselâ beğenmediğiniz bir par - çayı dinlemiye mecbur oluyorlar, ve çok beğendikleri bir şarkıyı bir ikinci defa dinliyememeye, tekrarlatamama- ya mahküm bulunuyorlar. Halbuki plâk bu mahzuru ortadan kaldırıyor, İnsan beğendiği şarkının plâğını satın ahyor, ve çalıyor çala - bildiği kadar. * İçinde bulunduğumuz daracık - oda, külhanı çok yakılmış bir hamam hal- veti gibi. Mister Bostu taklit edip te, ceketi, süveteri atmasam, sıcaktan fı - rında çok kalmış fırancala gibi çatlı - yacağım. Mister Bosta: — Neden? diyorum, bu kadar ısıttı- mız burasını? — Şarkılar evvelâ, şu balmumun - dap yuvarlaklara çekilir. Halbuki, ya- Tısından kesikniş birer kaşar tekerle- Bi kalınlığında olan bu ba'mumlarının bir parça yumuşamaları lâzımdır, Bu- radaki harareti arttırışımızın. sebebi de budur. Buhunduğumuz odada birden bir ses yükse'iyor: — Naci Sadullah... Çay mı, kahve mi? Etrafıma bakınarak yüzünü görme- gdiğim muhataba cevan veriyorum: — Az şekerli bir kahve! Benim bu cevabım, ses öperatörünü gülmekten katıltryor: — Biz, diyor, onların seslerini du « yoruz. Çünkü bopariör açık. Fa- fkat siz burada top atsanız, onlara du- ! Ve beni bir pencere önüne getiriyor: — Bakın! Üç camı da kapalı olan pencereder laşağıya bakıyorum. Tıpkı, sinema ma-, kinesini idare eden adamın yüksekteki: mahallinin ufacık penceresinden, nema salonuna bakar gibi. Gördüğüm salonun ortasında, tıpki radyodakine benziyen bir mikrolom war. San'atkârlar, aletlerile onun ö “ mHündeler. Mikrofon açık olduğu için, /şarkıları değil, solukları bile duyulur yor. Pencereden kendilerine bakan ©- , peratöre, işaretle hazır olduklarını bils ,diriyorlar, Operatör, onların bulundukları yer- e çalan zile basıyor. Önünde, gramofona benziyen bir â-, let var. Onun üstüne, o ince kaşar te-, kerleğine benziyen balmumundan pâlk' konmuş. a , Öperatör, zile iki defa daha basıyar. Ve makineyi harekete ge Bi mumundan plük üzerine indirilen mnenin altında dönmiye başlıyor. İğ « penin dümdüz satıhta çizdiği oyuk <" Çuklardan çıkan balmumu kırıntıla « rını, bir hava borusu habire çekmek- te. Balmumu plüğin etrafındaki incel çizgilerin dairesi bir parmak ka'ınlığış ni bulunca, operatör bana pencereden, san'atkârların bulundukları — salonun bir köşesini gösterip önündeki duğmes- lerden birine basıyor: Baktığı: de bir ampiül yanıp sönüyor. V muncu sinyaldan sonra, şarkı ba Balmu plâk, hoparlörden & lan şarkıyı alırken, öperatör an': — Şu gördüğünüz levhada, bı geçen trenlerin saatleri yazılı ,geçerken plâk çekemeyiz. Çünkü rideki mikrofon, en ufak sesler çırmıyacak kadar hassasfır. Buradan oraya ses gidemiyeceği için rahat ra- hat konuştuğumuza bakmayın. Bir tren düdüğü, bütün plâğı mahv edebi« Hir! Ve şarkı bitince, esefli esefli söyle- niyor: Z — Uzun geldi şarkı... Bir şarkının bir plâğa sığabilmesi için azami çuk dakikadan fazla sürmemesi lüzım,. Maamafih ehemmiyeti yok. Bu daha birinci prova. Ve pencerenin camları- Di açıp san'atkârlara sesleniyor: — Şarkıyı 20-30 saniye kısaltmak Jâzım. Kendiniz tecrübe ederken kro- nometreyi iyi tutmamışsınız! Beş dakika sonra, ayni işaretler teke rarlanıyor. Ve ikinci prova başlıyor. Osman Nihadın şarkısı: Yaşlı gözlerimi kuruttum bu gece, Çünkü maziyi unuttum bu gece, Aşkı bir ok gibi kalbimde kalan, Yârı sinemde uyuttum bu gece! Balmumu plâk dönmiye başlayınca, İngiliz operatör gene söze girişiyor: — Ben eskiden alaturkadan nefret ederdim. Burada dinliye dinliye öyle alıştım ki, öyle sevdim ki sormayın. A- laturkanın, yavaş yavaş, dinliye dinli- ye keyfine varılan eşsiz bir ahengi var. Kulak terbiye olmadan yadırgı “ yar insan, Fakat anlayış artınca, in * san dinlemeden duramıyor. (Devamı 10 uncu sayfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: